| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 44 |
| Tarih: | 21.12.2011 |
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
AK PARTİ hükûmetlerinin 10'uncu bütçesini, 61'inci Hükûmetimizin ilk bütçe görüşmelerini tamamlamış bulunuyoruz. Hükûmetimiz adına, bu bütçenin hazırlanmasında Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmelerde ve Genel Kurul görüşmelerinde emekleri, gayretleri, katkıları olan bütün üyelere, sayın bakanlarımıza, eleştiri ve önerileriyle katkıda bulunan siz değerli milletvekillerimize, bütçenin hazırlanmasında emeği geçen tüm bürokratlarımıza ve Meclis çalışanlarımıza, siyasi partilerimizin grup başkan vekillerine ve değerli sözcülerine çok teşekkür ediyorum. Bütçemizin ülkemiz için, milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.
Bütün arkadaşlarımız söyledi, ben de aynı acıyı paylaşmak istiyorum. Diyarbakır-Bismil-Batman kara yolunda bir tırla bir otobüsün çarpışması sonucu 25 -bildiğim kadarıyla- yurttaşımızın hayatını kaybetmesinden fevkalade üzüntülüyüz. Onlara Allah'tan rahmet diliyorum; yaralılar var, 10'dan fazla, onlara da acil şifalar diliyorum. Allah yakınlarına sabır versin ve Allah böylesi acı felaketleri bir daha göstermesin.
Değerli arkadaşlarım, burada değildim ama ekranlardan siyasi partilerimiz adına konuşma yapan tüm değerli arkadaşlarımı dinledim. Kendilerine çok teşekkür ediyorum; bugünkü bütçe görüşmeleri üslup ve içerik bakımından fevkalade güzeldi. O yüzden, Milliyetçi Hareket Partimize, Cumhuriyet Halk Partimize, Barış ve Demokrasi Partimizin değerli sözcülerine, AK PARTİ'mizden konuşan değerli arkadaşıma ve şahsi düşüncelerini ifade eden ve edecek olan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Benim de gençliğimden bu yana, bütçe görüşmelerini takip etmek gibi, bütün siyasetçilerde olan bir merakım var. Bütçe görüşmeleri siyasi partiler için çok önemli, Meclis, hükûmetler, iktidarlar için çok önemli, muhalefet için çok önemli. Burada herkes iddiasını ortaya koyacaktır, iktidarı eleştirecektir, kendi vizyonunu ortaya koymuş olacaktır; iktidar bunlara cevap verecek ve önümüzdeki yıllar için ne düşündüğünü, projelerini ortaya koyacaktır.
Gençliğimden bu yana, rahmetli Erbakan'ı, rahmetli Ecevit'i, Sayın Demirel'i, Sayın Turgut Özal'ı -rahmetliyi- bütçe görüşmelerindeki kendi üslup ve farklı özelliklerinden hep takip etmişizdir. Sayın Demirel'in kendine has üslubuyla, hazırcevaplığıyla, polemik üstatlığıyla; Sayın Erbakan'ın elindeki grafiklerle, ikna edici konuşmalarıyla ve diğer bütün siyasi parti genel başkanlarının çok iyi hazırlanarak ve çok iyi, gerçeklere temas ederek partisini ve Türkiye'yi bütçe görüşmelerinde layıkıyla temsil ettiğini biliyorum. Onların da ölenlerine rahmet diliyorum, hayatta olanlarına sağlık ve afiyetler diliyorum. O zaman da çok keskin geçerdi ama kırıcı olmazdı, hakaretler, küçültücü ifadeler hiç olmazdı. Bütçenin esasına yönelik her alanda Hükûmetler eleştirilir, koalisyonsa koalisyon ortaklarına, tek başına iktidarsa onlara yönelen eleştiriler yapılırdı.
Bugün de takip ettim, her biri alanında çok değerli arkadaşlarımız; Sayın Hamzaçebi ve Sayın Öztrak Maliyeden, DPT'den gelmiş, Parlamentoda da önemli birikimleri olan arkadaşlarımız; Sayın Kutluata Hocamız iktisatta anabilim dalı başkanlığı yapmış çok değerli bir iktisatçı, Sayın Şandır çok deneyimli bir siyasetçi, Barış ve Demokrasi Partisi adına konuşan iki hanımefendi kardeşimize, kadın milletvekilimize de -böyle söylenmesini istiyorlar dilime uygun gelmese de- çok teşekkür ediyorum. İçeriklerine katılmadığım hususlar var, onları eleştiriler sırasında cevaplayacağım ama beni mutlu eden şudur: İçerik ne kadar sert de olsa, eleştiriler ne kadar da acımasız olsa üslubun güzelliğidir, Parlamentoya saygıdır, partilere saygıdır. Bugün ben onu görüyorum, Allah nazardan saklasın ve bütün arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu minval üzere sözlerime devam edeceğim. Görülüyor ki, bu bizim 10'uncu bütçemiz. On yıldır her bütçe görüşmesinde rakamları ortaya koyuyoruz, Türkiye'nin sağlığından eğitimine, güvenliğinden dış politikasına kadar her konuda yapacağımız işleri ortaya koyuyoruz. Eleştiriyorsunuz, tabii hakkınızdır ama yıl sonunda hedeflerimize varmış oluyoruz az veya çok ve bugün 61'inci Hükûmetin ilk bütçesinin de -artık, rakamlar üzerinde çok fazla durmadan belki sadece birkaç örnek vererek- başarılı olacağını ümit ediyorum çünkü perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. 2003'ten bu yana Hükûmetimizin icraatları başarılıdır, bütçe uygulamaları başarılıdır, öngörülerimiz başarılıdır. Bugüne kadar hedefimize vardığımızı düşünüyorum. Karnemizde bütün derslerin karşısında "pekiyi" diye yazıyor. Bundan dolayı Allah'a hamdederiz ama biz bir siyasi kuruluşuz, elbette yanlışlarımız da olacaktır, hatalarımız da olacaktır. Siyasetçilerin hatasını da millet mutlaka sandıkta karşılayacaktır.
Eğer sandıklardan da üç dönemdir tek başımıza iktidar olma imkânını buluyorsak bu, milletimizin bize duyduğu güvenin de desteğin de bir ifadesidir. Elbette ilanihaye böyle gitmeyecektir, elbette sandıklardan milletimiz farklı tercihlerde de bulunacaktır. Demokrasinin gereği budur. Yüzde 47'yi veren millet, yüzde 7'yi de verir, yüzde 22'den yüzde 1,5'a düşen partiler olduğu gibi. Siyasetin doğası budur. Milletimizin desteği devam ettikçe, güveni devam ettikçe biz de, her parti de mutlaka başarılı olacaktır. Dolayısıyla, bugünkü öngörülerimizin de, ekonomik hayatımızda da, toplumsal hayatımızda da başarılı sonuçlar vereceğine inanıyoruz ama bunları destekleyen birkaç konuyu da arz etmek istiyorum.
Tabii, bazı arkadaşlarımız da dile getirdi, ekonomik istikrar siyasi istikrara bağlı, âdeta birbirinden ayrılmaz siyam ikizleri gibi. Türkiye, yıllardır aradığı siyasi istikrara belli bir sürede kavuştu ve bu arkasından ekonomideki gelişmeyi getirdi. Âdeta birbirini destekleyen, birbirini tetikleyen, birbirinin olmazsa olmazı kabul edebileceğimiz bir döngü içindeyiz. Dolayısıyla, Türkiye'de siyasi istikrarın da bir şekilde kazanılmış olması milletidiyoruz kimizin tercihlerine elbette bağlıdır.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Böyle siyasi istikrar olur mu? (AK PARTİ sıralarından "Dinle, dinle" sesleri)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, siz de bakmayın, ben de sabrederek arkadaşımıza cevap vermemeye çalışacağım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bütçe görüşmeleri sırasında esasen Maliye Bakanımız da, Başbakan Yardımcımız da ekonomik hedefler konusunda aydınlatıcı bilgi verdiler. Ben, bugün, Sayın Hamzaçebi'nin de, Sayın Öztrak'ın da, Sayın Kutluata'nın da özellikle ekonomiye yönelik eleştirilerinden yararlanacağımızı umuyorum. Bu ayıp değil, bu yapmamız gereken bir iştir çünkü kırılgan bir ekonomi, hem Avrupa'da hem dünya ekonomileri içerisinde bütün ülkeleri tehdit ediyor. Ayağımızı sağlam yere basmamız lazım, yirmi dört saatimizi yanlış yapmamak üzere gözümüzü açık tutmamız lazım. Sizin eleştirileriniz bize bu konuda katkı sağlayacaksa bizim size şükran borcumuz var. O bakımdan, fikir adına doğru, güzel düşüncelerinizi duymak bizi ancak mutlu eder, bundan dolayı eksilmeyiz ve yüksünmeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bütçe görüşmeleri Türkiye'de demokrasinin seviyesini de, siyasetin nabzını da, siyasetin üslubunu, siyaset kurumunun toplam kalitesini göstermesi bakımından da son derece önemlidir. Bakınız, milletin kürsüsünde söylediğimiz her söz ve eylem milletimiz tarafından kaydediliyor. Zira demokrasinin denetim mekanizmasını milletimiz işletiyor ve kesintisiz olarak siyaset kurumunu incelemeye, takibe devam ediyor. Öyleyse bizler de, milletimizin üslubuna, rızasına uygun olarak siyaset yapmaya mecburuz. Görevimizi hakkıyla yapabilmemiz için öncelikle siyasetteki hareket noktamızı hatırlatmak istiyorum. Hiçbirimiz doğuştan masum, doğuştan imtiyazlı ve ayrıcalıklı değiliz, hiçbirimiz hatadan, yanlıştan da münezzeh değiliz. Hepimiz, her işimizden, her fiilimizden, her sözümüzden dolayı sorumluyuz. Bu sorumluluğumuzu bilerek siyaseti yapmak ve ona göre değerlendirmek durumundayız. Bu sorumluluk duygusuyla diyoruz ki, milletimizin vekâletini taşıdığımıza göre, siyaset şeklimiz ve üslubumuz da milletimizin hayat üslubundan bağımsız olamaz.
Bizler, hepimiz bu ülkenin, bu milletin evlatlarıyız. Bu ülkenin çocuklarının da, gençlerinin de gözü üzerimizdedir. 74 milyon insanımızın, vatandaşımızın, kardeşimizin emanetini taşıyoruz. Bizim kumaşımız bir, mayamız bir, özümüz birdir. Farklılıklarımızı birlik içinde eriterek millet olduk. Biz tarih sahnesine yeni çıkmadık. Bir arada yaşama tecrübesi olmayan bir millet değiliz. Bu ülkede yüz yıllarca birbirimizin hukukunu koruduk, Allah'ın izniyle de sonsuza kadar birbirimizin hukukunu koruyacağız.
(Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Genel Kurula gelmesi nedeniyle AK PARTİ sıralarından ayakta alkışlar)
Demokrasiden, adaletten, hukuktan muradımız şudur: Birimiz vatanın sahibi diğeri vatandaş olmayacak, birimiz hükümdar diğeri tebaa olmayacak, birimiz ev sahibi diğeri misafir sayılmayacak, hepimiz, istisnasız bütün bu ülkenin vatandaşları bütün gayretimizle imar ve inşa ettiğimiz bu ülkede, bu vatanda, bu memlekette dostça, kardeşçe yaşayacağız. Siyasetten muradımız budur, en büyük arzumuz milletimizin rızasını kazanmak ve gönlünü almaktır. Bunun için birbirimize karşı alçak gönüllü olmaya, incelikli olmaya mecburuz. Toplumsal huzurumuzun en önemli güvencelerinden birisi de budur. Sizi temin ederim ve bütün politik mülahazalardan bağımsız olarak itiraf edeyim ki bu konuda hepimizin esaslı bir öz eleştiriye ihtiyacı var. Demokratikleşme uzun bir süreç, büyük dönüşümler zaman alıyor ama aynı zamanda bizim büyük bir tecrübemiz, büyük bir kültürümüz, bilgimiz ve irfanımız var.
Bakınız, günlerdir Paris'te Türkiye'nin tezlerini AK PARTİ'li, Cumhuriyet Halk Partili, Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarımız, iş adamlarımız, sivil toplum kuruluşlarımız birlikte savunuyor. Türkiye budur işte. Öyleyse bu tabloyu sürekli hâle getirelim, öyleyse bu üslubu siyasette de kalıcı kılalım.
Dün Meclisimizde üç partinin iş birliğiyle hazırlanan bildiriyi hepimiz ayakta alkışlarla karşıladık. Elbette gönlümüz isterdi ki dördüncü siyasi partimiz de buna katkıda bulunsun ve Meclisimizin ortak, gür sesini, heyecanını bütün dünyaya birlikte ilan etmiş olalım ama enimim ki o siyasi partimizin de burada ifade edilen gerçeklerden belki farklı sebeplerle ayrı düşmüşlerdir ama gönlümüzün birlikte attığına da inanıyorum. Bu ruh hâlini, bu erdemli duruşu özenle korumak durumundayız. Büyüklerimiz "Üslubu beyan, aynıyla insan." demişler, hepimizin belleğinde Yunus'tan, Mevlânâ'dan, Hacı Bektaş Veli'den, Eşrefoğlu Rumi'den bize hayat düsturu olacak bir cümle, bir öğüt, bir nasihat, bir ilke varken neden bunlara riayet etmiyoruz?
Sayın milletvekilleri, birkaç gün evvel Şebiarus törenleri dolayısıyla Konya'da bulunuyorduk. Bu sene 738'inci yıldı, bendeniz bir konuşma yaptım, Dışişleri Bakanımız da yaptı, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu da fevkalade güzel bir konuşma yaptı. Çok güzel hazırlanmış ve ortak duygularımızı ifade eden bir konuşmaydı. Geçmiş yıllarda Sayın Başbakanımızın da konuşmaları böyleydi. Yine Cumhuriyet Halk Partisinin eski Genel Başkanı Sayın Baykal'ı da birkaç defa dinlemiştim. Hepimizin "Amenna, evet, biz de böyle düşünüyoruz." diyebileceği mükemmel konuşmalar yapıldı. Mevlânâ'nın öğütleri anlatıldı. Mevlânâ'nın dizelerinden, beyitlerinden hepimizin gönlüne nakşolması gereken güzel şeyler söylendi. Bence bunları hayatımızda yaşatmamız gerekiyor. Sadece mahsus gecelerde bir konuşmanın içerisine sığdırılmış birkaç cümle gibi değil, niçin onları hayatımızda, hele hele siyaset üslubumuzla kullanmıyoruz diye başta kendimi kusurlu görerek hepimizin düşünmesi lazım. Dolayısıyla, Mevlânâ'nın o üslubunda, yedi tane öğüdünde söylenenler, diyelim ki Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye vasiyetinde söylediklerinden hiç farklı değildir. Ben bugün o kadar mutluyum ama düne kadar buradaki bütçe görüşmelerinde duyduklarım ve şahit olduklarım hepimizi inanıyorum ki fevkalade üzmüştü. Bugünün bir başlangıç olması dileğiyle bu sözlerimi söylemek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, biz özellikle insani ilişkilerimizde birbirimizi çok seviyoruz. Birimiz hastalandığında koşuyoruz, birimizin yakını vefat ettiğinde aynı acıyı yüreklerimizde hissediyoruz. Geçen günler bir olay olmuş, gazeteciler sanki fevkalade, olağanüstü, hiç olmaması gereken bir olaymış gibi yazıyorlar. Milliyetçi Hareket Partisinden bir arkadaşımız rahatsızlanmış, kendisine ilk müdahaleyi Barış ve Demokrasi Partisinden bir arkadaşımız yapmış. Yani aksini mi düşünüyordunuz, olabilir miydi? Çanakkale'de birbirinin kucağında şehit olmuş bir milletin evlatları birbirine düşman olabilir mi? Biz birbirimizi çok seviyoruz, aynı tarihin çocuklarıyız, aynı kaderin insanlarıyız, aynı milletin tertemiz evlatlarıyız. Özel hayatımızda herkes birbirinin düğününe gidiyor, birbirine hayır dualar ediyor, hatta burada kavga edenler dışarıda kuliste birlikte çay içiyorlar. Ama burada, kürsüdeki üslup korkutucu bir üsluptu. Damarlarımız şişiyor, yüzümüz kıpkırmızı oluyor ve tekrarlamaktan hicap duyduğum kelimeler -ki tutanaklarda hepsi var- bizleri perişan ediyor.
Özellikle, Parlamentoya yeni gelmiş 300'e yakın arkadaşımın, bütün ümitlerini heba edercesine, böyle bir düşmanlık, böyle bir kötü üslup, böyle yaralayıcı sözlerle Parlamentoda konuşmalar yapılmasından ne kadar şikâyetçi olduğunu tahmin edebiliyorum. Bunları yapmamalıyız, en önce biz kendimiz yapmamalıyız, sebep olmamalıyız.
Evet, burada kürsüde iteklenirken bir milletvekili arkadaşımız, hepimiz üzüntü duyduk ama buna da sebebiyet vermemeliyiz. Başkanlık kürsüsünde oturan bir insan yanlış bir karar verse bile, Başkanın kararına saygı duymalıyız, "Konuşma." dediğinde konuşmamak, "Söz alma." dediğinde söz almamak? Başka türlü Meclis yönetilmez.
Değerli arkadaşlarım, bu yüzden, ben, bugünkü bu konuşmamda?
(CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Genel Kurula gelmesi nedeniyle CHP sıralarından ayakta alkışlar)
Efendim, 2 defa alkışlama oldu, ben önce kendi üstüme aldım ama 2 Sayın Genel Başkanımızın teşrifleri? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Evet, Sayın Genel Başkana, Sayın Başbakanımıza çok teşekkür ediyorum. Bu alkışları hak ediyorlar.
Evet, burada şunu söylemek istiyorum: Açıkça söylüyorum ki muhalefetin söz hakkı, iktidarın söz hakkından daha az değersiz ve daha az değerli değildir.
Galiba, eskiden kalma bazı alışkanlıklarımız var. Çok seslilikle gürültü aynı şey değil; çok seslilik, bir ritimdir, bir ahenktir.
Demokratik düzende, hiçbirimiz, diğerine tahakküm etme, kendi bildiğini okuma hakkına sahip değil; hepimiz, birbirimizi dinlemeye, anlamaya mecburuz.
Türkiye, her alanda enerjisini ve gücünü topladı. Artık eski, demode sloganlardan, davranışlardan kaçınmak zorundayız. Bugün farklı bir dünyadayız; bugün herkes sizin işinize, kapasitenize, üretiminize, ürettiklerinizin kalitesine bakıyor. Türkiye, güçlü bir demokrasiyle, güçlü bir siyasi iradeyle, güçlü bir ekonomiyle öz güvenine kavuştu. Eskiden senede bir veya iki kez yapılan uluslararası toplantılar, şimdi her hafta birkaç defa yapılıyor. Türkiye mucizesi, Türkiye'nin başarısı herkesin gözünü kamaştırıyor. Aşmamız gereken sorunlarımız çok, yolumuz çok uzun ama biz bugün daha çok başarılarımızla dünyanın gündemindeyiz. İç meselelerimiz var, dış meselelerimiz var, ayağımıza basmak isteyenler var, yolumuza taş koymak isteyenler ama bir de dünyada Türkiye algısına bakın. Neredeyse her gün dünya medyasında Türkiye var. Dünyanın her ülkesinin en önemli gazeteleri, televizyon kanalları, yorumcuları Türkiye'nin başarılarını tartışıyor, sayfalarına, ekranlarına taşıyor. Birkaç örnek sunmak istiyorum:
31 Mayıs tarihli Lübnan El Ahbar gazetesi ülkemizin ekonomik başarısını "Erdoğan'ın Partisinin Ekonomi Mucizesi" başlığıyla okuyucularına duyuruyor.
19 Haziran tarihinde İspanya ABC Televizyonu savunma sanayimizdeki gelişmeyi "Türk savunma sanayisinde büyük gelişme" diye ekranlarına taşıyor.
23 Haziran tarihinde İngiltere'de yayın yapan "Open Democracy" adlı dergi, ülkemizin demokraside geldiği seviyeyi "Türkiye'deki demokrasi Avrupa'ya lazım" başlığıyla yorumluyor.
3 Ağustos tarihinde Yunanistan'da yayınlanan To Vima gazetesi ülkelerindeki ekonomik krizi ve yönetim kaosunu "Bir Erdoğan'ımız Olsaydı" başlığıyla okuyucularına duyuruyor.
20 Eylül tarihinde Amerika Birleşik Devletleri'nde yayınlanan The Daily Beast gazetesi Türkiye'den "Orta Doğu'nun yeni süper gücü" diye bahsediyor.
11 Kasım tarihli The Wall Street Journal gazetesi ülkemizin ekonomik başarılarını "Türk sanayi üretimi tahminleri altüst etti." başlığıyla okurlarına duyuruyor.
5 Aralık tarihinde Alman Deutsche Welle TV, Türkiye'yi "Popülaritesi giderek artan ülke, Türkiye" başlığıyla seyircisine tanıtıyor.
Son olarak, 11 Aralık tarihli, İngiltere'de The Independent gazetesi "Türkiye olağanüstü bir başarı öyküsü" başlığıyla okurlarına sunuyor.
Daha bunun gibi yüzlerce haber var. Arzu eden Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün web sayfasına girerek son bir yıl içerisinde Türkiye hakkında dünya basınında çıkan haberleri rahatlıkla görebilirsiniz.
Bunlar yazılanlar ve bunlar bizim söylediklerimiz. Elbette, "Doğru değildir." diyebilirsiniz. Yanlış neredeyse göstereceksiniz. "Eksiktir, bunlar fazla söylüyorlar." diyebilirsiniz. Bunları da konuşacağız. Ama bunlar yazılıyor ve Türkiye bu başarıları devam ettiriyor. Hatta 2012 bütçesini sunarken seçim öncesinde 2023 vizyonunu ortaya koyuyor. Demek ki biz bu yılların bütçelerini değil aslında 2023'te yani "Cumhuriyetin 100'üncü ilan yıl dönümünde nasıl bir Türkiye?" bunun vizyonunu konuşuyoruz. Biz birbirimizin düşmanı değiliz, rakibiyiz. Geçmişte sizler de siyasette iktidar ortaklığı yaptınız, iktidarda bulundunuz. Elbette bizler de o zaman sizleri eleştirmiş olabiliriz. Bu eleştirilerin doğru, rasyonel gerçekler olarak ortaya sunulmasından, biraz önce de söyledim, yararlanacağız, yararlanmamız lazım, yanlışımız varsa düzeltmemiz lazım ama Halep oradaysa arşın burada. Geldiğimiz nokta geçmişe bakarak Türkiye'nin daha iyi bir noktada olduğunu ve giderek daha iyi olacağını gösteriyorsa bundan hepimizin de mutluluk duyması gerekir.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Sokağa çıkalım halka soralım Bülent Bey. Halk ne diyor?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla bu başarı öyküsü milletimizin başarı öyküsüdür. Milletimize sonsuz teşekkür ediyoruz, emanetlerine sadakatle sahip çıkacağız ve inşallah cumhuriyetimizin 100'üncü yılında dünyanın en güçlü ülkeleri arasına Türkiye'yi koyacağız.
Değerli arkadaşlar, Türkiye artık eski günlere dönmeyecek. Türkiye demokratik istikrarı, hukuku, adaleti, büyümeyi, refah ve kalkınmayı hazmetti. Geriden değil sadece ileriye gideceğiz. Türkiye'nin demokrasi istikametinde normalleşmesi kararlılıkla devam edecek. Demokrasiyi karartma çabalarına hiçbir zaman prim vermeyeceğiz. Demokrasiye tuzak kuranlara fırsat vermeyeceğiz. Demokrasi ve hukuk şemsiyesi bütün vatandaşlarımızı kuşatıncaya kadar mücadelemize devam edeceğiz. Ne hukuk kurumlarının ne de başka kurumlarımızın militanlaşmasına asla müsaade etmeyeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hukuk reformlarıyla devletimiz ve milletimizle aynı istikamette yürüyeceğiz. Bütün toplumsal kesimlerin katkısıyla, bütün siyasi partilerimizle olabildiğince en yüksek mutabakatla yeni bir anayasa yapacağız ve otuz yıllık ayıptan kurtulacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şurası gerçek ki bu ülkenin geçmişinde her insanımızın yüreğinde derin izler bırakan, hepimizin vicdanını rahatsız eden, her birimizin ayrı ayrı içini acıtan karanlık olaylar yaşandı. Bugün hâlâ o karanlık dönemlerin acılarını yaşıyoruz. Sayın Buldan'ın konuşması içerisinde bu acı günleri hepimiz bulabiliriz.
Neredeyse her gün, kabuk bağlamış yaralarımızdan biri ortaya çıkıyor; okuyoruz, hatırlıyoruz, üzülüyoruz, "Evet, bunlar yaşandı, bu ülkede bunlar oldu." diyoruz. Nice gençlerimizi, bu ülkenin ümidi olan nice nesillerimizi bu kirli oyunlara kurban verdik. Kendi kısır çekişmeleri içinde maalesef siyaset kurumu da göstermesi gereken dirayeti, iradeyi gösteremedi. Siyaset kurumu toplumsal gerilimi dindirmek yerine, çoğu zaman gerilimin arkasından gitti. Ne oldu o dönemlerde? Türkiye kaybetti. Bu yılları hep beraber yaşadık. Neredeyse bütün ömrümüz darbelerle, muhtıralarla, baskılarla, hukuksuzluklarla, krizlerle geçti. Kendini hiç kimseye hesap verme mecburiyetinde hissetmeyen kimi güçler bu ülkede istedikleri gibi at oynattılar; hukuku, demokrasiyi hiçe saydılar. Gençlerimiz, aydınlarımız, fikir adamlarımız birer potansiyel suçlu gibi görüldü. Baskı atmosferinde siyasetçiler büyük düşünmek yerine "Küçük olsun, benim olsun." mantığına mahkûm edildi. Milleti, siyaseti sürekli vesayet altında tutmak isteyen birileri de siyaset kurumunun müdahale alanını sürekli tazyik altında tutarak "Küçük olsun, senin olsun." mesajını verdi.
Bu milletin oylarıyla seçilmiş bir başbakan hukuk tarihimizde unutulmayacak bir kara leke olarak bir dava sürecinin ardından sehpaya gönderildi. Gencecik delikanlılar yaşları tutmadığı için yaşları büyütülerek idam edildi. Bu ülkenin insanlarına, fikirleri, siyasi tercihleri, dinleri, inançları, mezhepleri, meşrepleri bahane edilerek yıllar yılı baskı uygulandı ve zulmedildi. Yıllar boyunca bu acılarla yüzleşmeye imkân bulamadığımız için yaralar kanamaya, vicdanlar sızlamaya devam etti. Bugün anlıyoruz ki bu ülkede ne kadar anlaşmazlık varsa, insanlarımız hangi çatışma noktalarında birbirlerinin karşısına çıkarılmışsa bunun mutlaka doğal olmayan, normal olmayan bir evveliyatı var. Anlıyoruz ki birileri huzurumuzu kaçırmak, birbirimize olan inanç ve bağlılığımızı kırmak, birbirimizin hukukuna saygımızı ortadan kaldırmak için özel gayretler göstermiş.
Değerli milletvekilleri, insanlarımız bütün bunları gördükten sonra demokrasinin, hukukun, adaletin kıymetini bugün çok daha iyi anlıyor. İşleyen bir demokrasinin, tartışmalardan uzak bir adalet sisteminin hepimizin ortak kazancı olduğunu artık biliyoruz. Eksiklerimiz elbette var.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) - Tutuklu milletvekilleri var Sayın Başkan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ancak artık hangi adımları atmanın gerekli olduğunu da hepimiz biliyoruz.
Demokrasiyi işletmeden, adaleti tesis etmeden, özgürlükleri en üst seviyede yaşanır hâle getirmeden büyük bir ülke olamayacağımızın artık hepimiz farkındayız. Bize göre de devletin de siyasetin de görevi insana hizmettir, adaleti tesis etmektir.
Siyasetin değerler zemini kaybolursa devlet insanların hukukunu koruyamaz. Siyasi istikrarın sağlanamadığı ülkelerde ekonomik kazanımlar çok kısa ömürlü oluyor. Bunun örneklerini hep beraber gördük. Kalkınma projelerinin, gelişme hayallerinin, büyüme stratejilerinin en temel önceliğinin hukuk ve demokrasi olduğu bugün her zamandan daha çok anlaşıldı.
İnsanlarımızı birbirine kırgın ve düşman eden bütün anlaşmazlıkları kardeşlik hukuku içinde ortadan kaldırmak durumundayız. Meselelerimizin hiçbirisi ama hiçbirisi çözümsüz değildir. Dokuz sene öncesine kadar hayal bile edilemeyen sorunlarımızı çözdük, kalan sorunlarımızı da çözeceğiz. Bu ülkenin kabuk bağlamış ya da kanayan ne kadar yarası varsa hepsini saracağız.
Bu süreçte dengeyi de iyi tutturalım ki geçmişe saplanıp kalmayalım, geçmişin yanlışlarıyla geleceğin umutlarını karartmayalım. Artık, birbirimizin kıymetini iyi bilelim. Genç nesillerimizi korkulara, vehimlere, kötü niyetlere kurban vermeyelim. Çocuklarımız, gençlerimiz ülkemiz için güzel hayaller kurarken zihinlerindeki kaygılara, korkulara takılmasın.
Bütün dünya şu anda küresel ekonomik krizin sarsıntılarını yaşarken biz gelecekten, gelişmiş, güçlü ve müreffeh bir Türkiye'den söz ediyoruz. Bu, büyük bir ayrıcalıktır, şükredilmesi gereken de bir nimettir. Siyasetin içinde muhalefet de var, eleştiri de var, yergi de var, mizah da var, ironi de var, empati de var. Bütün bunlar demokrasinin güzelliği ancak geçmişte yapılan hataları tekrarlamanın ve asli meselelerimizi unutmanın zamanı değil. Bizim meselemiz, Türkiye'yi hak ettiği aydınlık yarınlara taşımaktır, insanlarımıza layık oldukları mutlulukları, gurur ve heyecanları yaşatmaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de demokrasinin ve ekonominin çıtası yükseldikçe Türkiye'nin bu yükselişini durdurmak isteyenler devreye giriyor. Şimdi de Fransa, hepinizin söylediği ve düşündüğü gibi tarihi yargılamak istiyor.
Değerli arkadaşlarım, Fransa konusunda arkadaşlarımız her şeyi söylediler, bildiri de yayınlandı. Onun geçmişteki sabıka kayıtlarından herkes bahsediyor. Cezayir'deki katliamlardan bahsediyorlar, Afrika'da yaptıklarından, Ruanda'daki işlediklerinden bahsediyorlar. Ben bunlara Vietnam'ı da ilave edebilirim. Hoşimin'in Fransız işgalcilerine karşı verdiği mücadeleyi de yakından biliyoruz. Ama bunların hepsini bir kenara koyun ve kendimize dönerek şunu düşünün: Neden bugün Maraş'ın adı Kahramanmaraş'tır? Niye Urfa'ya Şanlıurfa dedik? Niçin Antep gazidir? Bağımsızlık mücadelemizi kime karşı verdik biz? İstiklalimizi kimlerden aldık? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Şahin Beyler, Sütçü İmamlar, kadın-erkek şehitlerimiz, genç, yeni yetişmiş delikanlılarımız Fransız işgaline karşı ülkenin bağımsızlık mücadelesini verirken karşısında silahıyla süngüsüyle Fransa işgalci olarak durmuyor muydu? Bütün bunları hatırlatmam şunun içindir: Şimdi, Fransa "Soykırım yoktur." diyene hapis cezası, 45 bin euro para cezası öngören bir yasa tasarısını yarın oylayacak. Meclisimiz mücadele ediyor, milletvekillerimiz orada. Sayın Başbakanımız Sarkozy'e ayrıca mektup gönderdi. Sayın Cumhurbaşkanımızın beyanları da oldu ve Türk milleti büyük bir infial içinde. Bugün de Hrant Dink'in kardeşi Orhan Dink'in sözlerine ve Ermeni Patriğinin hepimize gerçekten memnuniyet veren, diasporaya karşı meydan okuyuşuna bugün hepimiz tanık olduk. Neymiş demek ki? "Soykırım yoktur." diyene hapis, 45 bin euro da para cezası vereceklermiş. Akla, rasyonaliteye, bilimselliğe, evrensel hukuk mantığına sırt çeviren bu anlayış Aydınlanma Çağını açan Fransa'ya engizisyonun geri dönüşüdür. Bu olay Fransız Parlamentosunun Avrupa'nın temel değerlerine bayrak açmasıdır.
İstiklal mücadelesini yönetmiş Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir süre Başkanlık yapmış bir hukukçu arkadaşınız olarak söylüyorum: Hiçbir Parlamento kararıyla ve hiçbir kanunla tarihi yeniden yazamaz ve inşa edemezsiniz. Bu, eşyanın tabiatına da akla da mantığa da aykırıdır. Bir tezin konuşulamaz olması, bir tezin, bir fikrin, bir düşüncenin konuşulmasının bile peşinen cezalandırılması, "Dünya hareket ediyor, dönüyor." dediği için dünyanın en ünlü bilim adamını, Galilei'yi hapse atmak kadar akıl dışıdır. Tarihin tarihçilerin elinden alınarak saçma sapan bir kanunla karartılması akla zarar bir hezeyandır. Bir hezeyanın Fransa Parlamentosunda oylanması ise tarihe geçecek bir paradokstur. Fransız Parlamentosu hangi kararı verirse versin bizim yeni engizisyonculara cevabımız "Dünya dönüyor." dediği için türlü işkencelere maruz kalan ünlü Bilim Adamı Galilei'nin cevabıyla aynıdır. Fransız parlamenterlerine diyoruz ki: "Bayanlar, baylar; dünya dönüyor."
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, dış politika gündemi ve sorumluluk alanları açısından çok yönlü ve çok boyutlu bir ülkedir. Türkiye aynı zamanda Avrupa, hem Asya hem doğu hem batı hem Balkanlar hem Orta Doğu ve Kafkaslar ülkesidir. Hükûmet olarak merkezî konumumuz ve tarihî birikimimizin bize yüklediği misyonun hakkını vermek için, dokuz yıl boyunca son derece aktif bir politika yürüttük. Türkiye geçmişte olduğu gibi, dış politikasını iç politikadan bağımsız yürütmedi. İçeride demokrasimiz geliştikçe dışa dönük hareket kabiliyetimiz de güçlendi. Aktif politikalarımız sayesinde Türkiye dünyanın her bölgesinde etkinliğini ve varlığını hissettirdi. Sadece reaksiyoner bir politika izlemedik. Kriz bölgeleri başta olmak üzere, doğru zamanda gelişmelere müdahil olduk. Bölgemizde yaşanmasını hiç istemediğimiz gelişmeler karşısında Türkiye'nin vakarına yaraşır bir duruş sergiledik. Özellikle Arap coğrafyasında yüz milyonların yüzlerini Türkiye'ye dönmeleri, Türkiye'yi bir ilham kaynağı olarak görmeleri ülkemizin bu tarihî misyonunu teyit eden bir mahiyettedir.
Bu coğrafyadaki tarihî yenilenme göstermiştir ki Türkiye, bütün birikimiyle bölgesel ve küresel barış için merkezî bir öneme sahiptir. Sahip olduğu özellikler Türkiye'yi, kendi hâlinde, sıradan bir ülke olmaktan çıkarıp tesir gücü yüksek, önemli bir aktör hâline getiriyor. Türkiye kendisi istese dahi, içe kapalı, pasif, dünyadaki gelişmelere ilgisiz kalabilen bir ülke olamaz, böyle bir ülkeymiş gibi de davranamaz.
Değerli arkadaşlarım, sözümün burasında, konuşmalarını yapan siyasi parti temsilcilerinden bazı arkadaşlarımızın bize hitaben söylediği birkaç konuyu cevaplandırarak devam edeceğim.
Öncelikle Cumhuriyet Halk Partili değerli 2 arkadaşımızın tamamen ekonomik konular içerisinde birikimlerini ortaya koyan sözlerine karşı, Sayın Canikli'nin ve Sayın Maliye Bakanımızın, ilgili bakanlarımızın, Sayın Ali Babacan'ın bugüne kadarki tabloları yeterli bir cevaptır diye düşünüyorum. Biraz sonra da o rakamların belki bir kısmını tekrar edeceğim.
Elbette özgürlüklerle ilgili sözleri bizim de dikkatimizdedir. Bu konuda ne düşündüğümüzü az çok hepimiz biliyoruz. Siyasi partilerimiz arasında bu konularda farklı nüanslar da vardır, bazı noktalarda farklı düşünüyor olabilirler ama biz özgürlükleri, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü önceleyen bir hükûmetiz. Ben bugün şunu düşünerek bazı hazırlıklar yapmıştım: Günlük politikada çokça konuşulan, tartışılan bazı konular var, onlar da burada gündeme gelirse diye onlar üzerine bazı çalışmalar yapmıştım ama bugün bütçeye hasredildi konuşmalar. Dolayısıyla, bu nezakete karşı o günlük, birazı da kısır olan çekişmelerde bir cevap vermeyi uygun görmüyorum. Dolayısıyla sadece Sayın Mehmet Şandır'ın bir iki konudaki açıklamasını bildiğim kadarıyla cevaplandırmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Şandır gayet güzel konuşmasının bir iki noktasında üç hususta AK PARTİ hükûmetlerini eleştirdi. Elbette haklarıdır, bunların hiçbirisine "Hayır" demiyorum, burası eleştiri yeridir ancak şu cümlesinin en azından yanlış olduğunu düşünüyorum ve bu cümle üzerinden AK PARTİ'yi suçlamanın da bir haksızlık olduğuna inanıyorum. Cümle aynen böyledir, Kürt kimliğini tanımakla ilgili Sayın Başbakanımıza atfen söylüyor: "Bu gaflet ötesi bir davranıştır." Yani gafletten ötesi davranışın herhâlde dalalet olduğunu söylemek istiyor.
Arkadaşlar, Kürt kimliğinin tanınması çok önemli bir konudur, bu bir insan hakları konusudur. Sanıyorum ki Sayın Genel Başkanınız da Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanı da bu konuda farklı düşünmüyorlar. Yani Türkiye'de yaşayan bir insan "Ben Kürt'üm ve bu kimliğimle iftihar ediyorum, benim bu gerçeğimle tanınmamı istiyorum." dediği zaman bizim buna saygı göstermemiz, bunu kabul etmemiz gerekir. Geçmiş dönemlerde inkârcı ve asimilasyoncu bir inanç böyle yapmamış olabilir. Onların da Türkiye'nin bugün başına neler açtığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bir insan kendi kimliğinden şeref duyar, Sayın Baykal da Sayın Kılıçdaroğlu da "Etnik kimlik o insanın şerefidir." diyor. Yani bu sözü söylerken şüphesiz sadece "Ben Kürt'üm." demesi, "Ben Arap'ım." demesi, "Ben filan etnik gruba mensubum." demesini birbirinden ayırmayacağız. Hepsine saygı duymak, hepsinin doğuştan gelen insan haklarına sahip olduğunu bilmek zorundayız.
Kürt meselesi veya Kürt kimliği üç sene önce, otuz sene önce, yirmi sene önce ortaya çıkmış bir kimlik değildir, Kürtlerin varlığı en az bin seneden beri bir gerçektir, bunu inkâr edemezsiniz. (AK PARTİ ve BDP sıralarından alkışlar) Bunu inkâr edemezsiniz. Bunu inkâr ederseniz 80 öncesine döneriz, 80 sonrasına döneriz.
Sayın Elçi burada yok, Allah'tan şifalar diliyorum. Bakanlık yaptığı dönemde "Ben Kürt'üm ve Türkiye'de yaşayan şu kadar Kürt var." dediği için iki buçuk yıl cezaevinde kalmıştı. O günlere dönmemizi mi istiyorsunuz?
Bir insanın kimliğini inkâr etmek o insanı inkâr etmek gibidir. Ben kendisini Kürt kimliğiyle, Arap kimliğiyle, Boşnak kimliğiyle, artık ne gelirse aklınıza, BDP'li arkadaşım Süryani'yi de saydı, hepsini saydı, hepsi, kim, ne varsa bu topraklar üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız, o kimliğin bütün kültürel haklarını, anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız, diline saygı duyacağız, hepsi böyle olacak. (AK PARTİ ve BDP sıralarından alkışlar)
Bunları söylemekle, bunları vermekle terörle eş anlamlı bir sonuç çıkarmak doğru değil. Zaten Sayın Şandır da onu kastetmemiştir ama kimlik inkârı ve bununla yola çıkanlar bilsinler ki Kürtçe konuşmanın yasak olduğu günlerden cezaevinde işlenen işkencelere ve sonrasındaki faili meçhul cinayetlere, ölüm listeleri yapılmasına kadar bütün bunlar bir kimliğin inkâr edilmesiyle ortaya çıkmış kötü sonuçlardır. Hayır, inkâr etmeyeceğiz.
Ben BDP'li arkadaşlarımın söylediklerinin yüzde 99'una katılmıyor olabilirim ama onların kimliğine saygım var, onların siyaset hakları olduğuna inanıyorum, siyaseti sonuna kadar yapmalılar. Bizim reddedeceğimiz, yanlış göreceğimiz tek şey var: Irkçılığa karşıyız, olumsuz milliyetçiliğe karşıyız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bunun içerisinde, elbette, "Ben Kürt'üm." diyen insanın Kürtçülük yapmasının yanlış olduğuna, "Ben Türk'üm." diyen insanın Türkçülük yapmasının yanlış olduğuna ve bu yanlışların büyüdükçe ülkede toplumsal barışı bozduğuna ben şahsen inanıyorum. Irkçılığı, menfi milliyetçiliği, sonu "cı", "cu" biten bütün cümleleri reddediyoruz ama ben "Ben Kürt'üm." diyen bir insanın bu ülkede hepimiz kadar, en az hepimiz kadar hayat hakkı, bilgi hakkı, eğitim hakkı, dil hakkı, kültür hakkı, kimlik hakkı ne varsa vereceğiz. (AK PARTİ ve BDP sıralarından alkışlar) Bu, bizim cebimizden verdiğimiz bir şey değil. Değerli arkadaşlar, eğer etnik kökene dayalı siyaset yapılıyorsa -ki yapıyorlar- eleştireceğiz ama Kürt kimlikleri?
Bakınız, aklıma ne geldi: Sayın Nursel Aydoğan, burada grubu adına konuştu. Nursel Aydoğan Hanımefendi, Bursa Yenişehir doğumlu bir hemşehrimiz, Pervin Buldan'la da biraz önce yan yanaydı. Demek ki Türk kimlikli bir siyasetçi ile Kürt kimlikli bir siyasetçi aynı partide birlikte çalışabiliyorlar. İftihar etmemiz lazım, ben seviniyorum. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?
İLHAN CİHANER (Denizli) - Büşra Ersanlı?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bu, demokrasinin gücüdür. Sayın Zana'nın on sene sonra burada gelip ant içmesi demokrasinin gücüdür! (AK PARTİ ve BDP sıralarından alkışlar) Evet, millet seçiyor, gelecek siyaset yapacaklar.
Sadece orada mı var? MHP içerisinde de Kürt kardeşimiz vardır, siyaset yapıyor. CHP içerisinde arkadaşlarımız vardır, siyaset yapıyor. Benim partimin içerisinde pek çok Kürt kökenli kardeşimiz var, birlikte siyaset yapıyoruz, onlarla iftihar ediyoruz, onlarla birlikte güçlüyüz biz. (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bakınız, etnik kimliğin varlığını kabul edeceğiz. Sadece lütfetme değildir bu, bahşiş değildir, ulufe değildir. Kimliğini tanıdığınız insanın bütün haklarına da saygı göstereceksiniz. Siyaseti yanlışsa yanlışlığını söylersiniz ama yanlışlığı söylemek külliyen inkârla olacak bir şey değil.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Cemevleriyle ilgili konuşsana.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Sayın Şandır'ın ikinci sözü Suriye'yle ilgilidir. Suriye ile ilgili dış politikamız çok açıktır ve bellidir. Sayın Şandır'la özel olarak da görüştüm, bütün endişelerine katılıyorum, sorularına da katılıyorum. Bizim her sabah kalktığımızda tek bir endişemiz var: Bugün Suriye'de kaç tane vatandaş -onların vatandaşını kastediyorum- bizim dostumuz, akrabamız, kardeşimiz öldü, kaç tanesi tutuklandı, kaç tanesi kayboldu? Sayıları bugün 4 bin-5 binleri geçti arkadaşlar.
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Bahreyn'dekileri, Yemen'dekileri de düşünüyor musunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bizim rejimlerle yakınlığımız hükûmetler arası ilişkilerdir. Bizim esas dostluğumuz ve sadakatimiz halkadır, halkla birlikteyiz. Bir rejim halkına ihanet ederse, bir rejim halkına karşı silah doğrultursa, bir rejim halkına karşı engizisyon uygulamaya kalkarsa bizim dostluğumuzdan bahsedemezsiniz. İkaz görevimizi yaparız, tedbirimizi alırız. O halkla asırlardır aynı coğrafyada kardeşçe yaşamış Türk milletine de bu yakışır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Dolayısıyla yaptığımız siyaset budur.
Bakınız, hiçbir ülkenin iç işlerine karışmak işimiz değil, müdahale de düşünmeyiz ama siz bunu 1 Mart 2003'ten de çok iyi bilirsiniz, o tarihte Parlamentoda olanlar da bilirler. Bir dış müdahaleyi Türkiye'nin dış politikasında öncelikli bir hedef olarak görmezsiniz ama dış politikayı her sabah yirmi dört saat olmak üzere ertesi güne kadar takip etmeliyiz, ulusal çıkarlarımızı düşünmeliyiz, insan haklarını düşünmeliyiz ve bunun tedbirini almalıyız.
Soru şuydu: Türkiye müdahaleyi düşünüyor mu, vesaire? Bizim dış politikamızda böyle bir önceliğimiz yok. Şartlar umarız ki bu noktaya ne Türkiye'yi ne dış ülkeleri getirsin. Birleşmiş Milletleri unutmayın, Arap Birliğinin kararlarını unutmayın, 700 kilometreden fazla uzunluğu olan bir sınırda birbirine geçmiş iki halkın sıkıntılarını, eziyetlerini de unutmayın. Bizim Suriye'ye yönelik politikamız, Suriye halkının bu baskıcı rejimden bir an önce kurtulması, reformların bir an önce yapılması, demokrasiye dönüşün sağlıklı şartlarda meydana gelmesidir. Bu politikamızın başarılı olduğunu düşünüyor ve buna devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Buldan'ın konuşmasını da hep beraber izledik. Sayın Buldan, tabii, bu konuşmanız içerisinde çok gerçekler var ama acımasızca tespitler de var. Yani seksen yıllık bir cumhuriyet dönemini -buradaki ifadelerinizi okumayacağım, zaten tutanaklara girdi- bütünüyle reddetmek, suçlu ilan etmek herhâlde çok doğru değil. Ben sizin acınızı anlıyorum, bu acınıza saygı duyuyorum, acınızı da paylaşıyorum. Buna emin olun?
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Biliyorum Sayın Bakanım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - ?ama bu acıyı yaşayan siz değilsiniz sadece. Oya Eronat'a gösterilen tepkiyi anlamakta zorlanıyorum. O da bu acıyı on sekiz yaşındaki çocuğu gözünün önünde öldürüldüğü zaman yaşamış bir insandır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, şunu söylemek istiyorum: En yakınınızı, eşinizi kaybettiniz, hunharca. İnşallah, bu olayın gerçek failleri ortaya çıkacak ve bunun hesabı sorulacaktır. Bu hepimizin görevidir.
Değerli arkadaşlarım, ben Meclis Başkanıyken -şimdi aramızda yok- Sayın Kemal Anadol geldiler, bazı arkadaşlar geldiler. Meşhur bir lojman cinayeti meselesi vardır, hepiniz bilirsiniz; 91 mi, 92 mi, o tarihlerde olmuştu. Erol Güngör isimli bir İzmir Milletvekilimizin evladı garip bir şekilde öldürülmüş, Allah rahmet etsin. Yani arkadaşımızın da acısını, ismini söyleyerek ifade ettiğim için üzüntülüyüm. Üstü kapatılmış. Dedi ki: "Bu bizim görevimizdir, sizin de görevinizdir. Bir Meclis araştırması komisyonu kuralım, bu meseleyi Meclis olarak biz ele alalım." "Çok doğru, ne kadar haklısınız." dedim. Meclis araştırması komisyonu kuruldu ve çok önemli bulgulara ulaştık. Evet, şu anda yargıda bu dava görülüyor. Zaman aşımı vardır, yoktur, hiç onlara girmeyeceğiz ama biz, yıllar sonra bile bugün faili meçhul cinayetleri, kuyulara atılmayı, asitlerle öldürülmeyi, şununla, bununla yapılmayı kabul edemeyiz, bizim Hükûmetimiz kabul etmez.
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Bunları açığa çıkarma yetkiniz var Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Biz 90'lı yılların, 80'li yılların, 70'li yılların hükûmeti değiliz. Maraş olaylarında biz yoktuk, Sivas olaylarında biz yoktuk, bütün faili meçhul siyasi suikastlarda biz yoktuk. (CHP sıralarından gürültüler)
MUSA ÇAM (İzmir) - Sivas'ın avukatları kim?
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - Sivas'ın avukatlığını yapan kaç milletvekiliniz var?
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ha, siz şunu söylemek istiyor olabilirsiniz. (CHP sıralarından gürültüler) Meşhur fıkradır?
MUSA ÇAM (İzmir) - Sivas'ta?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yoktuk? Yoktuk?
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - Kaç tane avukat var, kaç tane?
MUSA ÇAM (Sivas) - Sivas'ın avukatları nerede?
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Arkadaşlar, lütfen, bu kadar hiddet buyurmayınız.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - Sivas'ın avukatları?
BAŞKAN - Lütfen müdahale etmeyin Sayın Hatibe.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sivas olayları olduğunda Doğru Yol Partisi ve SHP ortaklığı vardı. Rahmetli Erdal İnönü de Başbakan Yardımcısıydı. İsim isim olarak hepsini biliriz. Maraş olaylarında hangi parti iktidardaydı, çok iyi biliriz. Benim, AK PARTİ olarak 2002'den bu yana bu işlerin sorumluluğu üstümdedir. Bundan önceki olayların aydınlatılması, faillerinin bulunması konusunda da ben görevimi hatırlatıyorum. Biz bunu yapacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Nasıl yapacağız değerli arkadaşlarım? Yani bizi on sene, yirmi sene, otuz sene, kırk sene evvel olmuş olaylardan sorumlu tutuyorsunuz Sayın Buldan. Bunu anlatan bir fıkra var. Hani yeniçerinin bir tanesi bir Musevi'ye rastlamış da boğazına sarılmış "Ulan hergele, siz Hazreti İsa'yı öldürmüşsünüz, ben de seni öldüreceğim." demiş. Adam şaşırmış "Kardeşim, Hazreti İsa'yı ben öldürmedim.", "Nasıl öldürmedin? Siz öldürmüşsünüz.", "Ama o bin sene önce oldu." Yeniçerinin mantığına bakın: "Olabilir ama ben yeni duydum." demiş. Yani şimdi bu anlattığınız olaylar şu tarihlerde, şu tarihlerde cereyan etmiş ama o kadar suçlayıcı bir cümleniz var ki bizi de tarih önünde hesap vermekle sorumlu tutuyorsunuz.
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Onları açığa çıkarmak yetkisine sahipsiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Çıkaracağız, aynen şunun gibi: 55 tane mafyayı çökerttik, suç örgütünü çökerttik.
SIRRI SAKIK (Muş) - Özel timciler nasıl tahliye oldu Sayın Arınç?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Türkiye, biz gelmeden önce mafyanın cennetiydi. Her önüne gelen çek, senet tahsilatından tutunuz, neşterine kadar, balinasına kadar, bilmem nesine kadar, alfabede harf kalmamıştı mafya örgütleri için, hepsini çökerttik bugün, yargıda hesap veriyorlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ha, bunlar suç örgütleri, çıkar amaçlı suç örgütleri? Başkalarının da tepesine bindik. Bugün bağımsız yargı bunların hesabını soruyor. Bak, özel harpçiler "Şurada, şurada ceset var, ben de bizzat gördüm." dediler. Bugün mahkeme karar verdi, mezar açılacak, DNA testleri yapılacak, o kişiye ait olup olmadığı? Faili meçhullere kadar, siyasi suikastlara kadar Türkiye'de işlenmiş ne kadar çirkin, ayıp varsa evet, onları aydınlatmak bizim görevimiz, üzerine gideceğiz.
KAMER GENÇ (Tunceli) - On senedir iktidardasınız, Yeşil'i kim koruyor? Yeşil'i niye saklıyorsunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - On senede çok şey yaptık, bir on sene daha çok şeyler yapacağız Allah'ın izniyle, hiç merak etmeyin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) - Yeşil nerede, Yeşil?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) - Değerli kardeşlerim, bakınız, geçmişte yaşanan? (CHP sıralarından gürültüler)
KAMER GENÇ (Devamla) - Yeşil nerede, Yeşil?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sen o kirli fenerinle git, sokakları dolaş.
BAŞKAN - Sayın Genç?
Sayın milletvekilleri?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) - Hadi bakalım, hadi? Bak, burada Genel Başkanın var, ben ona hitap ediyorum, Genel Kurula hitap ediyorum. Sen onu boşuna taşıyorsun.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Bu feneri sana temizlettireceğim, sana temizlettireceğim.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) - Değerli arkadaşlar, Kamer Genç'le geçirecek bir dakika bile ziyandır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) - Bakın, arkadaşlar, Dersim olayı bir faciadır. Sayın Buldan buna da temas etti. Ellerinde kesik başla poz veren askerler. Bu benim çantamda var. NTV Tarih mecmuasının son sayısında çok acı fotoğraflar var ama çok komplike bir olay bu. Yani sadece askerin elinde o baş gösteriliyor diye o iğrenç fotoğrafı hatırlamayalım. Bu başı kesilmiş olan kişi, Hozatlı Bahtiyar aşiretinin önde gelenlerinden Saan Ağa.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Niye sen Menemen'deki o Kubilay'ı anmıyorsun ya?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Saan Ağa?
Seni hiç ilgilendirmiyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Menemen'deki Kubilay'ı?
BAŞKAN - Sayın Genç, lütfen?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sen bir Dersimli olarak bunları ağzına almadın yıllarca, konuşmadın bile. Hiç sen bunlardan bahsetmedin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
Senin ne ilgin var orayla? Ne tarihe bağlısın sen ne bugünümüze bağlısın. İçi yananlar bunlar, içi yananlar bu arkadaşlarım?
KAMER GENÇ (Tunceli) - Benim senden daha fazla içim yandı be!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - ?olayları konuşanlar bunlar. Bırak, otur yerine! (AK PARTİ sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
KAMER GENÇ (Tunceli) - En içi yanan benim!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım?
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, sükûnete davet ediyorum sizi.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Saan Ağa, Şahin Ağa, evet başı kesilmiş ama başını kesen üvey kardeşi. Sonra parayı almış askerden, askerin eline vermiş. Şimdi, askerin elinde kelle tutmasıyla, baş tutmasıyla ne kadar iğrenç bir cinayet varsa?
KAMER GENÇ (Tunceli) - Araştırma önergesini niye reddettin?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - ?para karşılığı onun başını kesen üvey kardeşinin de o kadar alçaklığı vardır, o kadar ihaneti vardır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bunu şunun için söylüyorum: Dersimle ilgili konuşulanlar tarihin gerçekleridir. Bu gerçekler üzerinde durmalıyız.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Araştırma önergesini niye reddettin?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yakın tarihimizdeki karanlık sayfaları aydınlatmalıyız?
KAMER GENÇ (Tunceli) - Tamam, aydınlatalım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - ?ama seksen yıllık cumhuriyet tarihini, o cumhuriyetin birikimlerini, bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarları suçlayarak, üzerine kapkara bir örtü örtmeye kalkarsanız bu çok yanlış olur.
MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - Siz yapıyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bütün gerçekler tek tek ortaya çıkıyor.
Değerli kardeşlerim, Sayın Buldan, bir hatanız daha var. Öldürülenlerden bahsettiniz. Sizin tabirinizle bunlar gerilla. Siz hiç "terör" demediniz ve "terörist" demediniz. Demek ki literatürünüz farklı sizin. Siz, terörün olmadığına inanıyorsunuz, gerilla olarak öldürülenler var, onların ağıtını yakıyorsunuz. E bu yanlış.
PERVİN BULDAN (Iğdır) - İnsanlığın ağıtını yakıyoruz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bu yanlış, bu yanlış.
BAŞKAN - Lütfen Sayın Buldan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Türkiye'de terör var, Türkiye'de terörist var, Türkiye'de terörle mücadele var. Siz bu olmasın mı diyorsunuz, bunu yapmayın mı diyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Aziz kardeşlerim, yani kundaktaki bebek ölüyorsa, 4 tane kızımız taksi içerisinde şehit ediliyor, öldürülüyorsa, Batmanlı annenin karnındaki sekiz aylık çocuk gün görmeden hayata veda ediyorsa şu konuşmanızın içinde niye buna bir yer ayırmadınız?
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Gelin, komisyon kuralım. Gelin, hakikatler komisyonu kuralım, ucu nereye giderse gitsin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Askerlerimiz ölüyor, polislerimiz şehit oluyor; hâkimlerimiz, memurlarımız, amirlerimiz kahpece öldürülüyor; daha şurada, 200 metre ilerimizde, Kumrular sokakta masum ayakkabı boyacısının hayatına kastediyorlar, bunun defterinizde yeri yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, teröristle, terörle mücadele edilir çünkü bu bir meşru müdafaadır. İnsanların hayatına kastedenlere "Ne kadar güzel işler yapıyorsunuz." diyecek hâlimiz yok. Başı parçalanmış, eli gitmiş; bunlar kötü şeyler, görmek istemediğimiz şeyler ama arkadaşlar, işin bu tarafından bakıyorsunuz. Bu tarafta da 24'ü birden şehit olmuş askerlerimiz yok mu? 33 tanesi dolmuşların içerisinde öldürülmüş askerlerimiz yok mu? Köprülerin havaya uçurulduğu, mayınlarla insanların uzaktan kumandayla patlatıldığı, masum köy korucularının veya köyde yaşayan insanların hayatlarını kaybettiği bir Türkiye'den bahsediyoruz. Bizim görevimiz Hükûmet olarak bununla mücadele etmektir. Türkiye'nin güvenliğini, Türkiye'nin huzurunu, Türkiye'nin asayişini korumak Hükûmetimizin görevidir.
Bir şey daha söyleyeyim: Bugünkü terörle mücadele konseptinde ve anlayışında başarılıyız. Türkiye şu kadar yıl içerisinde bu mücadeleyi yapmıştır ama son dört aylık mücadele netice vermeye başlamıştır. Bugün, inanın, sizi temin ediyorum, silahlı kuvvetlerimizde kimyasal silah envanteri yoktur. Birtakım sivil toplum kuruluşları "Kimyasal silah kullandı." diyorsunuz. Yani Hükûmete, yani askere, yani Bakana, Başbakana inanmıyorsunuz, orada ne idüğü belirsiz birisi "Kimyasal silah kullandı." deyip buna inanıyorsunuz. Kullanmadık, kullanmayız. Ne böyle bir silahımız var ne böyle bir silahımız olsa kullanmayı düşünürüz. Kimyasal silah kullanmak insanlık ayıbıdır, vahşettir. Buna her yerde biz karşı çıkıyoruz.
Yalnız, şunu bilin: Bugün terörist mi yoksa masum vatandaş mı olduğunu tespit edemediğimiz hiç kimseye silah doğrultulmuyor. Önce "Teslim ol." deniyor, karşılık veriliyor, gene sabrediliyor ama sonunda bir sonuç ortaya çıkıyor.
SIRRI SAKIK (Muş) - Bugün Midyat'ta 2 tane vatandaşımız öldü.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bırak Mardin'i, Midyat'ı, her yeri biliyoruz ama sizin söylediğinize söylüyorum ben.
Değerli arkadaşlarım, bugün, inanın, 10 tane teröristle mücadele ederken, askerin, polisin beyanı şudur: "Tam itimat edemediğimiz için silah kullanmayı bıraktık. 10 metre ötemizdeydiler, kaçtılar gittiler, kaçarken de bir arkadaşımızı vurdular." Yani asker ve polis şunu düşünüyor: "Ola ki bunlar terörist değildir." Çünkü 1 masumun hayatı 9 tane caninin hayatından daha kıymetlidir.
Bugün asker yukarıdan uçakla bomba atıyor. En az 2 kilometreye kadar, "İnsan unsuru olabilir." diye bombalama yok. Bugün siz ne Kuzey Irak'tan ne de bölgeden, köy vuruldu, ev vuruldu; sivil, masum insanlar şehit oldu veya vefat etti diye -bugüne kadar- ciddi bir şikâyet duydunuz mu? Asker hesabını kitabını yapıyor?
MÜLKİYE BİRTANE (Kars) - 7 tane sivile ne oldu? Irak'taki 7 sivile ne oldu?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Polis, asker, hesabını kitabını yapıyor ve teröristi, terör eylemini hedef alıyor. O yüzden, yanlışlar vardır? Sizin söyledikleriniz belki kısmen doğrudur ama şu konuşmanızın tamamında "gerilla" var, "terörist" yok. Ölenler hep gerilla ve kafaları, kolları, bacakları kopmuş. Masum vatandaş nerede? Asker nerede? Polis nerede? Yazılanlar, dökülenler nerede? Gelen mesajlar nerede? Ulaştırılan bilmem ne mesajları nerede? Bunları da yan yana getirin de hiç olmazsa hakkaniyet içerisinde, bir yanlış varsa biz de bunları görelim.
Bugün koordinasyonda da, eylemde de vatanperver güvenlik güçleri hedeflerini buluyor, yakalamaya çalışıyor ve kendi hayatlarını ortaya koyuyorlar. Allah onların yardımcısı olsun, Allah onları korusun. Bütün bunları yüreğimle söylüyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bütün bu konuşmalardan sonra hedeflediğimiz şeyler elbette? Sayın Kılıçdaroğlu gelmeden önce bahsettiğim bir konuyu tekrar söyleyeyim. Şebiarus'ta beraberdik. Çok güzel bir konuşma yaptınız. Sizden önce de bunu ifade ettim. Sayın Baykal da daha önceki yıllarda, gelir, çok güzel konuşmalar yapardı. Sayın Başbakanımız da, bendeniz de min gayri haddin bir şeyler söylemeye çalıştık. Orada söylediklerinizin hepsi bizim de gönlümüzde olanlardır. Bunları millet olarak ve özellikle siyasetçiler olarak hepimiz çok iyi ölçüler içinde yapmalıyız.
Bugünkü görüşmeler fevkalade seviyeli oldu ama bugüne kadarki görüşmelerde arkadaşlarımızın çok üzüldüğünü, çok sıkıldığını, lüzumsuz yere saatlerce burada sinir harbi yaşandığını biliyorum. Parlamentoya giren önce yüksek tansiyon hastası olur, sonra da bütün hastalıklar arkasından gelir. Bu gerilimden, bu gerginlikten kurtulmalıyız. Her arkadaşımız kürsüye çıktıkça -ki "Her" dediğim zaman 15-20 kişiyi kastediyorum yani isterseniz bunların içerisine beni de koyun, o kadar bağıramam, sesim de çıkmıyor ama- bunlar ne yapıyorlar biliyor musunuz? Konuşulan kelimelere bakınız, tekrarlamaktan hicap duyuyorum, biz birbirimize söylüyoruz bunları. Hâlbuki iyi bir üslup içerisinde Buldan'ın da yaptığını, benim de yaptığımı, Sayın Şandır'ın da yaptığını yapabiliriz. Burası hür ve kürsü. Burada, özgürlük var. Hoşumuza gitse de gitmese de hep aynı şeyleri söyleyeceğiz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Pek özgür değil kürsü.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ama kıpkırmızı bir yüzle, damarları şişmiş bir vaziyette, karşısındakini yok etmek isteyen bir edayla buradaki müzakereler umarım bundan sonra devam etmez.
Güzel bir sözle son vermek istiyorum.
Değerli arkadaşlar? (CHP ve MHP sıralarından gürültüler)
Bu sözlerimin tamamı AK PARTİ Grubuna aittir, siz lütfen üstünüze almayın ama isterseniz de alabilirsiniz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani "Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla." şeklinde değil, önce kendi nefsimi ortaya koydum.
Ben bu kürsüyü zaman zaman kullanan bir insanım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Arınç, ilave söz veriyorum, mikrofonu açıyorum.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - iki dakika yeterli Sayın Başkan.
Arkadaşlar?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Bir saat daha verin!
BAŞKAN - Herkese ne kadar verdiysek?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Bir saat daha verin Sayın Başkan!
BAŞKAN - Sayın Uzunırmak, lütfen yani buranın bir hesabı kitabı var. Daha evvel oturuldu konuşuldu gruplara da Hükûmete de birer saat, altışar dakika da ilave süre verdik. Bir saati doldu.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Uzunırmak'ı üzdüğüm için çok özür diliyorum. Ben dört buçuk saattir ekran başındayım.
Değerli arkadaşlar, güzel bir söz diyor ki: "Sesini yükseltme sözünü yükselt. Sesle söz birbirinden farklı. Dikkat et, gök gürültüsünden fayda yoktur, ince ince yağan yağmur toprağa berekettir." (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, yüksek seslerle -umarım benden sonra gelecek arkadaşım ezber bozan bir konuşma yapar- yüksek sözleri birbirine karıştırmayalım. Yüksek söze ihtiyacımız var. Emin olun, buradaki parladığımız, ağzımızdan çıkan yüksek oktavlı seslerin ne konuşana faydası var ne Parlamentoya faydası var ne millete faydası var. İnce ince yağan yağmurlar gibi olmalıyız. Kendi nefsime ders alıyorum.
Bütün arkadaşlarımı saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bütçemiz hayırlı olsun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Arınç.