| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE TÜRKMENİSTAN HÜKÜMETİ ARASINDA SAĞLIK VE TIP ENDÜSTRİSİ ALANLARINDA İŞBİRLİĞİNE DAİR ANLAŞMANIN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 70 |
| Tarih: | 23.02.2012 |
MHP GRUBU ADINA REŞAT DOĞRU (Tokat) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 161 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkmenistan Hükümeti Arasında Sağlık ve Tıp Endüstrisi Alanlarında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nu görüşüyoruz. Biz de Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu kanun tasarısına olumlu oy vereceğimizi şimdiden söylemek istiyorum.
Tabii "Türk dünyası" dendiği zaman 1990'lı yıllar önce bizim aklımıza geliyor şu an itibarıyla. 1990'lı yıllarda tarihin güzel bir cilvesi olarak Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla beraber "Türk dünyası" dediğimiz bağımsız Türk devletleri bir anda dünya kamuoyunun önüne çıkmıştır. Türkmenistan'dan Azerbaycan'a, Kırgızistan'dan Kazakistan'a kadar çeşitli Türk devletleri bir anda bağımsızlıklarını kazanmış ve ülkemiz başta olmak üzere, 300 milyonluk Türk dünyasında çok büyük bir heyecanla da karşılaşılmıştır. Türk dünyası "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne" tabirini önemsemiş ve Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar geniş bir coğrafya üzerinde yaşayan insanların hepsinin yeni yeni umutlar içerisinde olduğu da görülmüştür.
Tabii 1990'lı yıllar, 2012'li yıllar? Bu zaman çok uzun bir süreç değildir. Yani bu zaman süreci, öyle çok uzun bir süreç gibi değerlendirilip devletler üzerinde veyahut bağımsızlıklar üzerinde çok fazla büyük kararların verileceği bir süreç değildir. Yirmi yıllık süreç, devletlerin hayatında çok kısa bir zaman sürecidir. Dolayısıyla, yirmi-yirmi beş yıllık bir bağımsızlık süreci olan bu devletlerden çok şey beklemenin de doğru olmadığını söylemek istiyorum. Yani ülkemizde bile demokrasiyle ilgili bazı kuralların oturmamış olduğu bir yerde, bu ülkelerden çok farklı demokrasinin beklenmesinin, çeşitli kurum ve kuruluşların görevlerinin beklenmesinin de doğru olmadığı kabul edilmelidir. Tabii, ilerideki dönemlerde çok farklı tablolarla karşılaşabiliriz yani daha farklı, güzel ortamların olduğu, bağımsızlığın en iyi şekilde kullanıldığı dönemlere rastlayabiliriz ama bizim için en önemli şey bu bağımsızlığını kazanan 1990'lı yıllardaki Türk devletlerinin hepsinin bağımsızlığının devam etmesidir. Yani bağımsızlık mutlaka devam ettirilmelidir, bağımsızlığınızı kaybettiğiniz zaman çok şeyi de beraberinde kaybedersiniz.
Sayın milletvekilleri, Türk dünyası, Türkiye dışındaki Türkleri ve soy, tarih, kültür birliklerini ifade etmektedir. Lehçelerdeki farklılıklar olsa bile ortak dile, tarihe, kültüre, ortak inanca sahip insan topluluğu Türk dünyasını oluşturmaktadır. Bu yüzden Türk dünyası, Türkiye'nin dış politikasında çok özel ve ayrıcalıklı bir ilgi alanı oluşturmalıdır. Türk cumhuriyetlerinin dünya üzerinde bağımsızlığını kazanmaları, dünya üzerinde Türk birliği adına yeni bir gücün oluşmasına da önayak olmuştur. Bu durum dünya üzerindeki diğer güçleri tedirgin etmiş, böyle bir gücün oluşmaması için de neredeyse âdeta seferberlik oluşturmuşlardır.
Türk dünyası en fazla kuzey yarım kürede nüfus yoğunluğuna sahiptir. Dış güçler tarafından en fazla sömürge ve asimilasyon da bu bölgede yaşanmaktadır. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla özgürlüklerine kavuşan Türk cumhuriyetleri Avrasya bölgesine hâkim olmak isteyen güçler tarafından öncelikle kültür yozlaşmasına uğratılmış, aralarındaki her türlü maddi ve manevi bağ kopartılmaya çalışılmıştır. Ayrıca bu bölgelerde bulunan yer üstü ve yer altı zenginlikleri tüm dünyanın buralara ilgisini de biraz daha fazla artırmıştır.
Türk dünyası topluluklarında etnik kimlik yani Türk kimliği öncelikli olarak belirtilmekte, toplamda Türkiye Türkçesini anlama oranı da ancak yüzde 50 seviyesindedir.
Batı Trakya ve Balkanlarda Türk dünyası yoğun baskı altındadır. Özellikle Kosova, stratejik açıdan Avrupa'da çok önemli bir konuma sahiptir; parlamentosunda Türk asıllı bakan ve milletvekilleri bulunmaktadır. Türkçenin yazı dili olarak kabul edilme çalışmaları olan ülkenin bazı yönetim birimlerinde Türkçe resmî yazı dili olarak kullanılmaktadır. Bu durum Türkiye'nin siyasi ve kültürel birlikteliği açısından çok ama çok büyük önem arz etmektedir.
Batı Trakya Türkleri hâlen Müslüman azınlık statüsündedir. Uluslararası hukuk ve AB kriterleri çerçevesinde Türklerin temsil hakkı çalışmaları sürdürülmelidir. Aynı şekilde Bulgaristan'da Türkçe, yasaklı dil hâline gelmiştir, Türk okulları kapatılmış, tüm kültürel çalışmalar engellenmiştir. Bu yüzden genç nüfus Türkçeyi unutma noktasına gelmiştir.
Irak halkının eğitimli ve aydın bölümünü oluşturan Türkmenler, Irak'ın işgaliyle birlikte büyük bir asimilasyona uğramış, son zamanlarda etnik temizlik boyutuna gelinmiştir. Başa gelen yeni hükûmet Irak Türklerini sahiplenmemiş, üstünlüğü karşı güçlere bırakmıştır.
Özellikle Irak Türkmenlerinden bahsetmek isterim ki Irak'ta şu anda Türkmenler çok büyük bir azap ve zulüm içerisindedir. Özellikle Kerkük'tür, Musul'dur, Tuzhurmatu'dur, Tavuk bölgesidir, Telafer'dir, bu bölgelerdeki Türkmen kardeşlerimizin üzerinde çok yoğun bir baskının olduğunu da söylemek mecburiyetindeyiz.
Özellikle bu bölgelerde, son zamanlarda Türk doktorlara karşı aşırı bir saldırının olduğunu ve öldürülen birçok doktorun olduğunu da buradan söylemek istiyorum yani bu konu üzerinde Türkiye Cumhuriyeti devleti Dışişleri Bakanlığı çok ciddi manada durmalıdır.
Türkiye'nin ve Türk dış politikasının en önemli değerlerinden biri de Kıbrıs meselesidir. Kıbrıs Adası, Türkleri yok edip adanın tek hâkimi olmak isteyen Yunanistan'ın bu girişimini engellemek amacıyla 1974 yılında gerçekleşen barış harekâtı sonunda yeni bir statüye kavuşmuştu. Harekât sonrası Türkiye tutarlı ve istikrarlı bir politika izleyerek Kıbrıs Türk Federe Devleti, daha sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuş ve korunmuştur. Bu statünün adil ve kalıcı bir çözüm oluşuncaya kadar devam ettirilmesi devlet politikası olarak mutlaka ama mutlaka benimsenmelidir.
Kıbrıs, ülkemizin güvenliği, enerji güvenliği ve Doğu Akdeniz'de etkili olabilmesi açısından çok önemlidir. Bu yüzden, adanın kendi kontrolünde olacak bir statüde olmasını sağlamamız gerekmektedir.
Tüm bu yapılan ve yapılması gerekenlerin aksine, bugünkü Hükûmet, gümrük birliği ek protokolünü imzalamakla Rum yönetimini tanıdığını kabul etmiş, Kıbrıs ve dış politikamız iflas ettirilmiştir. Bunun akabinde de Annan Planı'yla Kıbrıs Türk'ünün başına gelmedik bir şey kalmamış, Annan Planı'nda söylenilenlerin hiçbirisi yerine getirilmemiştir.
Türkiye'nin Türk dünyası jeopolitiğinin ortasında bulunması nedeniyle bu fırsatların en iyi şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Öncelikle hiçbir karşılık beklemeden bu bölgelere el uzatmalı, bağımsızlığın her türlü şartlarda devamı mutlaka ama mutlaka -tekrar ifade etmek istiyorum- sağlanmalıdır.
Bütün iletişim araçlarını buralara kanalize ederek gerek bölgede barış ve istikrarın gerçekleşmesine katkıda bulunacak gerekse her türlü ekonomik, siyasi ve kültürel iş birliğini gerçekleştirmiş olacaktır. Bu durum, hem Türkiye'nin lider ülke konumunu sağlayacak hem de yeni ve güçlü bir Türk birliğinin kurulmasına da vesile olacaktır.
Tüm bunların sonucunda dünyada artık güç dengeleri değişecektir. Bunun için Türkiye, soydaş ve akraba topluluklarına uluslararası hukuk ve devletler arası ilişkiler dâhilinde onlara yardımcı olacak, güven ortamı oluşturacak, ekonomik ve kültürel alanda her türlü kurumsal iş birliğini de sağlayacaktır.
Sayın milletvekilleri, 1933 yılında Yüce Atatürk'ün gösterdiği hedef doğrultusunda, özellikle 1991 yılından sonra ortaya çıkan fırsatların değerlendirilmesi için Türkiye Cumhuriyeti hükûmetleri tarafından başlatılan çalışmalar son yıllarda maalesef sekteye uğramıştır. AKP İktidarıyla birlikte Türk dünyasıyla ilişkilerde önemli bir yön değişikliği de olmuştur. Türk dünyasına gereken önem verilmemektedir ve verilmemeye de devam etmektedir.
Türk dünyasıyla ilişkilerde kültürel anlamda ilerleme olmamakta olup ilişkilere ekonomik gözle bakılmaktadır ancak bu göz, Türk'ün ve Türk milletinin gözü değil, AB ve ABD'nin gözü ile onların çıkarları doğrultusunda bir bakan göz olarak değerlendirilmelidir.
Küresel güç mücadelesinin Orta Doğu'dan Avrasya'ya kaydığı günümüzde, bütün dünya devi devletler Orta Asya'da söz sahibi olabilmek için her türlü satranç oyunlarını oynarken Türkiye, "Afrika'ya açılım" adına dış politikada yön değişikliğine gitmiştir. Bu durum çok dikkatli bir şekilde takip edilmeli, mutlaka yön değişikliği tekrar "Türk dünyası gözlü" olarak da değiştirilmelidir diye düşünüyorum.
Türk dilinin konuşulduğu cumhuriyetler ve akraba topluluklara yardım ve ilişkilerin geliştirilmesi için kurulmuş olan Türk İşbirliği Kalkınma İdaresinin kuruluşuyla birlikte Türk cumhuriyetlerine koordinasyon ofisleri açılmıştı ancak enteresandır, Türk dünyası için kurulmuş olan TİKA'nın ismi bile AKP İktidarı tarafından maalesef değiştirilmiştir.
AKP İktidarıyla birlikte TİKA, kuruluş kanunun amacındaki konular aksine, "Kalkınmakta olan tüm ülke ve topluluklara yardım" şeklinde bir misyona bürünmüş, bu yönlü faaliyet yapar konuma gelmiştir. Bundan dolayı da TİKA koordinasyon ofisleri Sudan'dan Senegal'e, Etiyopya'ya, Afganistan'a kadar çok çeşitli yerlerde açılmıştır ancak TİKA Filistin'de olmalı, Irak'ta, Kerkük'te, Musul'da, Telafer'de, Suriye'de Halep'te, Lübnan'da Beyrut'ta, Doğu Türkistan'da, Sincan Bölgesi'nde de bulunmalı, o bölgelere yardım yapmalı, oralarda da ofis açmalıdır.
TİKA tarafından yürütülen proje çalışmalarına bakmış olduğumuz zaman Orta Asya'daki proje sayılarının ve miktarlarının çok fazla düştüğünü, ancak buna karşılık özelikle Afrika ülkelerindeki proje sayılarının daha fazla artırılmış olduğunu görürsünüz. Zaman zaman TİKA bütçesinin ciddi manada artırıldığı söyleniyor. Doğrudur, artırılmıştır ancak şurası bir gerçektir ki artırılan TİKA bütçelerinin Türk dünyasına yönelik olarak projelerde çok az kullanılmış olduğunu da söylemek mecburiyetindeyiz. Geçmiş dönemlerde 20 milyar civarındaki bütçelerin 10 milyarı-15 milyarı o bölgelere ayrılırken şu anda bu miktarın çok altında miktarlar o bölgelere yani Orta Asya'daki Türk cumhuriyetleri bölgelerine ayrılmaktadır. Buna da dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Türkiye, kalkınma yardımları açısından bakıldığında, 1990'lı yıllarda bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetlerine Eximbank kredileri açmıştır. Bakınız, o zamanki o zor şartlar içerisinde özellikle dövize ihtiyacın hasıl olduğu o ortamlarda Türk dünyasına Türkiye Cumhuriyeti devleti elinden gelen her türlü imkânları zorlayarak, her türlü fedakârlığı yaparak Eximbank kredileri açmıştır. Bu Eximbank kredilerinin yaklaşık olarak değeri 1 ile 1,5 milyar dolar civarındadır. Bundan Moğolistan'dan tutun da Tacikistan'a kadar, Kırgızistan'a kadar birçok devlet kullanmıştır. Ancak enteresandır o zaman yapılan yardımların hâlâ şu anda bile o coğrafyaya yapılmamış olduğunu da yine hep beraber görüyoruz.
Sayın milletvekilleri, tabii, özellikle Türk dünyasının çok çeşitli sorunlarıyla karşı karşıya olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Özellikle Azerbaycan'la olan ilişkilerimiz gün geçtikçe bozulmaya başlamaktadır. Ermenilerin Azerbaycan topraklarını işgal etmeleriyle beraber Azerbaycan'ın şu anda topraklarının neredeyse 1/4'ü, yüzde 25'i işgal altında bulunmaktadır. Azerbaycan toprakları işgal altındayken Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi hiçbir zaman Türk dünyasına yakışan bir durum değildir. Özellikle Türk dünyası Azerbaycan-Türkiye ilişkilerini yakinen takip etmekte ve ayrıca Kıbrıs Türk devletinin nasıl yaşayacağını takip etmektedir. Ancak görülmüştür ki, bugün de işte gündem dışı konuşmalarda da gündeme getirmiş olduğumuz Hocalı katliamı gibi katliamlar şu anda kanı kurumamış şekilde durmaktadır. Dünyanın birçok devletleri insanlıktan bahsetmekte, çeşitli STK kuruluşları insani değerlerden bahsederken Hocalı katliamı unutulmakta, Hocalı katliamını yapanlardan hesap sorulmamaktadır.
Bakınız dünyanın birçok yerinde insani değerleri çiğneyenlerle ilgili çeşitli mahkemeler kuruluyor ama şu anda Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan, daha önceki Devlet Başkanı Koçaryan insanlık suçu işlemişlerdir. O insanlık suçu işleyenlerin bir tanesi de onların millî savunma bakanlarıdır. Yani oradaki Azerbaycan Türklerine yapılan katliamlar, konular Türkler olunca bir kenara bırakılmakta ve dolayısıyla da bütün STK kuruluşları, bütün Birleşmiş Milletler kuruluşlarının hepsi bir kenara geçmektedirler. Ama şurası unutulmamalıdır ki, Hocalı katliamı unutulmamalıdır. Hocalı'da bir anda 613 tane yaşlısıyla ihtiyarıyla, genç katledilmiştir. Hocalı katliamı hem unutulmamalı hem de unutturulmamalıdır ve mutlaka ama mutlaka hesabı sorulmalıdır.
İşte bu aşamada, Azerbaycan'ın topraklarının işgal edildiği bir ortamda, Ermenistan'ın her türlü söylemlerinin, soykırım dâhil söylemlerinin devam etmiş olduğu bir ortamda siz Türkiye-Ermenistan ilişkilerini geliştiremezsiniz. Özellikle Hükûmetin yapmış olduğu protokoller, doğru protokoller değildir. O protokoller şu anda, özellikle Ermenistan-Türkiye arasındaki protokoller Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanmayı beklemektedir.
Biz şunu söylemek isteriz ki, işte 26 Şubatlara gelmiş olduğumuz önümüzdeki salı günü de, Hocalı katliamıyla ilgili Mecliste özel bir gündemin oluşacağı bir ortamda o protokollerin hepsinin iade edildiğini ve Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak işgaller sona ermeden bu protokollerin hiçbirisinin gündeme getirilemeyeceği konusunda da biz buradan Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir ses bekliyoruz.
Yine, ayrıca, özellikle 26 Şubat tarihi artık, Türk dünyasında ve beraberinde de Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir soykırım günü olarak ilan edilmelidir. Bakınız, şu anda Hocalı katliamı yaklaşık olarak 51 ülkede kabul edilmiştir. En sonunda Meksika'da ve Pakistan'da böyle bir katliam yapıldı ve katliamı yapanların, sorumlularının ortaya konulması noktasında meclislerde karar alınmıştır. Oralarda kararlar alınırken "Bir millet iki devlet" dediğimiz işte Azerbaycan'lı kardeşlerimizin yüreğini rahatlatacağımız, özellikle 26 Şubat soykırımıyla ilgili, katliam günü, soykırım günüyle ilgili kanun teklifimizin mutlaka Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesini ve kanunlaşmasını bekliyoruz.
Tabii, bunların yanında özellikle Ahıska Türkleri diye çok önemli bir konudan da sözlerimin içerisinde bahsetmek istiyorum. Malumunuz olduğu şekliyle, Ahıska Türkleri, Gürcistan'ın Ahılkelek bölgesinde yaşamaktadırlar. Ahıska Türkleri, Stalin tarafından zorla göç ettirilmiş olan bizim kardeşlerimizdir. Ahıska Türkleri, Rusya'nın çok çeşitli yerlerine dağıtılmış ve oralarda çok büyük eziyet görmüş olan insanlardır. Ahıska Türkleri, kendi bölgelerine, öz vatanlarına vatan cemiyetleri vasıtasıyla dönmek istiyorlar. İşte, burada da maalesef AKP İktidarı sınıfta kalmıştır. Bakınız, Gürcistan izin vermiş, izin vermiş olmasına rağmen bu bölgeye geriye dönüşle ilgili olarak çalışmalar yapılmamıştır. Hâlbuki Kırım'daki Kırım Türkmenlerine, Kırım Tatarlarına geçmiş hükûmetler zamanında yaklaşık olarak 4.500 ile 5 bin civarında ev ve arazi alınmış ve o insanların Kırım'a yerleştirilmesi noktasında, Kırım Türklerinin yerleştirilmesi noktasında destek olunmuştur. Aynı tablo Ahıska Türkleri için de yapılması gerekiyordu. Bunu, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak müteaddit defalar, şahsım da yine burada gündem dışı söz almak suretiyle gündeme getirdim ve çok çeşitli yerlere de araştırma önergeleri, soru önergeleri vererek, aynı Kırım Tatarlarına uygulanan sistemin Ahıska Türklerine de uygulanması ve Ahıska bölgesine bu insanların dönüşüyle ilgili olarak destek verilmesi gerektiğini ifade etmeye çalışmıştık ancak maalesef bunda da başarılı olamadık. Yani Ahıska Türkleri bu bölgeye dönüşlerinde çok büyük sıkıntı yaşadılar ve istediğimiz manada da herhangi bir dönüşle ilgili bir durumu da görmedik.
Sayın milletvekilleri, tabii "Devamlı tenkit edildi." diyorsunuz. Bakınız, buradan, ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi nezdinde Türk dünyasıyla ilgili bazı önerilerimi de sunmak istiyorum:
Türk dünyası ile her türlü ilişkilerimizi düzenleyecek Türk dünyası bakanlığı, bununla ilgili bakanlık mutlaka kurulmalıdır.
Latin esaslı ortak Türk alfabesi kararının Türk dili ve Türk dünyasının geleceği için hayati önem taşıması dikkate alınarak bu yoldaki çalışma ve uygulamalar tamamlanmalı ve sonuca da bağlanmalıdır.
Türk cumhuriyetlerinin eğitim kurumlarında ortak Türk edebiyatı ve tarihi okutulmalı, bunun için ortak müfredatlar hazırlanmalıdır.
Her düzeyde sözlükler ve gramer kurallarını, lehçeler arasındaki benzerlik ve farklılıkları gösteren kılavuz kitaplar hazırlanmalıdır. Böylece Türk lehçelerin birer dil değil, fonetik farklılıkları olan lehçeler ve şiveler olduğu anlaşılacaktır. Dünya Türklerinin birbirini anlayacağı ortak bir dilin geliştirilmesi konusunda çalışmalar yapılmalıdır.
Türk devlet ve topluluklarında yayımlanan edebiyat ve fikir eserlerinin bütün Türk lehçeleri arasında birbirine uyarlanması yapılmalıdır. Ortak şiir ve sanat günleri düzenlenerek yazar ve şairlerin birbirini tanımaları, birbirlerinin eserlerinden, çalışmalarından haberdar olmaları sağlanmalıdır. Ortak sanat ve edebiyat dergileri çıkarılmalıdır. İstanbul'da basılan bir derginin Bakü'de, Astana'da, Taşkent'te satılması, okunması sağlanmalıdır.
Bağımsız Türk devletleri başkentlerinde Türk kültürünü yansıtacak Türkiye kütüphanesi kurulmalı ve Türkiye'den sürekli basılı yayın desteğinde bulunulması gereklidir.
Yükseköğrenimde denklik problemlerinin düzeltilmesi yönünde çalışmalar yapılmalıdır. Türk cumhuriyetleri ile ülkemizdeki üniversitelerin uyumunu sağlamak amacıyla bir üst kurul oluşturulması sağlanmalı ve öğrencilerimizin mağduriyetleri mutlaka giderilmelidir. Misafir öğretim üyesi uygulaması ve Türk coğrafyasında öğrenci değişim projelerinin hızlandırılması ve artırılması gerekmektedir. Ülkemizdeki devlet üniversitelerinin özellikle Balkanlarda kampüs kurması, hatta sağlık alanında yatırım yapması uygun olacaktır.
Kültür emperyalizminin en önemli kollarından birini oluşturan yabancı dilde eğitim bütün Türk dünyasını etkisine almış durumdadır. Türkçemize yönelik en önemli tehditlerden birini oluşturan bu sorun mutlaka hem ülkemizde ortadan kaldırılmalı hem de Türk dünyasında ortadan kaldırılmalıdır.
Ortak bir yazı dili kurulması konusunda çaba sarf edilmeli "Türk Dünyası Dil Birliği Kurumu" oluşturulmalıdır.
Ayrıca Büyük Öğrenci Projesi'nde öğrencilerin ülkemizden ayrılmalarıyla ilgili olarak da onlara destekler sağlanmalıdır.
Büyük Öğrenci Projesi geçmişin en önemli projelerinden bir tanesidir. O yönde olarak da destekler sağlanmalıdır diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Doğru.