GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:39
Tarih:16.12.2011

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, az önceki maddede Meclisin bütçe hakkı ve yetkisiyle ilgili konuşmamı yaptım. Ben, size 14 milyarlık bir yatırım şeyinden söz etmiştim 2010'da ama iktidar partisi milletvekilimiz konuşurken -sağ olsun Sayın Bakanım ayrıntılarını vermiş- ondan birazını daha öğrenmiş olduk. Sözlerime bununla başlıyorum bir espri olarak.

Az önce sayın grup başkan vekillerimiz "İnsan Hakları Haftası" diye konuşmalarını yaptılar ama onunla beraber bu hafta Konya'da Mevlânâ'yı anma etkinlikleri var. Biliyorsunuz, 17'sinde de Şebiarus töreniyle bitecek. Ben bugün bu vesileyle düğün gecesi olarak nitelendirilen ve Hakk'a kavuşmasını sembolize eden gecede bu rakamlarını tartıştığımız, yetkilerini, yetki dışı ödeneklerini tartıştığımız bu gündelik çekişmelerin ötesinde 2011 yılı biterken sizlerin bu gündelik çekişmelerin dışında bazı hususlarda dikkatini çekmek istiyorum değerli arkadaşlarım.

Mevlânâ "hoşgörü" kelimesiyle yan yana bütün dünyada getirilmiş durumda. Bildiğiniz gibi, birçok ünlü deyişi var, Mesnevi'nin içerisinde yer alan birçok sözleri var ama ben burada birkaç tanesine değinip buradan sizi bazı farklı düşüncelere götürmek istiyorum. Sizler de uzun bir çalışma sonucunda yoruldunuz, birtakım şeylerde, gündelik siyasi çekişmelerin içerisinde maalesef, farklı noktalara doğru bazı şeyleri düşünmeden ilerliyoruz, dışarıdan belirlenen gündemlerin peşinden devam ediyoruz.

Diyor ki Mevlânâ: "Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol."

Değerli arkadaşlar, bu tabii ki aynı ortamlarda, aynı asırlarda yaşayan, Türk kültürüne, Türk medeniyetine önemli katkıda bulunan, çağdaşlarından yine arı dili Türk dilini seslendiren Yunus Emre'nin de bir iki sözünü yine bu sözlerle ilgili, bağlantılı olarak sizlerin dikkatine sunmak istiyorum. Diyor ki:

"Sözü bilen kişinin,

Yüzünü ak ede bir söz.

Sözü pişirip yiyenin,

İşini sağ ede bir söz.

Söz ola kese savaşı,

Söz ola kestire başı.

Söz ola ağulu aşı,

Yağ ile bal ede bir söz."

Neden bunları söylüyorum? Bu hoşgörü ortamında, Mevlânâ'nın etkinliklerle anıldığı ortamda, Dünya İnsan Hakları Haftası'nda, maalesef, biz burada milletvekillerinin haklarını bile koruyamıyoruz, kısır çekişmeler ve siyasi taassup içerisinde karşılıklı olarak el kaldırmalarla "Kabul edin, etmeyin." geçip gidiyor. O arada birtakım önemli şeyleri, insani duyguları, kültürümüzü, yozlaşmayı, yeni çağda küresel gelişmelere karşı kendimizi korumayı maalesef ihmal ediyoruz, rakamlara gömülüp gidiyoruz. Onun için, bugünkü konuşmamda biraz daha sizin bu konulara dikkatinizi çekerek 2011 yılının muhasebesini yaparken, 2012 yılında da bu gelişmelere karşı Türk kültürünü korumak, Türk milletini -bizlerin 2023 vizyonu olarak başlattığımız, sonrasında sizlerin de buna katıldığınız- 2023'te bölgesinde lider ülke olması ve bunu daha ileri taşıyarak hep birlikte, 2053'te süper güç olma -fethin 1.600'üncü yıl dönümü geliyor- ve daha uzun erimli hedeflerle 21'inci yüzyılda Türkiye'nin lider ülke olması ve 21'inci asrın Türk asrı olmasının ötesinde, 3'üncü bin yılda Türk İslam medeniyetini, Türk kültürüyle yoğrulmuş bir şekilde yeniden ilme, fenne, akla önem vererek, akıl ve nakli dengeleyerek yeniden ön plana çıkarmayı hep birlikte başarmak zorundayız. Onun için Mevlânâ'ya ve Yunus'a döndüm. Çünkü diyor ki:

"Dünyaya gelen göçer,

Bir bir şerbetin içer.

Bu bir köprüdür geçer,

Cahiller onu bilmez.

Gelin, tanış olalım,

İşi kolay kılalım.

Sevelim, sevilelim,

Dünya kimseye kalmaz."

Ve yine, bu yolun yolcusu olan, yine Horasan erenlerinden gelip, Hoca Ahmed Yesevî'nin dergâhından gelip Anadolu'da bizim kültürümüze önemli katkılarda bulunan Hacı Bektaş Veli de hep birliğe, beraberliğe bizi çağırıyor, "Gelin bir olalım, iri olalım, diri olalım." diyor.

Onların bakışları gerçekten farklı. Bugünkü konuşmamda bunlara yer vermemin nedeni, bizim de bu farklı bakışa zaman zaman da olsa gündelik tartışmalardan çıkarak kulak vermemiz.

Bir hikâyeyle konuşmamı bağlamak istiyorum. Hikâye diyorum, bir alıntı, Mevlânâ'yla Hacı Bektaş Veli'nin birlikte anıldığı bir şey, kültürümüzün kökenlerine inerek: Adamın birisi kötü yoldan para kazanıp -affedersiniz- bir inek satın almış. Sonrasında pişman olmuş ve hiç olmazsa bu kötülükten arınayım diye, aldığı hayvancağızı götürüp Hacı Bektaş Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak istemiş. Tabii ki kötü yoldan kazanıldığını bilen Hacı Bektaş da "Biz bunu kabul edemeyiz, bu helal değildir." deyip kurbanı geri çevirmiş. Tabii, adam da ısrarlı bir şekilde, yaptığı hatayı telafi etmek üzere Mevlevi dergâhına gitmiş, oradan Mevlânâ'ya ulaşmış ve ona durumu anlatmış. Mevlânâ hediyeyi kabul etmiş. Tabii, daha da çok şaşırmış, demiş ki: "Ya Mevlânâ, ben böyle böyle bir şey yaşadım, Hacı Bektaş Veli bu kurbanı kabul etmedi, bunun sebebi nedir?" O da der ki: "Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir, öyle her leşe konmaz. O yüzden, senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o etmeyebilir." Adam üşenmez, tekrar kalkar Hacı Bektaş'ın dergâhına gider ve Mevlânâ'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip "Bunun nedeni nedir?" diye sorar. Hacı Bektaş Veli Hazretleri de kendisine şöyle cevap verir: "Bu bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlânâ'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir." der.

Dolayısıyla, biz gönlümüzü açtığımız zaman -"Dil, gönlün anahtarıdır." der- dilimizi açtığımız zaman, uzlaşmaya yanaştığımız zaman, muhalefeti yok saymadığımız zaman, her insanı kendi hâliyle, kendi göreviyle, kendi özelliğiyle değerlendirdiğimiz zaman illa ki uzlaşacak bir şeyler buluruz; bizim ortak noktalarımız çoktur.

Değerli arkadaşlar, dünyanın çok kritik bir süreçten geçtiği aşamada, kalkıp başkalarının projeleriyle değil kendi projelerimizle, Türk kültürüne sahip çıkarak, kültürel yozlaşmaya karşı çıkarak, manevi değerlerimize sahip çıkarak, tabii, ilme ve akla, fenne ağırlık vererek -Âkif'in dediği gibi: "Alınız ilmini Garb'ın, alınız san'atini / Veriniz hem de mesâînize son sür'atini." diyor- yani bu kültür değerlerimize sahip çıkarak, aklı ve nakli dengeleyerek, kendi kültürümüzün üzerinde yeniden Türk-İslam medeniyetini, medeniyetler arası çatışmayı değil, yeni bir medeniyetin inşasını hep birlikte yapabiliriz. Gelin, kısır çekişmelerden uzaklaşalım çünkü Türk milleti büyük bir millettir, Türkiye Cumhuriyeti devleti de köklü bir devlettir. Zaman zaman iniş çıkışlar olabilir, politika hataları olabilir. Bizim görevimiz uyarmaktır. Değerli arkadaşlar, Milliyetçi Hareket Partisi her zaman önce ülkem ve milletim, sonra partim, sonra ben diyen bir anlayışa sahiptir. Milletin çıkarına olan ne varsa buraya getirin, biz onları destekleyelim. Ama eksik yapılan, yanlış yapılan ne varsa da onu eleştirmek milletin bize verdiği yetkinin bir görevidir. Siz öyle algılamayabilirsiniz ama gelip bize bunları anlatmak zorundasınız, ikna etmek zorundasınız. İktidarda olan sizsiniz, bilgiye sahip olan sizsiniz. Eğer gelip anlatmazsanız, açıklamazsanız, bilgi kirliliği olursa şeffaflık olmazsa çok daha fazla tartışırız ve zaman kaybederiz. Onun için gelin hep birlikte büyük Türkiye'yi, lider Türkiye'yi 2053'ün süper gücünü, 21'inci yüzyılda Türk asrı olmasının ötesine  geçirerek 3'üncü bin yılı Türk bin yılı yapacak ve Türk İslam medeniyetini yeniden ihya edecek projelere beraber imza atalım ve Türk milletinin geleceğini düşünelim diyor, bu duygu ve düşüncelerle hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN -  Teşekkür ederim Sayın Günal.