GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: YAZAR TARIK BUĞRA'NIN 18'İNCİ ÖLÜM YIL DÖNÜMÜNE İLİŞKİN
Yasama Yılı:2
Birleşim:72
Tarih:29.02.2012

MUSTAFA BALOĞLU (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; büyük Türk edebiyatçısı Tarık Buğra'nın vefatının 18'inci yılı sebebiyle şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türk edebiyatının önemli yazarlarından birisi olan Tarık Buğra, 2 Eylül 1918 yılında Akşehir'de doğmuştur. İlk ve ortaöğrenimini Akşehir'de tamamlamış, İstanbul Tıp Fakültesine kaydını yaptırmış, iki yıl sonra hukuk fakültesine, oradan da edebiyat fakültesine geçmiştir, mezuniyet tezini vermeden buradan da ayrılmıştır.

Gazeteciliğe 1947 yılında Akşehir'de babası Nâzım Bey ile birlikte Nasreddin Hoca gazetesini çıkararak başlamıştır. 1951'den sonra Milliyet, Vatan, Yenigün ve İstanbul gazetelerinde ve haftalık Yol dergisinde yazmıştır. Bu gazete ve dergilerin yazı işleri müdürlüğünde bulunmuştur. Tercüman gazetesinde köşe yazarlığı yapmış, devlet tiyatrolarında Edebî Kurul Başkanlığı ve Edebî Kurul üyeliğinde bulunmuştur.

Tarık Buğra, daha lise yıllarında yazar olmaya karar vermiş ve bu yolda çok sıkıntılar çekmiş, zorluklara göğüs germiştir; bazen parklarda, bazen kahve köşelerinde sabahlamış, işsiz ve aç kalmış ama kararından asla vazgeçmemiştir. Hayatını yazar olarak geçirmiş ve kazanmış büyük bir insandır. Yazarlık sevdası yüzünden, girdiği üç fakülteyi de bitirememiş ama "gerçek bir üniversite" diye adlandırdığı Küllük Kahvesi'nden mezun olmuştur. İnandığı değerler ve ilkelerden taviz vermeden, yazarlık mücadelesini sürdüren Tarık Buğra, peş peşe Türk toplumunun değişik dönemlerini tahlil ettiği eserler vermiştir.

Ömrünün ilerleyen yıllarında eserleri takdir görse de yeterince anlaşılamamış, hak ettiği ilgiyi görememiştir. Tarık Buğra'nın yaşadığı dönemde edebiyat iktidarları ve siyasal iktidarlar tarafından dışlanmasının arkasında halka olan bakışı yatmaktadır çünkü Tarık Buğra, halka hiçbir zaman tepeden bakmamıştır.

Tarık Buğra, eserlerinde karakterlerinin yaşadığı değişimi ve bu değişim sırasında yaşadığı sancıyı okuyucularına çok iyi aktarmıştır. Tarık Buğra, ilk piyeslerini ve "Yalnızların Romanı" adlı eserini askerliği esnasında kaleme almış, 1940 yılında bitirdiği bu roman 1948 yılında Çınaraltı dergisinde tefrika edilmiştir ancak Tarık Buğra'nın ismi, bir iddia üzerine yazdığı "Oğlumuz" adlı hikâyesinin 1948 yılında Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada 2'ncilik ödülü almasıyla duyulmuştur.

1949'da yayımladığı ilk hikâye kitabı "Oğlumuz", 1952'de "Yarın Diye Bir Şey Yoktur", 1954'te "İki Uyku Arasında", 1964 yılında "Hikâyeler" ve kasaba yaşantısından orta sınıf insanların ev ve aile ortamlarından kesitler verdiği hikâyelerinde olay örgüsünden çok, iç gerçekliğe ağırlık vermiştir. 1955'te çıkan "Siyah Kehribar" adlı eseriyle romana geçmiştir. "Firavun İmanı", "Dönemeçte", "Gençliğim Eyvah", "Yağmuru Beklerken" isimli romanlarında da cumhuriyetin çeşitli evrelerini, demokrasiye geçiş sürecindeki çalkantıları konu almıştır. Ortaoyuncusu "Komik-i Şehir" Naşit'in hayatından yola çıkarak yazdığı "İbiş'in Rüyası"yla 1970 yılında TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda 1'incilik ödülü, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarını anlattığı "Osmancık"la Millî Kültür Vakfı Edebiyat Armağanı'nı, "Yağmuru Beklerken" adlı eseriyle Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü'nü almıştır. 1991 yılında "devlet sanatçısı" unvanını almıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarık Buğra, Kurtuluş Savaşı'na merkezden değil, bir kasabadan baktığı "Küçük Ağa"da yakın tarihe resmî tarih anlayışının dışına çıkan bir yorum getirmiştir. Millî Mücadele'nin önem ve değerini sayfalar dolusu okumalarla anlamak mümkün ama eğer bu okumaların yolu "Küçük Ağa"dan geçmemişse okumalar bilin ki eksik kalmış demektir çünkü destana dönüştürülmemiş gerçeklerin, yüreklerde iz bırakması ve kalıcı olması mümkün değildir. Görkemli adıyla "Küçük Ağa" Millî Mücadele denilen yeniden doğuşumuzun emsalsiz bir destanıdır çünkü onu ilk ve değerli kılan özgünlüğüdür. Kuşkusuz, Tarık Buğra bu özgünlüğe ulaşmak için Millî Mücadele gerçeğini neredeyse kırk yıl bir sıtma gibi üzerinde taşımış ve âdeta haysiyet meselesine dönüşen yazar olma mücadelesinin hedefinde bu sıtmadan kurtuluşu vardır.

O gerek mizacı gerekse felsefesi itibarıyla halis bir Anadolu çocuğudur. Anadolu'da verilen Millî Mücadele gerçeğini özgün kılan bu yönüdür. Onda kafa bağımsızlığı, düşünceden ve sanattan önce gelirdi. Bağımsızlığı soylu bir edebiyatçı olmanın ilk ve bırakılmaz şartı olarak gören Tarık Buğra, "Sanatçı gerekirse her türlü zorluğa, çileye göğüs germelidir." derdi.

18'inci ölüm yıl dönümünde Tarık Buğra'yı saygı ve şükranla anıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baloğlu.