| Konu: | KONYA MİLLETVEKİLİ ATİLLA KART VE 32 MİLLETVEKİLİNİN, DENİZ FENERİ DERNEĞİYLE İLGİLİ SORUŞTURMA SÜRECİNE MÜDAHİL OLARAK GÖREVİNİ KÖTÜYE KULLANDIĞI İDDİASIYLA BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGESİNİN ÖN GÖRÜŞMESİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 87 |
| Tarih: | 31.03.2012 |
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bugün, burada bir gensoru görüşmesi yapıyoruz. Siyasi etik, siyasi ahlakla ilgili çok önemli iki konuda üst üste iki gensoru var ama bir miktar geriye gidip hafızaları tazelemekte fayda var. Geçtiğimiz günlerde Almanya'da Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Onun sorunu, bundan önceki görevinde, Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı iken bir arkadaşından piyasa oranlarının altında faizle bir kredi kullanmış olmasıydı ve devamında kendisini istifaya götüren sürecin bir parçası da, Bild gazetesini arayıp "Sizinle olan ilişkilerimi zedeler bu. Bu olayın çok üstüne gitmeyin." demiş olmasıydı. Oysa Türkiye'de yaşadığımız süreçte, biraz önce Sayın Bakanın sadece kendi ifadelerini dinleseniz siyasi etik açısından misliyle aşılmış olan bir sıkıntı söz konusu. Bunun devamında, burada tabii, gensoru görüşmelerine geçilmesini bile iktidar partisinin oylarıyla reddettik.
Şöyle bakalım: Geçen gün burada cumhuriyet tarihinin ve demokrasimizin belki de en ayıplı işi oldu. Bir milletvekilimize ön sıralarda oturan bir iktidar partisi milletvekili, sadece görüşlerini söylerken kürsüde hücum etti ve kendisine saldırdı. Meclis Başkan Vekili İç Tüzük'e göre inceledi, partinizden seçilmiş bir Meclis Başkan Vekili ve dedi ki: "Bunun kınama cezası alması gerekir ama bir milletvekiline bu cezayı ancak yüce Meclis verir." Oylarınıza sunuldu ve çekimser kalmaya bile cesaret etmeyip, o nezaketi bile göstermeyip, bu kınama cezasının verilmesine engel oldunuz.
Deniz Feneri ile ilgili şimdi konuşacağımız konuda savcılar birazcık konuyu ciddi şekilde ele almaya kalktıklarında haklarında soruşturma açıldı. Şimdi de haklarında ceza istemiyle davalar yürütülmektedir.
Açık söylemek lazım: Şimdi, bugün burada Sayın Beşir Atalay hakkında konuşacağımız her şey, aslında AKP'nin iktidar anlayışını ve Hükûmetin tamamının yolsuzluklara ve yoksulluğa bakış açısını gösteren ve açıkçası Deniz Feneri Derneği konusundaki, Türkiye'deki iktidar partisinin temel yaklaşımını göstermektedir.
Deniz Feneri meselesi nedir? Deniz Feneri meselesi, Deniz Feneri davası, cumhuriyet tarihimizin en büyük yolsuzluk davasıdır. Deniz Feneri davası, en büyük vicdan sömürüsüdür. Cumhuriyet tarihimizin en ciddi din sömürüsüdür Deniz Feneri davası. Cumhuriyet tarihinde yargıya en açık müdahalenin ispatıdır Deniz Feneri davası. En büyük adam kayırmacılıktır. Kamu gücünü kullanarak suçu ve suçluyu örtme konusunda yapılmış en büyük demokrasi ayıbıdır. Deniz Feneri davası, bir bakan için yapılabilecek en büyük iddia, en büyük ithamın yani yürütülmekte olan bir yargı dosyası üzerinde kendisine yakın isimlere bilgi sızdırmanın, köstebeklik iddiasının suçüstü yapıldığı, apaçık ortaya çıktığı bir demokrasi ayıbıdır, bir kamu yönetimi ayıbıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Deniz Feneri davası, iktidar partisinin turnusol kâğıdıdır çünkü yoksulluk üzerinden ve yolsuzluk üzerinden mesafe alan bir partinin, 2002 yılında, "Yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele edeceğim." diye gelip daha sonra yolsuzluğu, yoksulluğu ortadan kaldırmak yerine yoksulluğu yönetmek ve patentleri kendilerine ait olan "sürdürülebilir yoksulluk yönetimi"yle iktidarlarını yeniden ve daha güçlü şekilde tahkim etmekle ilgili bulmuş oldukları bir yöntemin kurumsallaştırılmasıdır. Deniz Feneri davası, elli yıl önce geçim derdiyle ve belki Anadolu'da bıraktıkları bir fakir anne-babaya, hatta onlara bıraktıkları kundakta bir bebeğe aş ve iaşe temin edebilmek için gurbet ellere gitmiş, orada alın teriyle kazanmış, çok ağır şartlarda çalışmış, kendilerine burada "Almancılar, gurbetçiler" denen, orada ikinci sınıf vatandaş durumuna düşmüş kişilerin alın teriyle kazandıklarını, bir vefa duygusuyla ülkelerindeki yoksullara zekât olsun diye, fitre olsun diye toplayanlara güvenip verdiklerini daha sonra bu kişilerin bunu zimmetine geçirdikleri ve Türkiye'ye aktardıkları; amacı dışında, belli siyasi amaçlarla bir mücadele veren kişilerin kullandığı ve bu durumun, Almanya'daki adalet sistemi tarafından yapanların tespit edildiği, yakalandığı, yargılandığı ve ceza verildiği, Türkiye uzantılarının tespit edildiği, Türkiye'ye bildirildiği ama Türkiye'ye o dosyanın yüz altmış gün sonra tercüme edilerek gelebildiği ve bu konuda Sayın Bakanın kusuru olarak ifade ettiğimiz mesele. Yani koruma müdürü, bir gün sonra yapılacak olan bir aramayı Bakanlığa tahsisli bir telefondan arayıp haber veriyor. Sayın Bakan bu meseleyi gizlemiyor, "normal" olarak gösteriyor, "Yapabilir böyle bir telefon görüşmesi." diyor. Sayın Bakan bunu yapıyor ya, bu çok ayıp bir şey, derhâl Bakanlığı bırakması lazım. Gensoru, Avrupa parlamentolarında olsa bakan direkt düşer ama inanın ki bu Sayın Bakanın kusuru, toplam kusurları içinde buz dağının görülebilen kısmıdır çünkü Sayın Bakan, Hükûmet ve Sayın Başbakan bütün benliğiyle, bütün varlığıyla Deniz Feneri davasının tam içinde öznesidir, göbeğindedir ve Türkiye'deki hamisidir. (CHP sıralarından alkışlar)
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Çok bağırdın ama alkış düşük kaldı.
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Türkiye'de, Güney Deniz Saha Komutanlığı, tam da Kıbrıs Rum kesimi Kıbrıs açıklarında petrol aramaya başlayacağı dakikalarda Güney Deniz Saha Komutanı gibi kritik bir görevli, bir kararla tutuklanıp cezaevine konabilmekte, Hükûmet buna karşı herhangi bir tasarrufta bulunmayı gerekli görmemektedir, bunu hukukun gereği olarak görmektedir ama Deniz Feneri davasıyla ilgili tam da Türkiye çalkalanacakken, normalde medya görünürlüğü açısından bu mesele tam da 1'inci sırada ve aylarca kalacak, o 4'üncü kuvvet medyanın denetim gücüyle belki de meseleler açığa çıkacakken Sayın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın gözyaşları ve vicdan sesleri arasında, kendisine bağlı olan RTÜK kurumunun başında davanın Türkiye'deki 1'inci dereceden sorumlusu Zahit Akman kalmış ve Demokles'in kılıcı gibi, Türk medyasının etrafında bu kılıç, başının üzerinde sallanmış ve Deniz Feneri konusunda herhangi bir medya görünürlüğü olduğunda o kurumlara en ağır cezalar, en ağır müeyyideler sudan sebeplerle verilir olmuştur.
Öyle bir noktadayız ki Adalet ve Kalkınma Partisi yoksullukla mücadele etmede bazen sözde "Biz bir sosyal devletiz." ifadesini kullanıyor, devleti bu alandan çekmiş, Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfının objektif kriterleri ortadan kaldırılmış, fiilen ve açıkça iktidar partisinin mahalle temsilcileri, köy temsilcileri, teşkilat yöneticilerinin verdikleri raporlar doğrultusunda sosyal yardımlar yapılır olmuş; bunun yanında yoksullukla mücadele etmek için sözde sivil, tarafsız kuruluşların önü açılmıştır. Bunların görünen en bariz örneği Deniz Feneridir bu yaşadıklarımızda ama iktidar bu gidişten rahatsız değildir ve açıkça bu konuyu artık kanunlaştırmış, Meclisten kaçırarak çıkardığı bir kanun hükmünde kararnameyle -Sayın Sağlık Bakanımız da tesadüfen çok uygun bir yerde oturuyorlar şu anda- "hastane fenerleri"nin önünü açmıştır. 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname der ki: "Sağlık hizmeti sunmaya yetkili gerçek ve tüzel kişilerin bulunduğu yerlerde sosyal dayanışma ve yardımlaşma amacıyla gönüllü ve ücretsiz olarak sağlık hizmeti sunulabilir. Bununla ilgili yetki belgeleri düzenlenir. Bu kişiler doğrudan sağlık hizmeti olmayan hasta karşılama, bilgilendirme, refakat, kişisel bakım ve daha sonra evde ziyaretler gibi durumlarda hizmet verebilirler." Bakın, devlet, sağlık alanında dahi bu tip hizmetleri verebilecek ve tamamen bağımsız, bu hizmeti bedelsiz olarak verebileceğini söyleyen sosyal dayanışma ve yardımlaşma amaçlı bu tip derneklerin önünü açmaktadır. Bu, daha önceleri belli yurtlara gidecek olan çocukları otobüs terminallerinde belli vakıfların, belli cemaatlerin temsilcilerinin karşıladığı durumu tam da hastanelerin girişlerinde yasal, kanun hükmünde kararnameyle düzenlenmiş ve yetkilendirilerek "Sen burada ne arıyorsun arkadaş?" denilemeyecek bir duruma getirmiştir. Oysa Anayasa'mız çok açıktır ve bu verilen bir kamu hizmetidir. Kamu hizmetinin kamu görevlileri tarafından, kamu görevlileri eliyle sağlanması gerekmektedir. Çok yakında "hastane fenerleri" ile "sağlık fenerleri" ile "sosyal güvenlik fenerleri" ile karşı karşıya olacağız ve devlet eliyle yapılması gereken bu hizmetlerin bundan sonra bu şeklide yapıldığına şahit olacağız.
Bizlerin vicdanlarında Sayın Bakan suçludur, etik dışı davranmıştır, hukuk dışı davranmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özel.
ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) -Biz bu yüzden, bugünkü gensoruyla yaptığı faaliyetleri tartışmaya açıyoruz ve kendisine güvensizlik oyu vereceğimizi ifade ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)