GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:39
Tarih:16.12.2011

BDP GRUBU ADINA MURAT BOZLAK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nın 10'uncu maddesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım, bu vesileyle sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Tasarının 10'uncu maddesi bakanlıklara ve kurumlara ayrılan bütçelerden oluşturulan ödeneklerin harcanmayan kısımlarının ertesi yıl bütçelerinin aynı tertiplerine devren ödenek olarak kaydedilmesini öngörmektedir. ÖTV'si, KDV'si, bin bir çeşit dolaylı ve dolaysız vergiyle işçiden, emekçiden, köylüden, çiftçiden, esnaftan alan ancak onlara insanca yaşama koşullarını yaratmayan, rekor düzeydeki cari açığıyla koskoca bir kara deliğe sahip 2012 yılı bütçesinin iktidar partisinin sayısal çoğunluğuyla kabulünden sonra tasarının 10'uncu maddesi üzerinde detaylı durmayı çok anlamlı bulmadığımı öncelikle ifade etmek istiyorum.

Bütçe görüşmeleri sırasında milletvekili arkadaşlarımızla birlikte değişik konularda parti grubumuzun düşüncelerini ifade etmiştik. Bugün parti grubumuzun önemsediği konulardaki kimi düşüncelerimizi zamanın el verdiği ölçüde yeniden, altını çizerek Genel Kurulun huzurunda ifade etmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin demokratikleşme evrimindeki temel sorunu tekçi zihniyete dayalı devlet yapılanmasıdır, tekçi zihniyete dayalı resmî devlet ideolojisini koruma anlayışıdır, diğer bir ifadeyle statükoculuktur. Özgürlük ve demokrasi talebi olanlara karşı kale duvarı gibi duran statükocu anlayış sahipleri Türkiye'ye demokrasi getiremezler. "Eşitlik, özgürlük, demokrasi" kavramları mevcut statükocu anlayışla çakışan, bağdaşan kavramlar değildir. Statükoyu savunduğun noktada bırakın ülkeye ileri demokrasi getirmeyi, hâlihazırda mevcut olan, Türkiye'deki  çeyrek demokrasiyi de yok edersiniz. Değerli milletvekilleri, eşitlik istiyorsak, özgürlük istiyorsak, demokrasi istiyorsak öncelikle tekçi anlayıştan ve statükoyu koruma anlayışından vazgeçmeliyiz; ülkemiz için vazgeçmeliyiz, 74 milyon insanımızın barış içerisinde, eşit ve özgür koşullarda, birlikte, kardeşçe yaşamalarına olanak tanımak için vazgeçmeliyiz.

Değerli arkadaşlar, 1982 darbe Anayasası defalarca değiştirilmedi mi? Değiştirildi. Neredeyse el atılmayan maddesi kalmadı. Peki, onca değişiklik Türkiye toplumunun sorunlarına çözüm getirdi mi? Hayır. Niye değişiklikler çözüm olmadı? Çünkü 1982 darbe Anayasası'nın özünü oluşturan tekçi zihniyet ve statükoyu koruyan anlayışı değiştirilmemiştir de ondan dolayıdır.

Meclisimizin hazırlanmasına start verdiği yeni anayasa tekçi zihniyetten ve statükoyu korumaktan kendisini arındırmış bir anayasa olmak zorundadır. Ya değilse, adı "yeni" de olsa Türkiye toplumunun sorunlarına çare olamaz.

Umuyor ve diliyorum ki yeni anayasa, tekçi zihniyetin ve statükoyu koruyan anlayışın tamamen dışında, 74 milyon insanımızın "İşte benim anayasam." diyebileceği, Türkiye toplumunu oluşturan tüm halkları kimlikleriyle, kültürleriyle, dilleriyle kabul eden, eşitlikçi, çoğulcu, insan haklarına dayalı, hukukun üstünlüğünü esas alan, uluslararası hukuk normlarını gözeten, özgürlükçü, tam demokratik bir anayasa olur. Türkiye'nin böyle bir anayasaya da acil ihtiyacı vardır.

Değerli milletvekilleri "Asit kuyularına atmıyoruz, hapse atıyoruz; öldürmüyoruz, cezaevine atıyoruz, daha ne istiyorsunuz?" anlayışından da Türkiye'nin acilen kurtulması gerekiyor. Bu anlayış, muhalif olana yaşam hakkı tanımayan, totaliter, baskıcı anlayıştır. Bu anlayış, farklı düşünceye saygı göstermeyen, muhalif olanı düşman gören anlayıştır. Bu anlayışın sahipleri özgürlük bilmez, hak, hukuk ve demokrasi tanımaz.

Değerli milletvekilleri, muhalif olan tüm kesimlerin sesini kısmak istemiyorsak, farklı düşünce sahiplerinin kendilerini özgürce ifade etmelerini istiyorsak, muhalif düşünceyi suç kabul edip cezalandıran, başta Terörle Mücadele Yasası olmak üzere, Türk Ceza Kanunu'nun içine serptirilmiş yasa maddelerini derhâl ortadan kaldırmanız gerekir.

Hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan, gizli takip, gizli dinleme, gizli tanık, gizli soruşturma uygulamasından derhâl vazgeçmeliyiz.

Ceza muhakemesinde tutuklama ceza değil, tedbirdir. Tutuklamayı cezaya dönüştürmek anayasal suçtur. Uzun tutukluluk sürelerine derhâl son vermeliyiz.

Yine, bu yasaların uygulama merkezinde yer alan özel görevli ağır ceza mahkemelerini derhâl kapatmalıyız. Özel yetkili mahkemeler cumhuriyetin kuruluşundan beri hep problem olmuşlardır. Dün nasıl ki istiklal mahkemeleri, sıkıyönetim mahkemeleri, devlet güvenlik mahkemeleri problem olmuşlar ise bugün de özel görevli ağır ceza mahkemeleri hukuk adına, adalet adına ciddi problemler oluşturmaktadırlar. Bu mahkemeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı mahkemelerdir, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını ortadan kaldıran mahkemelerdir, tekçi zihniyete dayalı resmî devlet ideolojisine muhalif olan herkesi susturmak isteyen, yargılayan, cezalandıran tarafgir mahkemelerdir, Adana'daki polis müdürünün söylemi üzerine molotofkokteylini silah olarak kabul edip ceza yağdıran mahkemelerdir.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun iktidar partisinin anlayışı paralelindeki hâkim ve savcılardan oluştuğu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin seçiminde Adalet Bakanı ile iktidar partisinin belirleyici rol oynadığı, Kurulun tarafsız olmadığı kanısı giderek yoğunluk kazanmaktadır. Otuz altı yıllık cumhuriyet savcısını sudan bahanelerle Ankara'dan süren Kurulun bu ve benzeri kararları bu kanının güçlenmesine yol açmaktadır.

Kanun hükmünde kararnamelerle yasama yetkisini Meclisin elinden alan yürütme, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinden yargıyı da etkisi altına alırsa yürütme, yasama ve yargı erki tek elde toplanmış olur ki bu da demokratik rejimin sonu demektir.

Bugün itibarıyla basın özgürlüğü sıfırlanmıştır. Medya, yandaş medya olanlarla olmayanlar diye ikiye ayrılmıştır. Yandaş medyaya dâhil olmayan görsel ve yazılı basın ağır ekonomik yük altında, tamamen çalışanlarının büyük emek ve çabasıyla ayakta durmaya çalışmakta, mensupları yüz yılı geçen cezalarla cezalandırılmış veya mahkeme kapılarında sürünmektedirler.

Hükûmetin elindeki ekonomik yaptırımlarla diz çökerttiği medyanın da içinde yer aldığı yandaş medya, gerçeğin ve halkın sesi olmanın ötesine geçip Hükûmetin, iktidar partisinin ve cemaatin borazanı hâline gelmiş durumdadır, talimatla idare edilir duruma dönüşmüştür. Bu durum demokrasimizi güçlendirmez. Bundan da Hükûmetin derhâl vazgeçmesi gerekir. Hükûmet basını özgür bırakmalıdır.

Değerli milletvekilleri, son bir noktaya daha değinmek istiyorum, o da gece-gündüz yandaş medyada yer alan cemaatin durumudur. Cemaatin devlet bürokrasisinde ciddi bir ağırlığa sahip olduğu, el altından oluşturdukları örgütsel yapıyla da ekonomik alanda da belirgin bir ağırlıklarının olduğu, hatta AKP'nin gizli hükûmet ortağı olduğu kanaati toplumda yaygın bir düzeye ulaşmıştır.

"Bir amaç etrafında bir araya gelmiş kişiler." demek olan cemaatin yasal bir yanının olmadığını Hükûmet bilmiyor mu? Acaba Sayın Başbakanın "Gizli paralel devlet." dediği örgütlü yapı bu cemaat olmasın? İmam olarak atanması düşünülen "mele"ler yoksa bu cemaatin adamları mıdır?

Hükûmeti bu konuda da haddimizi aşmadan uyarmak istiyorum: Bu tür yapılanmalara "Anlayışımıza yakındır." diye izin verilmemelidir. Böylesi yapılanmalar zarar verir. Bundan da vazgeçilmelidir diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)