| Konu: | CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 53 |
| Tarih: | 18.01.2012 |
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 138 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, yeni Kenan Evrenleri ve Orta Asya tipi demokrasiyi inşa edecek bir tasarıyla karşı karşıyayız. Bu konudaki kaygılarımızı, eleştirilerimizi sizlerle somut olarak paylaşmak istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti'nde 1924 tarihli Anayasa'dan başlayarak Cumhurbaşkanlığı görev süresi, hep anayasalarda somut olarak, net olarak, tereddüde yer vermeyecek bir şekilde açıklık kazandı. Türkiye Cumhuriyeti'ni yöneten iradeler, devletin en üst makamı olan Cumhurbaşkanlığının görev süresinin Anayasada belirlenmesini esas aldılar. Bakıyoruz, aynı yaklaşımı 22'nci Yasama Döneminde bu Meclis de göstermiş. 22'nci Yasama Döneminde 31/05/2007 tarihinde 5678 sayılı Kanun'da da yine Cumhurbaşkanının beş yıllığına ve en fazla 2 kez seçilmesine dair anayasal bir hüküm getirilmiş. Yetinilmemiş, bu Kanun'un, 5678 sayılı Kanun'un çerçeve 6'ncı maddesinin geçici 18 ve 19'uncu maddelerinde "11'inci Cumhurbaşkanı" vurgusu yapılarak bu konu daha da somutlaştırılmış. Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ve komisyon üyelerinin referandum takvimi ve uygulama zorunluluğu sebebiyle "11'inci Cumhurbaşkanı" ifadesinin konulmaması yönündeki uyarılarına rağmen, 4 Mayıs 2007 tarihli tutanaklardaki uyarılarına rağmen, o dönem egemen olan siyasi irade bu görüşünde ısrar ediyor. Bu arada ne oluyor? 28 Ağustos 2007 tarihinde 11'inci Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçiliyor. Bunun devamında da ne oluyor? 5697 sayılı Kanun'la, biraz evvel sözünü ettiğimiz 31/05/2007 tarihli Kanun'un çerçeve 6'ncı maddesindeki 18 ve 19'uncu maddeler madde metninden çıkarılıyor. Ancak, madde metninden çıkarılırken, burada, Anayasa koyucu, Cumhurbaşkanının görev süresine yönelik olarak iradesinin değiştiğine dair, yani yedi yılın devam ettiğine dair bir iradeyi ortaya koymuyor, bu konuda hiçbir açıklama yapmıyor.
Bakıyoruz, biraz evvelki söylemlerimizi yine doğrular şekilde, Anayasa'da, biliyorsunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının görev süresine yönelik değişiklikler yapıldı, Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev sürelerine yönelik değişiklikler yapıldı, düzenlemeler yapıldı, geçiş dönemini düzenleyen hükümler getirildi. Bunların her ikisinde de yine bakıyoruz -yakın tarihte, uzak tarihten söz etmiyorum, 22'nci dönemden, 23'üncü dönemden söz ediyorum- Anayasa'nın 94/3'üncü maddesinde ve yine Anayasa'nın 147/1'inci maddesinde Anayasal düzenlemeyle bu hükümlerin düzenlendiğini görüyoruz.
Peki, daha bir yıl evvel yapılan Anayasa düzenlemelerinde Anayasa hukukunun bu temel ilkelerinin gereğini yapan Parlamento ya da bu yönde iradesini ortaya koyan siyasi iktidar grubu bu nitelikteki bir düzenlemeye bugün neden gerek görmüyor, bunu sorgulamamız gerekiyor, bunu değerlendirmemiz gerekiyor. Bu, aslında, siyasi iktidarın, Türkiye'yi yöneten, Türkiye'nin yönetiminde egemen olan siyasi iktidarın, hukuk, demokrasi ve millî irade konularındaki keyfîliğini ve sorumsuzluğunu gösteren çok somut bir gelişmedir. Bu sebeple şunu önemle ifade ediyoruz: Bu yönde bir irade değişikliğine dair herhangi bir irade beyanı mevcut olmadığından, Anayasa Komisyonunda kabul edilen geçici 1'inci maddenin, Cumhurbaşkanının görev süresini düzenleyen geçici 1'inci maddenin Anayasal dayanağı yoktur değerli milletvekilleri. Bu safahat karşısında şu çok açık olarak ortaya çıkıyor; cumhuriyet tarihi boyunca yapılan uygulama ve mevcut meri mevzuat karşısında normatif olarak anayasal düzenlemeyle yapılması gereken bir düzenlemeyle karşı karşıya olduğumuz hâlde bunun gereği yapılmamaktadır. Siyasi iktidarın Parlamento aritmetiğindeki kritik eşik sebebiyle bu yöne başvurmadığı gelişmelerden anlaşılıyor, ortaya çıkıyor. Anayasa ve demokrasinin bu temel ve vazgeçilmez ilkeleri karşısında bu ilkelere aykırı olarak bir anlayış ve uygulama içine girilmesinin ve bunda ısrar edilmesinin "demokrasi" kavramıyla bağdaşması, "millî irade" kavramıyla bağdaşması söz konusu olamaz.
Siyasi iktidar, Makyavelist yöntemlerle, Makyavelist yaklaşımlarla ve dayatmacı anlayışıyla anayasal sistemi sabote etmektedir değerli milletvekilleri. Bu anlatımlarımız çerçevesinde mevcut Cumhurbaşkanının, Sayın Abdullah Gül'ün 28 Ağustos 2012 tarihinden sonra tesis edeceği tüm işlemlerin anayasal dayanağı söz konusu olamayacağından anayasal sistemde bu anlamda da kaotik bir dönemin başlayacağını şimdiden ifade ediyoruz. Cumhurbaşkanının bu tarihten sonra tesis edeceği tüm işlemler hem siyaseten ve hem de anayasal olarak tartışılır hâle gelecektir. Bu durum toplumda mevcut olan ayrışma ve kutuplaşma sürecinin daha da ileri boyutlara ulaşmasına yol açacaktır. Cumhurbaşkanlığı makamının meşruiyeti tartışmaları ülkemiz gündemini bundan böyle de yine meşgul edecektir, daha da önemlisi değerli milletvekilleri -konuşmamın başında ifade etmiştim- getirilen düzenlemeyle yeni Kenan Evrenlerin önü açılmakta, 1982 Anayasası'ndaki otoriter yapı Orta Asya tipi demokrasiye dönüştürülmektedir. Mevcut anayasal sistem teknik anlamda da anayasa sistematiği anlamında da ucubeleştirilmiştir değerli milletvekilleri. Bu takdirde yapılacak?
Şunu yapabilirsiniz değerli milletvekilleri: Siyasi iktidar olarak anayasal sistemde başkanlık sistemini tercih edebilirsiniz, yarı başkanlığı tercih edebilirsiniz. Bunun elbette Anayasa zemini içinde tartışması, değerlendirmesi ayrıca yapılır. Ama getirilen bu düzenlemeyle bunu yaparken ne yapmak gerekiyor? Parlamenter sistemle bağlantılı olarak Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında yetki, görev ve sorumluluk dengesini inşa etmek gerekiyor. Peki, bu getirilen düzenlemede bu yönde bir düzenleme var mı, bir değişiklik var mı? Hayır, böyle bir düzenlemenin olmadığını görüyoruz. Bu sebeple, getirilen bu düzenleme, çağdaş demokrasilerde mevcut olan başkanlık sistemine de uymuyor, yarı başkanlık sistemine de uymuyor, parlamenter sisteme de uymuyor. Anayasa Komisyonu Başkanının kabul ve itiraf ettiği gibi -tutanaklara geçen ifadesiyle söylüyorum- ucube bir sistemle, ucube bir düzenlemeyle karşı karşıyayız.
Bu sistemin demokrasilerde örneği yoktur, bu ucube sistemin demokrasilerde örneği yoktur. Sayın Bakanın Komisyon görüşmelerinde sözünü ettiği Avusturya ve Finlandiya gibi ülkelerdeki düzenlemelerin de emsal teşkil etme niteliği yoktur değerli arkadaşlarım. Çünkü o ülkelerde, evet, bazı ülkelerde, son derece sınırlı ülkelerde cumhurbaşkanı halk tarafından seçilebiliyor başbakanla birlikte ama ne yapılıyor? Cumhurbaşkanının sorumluluğunu düzenleyen anayasal düzenlemeler getiriliyor. Ee ne yapıyoruz? Halkoyuyla gelen bir cumhurbaşkanı ama halka hesap vermeyen bir cumhurbaşkanı, anayasal anlamda hiçbir denetim mekanizmasının söz konusu olmadığı bir cumhurbaşkanlığı makamı. Bunun demokrasilerde yeri yoktur, bunun hukuk devletlerinde yeri yoktur değerli arkadaşlarım.
Burada şunu ifade etmek istiyorum geldiğimiz noktada: Biliyorsunuz Anayasa'nın 104'üncü maddesi Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenliyor. 12 Eylülü yapan 5 kişilik ihtilal komitesi bu düzenlemeyi yaparken, 104'üncü maddeyi düzenlerken aslında 7'nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren'i esas almıştı, onu korumayı amaçlamıştı. Buradaki temel amaç şuydu: Bir taraftan 7'nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren'i geniş yetkilerle donatıp diğer yönden ise hiçbir yasal ve anayasal denetime tabi tutmamak, bu yolla 12 Eylülün o antidemokratik yapısını olabildiğince uzatabilmek, onun egemen olmasını sağlamak idi; oradaki düzenlemenin temel amacı buydu.
Getirilen bu düzenlemeyle ne yapıyoruz? Komisyon raporu düzenlemesiyle ihtilal mantığı ve kurgusu içinde Kenan Evrenleri korumaya yönelik bu düzenlemeyi daha ileri boyutlara taşıyoruz. Bilim adamı misyonuna sahip olan tüm akademisyenler, bu tür bir düzenlemenin demokrasiyle bağdaşmadığını, yetkiyle birlikte paralel olarak sorumluluklarının ve denetim yollarının da belirlenmesi gerektiğini hep ifade etmişlerdir.
Gerek sağ gerek sol ideolojiye mensup olan, aydın namusuna ve tutarlılığına sahip olan tüm bilim adamları, 12 Eylül 1980'den bu yana, bu Anayasa gerçeğini hep dile getirmişlerdir. Aslında bu vakıa bile başlı başına, siyasi iktidarın demokrasi ayıbı ve sakatlığını somut olarak ortaya koymaktadır.
Bu kronoloji içinde getirilen bu düzenlemeyle 12 Eylül ihtilalinin yarattığı bu antidemokratik yapı, tam anlamıyla ve tüm kurumlarıyla ihtilal hukuku boyutlarına ulaştırılmış olmaktadır.
12 Eylül 1980-6 Aralık 1983 dönemindeki yüz beş civarındaki temel kanunun değiştirilmesine yanaşmayan AKP İktidarının, bunları muhafaza etmek isteyen AKP İktidarının, demokrasi ve millî iradeyle ilgisinin olmadığı, demokrasiyi antidemokratik amaçları için araç olarak kullandığı, bu tasarıyla bir kez daha doğrulanmış olmaktadır.
Değerli milletvekilleri, bu söylediklerimizin bir kulağınızdan girip bir kulağınızdan çıkacağını çok iyi biliyoruz çünkü aradan geçen on yıl bize maalesef bunu gösterdi ama gelecek nesillere ışık tutmak amacıyla, tarihe ışık tutmak amacıyla, tarihe not düşmek amacıyla bunları ifade etmek gereğini duyuyoruz.
Bakın, ne yapıyorsunuz bu düzenlemeyle: On yılı bulan AKP İktidarıyla birlikte kamu bürokrasisinde oluşturulan parti devleti ve polis devleti yapılanmasının yanına bu suretle anayasal hiyerarşi yapılanması da eklenmek suretiyle fiilî Başkanlık sistemi ihdas edilerek Orta Asya tipi bir demokrasiyi inşa etmiş olacaksınız. Böylece, bir taraftan halk oyuyla ve seçimle gelen, anayasal sistemde çok geniş yetkilere sahip olan ancak halk oyuyla gelmesine rağmen hiçbir anayasal denetime tabi olmayan, âdeta bir kral gibi ülkeyi yöneten bir Cumhurbaşkanı, diğer taraftan ise seçimle gelen ve en üst düzeyde görev yapan ve anayasal yetkileri birbirinin içine giren Başbakanlık makamıyla yetki kavgası kaçınılmaz olan bir süreci yaratmış oluyorsunuz, bir fetret yapılanmasını yaratmış oluyorsunuz değerli milletvekilleri.
Aslında bu süreç tabii şunun sonucu: Kifayetsiz, muhteris ve öngörüden uzak bir siyaset anlayışının Türkiye'ye getirdiği sorumsuz ve maceracı ve öngörüden uzak, tamamen kişisel ve siyasi konjonktüre ve hesaplara göre yapılmak istenilen düzenlemelerin, yapılmak istenilen, uygulanmak istenilen yönetim anlayışlarının kaçınılmaz bir sonucunu, bir tablosunu yaratmış oluyorsunuz değerli milletvekilleri. Bunları ısrarla anlatıyoruz, anlatmaya devam edeceğiz.
Bakın, bu genel değerlendirmelerin yanında, aslında, komisyon raporunun 11, 13 ve 14'üncü maddelerindeki düzenlemelerin de Anayasa hukuku sistematiği yanında hukukun genel ilkelerine aykırı olduğunu yine yeri gelmişken ifade etmek istiyorum. Bu düzenlemeyle, kişiye özgü düzenlemelerin yapıldığını görüyoruz. Hukuk tekniğine göre genel, soyut ve kapsayıcı nitelikte olması gereken bu düzenlemelerin adrese teslim birtakım düzenlemeleri getirdiğini görüyoruz.
11'inci maddede kamu görevlilerinin aday olması hâlinde istifa etmeleri esasını getiriyoruz. Tamam, doğru bir düzenleme. E, peki, bu kamu görevlileri yanına Başbakanı niye eklemiyoruz, Cumhurbaşkanını niye eklemiyoruz, Meclis Başkanını niye eklemiyoruz, bakanları niye eklemiyoruz? Başbakan, bakan ya da Meclis Başkanı, onların aday olmaları hâlinde, o olağanüstü devlet gücüyle birlikte, bir, girecekleri yarışta gerçekten sağlıklı, demokratik bir yarışın olması söz konusu olabilir mi? O devlet nüfuzunun kullanılması, başlı başına o kişiler lehine nüfuz suistimali yoluyla haksız kazanımlar sağlamaz mı? Devlet imkânlarının propaganda aracı olarak kullanılmasının yolunu açmaz mı değerli arkadaşlarım? Neden serbest bir yarışın olmasından korkuyorsunuz? Neden bunu engellemek istiyorsunuz? Bunları sorgulamak gerekiyor, bunları değerlendirmek gerekiyor değerli arkadaşlarım.
Bir diğer husus şu: Kaynağı belirsiz sermaye grupları tarafından oluşturulacak fonlar üzerinden yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin anayasal sistemde yaratacağı tahribatlar başlı başına bir sorun olarak karşımıza gelecektir. Seçimler öncesinde, propaganda döneminde o finansmanların denetimi yapılmıyor. Önemli olan o dönemde bu denetimi yapmak. Seçimler yapıldıktan sonra, seçimlerin sonuçları ortaya çıktıktan sonra yapılacak denetimlerin hiçbir pratik değerinin olmadığını yine yeri gelmişken ifade etmek istiyoruz. Çünkü bu yolla, seçimlerden evvel bu denetim yapılmadığı takdirde, orada Cumhurbaşkanı seçiminin propagandasına yönelik olarak, finansman yapısına yönelik olarak kayıt dışı bir yapının doğacağının endişesini taşıyoruz. Bu, maalesef bir Türkiye gerçeği olarak karşımıza gelecektir değerli arkadaşlarım.
Değerli milletvekilleri, açıkladığımız sebeplerle Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonlarının müktesebatıyla, ciddiyetiyle, sorumluluk anlayışıyla bağdaşmayan bir komisyon raporu ile karşı karşıyayız. Türkiye'nin yakın geleceğinde fetret yapılanmasını yaratması kaçınılmaz olan böyle bir düzenlemenin tarihî sorumluluğuna ve vebaline ortak olmak istemiyoruz. Tarih önünde siyasi iktidarı uyarmak ve kamuoyunu da bu anlamda doğru bilgilendirmek sorumluluğuyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
22'nci Yasama Döneminde birçok zeminde ve 4 Mayıs 2007 tarihli Anayasa Komisyonu toplantılarında dile getirdiğimiz eleştiri ve kaygılar, maalesef, AKP iktidarlarının hukuk ve kural tanımaz uygulamalarıyla büyük ölçüde hayata geçmiştir. Demokrasi ve hukukun nispi kırıntıları bu tasarıyla tümden yok edilmektedir. Siyasi iktidar bu tasarıyla siyaseten ve anayasal olarak vermesi gereken hesap verme mekanizmalarını tümden ortadan kaldırmaktadır. Demokrasi ve hukukun içi boşaltılmaktadır. Bu ve benzeri düzenlemelerle cumhuriyetin değer ve kazanımlarını etkisiz kılmaya yönelik ideolojik saldırılar en üst düzeyde himaye altına alınmaktadır. Anayasa yaparken bile toplumu ayrıştıran bir siyaset anlayışına sahip olan siyasi iktidar, biraz evvel de ifade ettim, bu tasarıyla bir taraftan yeni Kenan Evrenleri yaratmakta, bir taraftan da Orta Asya tipi demokrasi inşa etmektedir. Yakın siyasi tarihin demokrasilerin akıbeti konusunda ortaya koyduğu bir gerçek vardır. Fransız kamu hukukçusu Vedel'in deyimiyle ifade ediyorum: "Demokrasi siyasi partiler olmaksızın yaşayamaz ancak siyasi partiler yüzünden son bulabilir."
Cumhuriyet Halk Partisi, parti devleti ve cemaat yapılanmalarıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin değer ve kazanımlarının yok edilmesine, Türkiye'de faşizmin en üst düzeyde kurumsallaşmasına fırsat vermeyecektir. Cumhuriyetin değer ve kazanımlarının demokrasiyle taçlandırılması konusunda da yine tarihî misyonunu yapacaktır, bunun gereğini yapacaktır. Bu kararlılığı burada bir kez daha ifade ediyoruz.
Sizleri, yeni Kenan Evrenleri yaratmamak ve Orta Asya tipi demokrasi inşa etmemek noktasında bir kez daha uyarıyor ve Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kart.