GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ EMEKLİ SANDIĞI KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:45
Tarih:22.12.2011

CHP GRUBU ADINA KAZIM KURT (Eskişehir) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; öncelikle Fransa'da alınan karar nedeniyle protestolarımı ve siyasetçi tarih yapmaya kalktığı zaman meydana gelen olumsuz durumları dikkatinize sunmak istiyorum. Aynı sıkıntıyı Türkiye'de de yaşamak istemiyorsak, Parlamentoda tarihle ilgili politik tartışmaları tarihçilere bırakalım ve kendi çizgisi içerisinde bilimsel değerlendirmelere bırakalım diye düşünüyorum.

Bugün görüşmekte olduğumuz 113 sıra sayılı tasarı, teklif ve bir diğer teklifin birleştirilmesi suretiyle meydana gelen kanun çalışmaları sırasında şunu gördük ki gerçekten, Türkiye'de kanun hükmünde kararnamelerden sonra kanun yapmaya başlamamız Parlamento tarihi açısından önemli bir nokta.

Ancak, bu torba şekline gelmiş ve biraz da çorbalaşmış bir tasarı hâline gelmiş çünkü pek çok yasayı, pek çok kişiyi ilgilendiren bu tasarı, yeterince tartışılmadan, yeterince değerlendirilmeden Parlamentonun önüne geldi. Bu gelişle beraber "Acaba neden bu tasarı geldi?" diye düşündüğümüz zaman, hem acelesi açısından hem de bir an önce bu işi çözelim mantığı açısından baktığımızda Sayın Bakanın sunuşu şu noktada idi: Van'da deprem olmuş, olağanüstü koşullar oluşmuş ve oradaki zarar görmüş insanlarımıza katkı sunmak, yardım etmek, bu yetmedi, aynı yıl Kütahya'da meydana gelmiş depremdeki insanlarımıza da sosyal güvenlik açısından katkı sunmak olarak lanse edildi. Biz bunu incelemeye, değerlendirmeye başladığımız zaman gördük ki esas amacın Van ya da Kütahya'daki deprem mağdurları değil, Türkiye'de milyonlarca kişiyi ilgilendiren tedavi ve ilaçtaki katılım paylarının artırılması olduğu ortaya çıktı. Bu noktadan baktığımız zaman şunu bir kez daha gördük: Türkiye'deki ekonomi iyi idare edilmiyor, ekonomik sıkıntılar nedeniyle Hükûmet her türlü tasarrufu gündeme getirmeye çalışıyor ve bu doğrultuda da hiçbir alanda açık bırakmadan toplamaya çalışmakta.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu toptan yasayı değerlendirmeye başlarken şu noktayı dikkatinize sunmak istiyorum: Anayasa Mahkemesi iki kez karar vermiş ve bu hizmet birleştirmeleri nedeniyle emekliliği gündeme gelen, geçmişte Emekli Sandığında hizmeti olanların ikramiyeleriyle ilgili bir düzenleme ve bunun, özellikle ikinci kararda Grup Başkan Vekilimiz Hamzaçebi ve Sayın Muharrem İnce'nin davacı olarak açmış oldukları davayı Anayasa Mahkemesi kabul etmiş ve demiş ki: "Siz bizim kararlarımıza rağmen aynı şeyi tekrar gündeme getirerek arkadan dolanmaya çalışıyorsunuz, bu böyle olmaz." Bunun üzerine, geçmişte Emekli Sandığına tabi olarak çalışan insanların daha sonra herhangi bir sebeple ayrılmalarıyla BAĞ-KUR ya da Sosyal Sigortalar dediğimiz kurumlardaki hizmetlerinin yan yana getirilerek birleştirilmesi sonucunda emekli ikramiyesi alır hâle gelmiş. Anayasa Mahkemesinin hem 2005/40 esas hem de 2010/81 esas sayılı kararlarının ruhu, temeli, özelliği şu: Bu nitelikteki insanlarımızın tamamı emekli ikramiyesini alsın. O hâlde eğer 89'uncu maddede bir düzenleme yapılacaksa bu doğrultuda bir düzenleme olmasında yarar ve zorunluluk var. Ancak bizim şu anda gündeme getirdiğimiz ve tartışmakta olduğumuz 89'uncu maddeyle ilgili teklif ve tasarıda emekli ikramiyesinin sanki ödenmesini engelleyecek formüller arayışı içerisindeyiz. Bir kere, emekli ikramiyesinin ne olduğunu, emekli ikramiyesiyle paralellik arz ettirmeye, birlikte değerlendirmeye çalıştığımız kıdem tazminatının ne olduğunu çok net biçimde ortaya koyduktan sonra bu değerlendirmeleri yapmakta yarar olduğunu düşünüyorum.

 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleneksel çalışma hukukunu memurlar için düzenlemekte olup kendine özgü olduğunu bilmemiz lazım. İş hukuku ise dünya devletleri normlarıyla benzerlik sağlamaya çalıştığı için evrensel ve geneldir. Dolayısıyla, iş hukukunda ILO ve Avrupa Birliği sözleşmeleri çok daha özelliklidir ve önceliklidir. Bu nedenle, benzerlik arz etmeyen iki yasanın ilkeleri birbiri için geçiş hükmü olarak kullanılmamalıdır. Memuriyetten istifanın işçilikten istifayla karıştırılmaması gerekir. Bir memura emekli ikramiyesi ve emekli aylığını kaybettirmek çok kolay ve sık olan bir yöntem değildir. Bu hâllerin arasında sayılan istifa olgusu yer almadığı gibi, uzun vadeli ve kalıcı hakların kaybedilmesini de gerektirmemektedir. İstifa etmenin fonksiyonu sadece görevden ayrılmadır. Memur olarak çalışanların tabi olduğu yasalarda sosyal güvenlik haklarını kaybettiren ve yok eden hükümler bulunmaz. Dolayısıyla, 1475 sayılı Yasa'nın olumsuz hükümlerine paralellik kurulamaz. Yasada yer almayan hükümden yola çıkılarak, memur olanın istifa dilekçesi vererek işinden ayrılmış olması bile emekli ikramiyesinin yok edilmesine neden olamaz.

Yasaya yanlış anlam ve yorum katılarak, çalışanların Anayasa'nın 65, 90 ile uluslararası sözleşmeler gereğince tanınan sosyal haklarından yoksun bırakılarak, yaşlı ve yorgun yıllarında telafisi imkânsız zarara yol açacak durumlara maruz bırakılması düşünülmemelidir. Aksine bir yorum, sosyal devletin koruma, kollama amacına da ters düştüğü gibi kamu vicdanı ve hakkaniyete de uygun olmayacaktır. Bu nedenlerle, her koşulda emekli ikramiyesinin ödenmesi için bir düzenleme yapılması gerekir.

Oysa şu andaki düzenlemede, emekli ikramiyesi ile kıdem tazminatı birbirine karıştırıldığı için, memurların zarar etmesine neden olunmaktadır. Bir kere, emekli ikramiyesi tam yıl üzerinden hesaplanacaktır, oysa kıdem tazminatı neredeyse çalıştığı güne göre bile hesaplanabilen bir tazminattır. Dolayısıyla, eğer kıdem tazminatına paralel bir düzenleme yapılacak olursa, o zaman hesabın kıdem tazminatına uygun bir biçimde yapılması gerekir. Hesabın kıdem tazminatına uygun bir biçimde yapılması ise öncelikle güncellemenin zorunluluğunu getirir. Eğer siz on beş yıl önce Emekli Sandığından ayrılmış bir kişiye ikramiye öderken on beş yıl önceki katsayıyı, on beş yıl önceki koşulları dayatırsanız, o zaman bunun hakkaniyete uygun olmadığı ve getirdiğiniz kıdem tazminatı paralelinde de olmadığı ortaya çıkar.

İkinci yanlış, 5510 sayılı Kanun'la insanlarımızın artık altmış beş yaşına kadar çalışmasının zorunluluğu getirilmiştir. Dolayısıyla, pek çok koşulda insanlarımızın birçoğu otuz yıldan fazla çalışmak zorundadır. Belki kırk yıl, kırk beş yıl çalışmak zorunda olan bir kişiye siz ikramiyeyi otuz yılla sınırlarsanız bunun da hakkaniyete uygun olmadığı ve yanlış olduğu ortaya çıkar. O hâlde, bu düzenlemenin günün koşullarına uygun hâle getirilmesi ve tazminat hesabının güncel katsayılara göre dikkate alınarak düzenlenmesi gerekirdi, ancak bu düzenlemeden kaçılmıştır.

İkinci bir durum, yine hak arama özgürlüğünün, insanların en temel haklarından biri olan hak arama özgürlüğünün önüne geçen bir düzenlemedir. Bununla, ikramiye almak durumunda olan memurların açmış oldukları davalardan vazgeçmeleri şartını dayatmak çok doğru bir mantık değildir. Hak arayan ve aradığı hakta da haklı olduğu mahkeme kararlarıyla tespit edilen kişilere "Biz bu hakkı ancak davadan vazgeçerseniz veririz." demek çok doğru bir mantık, çok doğru bir uygulama değildir.

Yine, bu tasarıyı değerlendirirken şunu gördük ki, bizim daha önceki yıllarda, daha önceki koşullarda söylemiş olduğumuz, Türkiye ekonomisinin iyi yönetilemediği tespiti var. Altını çizerek söylüyorum, AKP'li arkadaşlarımız bu teklifi verirken şöyle bir gerekçe sunmuşlar: "Ekonomik kriz hâllerinde özel sektörde kiralar artmayabilmekte; buna karşın mevcut uygulamada kurum, taşınmaz kiralarını her yıl en az yeniden değerlendirme oranında artırmak zorunda olduğu için taşınmazların bir kısmı boş kalmakta ve gelir kaybına sebep olmaktadır. Teklifle, söz konusu sıkıntının önüne geçilmeye çalışılmaktadır." Yani "Türkiye'de bir ekonomik kriz vardır. Türkiye'de ekonomik kriz olmak üzeredir. Bu nedenle Sosyal Güvenlik Kurumunun kiracıları iş yerlerini boşaltmakta, iş yerlerimiz boş kaldığı için de biz yönetim kuruluna bu kiraları güncelleme yetkisi istiyoruz."

O hâlde, bunun da iyi değerlendirilmesi ve krizin ciddi bir biçimde dikkate alınması gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu tasarıda en önemli nokta, Sosyal Güvenlik Kurumunun ödemekte olduğu sağlık giderleriyle, ödemek istemediği sağlık giderlerinin gündeme gelmesidir ve tasarının böyle acele olarak Meclis gündemine getirilmesinin tek nedeni de budur.

Bu düzenlemeyle, bundan sonra sağlık sisteminde o "Canı istediği zaman istediği doktora gider. Canı istediği zaman üniversite hastanelerinde istediği kişiye tedavi olur." propagandasının sona erdiği ortaya çıktı.

Değerli arkadaşlarım, öncelikle sevk zinciri düzenlenmiştir. Türkiye'de 9,5 milyon civarında olduğu söylenen yeşil kartlıların bundan sonra sadece ve sadece aile hekimlerinde muayene olacağı bu tasarıyla tespit edilmiştir. Dolayısıyla Türkiye'de artık 9,5 milyon kişinin, gerçekten bir katkı ödeyerek, öncelikle prim ödeyerek ondan sonra da aile hekimine gittiği zaman katkı ödeyerek tedavi ya da muayene olması gerekecektir ve aldığı ilaçlara, alacağı ilaçlara da katılmak durumundadır.

Şöyle bir adaletsizliğe dikkatinize çekmek istiyorum: İlk üç kutuya kadar ya da ilk üç ilaca kadar 3 lira ödemek zorunda kalacaktır mükellef. Şimdi, 2 liralık bir ilaç için, ekstradan 3 lira daha ödemek durumunda kalacaktır ki bunun takdirini ve değerlendirmesini sayın milletvekillerine bırakıyorum. Bu noktada, düzgün bir düzenleme gerçekleştirilmemiştir.

Türkiye'nin sağlık giderlerinin sağlık harcamalarının gerçekten çok büyük boyutlara çıktığı bir ortamda, bu harcamaları aşağı çekmenin, bu harcamaları biraz daha düşürebilmenin hesapları yatmaktadır. Her noktadan bütçeye bazı tasarruflar sağlamak suretiyle bu düzenleme yapılmaya çalışılmaktadır ama bu düzenleme yapılırken halkın, yoksulun gerçekten sıkıntı içine düşeceğini zaman bize gösterecektir.

Değerli arkadaşlar, bu düzenleme, yine, bir başka noktadan hareketle bütçeye katkı aramakta ve katkı sağlama konusunda bir değerlendirme yapmaktadır. Geçmiş dönemlerde, emekli olduğu hâlde emekli maaşıyla geçinemeyen insanlarımızın çalışmak zorunda kalmaları karşısında, Cumhuriyet Halk Partisi, hiçbir koşulda sosyal güvenlik destek primi alınmaması gerektiğini üstüne basa basa vurguladı, vurgulamakta da ısrar ediyor ama şimdi, şu noktada, bu uygulamanın yanlış olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Normal ticaret yapan, normal alışveriş yapan esnaftan almış olduğunuz sosyal güvenlik destek primini noterlerden ve avukatlardan almadığınız ortaya çıktı ve şimdi, bu noktadan sonra noterlerle avukatlardan da sosyal güvenlik destek primi almanın yasasını yapıyorsunuz. Bunun da yanlış olduğunu başından beri söylüyoruz. Hiçbir koşulda sosyal güvenlik destek primi alınmamalıdır, çünkü bunun yurttaşa hiçbir ekstra katkısı yoktur, sadece para almak için yapılan bir düzenlemedir.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu yasayı, bu tasarıyı esas olarak gündeme getirmemizin en önemli sebebi olarak sunduğumuz Van ve Kütahya depremleriyle ilgili katkıyı da yeterli bulmuyoruz. Öncelikle, Cumhuriyet Halk Partisinin parti politikaları nedeniyle görevli olarak Van'a gitmiş arkadaşlardan birisi olarak, Van'daki sıkıntıları görmüş, Van'daki olumsuzlukları yerinde tespit etmiş birisi olarak Van'ın bu kadar hafife alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Van, sadece bu yasaya ekleyeceğimiz bir geçici madde ile kurtulamaz, geçici bir madde ile düzenlenemez. Van'la ilgili mutlaka afet bölgesi ilan edilerek bir değerlendirme yapılmalı, çünkü Van'da hâlâ çadır bulamayan, hâlâ ilaç bulamayan, hâlâ doğumunu çadırlarda yapan yurttaşlarımız yaşarken biz "Sosyal Güvenlik Kurumuna en az otuz gün prim ödemiş olmak şartıyla bunlara sağlık yardımı yapacağız." dersek Van'a çok büyük bir katkı sunmamış oluruz. Bunun mutlaka düzeltilmesi, mutlaka değiştirilmesi gerekir ki Van'daki insanlarımıza insani olarak görevlerimizi yerine getirelim. Bu noktada, bir tek olumlu nokta belki Kütahya depremindeki sıkıntı yaşayan yurttaşlarımızın da buraya eklenmesidir, ancak bu da doğru bir tavır değildir, çünkü bundan sonra gerçekleşecek felaketlerde, bundan sonra gerçekleşecek olağanüstü hâllerde yeni yasalar, yeni geçici maddeler koymak durumunda kalacağız ki bu hukuk mantığıyla uyuşmayan, hukuka uygun olmayan bir davranıştır. Bunun kalıcı çözümünü çok özel bir yasa yaparak ya da afet bölgesi ilan ederek bu tür olağanüstü hâllerde belli bir süre içerisinde derhâl afet bölgesi kararı almak suretiyle bir düzenlemenin yapılmasında yarar olacaktır diye düşünüyorum.

Bu düşüncelerle, Cumhuriyet Halk Partisinin bu tasarıya olumlu bakmadığını sizlere bildirmek istiyorum.

Saygılarımı sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kurt.