GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 375 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:50
Tarih:11.01.2012

CHP GRUBU ADINA CELAL DİNÇER (İstanbul) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 112 sıra sayılı Kanun Teklifi hakkında söz almış bulunuyorum.

Bu konudaki görüşlerimi açıklamadan önce, birkaç konuya değinmek istiyorum. Silivri Cumhuriyet Başsavcısının Sayın Genel Başkanımız hakkında hazırladığı fezleke konusu bugünlerde gündemimizi oluşturmaktadır. Bugün Türkiye'de hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, çok ciddi şekilde tartışılır hâle gelmiştir. Bu fezlekeyle, Türkiye'de özel yetkili bir yargı terörüyle karşı karşıya kaldığımızı daha iyi görüyoruz. Bu fezlekeler, bağımsız olması gereken yargının siyasi iradenin emrinde olduğunun bir göstergesidir. Bu fezlekeler, Türkiye'de artık "ifade özgürlüğü" diye bir kavramın kalmadığının ispatıdır. Bu fezlekeler, kim olursanız olun, Türkiye'de iktidar aleyhine konuşmanın resmen suç sayılacağının açık bir deklaresidir. Bu fezlekeler, Türkiye'de düşünce özgürlüğüne karşı yapılan sivil darbenin tamamlandığının ifadesidir çünkü iktidarı eleştiren, kendisini Silivri'de bulmaktadır. Bu fezlekeler, ifade özgürlüğü alanında sözün bittiği yerdir.

Türkiye'de artık, gün ağarmadan yapılan baskınlarla gözaltıları başlatmak, savunmaları engellemek, iktidarın bunaldığı anlarda gündemi değiştirecek ve dikkatleri başka tarafa çekecek kararlara imza atmak, özel yetkili mahkemelerin günlük işi hâline gelmiştir. Şimdi de Sayın Genel Başkanımızı hedef seçmişlerdir. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan "Yargı bize kan kusturdu, bakanları, çetenin nöbetçi hâkimleri var." derken suç oluşmayacak, yargıyı etkilemek olmayacak, yaşanan onlarca hukuksuzluğu eleştiren Sayın Genel Başkanımız hakkında fezleke düzenleyeceksiniz. Hangisi hakarettir, hangisi yargıyı etkilemektir? Yukarıda belirttiğim sözleri sarf eden Sayın Başbakan ve sayın bakanlar hakkında niçin fezleke düzenlenmemiştir? Şimdi "Bu yargının işidir." deyip topu yargıya atamazsınız. Yanlış yapan, suç işleyen yargıçlarla ilgili işlem yapılması Adalet Bakanı ve Müsteşarının üyesi olduğu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun işidir. Onları bu kürsüden göreve davet ediyorum.

Artık herkesin bu hukuk dışılığı görmesi gerekir. Türkiye'nin aydınları, politikacıları, gazetecileri, öğrencileri, kısaca, Türkiye'de hiç kimse güven içinde değildir. Günümüzde hakkını aramak için konuşan, yazan, düşüncesini açıklayan, sokağa çıkan herkes terör örgütü üyesi ve Hükûmete karşı darbe planı yapmak suçlamasıyla içeri alınmaktadır. Bugün yaşanan kanun dışı, hukuk dışı bu uygulamalar geçmişte, darbe dönemlerindeki sıkıyönetim mahkemelerini bile aratmaktadır. Hatta, iktidarın uygulamaları sıkıyönetim dönemindeki uygulamaları dahi geride bırakmıştır. Cumhuriyet değerlerini savunan herkes hakkında soruşturma açılıyor, cumhuriyete ve laikliğe karşı olan hiçbir eylem ise soruşturulmuyor. Savcıların görevi cumhuriyeti korumak değil midir? Bu görevlerini yapmayıp sadece iktidarı koruma ve kollama görevi yapıyorlar, bizim de bu yargının bağımsız olduğuna inanmamızı bekliyorlar. İktidarın "ileri demokrasi" dediği bu olsa gerek.

Bütün bu olanlara rağmen demokrasiyi, insan haklarını, özgürlüğü, hukuku onlara öğreteceğiz. Adil yargılamanın ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini de öğreteceğiz. Onların adil yargısını Deniz Feneri davasında ibretle görmekteyiz. Türkiye bu utançtan kurtulmalıdır. Antidemokratik rejimlere özenenlerin sonlarının hüsran olduğunu bir kez daha huzurlarınızda hatırlatmak istiyorum.

Belirtmek istediğim bir başka konu, TÜRK-İŞ Başkanı ve diğer yöneticilerin Genel Başkanımız hakkındaki sözleridir. Sayın başkanlar iktidara yaranmak için muhalefet liderine cevap vermeyi bırakıp temsilcisi oldukları işçilerin haklarıyla ilgilenirlerse daha hayırlı bir iş yapmış olurlar.

Hükûmetin vaat ettiği sendikal özgürlüğün bir aldatmaca olduğunu, hiçbirisinin gerçekleşmediğini hepimiz çok yakından görüyoruz, görmekteyiz. Anayasa oylaması sırasında "Bir değil iki sendikaya üye olacaksınız." diye bol bol vaatler yapıldı, oylama yapıldı ama bugün uygulamada bunların hiçbirisini göremiyoruz. Bir tek sendikayı dahi kurmak isteyen, iş yerinde sendika kurmak isteyen işçiler, ertesi günü kapı dışarı edilmektedir ama ne yazık ki işçi sendikalarının değerli başkanları bunlara hiç söz geçirememekte, ses çıkaramamaktadır.

Sözleşmelerdeki düşük ücret artışlarına, sosyal hakların gün geçtikçe yok edilmesine, devlete ait fabrikaların birer birer kapatılıp işçilerin sokağa bırakılmasına ve bu fabrikaların birilerine peşkeş çekilmesine sendika başkanları bugüne kadar niçin ses çıkarmadılar, niçin ses çıkarmıyorlar, niçin seslerini yükseltmiyorlar? İşçi haklarını savunan muhalefetin liderine laf yetiştirmede hiç de zaman kaybetmiyorlar.

Bugün yüce Mecliste eşit işe eşit ücreti konuşuyoruz, TÜRK-İŞ Başkanının Asgari Ücret Tespit Komisyonunda muhalefet şerhi koymaktan korktuğu bir süreçte emeğin kutsallığını tartışıyoruz.

Değerli milletvekilleri, buradan sesleniyorum: Sayın Başkan, korkma, korkuyorsan o koltukta ne işin var? Bilirsiniz "Hak verilmez alınır." diye bir slogan var. Hak mücadeleyle alınır ve her mücadelenin de bir bedeli vardır. Göze alamıyorsan mücadele edip hak alacaklara bırak o koltuğu. Bir de Sayın Başkanın arka bahçe korkusu varmış, CHP'nin arka bahçesi olmayacakmış.

Açık açık diyoruz ki bizim ön ve arka bahçeye ihtiyacımız yoktur Sayın Başkan. Sen "korktum" diyerek iktidarın bahçesine sığınmışsın. Biz diyoruz ki: O bahçeden de çık, sadece emeğin, işçinin bahçesinde ol.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün 112 sıra sayılı Kanun Teklifi hakkında değerli arkadaşlar görüşlerini bildirdiler. Daha üç ay önce çıkmış bir kanunu da yamalı bohçaya çeviriyoruz. Burada sadece unutulan Emniyet Genel Müdürlüğü Uçuş ve Dalış personeli değil, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki uzman erbaşlar değil, mülki idare amirleri de unutulmuştur, merkezde görevli polis baş müfettişleri de unutulmuştur, merkez emniyet müdürleri de unutulmuştur, Maliye personeli de unutulmuştur, üniversite personeli, icra memurları, öğretmenler,  doktorlar da unutulmuştur, belediye denetçileri de unutulmuştur, bakanlık müfettişleri de unutulmuştur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kanun hükmünde kararname mağduru olan bakanlık müfettişleri de unutulmuştur. Bu örnekleri artırmak mümkündür. Şimdi size bu iktidarın bu kararnamelerle yaptığı bazı uygulama ve trajikomik olaylardan bahsetmek istiyorum. 2 Kasımda yayınlanan 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle Elektrik İşleri Etüt İdaresinin bazı görevleri DSİ'ye ve Enerji Bakanlığına devredildi. Ne yazık ki aynı gün yayınlanan başka bir kararnameyle bu kurum kaldırıldı. Madem kaldıracaksın görevlerinin bir kısmını niye devrediyorsun? Aynı kararnameyle devret, o kurumu kapat ama aceleyle, kapalı kapılar ardında çıkarılan kararname birkaç kişiyle hazırlanan kararnameler olduğu için böyle yanlışlar yapılmaktadır. Daha bitmedi. Aynı kararnameden bir gün sonra -dikkatinizi çekiyorum- 3 Kasım 2011 tarihli Resmî Gazete'de de kapatılan bir kurumun teftiş kurulu yönetmeliği yayınlanıyor değerli arkadaşlar. Kurumu siz bir gün önce kapatıyorsunuz bir gün sonra teftiş kurulu yönetmeliğini yayınlıyorsunuz. Bu da ne kadar dar çerçeveli bir kadroyla bu kararnamelerin hazırlandığının bir göstergesidir. Siz eğer kadrolaşma uğruna, sırf Bakanlıktaki kadroları ele geçirmek uğruna bu tür usulsüzlükler yaparsanız Türkiye'ye çok yazık edersiniz.

Hepinize çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Dinçer.