| Konu: | AK PARTİ GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 45 |
| Tarih: | 22.12.2011 |
A. HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, grup önerisi aleyhinde söz aldım, iç Tüzük'e uygun davranacağım.
Bugün gündemdeki kanunun bir temel kanun olarak getirilmesi yanlıştır. Kanun hükmündeki kararname salgınına, maalesef, birbiri içerisinde hukuksal ve konusal olarak bir bütünlük taşımayan kanunların da -ki bunların içerisinde torba kanunlar da var- temel kanun olarak getirilerek maddelerin görüşülmeden sadece üzerinde iki önerge verilerek geçmesi sağlanıyor. Son derece önemli maddeler var. O maddeler içerisinde düşünülmesi, tartışılması gereken maddeler var.
Her şeyi kanun hükmündeki kararname kolaycılığında temel kanun olarak getirmemeniz gerekiyor. Bu, Parlamentoya da saygıdır aynı zamanda çünkü bu Parlamentonun yasama yetkisi var, KHK'lerle bunlar sınırlanıyor. Temel kanunun İç Tüzük'ün 91'inci maddesindeki tanımlamasının dışında çok geniş tutularak, her şeyi temel kanun yaparak bu hakkı, yasama hakkını da sınırlamış oluyorsunuz. Ben sayın iktidar partisi grup yöneticilerine, belki zamandan tasarruf etmek istiyorlar ama zamandan tasarruf edilerek demokratikleşilmiyor; bunu hatırlatmak istedim.
Sayın Başkan, konuşmanın bundan sonrasını İç Tüzük'ü dolanmamak adına, İç Tüzük'e uygun söz aldığım konuda bir giriş yaparak başladım ama siz de vurguladınız, Türkiye 2015'e giden süreçte çok ciddi bir dış politika ablukası altına alınmaya çalışılıyor. Bunun tezahürlerini, belirtilerini her gün görüyoruz. Fransa'da da buna uygun bir karar bugün maalesef -bir sürpriz de beklenmiyordu zaten- Fransız Meclisinde kabul edilerek Senato aşamasına gönderildi.
Değerli arkadaşlarım, ben de Türkiye Büyük Millet Meclisi adına oluşturulan heyette Cumhuriyet Halk Partisini temsilen Sayın Osman Korutürk'le birlikte görev aldım. İki gün boyunca Fransa'daki muhataplarımıza Türkiye'nin tezlerini, bizim bireysel parlamenter olarak -madem onlar parlamenter inisiyatif olarak, girişim olarak sunuyorlar- bizlerin de parlamenter inisiyatif çerçevesinde düşüncelerimizi ifade etme fırsatı bulduk.
Burada ben geçmeden önce, belki konuyla ilgili değişik tartışmalar oluyor, Fransa'da bu iş nasıl ele alındı, nasıl geldi bugüne; kısaca hatırlatmak istiyorum: Önce rahmetli Sayın İsmail Erez'in öldürülmesiyle başlayan ASALA terör örgütünün Paris'te yarattığı katliamlardan sonra olay hukuki boyutta, siyasi boyutta Türkiye'nin önüne her platformda taşınacak, belirli zaman dilimlerinde ısıtılarak taşınacak bir konu hâline getirildi.
Değerli dostlarım, öncelikle şunu söyleyeyim: Dünya tarihi her ülke için, her millet için acılarla doludur. Bu bir gerçektir. Her ülke kendi tarihinde, yakın ve orta geçmiş tarihinde değişik acılarla karşı karşıya kalmıştır, değişik sorunlar yaşamıştır. Bu, bizim öncemizdeki yapımız olan Osmanlı İmparatorluğun'da da böyledir, Türkiye'de de böyledir, Fransa'da da böyledir, başka ülkelerde de bu şekildedir. Dünyanın hiçbir köşesi İzlanda gibi kendi başına, kapalı, kendi sorunlarını dışarıya yansıtmayan bir ülke değildir. Hele de Anadolu bütün göçlerin kavşak yeri, bütün emperyalist projelerin üzerinde düğümlendiği bir toprak parçası olarak bu acılardan çok daha fazla nasibini almıştır.
Değerli arkadaşlarım, bir müellif bir televizyon konuşmasında şu benzetmeyi yapmıştı -adını hatırlayamadığım için böyle bir şeye girmiyor, intihale girmesin diye söylüyorum, adını hatırlayamadım- "Tarih bir süpermarket değildir." demişti. Ben bunu daha sonra Avrupa Konseyindeki bir konuşmamda da söyledim Kıbrıs'la ilgili. Yani tarihi bazıları bir süpermarket olarak alıyorlar; siz içeri giriyorsunuz, tarihin raflarında işinize gelen olayı, işinize geldiği şekilde, işinize geldiği şekilde ambalajlatarak alıyorsunuz ve ondan sonra onu kullanarak kendi siyasi tezlerinize malzeme yapıyorsunuz. Hâlbuki aynı rafta aynı konuyla ilgili başka malzemeler de var, onlar hiç görülmüyor, onlar hiç değerlendirilmiyor ve herkes kendi gerçeklerini siyasi teze dönüştürme gayretine giriyor. Bu iddialar da aynı şekildedir.
Değerli arkadaşlarım, tarih hep tek taraflı yorumlanarak hiç kimsenin siyasi çıkarlarına araç olacak şekilde hizmet eden bir bilim değildir, olmamalıdır yani ben istediğim raftan istediğim malzemeyi alıyorum, o anlık siyasi çıkarıma uygun olarak da bunu bu şekilde kullanıyorum; bu son derece yanlıştır.
Bakın, Fransa'da 2001'den önce, önce onların "Shoa" dedikleri, genel yaygın adıyla "Holokost" olarak bilinen, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilerin Yahudilere yaptığı soykırım ki Nürnberg mahkemelerinde tanımlanmıştır ve buna dayanarak bir yasa çıkarttılar, buna "Gayssot Yasası" deniyor. 2001'de böyle bir mahkeme kararı olmadan, Osmanlı İmparatorluğu'nda Birinci Dünya Savaşı'nda Doğu Anadolu'da yaşanan acı, trajik olayları soykırım tanımına girmediği hâlde ki bu acılar karşılıklıdır, evet yaşanmıştır, iki taraflı yaşanmıştır, çok sayıda insanımız -Müslüman ve gayrimüslim, hepsi bizim yurttaşımız- acı çekmiştir, zarar görmüştür, ızdırap çekmiştir. Bunlar doğrudur ama bir ırka ve bir dinî gruba karşı önceden planlanmış, sistematik bir imha mekanizması yani soykırım tanımı söz konusu değildir. 2001'de Fransa, bu iddiaları soykırım olarak niteleyen bir kanun tasarısı çıkarttı, bunu geçtik. 2006'da, benim de Fransa Meclisinde, localarından izlediğim, bugünküne benzer bir oturum oldu. Bunun inkârının suç sayılması konusunda bir yasa tasarısı. Bunun saçmalığını da o zaman anlattık. O locada o gün Sayın Gülsün Bilgehan, ben, Sayın Şükrü Elekdağ ve Sayın Onur Öymen vardık ve şimdi Ekonomi Bakanı olan Sayın Zafer Çağlayan da o zaman Ankara Sanayi Odası Başkanı olarak aynı locada süreci izliyordu. İnanılmaz şey yani 50 kişilik, 70 kişilik bir grup bir ülkenin tüm değerlerini çarpıtarak tek başına, bütün tarihsel gerçekleri demin tarif ettiğim gibi tek yönlü alarak kötüleyip, yerin dibine batırıp -tutanaklar ortadadır- inanılmaz bir söylemle Türkiye'yi yerden yere vurdular ve bir kanun çıkarttılar. Bu kanunun Fransa Anayasası'na aykırılığı ortada idi, ifade özgürlüğüne, düşünce özgürlüğüne getirdiği kısıtlamalar ortada idi. Nitekim, Fransa Senatosunun -ki her zaman söylüyorum, şimdi de belirtiyorum- o zamanki Başkanı Sayın Larcher, iktidar partisinden, şimdi sosyalist grubun çoğunluğu elde ettiği bir Meclis oldu, bunun Senatoda dahi görüşülemeyeceğini çünkü Anayasa'ya aykırı olduğunu ifade ederek olayın önünü kesti. Şimdi Senatoya gidecek. Senatoda daha akil insanlar var, Türkiye-Fransa ilişkilerini tarihsel derinliği içerisinde değerlendirebilecek daha akil, daha boyutlu düşünebilecek, daha derinlikli düşünebilecek insanlar var. Bundan sonraki Senato aşamasında ben aynı sağduyunun sergileneceğine inanıyorum.
Peki, Mecliste niye böyle oldu? Mecliste, maalesef, üstüne bakın altını düşünün? Şu anda Fransa Cumhurbaşkanı, üzülerek söylüyorum, bir saygın ülkenin Cumhurbaşkanıdır ama bir siyasi karikatür olmaktan öteye gidememektedir. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Gerek kendi ülkesinde gerek Avrupa kamuoyunda aynen bir siyasi karikatür olarak görünmektedir ve arkasında Beyefendi'nin iradesi olan 500 bin organize olmuş Ermeni kökenli Fransız yurttaşının oyunu ipoteklemeye dönük bir basit girişimin mimarıdır. Marsilya Milletvekili Hanımefendi de o talimatlar doğrultusunda bunu gündeme getirmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu daha sonra şu anda Meclis Başkanı olan, benim de meslektaşım olan Sayın Bernard Accoyer -bir kulak burun boğaz hastalıkları uzmanıdır, son derece sağduyulu, Sarkozy'nin partisinden bir milletvekilidir- bir tarihçiler komitesi oluşturdu o tarihte ve bu işin siyasiler tarafından ele alınmasının yanlışlığı ortaya kondu ve bugün de aynı düşüncesini ifade etti ve o doğrultuda da tavır aldı. Zaten, karşı tavır alanlar oylamaya katılmadı. Dikkat edersiniz, 50-54 kişiyle oylanıyor 577 kişilik Parlamentoda ve bu sonuç çıkıyor.
Değerli arkadaşlarım, bir noktayı daha değerlendireceğim. Bakın, şunu özellikle söylüyorum: Kendi içimizde yaşadığımız bazı tartışmalar var. Evet, Dersim'de de sıkıntılarımız olmuştur, acılar yaşanmıştır. O dönemin koşulları içerisinde, o dönemin gerçeklerinden soyutlamadan olayı objektif değerlendirmemiz gerekir ama bunu iç siyaset malzemesi yaparsak Sayın Başbakanın burada çok dikkatli olması gerekiyor ve bize söylenenlerden biri, Sayın Başbakana teşekkür ediyoruz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
A. HALUK KOÇ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Koç, ben sizi çok sayarım ama hiç yapmadım, ne olur?
A. HALUK KOÇ (Devamla) - Özür dilerim, ama önemli olduğu için söylüyorum.
BAŞKAN - Buyurun.
A. HALUK KOÇ (Devamla) - Bunu içtenlikli bir arkadaşınız olarak söylüyorum, Sayın Başbakandan da istirham ediyorum, rica ediyorum. Bu tip söylemleri biz bugün eleştirdiğimiz Fransız Meclisinde yaşananlar gibi kendi iç siyasetimizde birbirimizi yaralamak, birbirimize zarar vermek için kullanırsak uluslararası diplomasi kalkıp "Kendi içinizdeki iddialara karşı özür dilediniz, hadi buna da dileyin." diye karşınıza çıkabiliyor. Onun için, ben, iktidar partisindeki sayın milletvekili arkadaşlarımın duyarlılığına da bu konuyu Sayın Başbakanla beraber emanet etmek istiyorum.
Türkiye büyük ülkedir, asılsız, haksız suçlamaların karşısında tabii ki tepkisi olacaktır, bunları yapacağız ama unutmayın, 2015'e kadar aklıselim içerisinde, sağduyulu, bilimsel tezleri koruyarak bir kuru gürültüyle değil, karşı tezlerle bu işin tarihsel boyutunun tarihçilere bırakılması ki 2005 yılında Meclisin yayınladığı bir bildiri vardır. Sayın Şükrü Elekdağ öncülüğünde yapılan toplantılarda, bütün gruplar katılmıştı, böyle bir bildiri vardır. Biz gerçeklerden kaçmıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
A. HALUK KOÇ (Devamla) - Biz gerçeklerin tek taraflı yanıltılmasından, çarpıtılmasından kaçıyoruz. Protesto ediyorum, kınıyorum. Fransa artık Diderot'nun, Voltair'in, Jean-Jacques Rousseau'nun ülkesi değildir, basit, sığ politikacıların ülkesidir. Bu mutlaka tamir edilecektir.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koç.