| Konu: | AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN TASARISI VE TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 75 |
| Tarih: | 07.03.2012 |
CHP GRUBU ADINA DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Uşak) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yarın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Tüm dünyanın ve ülkemin emekçi kadınlarına selam olsun, günleri kutlu olsun diyorum.
8 Mart 1857, Amerika'nın New York kentinde 40 bin dokuma işçisi kadın daha iyi çalışma koşulları için greve gittiğinde polisin saldırısına uğramış, çıkan yangında 129 kadın işçi can vermiştir. İşte bu nedenle 8 Mart günü, 1910 yılında toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda alınan karar uyarınca tüm dünyanın emekçi kadınlarının mücadele günü olmuştur.
İşte böylesine anlamlı bir mücadele gününde, Türkiye'deki kadınların, kadın örgütlerinin büyük uğraşıları ve emekleri sonucunda Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bir insanlık suçu olan kadına karşı şiddetin önlenmesi tasarısını görüşüyoruz. Ülkemizde son yıllarda kadın cinayetleri, kadına karşı şiddet o denli arttı ki artık bu insanlık dışı duruma daha fazla seyirci kalınamazdı. Nedendir kadına karşı bu kadar şiddet? Nedir eşlerin, babaların, kardeşlerin bu büyük vahşetinin nedeni? Nedir kadın cinayetlerinin temelinde yatan şey? Bu kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin nedeni, görünürde, töre, namus, öfke gibi nedenler gösterilse de asıl neden, erkekler tarafından kadının, üzerinde hak iddia ettikleri bir mal gibi görülmesi, ikinci sınıf bir insan gibi görülmesidir. İşte bu nedenlerle erkekler, kadınlara yaptıkları her türlü ezayı cefayı kendi hakları gibi görüyorlar.
Cumhuriyet dönemiyle beraber kabul edilen Medeni Kanun, kadını ilk kez eşit haklara sahip bir birey olarak görmüş, bizim kadınlarımız Avrupa'daki pek çok ülkeden daha önce seçme ve seçilme hakkına kavuşmuşlardır. Ancak bu haklar kadınların Amerika'daki gibi dişe diş mücadelesi sonucunda alınmadığından, ne yazık ki bu hakların içi doldurulamamış, kadınlar bu hakları yeterince kullanamamışlardır. Cumhuriyetin kurulmasının üzerinden seksen dokuz yıl geçmesine rağmen, ülkemizde hâlen töre, namus ve öfke cinayetleri oluyorsa kadını ve erkeğiyle herkesin kendisini sorgulaması gerekmektedir. Bizlerin, bu ülkeyi yönetmeye talip olmuş 550 milletvekilinin, bu ülkenin insanlarına, kadınlarına, erkeklerine, çocuklarına ve yaşlılarına karşı sorumluluğumuz var, bu ülkenin var olan sorunlarını görüp arkamızı dönemeyiz, görmezden gelemeyiz. İşte bu nedenle, Türkiye'deki kadınlara uygulanan şiddetin önlenmesi, kadını ve erkeğiyle tüm bireylerin eğitilmesi, kadın erkek eşitliği konusunda farkındalık yaratılması ve zihniyet dönüşümünün sağlanması için her türlü önlemi almak zorundayız. Bugün görüştüğümüz tasarı -işte bu sorumluluğumuzun gereği- bireyin üzeride özenle durmamız gereken bir tasarıdır. Her türlü siyasi kimliğimizi bir tarafa bırakarak bu tasarının eksiklerini tamamlayıp en iyi şekilde toplumun önüne sunmalıyız.
Bu tasarının hazırlanma sürecinde Sayın Bakan Fatma Şahin'in kadın örgütleriyle birlikte yaptığı katılımcı ve yapıcı çalışma yöntemlerinin tüm bakanlara örnek olması gerektiğini düşünüyorum ve Sayın Bakan Fatma Şahin'e bu tasarıya verdiği emek için teşekkür ediyorum. Her ne kadar kadınlar tarafından ilk taslakta daha sonra bazı değişiklikler olmuş olsa da, Bakanın ve bizlerin de çok ciddi çabaları sonucunda, taslak yeniden daha kabul edilebilir bir hâle getirilmiştir. Bu nedenle de bütün arkadaşlara, bütün kadın örgütlerine bu konuda harcadıkları çaba için de teşekkür ediyorum.
Bugün görüştüğümüz tasarı, şu anda yürürlükte bulunan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Yasa'ya göre daha ayrıntılı düzenlenmiş olup daha geliştirilmiş olmasına rağmen, kadının ve şiddet mağdurlarının korunmasını tam olarak sağlayamayabilir. Çünkü şiddete başvuran ve bunu alışkanlık hâline getiren, yaptığı davranışları haklı gören, ısrarcı şiddet uygulayıcılarını caydırıcı nitelikte değildir. Bu nedenle, grubumuz tarafından verilen önergelerin kabulü eksiklerin tamamlanmasında katkı sağlayacaktır. Bu konuda Adalet Komisyonundaki görüşmeler sırasında da önergeler vermemize rağmen ne yazık ki o önergelerimizi kabul ettiremedik.
"Zorlayıcı hapis" diye bir hapis cezası var; koruma tedbirlerine uymayan, şiddet uygulayanlara her seferinde on beş ila otuz gün arasında bir zorlama hapsi getirilebiliyor ama bu zorlama hapsi en fazla altı ayla sınırlandırılmış durumda.
Ben, burada şimdi bütün arkadaşlarıma soruyorum: Bir şiddet uygulayan kişi, düşünün, her seferinde gitti, karısının iş yerinde kendisini rahatsız etti, okulunda rahatsız etti ve her seferinde otuz gün üzerinden hâkim kendisine bir hapsen tazyik cezası verdi. Peki altı aylık süre dolduğunda, 7'nci kez yaptığında, aynı işi yaptığında, aynı şekilde rahatsız ettiğinde ve koruma tedbirlerine uymadığında ne olacak? İşte bu nedenle şiddet uygulayıcılığını ısrarlı hâle getirmiş olan kişiler açısından ne yazık ki bu yasada yetersizlikler vardır.
Öncelikle tasarının ismine ilişkin kamuoyunun, kadın örgütlerinin ve grubumuzun itirazları hiç dikkate alınmamıştır. Kamuoyunda yaygın bir şekilde tasarının adının "Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı" olması yönündeki istemler makul ve haklı bir gerekçe gösterilmeksizin reddedilmiştir. Sayın Bakanımızın bu konuda söylediği gerekçeler ne yazık ki yeterince doyurucu değildir. Tasarının dayanağı olan uluslararası anlaşmanın ismi "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi" olmasına rağmen bu dahi göz ardı edilmiştir. Söz konusu uluslararası anlaşmayı İstanbul'da ilk imzalayan ülke olmaktan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde ilk onaylayan ülke olmaktan haklı olarak gurur duyarken, aynı duyarlılığın tasarının hazırlanması ve isimlendirilmesi konusunda gösterilmemesi ciddi ve sorgulanması gereken bir çelişkidir. Bu durumda "Uluslararası anlaşma sadece Türkiye'nin imajını düzeltmek amacıyla mı imzalandı?" diye sormak gerekiyor çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından 9 Haziran 2009 tarihinde Nahide Opuz davasında Türkiye kadına karşı şiddeti önleyememekten dolayı ilk ve tek mahkûm olan ülke unvanını almıştır. Bu durum doğal olarak ülkemizin uluslararası itibarını zedelemiş ve ardından ise Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi İstanbul'da imzalanmıştır. Ancak, uluslararası anlaşmaların imzalanması ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanması, ne yazık ki ülkemizde kadına, çocuklara ve aile bireylerine yönelik şiddeti ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Öncelikle bu konuda bir zihniyet dönüşümü gerekmektedir. İşte bunun içindir ki tasarının adı "kadın ve aile bireylerinin şiddetten korunmasına dair kanun tasarısı" olmalıdır yani kadın önce eşit haklara sahip bir birey olarak kabul edilmelidir.
Aile içinde ya da dışında, evli, boşanmış, bekâr ya da on sekiz yaş altında çocuk yaşta olsun, öncelikle kadının şiddetten korunması düşünülmelidir. Kadına ve çocuğa uygulanan her türlü şiddetin bir insan hakkı ihlali olduğu kabul edilmelidir. Yani "Ailenin korunması adına, kadına ve çocuğa, diğer aile bireylerine yapılan şiddete ve eziyete göz yumabiliriz." gibi bir anlam çıkabilecek bu tasarının ismi değiştirilmelidir.
Öncelikle, tasarıya dayanak olarak aldığımız İstanbul Sözleşmesi'ne tasarının gerekçesinde yer verilmemiş, atıf dahi yapılmamıştı. Bu nedenle, uluslararası anlaşmaların yanında İstanbul Sözleşmesi'ne de tasarıya dayanak anlaşma olması nedeniyle yer verilmesi gerektiği önerilmiş ve bu önergemiz komisyon tarafından kabul edilmiştir.
Tasarıda uluslararası bu Sözleşme'ye atıf yapılması çok önemlidir çünkü yasayı uygulayan hukukçular, genel olarak yasa metnine bakmakta ve Anayasa gereği de olsa uluslararası anlaşmaları göz ardı etmekte ya da bilmemektedirler. Bu durumda ise uygulamadan kaynaklanan tereddütler uluslararası anlaşmalar dikkate alınmaksızın hâkimin takdirine göre çözümlenebilmektedir. Bu nedenle, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine ve Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ne tasarının 1'inci maddesinde yer verilmesi, uygulayıcılara yol göstermek, uluslararası anlaşmaların hukukumuzdaki yerinin anlaşılması ve bir iç hukuk kuralı olarak da uygulanmasının sağlanması sonucunu doğuracağından, yerinde ve doğru bir karar olmuştur.
Tasarının en önemli eksiklikleri ise, dayanak İstanbul Sözleşmesi'nde olmasına rağmen "devletin şiddete uğrayan vatandaşın zararını tazmin, sığınma evlerini açma zorunluluğu, ara buluculuk ve uzlaştırma yasağı, şikâyete bağlı olmama, hukuki ve adli yardım" hükümlerine tasarıda yer verilmemiş olmasıdır.
Tümü hukukçu olan komisyon üyeleri tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 24 Kasım 2011 günü onayladığımız Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine İlişkin Sözleşme'nin bir iç hukuk kuralı olduğu bilinmesine rağmen, işbu Uluslararası Anlaşma'da açıkça düzenlenen haklara tasarıda yer verilmemesi, bu hakların iç hukukumuzda uygulanmaması, gözden kaçırılması sonucuna neden olabilecektir.
Bu durumda uluslararası kamuoyuna, Türkiye'nin "ileri demokrasi" propagandası yapılırken gerçekte bu kuralların uygulanmayabileceği gizlenmekte, bu durum ise AKP'nin ileri demokrasi ve sosyal devlet anlayışını açıkça gözler önüne sermektedir diye düşünüyorum.
Grubumuz tarafından?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yılmaz, teşekkür ediyorum efendim.
DİLEK AKAGÜN YILMAZ (Devamla) - Teşekkür ederim arkadaşlar, sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)