GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ÇOĞALTILMIŞ FİKİR VE SANAT ESERLERİNİ DERLEME KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:69
Tarih:22.02.2012

CHP GRUBU ADINA METİN LÜTFİ BAYDAR (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Tasarı Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda görüşülürken bu kanunu Cumhuriyet Halk Partisi olarak önemsediğimizi ve onayladığımızı ancak 8'inci maddesine, derleme nüshalarının gönderileceği kütüphaneler kapsamında yer almayan İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ve İzmir Millî Kütüphanesinin de tasarı metnine eklenmesini önerdik çünkü Sayın Bakanın da ifade ettiği gibi İstanbul Üniversitesi Rektörü de, İzmir Millî Kütüphanesi de bunu istiyorlardı ve dedik ki: "Bunları da ilave edelim, tasarı ilk defa, yani bu Komisyondan oy birliğiyle geçsin. Böyle bir anlayışı da sergilemiş olalım ve muhalefet şerhi koymayalım." Ama, tabii ki mümkün olmadı, "Tasarımın kelimesine dokundurtmam." anlayışında olan iktidar yetkilileri "Genel Kurulda düzeltiriz." diyorlar. Düzelteceğiz ama ben şunu ifade etmek istiyorum: Neden bunu Komisyondan tamamen bir oy birliğiyle geçirip de burada herkesin oy birliği içerisinde olduğu bir yapı içerisinde tartışmaya açmadık?

Şimdi, bu arkadaşlarımın anlayışlarını, hayata nereden baktıklarını ve nasıl bir yol izlediklerini, 2.500 yıllık bir filozofun düşünceleriyle açıklamaya çalışacağım. Aristoteles "Politika" adlı kitabında dört tür demokrasiden söz eder, bu dört tür demokrasinin ilk üçünde iktidar yoksul çoğunluğun elindedir ama yine de yasaların üstünlüğü kabul edilir, dördüncü tür demokrasi ise demokrasilerin en kötüsüdür. Aristoteles'e göre demokrasilerin en kötüsü, yasaların rafa kaldırıldığı, halkın iradesinin yasalardan üstün tutulduğu ve her konuda doğrudan halkı yönlendiren demagogların karar verdiği yönetim biçimidir. Bu kötü gidişin sorumlusu, halkın tuttuğu siyasal önderler, yani eski deyişle demagoglar, günümüz ifadesiyle siyasal parti liderleridir. Dolayısıyla, demokrasinin en kötü biçimi, halkın iradesi, çoğunluğun arzu ve istekleri veya inanç ve değerleri her şeyin tek ölçütü yapıldığında ortaya çıkar. Böylesi bir demokraside çoğunluğun idaresini elinde tuttuğunu zannedenler ne isterse o olur. Örneğin demagog faşizmi istiyor ise faşizm gelir, Anayasa askıya alınır; hukuki konularda neyin hak neyin hak olmadığına, kimin suçlu kimin suçsuz olduğuna bizzat halkın iradesini temsil ettiğini söyleyen demagoglar karar verir.

Kısacası, eğer halkın iradesinin üstünde başka bir güç yok ise ve bir ülkede halkın çoğunluğunu temsil ettiğini söyleyenler hangi inançta ise Anayasa maddeleri bu demagogun inancı esas alınarak hazırlanabilir. Bu tür bir durumda mevcut yasalar engel teşkil ediyor ise yüksek yargı organları halkın iradesinin tecelli etmesini engellemekle suçlanır. Gerekirse referanduma gidilerek yüksek yargıda halkın iradesinin tecelli etmesi sağlanabilir. Eğer karşı çıkan tek tek kişilerse onlar da halkın düşmanı, kendi çıkarını düşünen elit azınlık veya demokrasi karşıtı olmakla suçlanır.

Dolayısıyla, Hükûmet halkın iradesini temsil ediyorsa Hükûmetin aldığı her türlü kararın aslında halkın çoğunluğunun zararına bile olsa Anayasa Mahkemesi ve diğer yüksek yargı organlarının denetimine tabi olmaması, yani hiçbir denetleyici gücün var olmaması, var olsa bile şeklen olması istenir. Ancak unutmamak gerekir ki bütün bunlar halkın iradesi söylemi arkasına sığınarak bir devlette yasama, yürütme ve yargı erkini tek başına ele geçirmek isteyen kişilerin tiranlık özleminin yansımasıdır. Fakat tiranlık özlemiyle yanıp tutuşan hiç kimse "Ben tiran veya diktatör olmak istiyorum." demez. Tam tersine "Ben halkın sesiyim, ben özgürlüklerin savunucusuyum, ben yoksul ve mazlum halkın kurtarıcısıyım." der. Bir gün Kürt açılımı yapar, bir gün Roman açılımı yapar, özgürlük aşıklarının ağzına bir parmak bal çalar, bir gün bu halk isterse şeriatı bile getirir, ertesi gün "Laiklik olmadan demokrasi olmaz." der; bir gün demokrasiyi bir trene, amacına ulaştıracak bir araca benzetir, bir başka gün ise ileri demokrasiden söz eder, herkese her konuda özgürlük vaadinde bulunur.

Gel gelelim, Platon'un belirttiği gibi, oligarşiyi doymak bilmeyen, zenginlikten başka şeye değer vermeyen tutkunun yıkması gibi, demokrasiyi yıkacak olan da en büyük değer saydığı, doymadan arzuladığı şey olan bu özgürlük isteğidir. Bu tür bir demokrasi ve halkı yönetenler zamanla her özgürlük isteğini karşılayamaz olunca halk onları suçlamaya başlar. Özgürlük isteği sınırları zorlar, hızla gelişir ve sonunda demokrasiyi köleliğe çevirir. Aşırı özgürlüğün tepkisi insanda da, toplumda da aşırı bir kölelikten başka bir şey değildir. Yoksulluktan, adaletsizlikten ve verilen sözlerin tutulmamasından bıkan halk bir kurtarıcı aramaya başlar, sonuçta da çoğunluğun yönetiminden ondan daha bozuk bir devlet düzeni olan tiranlık doğar.

Hitabet gücü yüksek olan tiranların iktidarlarını korumak için başvurduğu bazı yollar ve dalkavukların verdiği bazı öğütler Aristoteles'in "Politika" adlı kitabında belirtilmiştir. Şöyle diyor Aristo: "Bunlardan birisi halk arasında öne çıkan, sivrilen kişileri yok etmek ve bağımsız görüşleri olan adamlardan kurtulmak; yurttaşların toplumsal, kültürel ya da benzeri amaçlarla derneklerde toplanmalarına izin vermemektir çünkü bu tür yerler bağımsızlık fikirlerinin ve kendine güvenin gelişip serpildiği yerlerdir. Benzeri şekilde toplumda olup biten her şeyden haberdar olmak için halk arasında casuslar gönder. Eğer böyle yaparsan halk söylediklerinin onların kulağına gitmesinden korkar ve daha az özgürlükte konuşmaya başlar."

Bunların dışında bir başka geleneksel yol tiranlığa karşı çıkabilecek kimseler arasında çatışmayı kışkırtmaktır, yalanlarla dostu dosta, sınıfı sınıfa, varlıklıları birbirine düşürmek ve uyruklarını kendi gündelik işlerinden baş alıp da ayaklanmaya zaman bulamasınlar diye yoksulluk içinde tutmak ve oyalamaktır. Örneğin Mısır'da firavunların yaptırdıkları piramitler ve Samoslu Polikrates'in zamanında girişilen bayındırlık etkinlikleri günümüzün TOKİ uygulamalarına ne kadar da benzemektedir.

Aristoteles şöyle devam ediyor: "Tiranların dostu olmaz, onların sadece dalkavukları olur. Tiran dalkavuğa büyük değer verir. Bu nedenle tiran, önünde yerlere kapananları sever. Bağımsız ve özgür ruhlu bir kimse ise böyle şeyler yapmaya yanaşmaz.

AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Başkan, konuya davet etmeyecek misiniz?

METİN LÜTFİ BAYDAR (Devamla) - Değerli kişiler dostluk ederler, dalkavukluk değil ama tipik bir tiran ciddi ve özgürlüğe eğilimli insanlardan hoşlanmaz. Kendisini tek yetki sayar. Birisi kalkıp kendi düşündüklerini özgürce söylemeye hakkı olduğunu iddia ederse tirana üstünlüğünden ve mutlak efendi olmasından bir şeyler eksiltiyormuş gibi gelir.

Ayrıca, tiranlar kendi yurttaşlarından çok yabancılarla yemek yemeğe meraklıdır, çünkü kendi yurttaşları onun gizli düşmanıdır. Öyleyse halkın iradesinden daha üstün bir gücün olmadığını savunanlar, aslında ileri demokrasinin değil, halk diktasının ve bu tür tiranlığın özlemini çekenlerdir."

İnsanların mutlak olgunluğa erişemedikleri gerçeğinden hareketle düşünce farklılıklarını nasıl olumlu karşılıyorsak, aynı şekilde farklı yaşama tarzlarının varlığını da normal karşılamak ve bir hak olarak görmek gerekir. Başkalarına zarar vermemek şartıyla farklı yaşama tarzlarına özgürlük verilmeli, kişinin benimsediği şekilde bir hayat tecrübesi edinmesine fırsat tanınmalıdır.

Sonuç olarak, demokrasi sadece çok partili seçim sistemine ve bu sistem içerisinde en çok oyu alan, yani halkın iradesini temsil ettiğini zanneden partinin mutlak iktidarına indirgendiğinde ve bu yolla iktidara gelenler de sanal olarak temsil ettikleri çoğunluğun arzu ve isteklerini yasaların üstünde görmeye başladığında, o ülkede demokrasi yerini halk diktasına, halk diktası da bir süre sonra yerini tiranlığa bırakır.

İç Tüzük'teki dayatma anlayışı, MİT Yasası'yla yargılama erkinin Başbakana bağlanması Türkiye'de tiranlığın ilanıdır. Tüm bunları yaparken, kendilerini bugüne kadar destekleyen camiaların açıkça beyan edilmese de el altından günah keçisi ilan edilmesi anlayışı, tiranlığın kendi içerisinde hiçbir farklı ve vicdanlı görüşe tahammül edemediğinin göstergesidir.

Bu nedenle, çağdaş bir demokrasiyi, çok partili seçim sistemi ve çoğunluğun iradesinin temsili ilkelerinin ötesinde, ancak azınlıkta olanların da temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan yasaların mevcut olduğu bir demokrasi türü olarak kabul etmek zorundayız.

Mevcut Anayasa ve bunlardan türetilen yasalar bu tür bir amacı karşılamaktan uzak olabilir, ama toplumsal, siyasal yaşamda devletin aksayan yönlerini düzeltmenin yolu yasaları askıya almak, mevcut yasaların boşluklarını iktidarınızı güçlendirmek için kullanmak veya kendinizi yasaların üstünde görmek değil, toplumsal uzlaşı sağlayan bir yönetim anlayışı sergilemektir. Demokrasi yalnız kendini değil, kendi gibi düşünmeyeni de  sevebilme sanatıdır.

Çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) - Aristo başka ne söylüyor?

METİN LÜTFİ BAYDAR (Aydın) - Anlatırım Hocam sana bir gün. Çok meraklıysan Aristo'ya, her gün anlatırım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baydar.