| Konu: | ÇOĞALTILMIŞ FİKİR VE SANAT ESERLERİNİ DERLEME KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 69 |
| Tarih: | 22.02.2012 |
BDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli üyeler; yasanın bu hâli önemli bir güncelleme içermektedir. Komisyonda muhalefet partilerinin verdiği değişiklik önergeleri de, itirazlar da kısmen dikkate alınmıştır. Bu anlamda çağın gereklerine dönük bir derleme amacı taşıyan bu yasayı genelde olumlu bulduğumuzu belirterek başlamak istiyorum.
Kültür, doğada var olanın üzerine bizim eklediğimiz şeylerin tümüne deniyor, malum, bunların tümünün toplamıdır. Bu anlamda geldiğimiz noktada bu vesileyle ne durumdayız ona dair bir şeyler söylemek istiyorum. "Bizim eklediğimiz şeylerin tümüdür." dedik. Bu anlamda, aslına bakılırsa, bir koruyuculuk ve kollayıcılığa ihtiyaç yoktur. Sadece alanın gerekliliklerini düzenleme ile sınırlı olmalıdır devletin bu konudaki katkısı fakat bizde bu iş böyle görülmüyor ve bu söyleyeceklerim de sadece mevcut Hükûmetle sınırlı değil, cumhuriyetin kuruluşundan beri bizde kültür genellikle bir angarya olarak görülür, Sayın Bakan kusura bakmasın.
Bir angarya olarak görülür çünkü bir oksimoron durum var, "Kültür ve Turizm Bakanlığı" deniliyor, birbirinden oldukça uzak iki alan bir bakanlığa emanet ediliyor. Bunun ne kadar vahim olduğunu anlamak için şöyle düşünebiliriz: "Kültür ve İçişleri Bakanlığı" dediğinizde ne kadar alakasız duruyorsa "Kültür ve Turizm" denildiğinde de o kadar alakasız duruyor. Her biri kendi içinde son derece önemli iki alandır ve başta kültür, bir başka alanla birlikte bir bakanlığa emanet edilmeyecek kadar önemli bir alandır. Ona rağmen?
Bu vesileyle bir sinema yasası çıkarma ihtiyacı vardır. Hâlen ülkemizde bu bir yasal düzenlemeye kavuşmamıştır. Hâlen hem yasal mevzuatta hem toplum algısında ücret ve telif ayrımı birbirine karıştırılmaktadır. Sanatçılar, bu anlamda telif ile iş yapan insanlar büyük sıkıntılar içerisindedir. Yiğidi öldürmeden önce hakkını verelim. Sayın Kültür Bakanımız bu meseleye duyarlılık göstermektedir. Bütün diğer siyasal partilerden ve temsilcilerinden de bunu bekliyoruz, bir müşterek çalışmayla bu ülkeye bir sinema yasası kazandıralım ve telif ile ücret arasındaki ayrımı yasal güvencelere kavuşturalım. Daha önce bir denemesi olmuş fakat "1995 yılından önceye geçerli değildir." gibi bu Meclis garabet bir şeye imza atmış. Niye 1995 yılından öncesine geçerli değil? O zaman televizyonlara en büyük üretimi yapan firma bu filmlerin kullanım hakkını neredeyse kiloyla alarak elinde bulunduruyordu ve sanatçılara, senaristlerine, müzik yapımcılarına, yönetmenlerine, yapımcılarına tek kuruş ödemeden televizyonlarda döndürüyorlardı, buna halel gelmesin diye. Bu konuda Sayın Bakanın da iyi niyeti ve verdiği sözler var, diğer siyasal partiler olarak da bu konuda bir görüş birliği sağlarsak ülkemiz bir sinema yasasına kavuşur. Ben de gelecek dönem meslektaşlarımın yanına gittiğimde söyleyecek sözüm, bakacak yüzüm olur.
Diziler, filmler, televizyonlar demişken bir başka meseleye de dikkat çekmek istiyorum: Sayın CHP Milletvekili Nur Serter'le bizim televizyonlarda ve yazdığım yazılarda birçok kez yoğun, ağır tartışmalarımız olmuştur. Muhtemelen dünya görüşlerimizi bir alt alta yazsak, buluşacağımız kesişen bir koordinat bulmamız mümkün değildir ama ona büyük bir ahlaksızlık yapılmıştır. Bu ahlaksızlığı buradan teşhir etmeyi ve kınamayı da bir boyun borcu olarak görüyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü demokrat olmak iddiasında olan insanların tutarlı olmak gibi bir kaygılarının olması gerekiyor. Aynı tutarlılığı Sayın Nur Serter'e de bu vesileyle diliyorum.
Şimdi, bir televizyon dizisinde bir karaktere bir kadın milletvekilinin adını vermek, seks işçiliğiyle geçinen bir karaktere bir muhalif milletvekilinin adını vermek hani "zevzekliktir" desem durumu karşılamayacak, hafif kalacak ama bu cüreti nereden buluyorlar? Şu: Bir, yetersizlik. Yani siz böyle bir ucuzluğa tevessül ettiğinizde sanatsal bir altyapıya sahip değilsiniz demektir. Nur Serter'in sahip olduğu ideolojik zihniyet ve onun kodları bir sanat eserinde kıyasıya eleştirilebilir, hatta mahkûm edebilirsiniz bunu ama direkt o karaktere onun adını vermek sizin zihinsel kodlarınızı ele verir, bir; bu konuda ne kadar zavallı ve sefil olduğunuzu gösterir, iki.
Peki, niye böyle yapıyorlar? Bu Hükûmetin zamanında, bu Hükûmetin bakıyoruz on senelik icraatına, bir tane kültür insanı yetiştirebilmiş mi, onunla anıyorlar mı kendilerini? Bir tane sanatçı var mı, bu sanatçıya biz el verdik, bu sanatçı bizim zamanımızda ve bizim dünya görüşümüzle haşır neşir oluyor. İşte böyle de evrensel ya da -vazgeçtim- Türkiye ölçeğinde böyle bir şey?
Ben, bakıyorum, sayın vekiller, iki tane üretiminiz var. Biri bal firmaları. Bugün televizyonlarda nereyi açsanız bal firmalarından geçilmiyor. Diğeri de inşaat firmaları. Hangi gazeteyi açsanız yani göze gözüken en fazla üretim bu. Balı getiriyorlar Çin'den 7 liraya, 25 liraya? Üstelik, gelen balın niteliği de bir hayli su götürür! Bizim ülkemizde doğal yollarla elde edilen ve 100 lira civarında bir paraya satılan balı, kilosunu 25 liradan piyasaya sürüyorlar ve bütün televizyonlar bunların işgali altında. 7 lira kabaca maliyeti olan bir şeyden, düşünüyoruz, aradaki 18 lira bu kadar yoğun reklamın da bir açıklaması aslında. Onun dışında bir de inşaat firmaları var. Ortalık rantlardan geçilmiyor. İsimlerini söyleyip reklam yapmak istiyorum.
Peki, bu kifayetsiz adamlar şunun farkında değiller, bu iktidarın yarattığı zenginler: Siz daha henüz zengin değilsiniz, bu televizyonun sahibi de böyle. Sahip olduğu yayın grubu için de bunu söylüyorum. Devre mülk tapusu var sizin bu iktidarla kayyum. Bu ülke böyle çok zengin gördü ama hiçbirinin tapusu olmadı, hep devre mülk kullanım hakkına sahip oldular, geldikleri hükûmetle gittiler. Yarın siz de gideceksiniz, akıbet, yaptığınız ayıplar bir utanç lekesi olarak sizin alnınızda asılı kalacak. "Kültür" dedik, "televizyon" dedik biraz daha devam edelim o alandan. Bir halk -sadece Nur Serter değil bunun mağduru- televizyon dizileri eliyle sürekli aşağılanıyor. Ortalığı töre canlar kapladı. Bunlar, sürekli, bakacaksınız aksanı Kürt olan, Kürtçe olan bütün karakterler dünyada en namussuz, en alçak, en arsız, en uğursuz işleri yapıyorlar. "Töre" dedin mi vuran adam Kürtçe konuşuyor, Kürt aksanıyla konuşuyor, "hırsız" dediğinde Kürt aksanıyla konuşuyor, "uğursuz" dediğinde Kürt aksanıyla konuşuyor. Bir halkı bu kadar aşağılamaya hiç hakkınız yok. Mesela Sayın Serter'in de bu konuda büyük yüksek bir duyarlılık göstermesini beklerim bu vesileyle.
Daha düne kadar nasıl başörtülü insanlar karikatür tiplemeler olarak gösteriliyordu ve biz buna ya da kendi adıma söyleyeyim ben buna o zaman da isyan ve intizar ediyordum, bugün aynı şekil Kürtler başta olmak üzere, kadınlar başta olmak üzere bilcümle ötekileştirme, aşağılama tahfif etme kol gezmekte. Eş cinseller de yine aynı şekilde bununla bir karton tipleme yapılmış bu milletin algısında sadece ya aşağılamak ya eğlenmek için gösteriyorsunuz. Diğer etnisiteler de böyle. Baktığınız zaman Ermeni hain, Yahudi tefeci, Çerkez hain ve böyle uzar gider yani bunlara biz bu tür nefret suçlarına varan şeyler için bir düzenleme getirmiştik, Sayın Ertuğrul Kürkçü konuşmuştu bu tür nefret suçlarına dair. İktidar ve muhalefet el birliğiyle reddettiniz, hiçbir ajitasyon yapmadan o yasa taslağını tekrar bir okumanızı ve neye hayır dediğinizi bu vesileyle tekrar görmenizi diliyorum.
"Kültür" deyince sayın arkadaşlarım, dil bundan ayrı bir şey değildir. Malumunuz, dün UNESCO'nun "Dünya Ana Dil Günü"ydü ve dünyada tükenmekte olan, kırılgan olan, tükenmiş olan dillerin bir şekilde ihyasıyla, var olanın da korunmasıyla uğraşmak için Birleşmiş Milletlere bağlı bu teşkilat böyle bir karar almış ve 52'den beri de uyguluyor. Bunun bir de bizim ülkemizde bir millî komisyonu var: UNESCO Millî Komisyonu. Bunların bir de İnternet siteleri var, faaliyetlerini oradan duyuruyorlar. Akademisyenler, bakanlık mensupları -Dışişleri mensubu olduğunu biliyorum, Millî Eğitimden sanırım bir personel var- sivil toplum olarak bir tek ÇEKÜL Vakfından birisi var yönetiminde. Bu Millî Komisyonun sitesine giriyoruz, Dünya Ana Dil Günü'yle ilgili ne var? Şu var -ben konuşmayı yapmadan önce baktım- "13 Şubat Dünya Radyo Günü" anonsu var şeylerinde, UNESCO'nun saptadığı dillerde. Niye? Zülfüyâre dokunur çünkü! "Ana dil" dediniz mi, maazallah, bu ülkede hâlen daha, gelip geldiğimiz noktada, bir halkın ana dilinin medeni mi barbar mı olduğu tartışılıyor, ne kadar üzücü. Bu, çekip onu alnından vurmaktan daha ağır bir şeydir. Birazcık empati yeter. Biri gelse, buradaki Türk milletvekillerine "Ya, sizin diliniz medeni mi, barbar mı?" ya da "Medeni bile değil." deseler ne hissedecekseniz, Kürtler de kendi dillerinin barbarlık kat sayısının ya da medeniyet kat sayısının incelenmesinde, soruşturulmasından bu kadar rahatsızlık hissediyorlar, bunu bilesiniz.
Ana Dil Günü dolayısıyla, bu ülkede başta Kürtçe olmak üzere Çerkezce, Zazaca, Gürcüce ve kırılgan olan, tükenmeye yüz tutan -bunun ölçüsü de yüz yıl sonra bir çocuk bu dili konuşacak mı gibi bir noktadan yola çıkar- bu anlamdaki bütün dillere ve bu dilleri konuşan insanlara buradan saygılarımı ve tebriklerimi iletiyorum.
Dedik, kültür? Hükûmetin kültür meselesindeki bakışı sorunlu, bu konuda Sayın Kültür Bakanından başka elimizde dokunur hiçbir şey yok, gerçekten yok ve bu acı bir şey, bunu polemik olsun diye söylemiyorum.
Nemrut Dağı meselesi var. Sayın Aslanoğlu burada değil değil mi? Malatyalılara biraz dokunalım, Aslanoğlu buradaysa daha ölçülü konuşayım!
Şimdi, Malatya Nemrut Dağı'na talip oldu. Bu aşağı yukarı epey bir zamandır yürütülmekte olan bir kampanya. Ben bu tür tarihî ve kültür mirası sayılan ki 87'de dünya mirası listesine alınmıştır -bizim ülkemizdeki millî komisyonu saymazsak- UNESCO tarafından, bunun insanlığın ortak malı olduğunu düşünürüm fakat Malatya buna gözünü dikmiş, sanki böyle baktığınız zaman çok büyük bir kültürel bilince sahip, böyle bir bilinç ve şuur oluşmuş bir kent gibi bu Nemrut'un peşini bırakmıyor.
Arkadaşlar, çok değil, bundan dört-beş ay önce? İki tane Malatya'yla ilgili olay söyleyeceğim, burada AK PARTİ Adıyamanlı vekilleri, başta Grup Başkan Vekili olmak üzere kınıyorum, Salih Fırat olmasa, CHP Milletvekili olmasa bu meseleyi burada kimse dile getirmiyor.
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Nemrut üzerine siyaset yapmıyoruz, Adıyaman'ındır.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Adıyaman'ınsa çıkıp söyleyeceksiniz buradan. Adıyaman'ınsa söyleyeceksiniz.
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Adıyaman'ındır, Adıyaman'ın.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Bak, elinizden alırlar, memlekete gidecek yüzünüz kalmaz!
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Tapusu Adıyaman'ın.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - İnsanlığın ortak mirasıdır. Peki, Malatya ne yapıyor? Bundan önce geç tarihteki bir örneği söyleyeyim. Dört-beş ay önce bir şarkı grubu, yabancı? Böyle sokak çalgıcıları vardır arkadaşlar, bunlar dünyayı gezerler.
Veli Ağbaba da buradaymış, onu unuttum!
Şimdi, bakın "Malatya zabıtası sokak çalgı grubu" diye YouTube'tan arayın ortaya çıkan ibretlik manzarayı seyredin. Bu sokak çalgıcıları sokakta müzik yapıp ondan sonra halkın himmetiyle yollarına devam edip dünyayı geziyorlar. Daha bunlar çalgılarını çıkarır çıkarmaz zabıta tepelerine biniyor. İngilizce bilmedikleri için zabıta aynen şöyle yapıyor arkadaşlar: Eliyle çalgı işareti yapıyor, sonra böyle yapıyor. Malatya'daki yaklaşım bununla sınırlı. İngilizce bilmemesi ayıp değil ama İngilizce bilen bir arkadaşı yanınıza alır gidersiniz. Ardından, halka, zabıta bunları niye kovduklarını anlatıyor. Diyor ki: "Ya, kalabalık toplanır, maazallah." Bu benim uydurmam da değil, iftiram da değil, YouTube'da, Facebook'ta açarsanız bunu, böyle, olduğu gibi görürsünüz. Adamların çalgılarını apar topar "Maazallah, ya kalabalık toplanırsa." diye derdest ettiler gönderdiler. Aynı Malatya Belediyesi, AK PARTİ'li. Hadi diyelim ki zabıtaya bir savunma bulursunuz. "Ya, ne yapalım işte, yeterli bilince sahip değil." diye. Ermeni mezarlığında Ermeni halkının kendi parasıyla yaptırdığı son dua mekânını tuttu Malatya Belediyesi yıktırdı.
Şimdi...
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - Başbakan da yaptırdı.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Başbakan...
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Daha iyisini yaptırdı.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Bu yazboz mu kardeşim? Önemli olan bir zihniyetin teşhiri. Önemli olan...
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Daha iyisini yaptırdı.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Daha iyisini yapmak. İşte, bak, bu, "Biz yaparız." anlayışı bu ülkedeki bütün sorunların neşet ettiği ana gözdür. Onun yolu, ortak etmektir arkadaşlar. Çağırırsın Ermeni'yi ortak edersin bu işe. "Ben yaparım." lafı çok kibirli bir laftır.
VELİ AĞBABA (Malatya) - "Yaparım." demiyor.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - "Daha iyisini yaparım." lafı çok daha kibirli bir laftır. Buyurun, siz kendiniz için neyi münasip görüyorsanız onu yapın. Birinin size cami yaptırmasını ister misiniz? "Ben bunu yıkayım, ben size daha iyisini yapacağım." dese, Ahmet Aydın, Allah'ını seversen doğru söyle "Adıyaman'da Ulu Cami'yi yıkacağım, yerine size daha iyi bir cami yapacağım." dese bir İngiliz nasıl tepki verirsiniz?
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - Devletin inancı yoktur, devleti inançlarla ayırma.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Mahir Bey, sen araya girme biz Ahmet'le konuşuyoruz.
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Bana sataşma.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Devletin inancı yoksa ona göre davranmak lazım ama şu an devletin inancı var.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Şimdi, bu Malatya kalkmış diyor ki: "Nemrut'u bize zimmetleyin." Olmaz. Siz önce arkadaşlar, bakın, bu anlayışınızı bir içselleştirin yani bu anlayışı terk edin; daha, başkalarının medeniyetini tartışacağınıza medeni ölçüleri siz içselleştirin, ondan sonra size Nemrut'u kumuyla, taşıyla, harcıyla veririz, alın hayrını görün ama bu anlayışla zor. Siz onu alır evlerin temeline ya da değirmen taşı olarak o heykelleri kullanır bu anlayış, ben bunun filmini yaptım.
Şimdi, sevgili arkadaşlar, bu kültür ve sanat meselesinde bir kanayan yara daha var. Sayın Kültür Bakanı da buradayken bu vesileyle sorayım. Bu ülkede birçok halkın türküleri, ninnileri, öyküleri talan edildi. Kürtlerin binlerce türküsünü siz Kürtlere ait olduğunu bilmeden dinliyorsunuz. "Cane, cane, cane" dediğinde siz bunu Türkçe bir türkü zannediyorsunuz.
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) - Ne fark eder?
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Çok şey fark eder. İşte, bu anlayışla işimiz zor "Ne fark eder?"
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) - Müziğin evrenselliği var.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Öyle değil, diliyle evresel. Evrensel dediğin öyle?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - ?sen alıp dilini talan edeceksin, yağmalayacaksın değildir. Kültür Bakanından ricam?
Sayın Başkan, bir dakika vaktim var mı?
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Canın sağ olsun.
Kültür Bakanından ricamız bu halkların tükenmeye yüz tutan türkülerini, sanat eserlerini, dillerini -bir tek Ahmedi Hani'den ibaret değil- yapılanın da hakkını verelim, bunların da bir derleme için? Komşu, akraba ülkeler, kardeş ülkeler topluluğu kuruyorsunuz, bu toprakların öz evlatlarının türküsüne, ninnisine hiçbir emek vermiyorsunuz, yazıktır, günahtır, ayıptır.
Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) - Veriyoruz, veriyoruz.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Önder.