| Konu: | KONYA MİLLETVEKİLİ ATİLLA KART VE 32 MİLLETVEKİLİNİN, DENİZ FENERİ DERNEĞİYLE İLGİLİ SORUŞTURMA SÜRECİNE MÜDAHİL OLARAK GÖREVİNİ KÖTÜYE KULLANDIĞI İDDİASIYLA BAŞBAKAN YARDIMCISI BEŞİR ATALAY HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGESİNİN ÖN GÖRÜŞMESİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 87 |
| Tarih: | 31.03.2012 |
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun vermiş olduğu gensoru üzerinde grubum adına söz almış bulunmaktayım. Şahsım ve grubum adına, Cumhuriyet Halk Partisi adına Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye 2008 yılından bu yana Deniz Feneri olayını tartışıyor. Cumhuriyet Halk Partisi olarak Deniz Feneri soruşturmasına neden bu kadar önem veriyoruz? Neden bu soruşturmanın üzerinde ısrarla ve önemle duruyoruz? Hükûmet, soruşturma sürecine neden müdahale ediyor, delilleri neden karartıyor? Bakanlar soruşturma sürecinde neden yalan beyanda bulunmak pahasına müdahalede bulunuyorlar? Bakanlar, kendi sorumlulukları altında görev yapan birimlerin hazırladığı raporların -yasal raporların, resmî raporların- gereklerini neden yapmıyorlar; bu raporların varlığını neden inkâr ediyorlar? Deniz Feneri soruşturmasının kritik aşamalarında Türkiye gündemi neden merkezî olarak saptırılıyor? İşte bu soruların cevaplarını ya da sorgulamasını yapmaya hazır mısınız değerli arkadaşlarım? Deniz Feneri gerçeğiyle yüzleşmeye hazır mıyız?
Bakın, değerli milletvekilleri, gelin bir yolculuğa çıkalım: 14 Mayıs 1997, Dortmund Westfalen Stadyumu'nda yapılan bir toplantı, 30 bin kişinin katıldığı bir toplantı, bir gösteriyle başlayan bir yolculuk. Bu yolculukta, bu toplantıda kimler vardı? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Melih Gökçek, YİMPAŞ Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Dursun Uyar ve bu ilişkileri tamamlayan bir başka tablo: Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın Zahit Akman, Zekeriya Karaman, Dursun Uyar ile birlikte ortağı olduğu Nehir Medya'nın bir başka ortağı olan Veli Korkmaz da o toplantıda var. Kim Veli Korkmaz? Günümüzün Kırıkkale Belediye Başkanı. Veli Kormaz'ın, YİMPAŞ'la olan ilişkilerinden dolayı, nitelikli dolandırıcılıktan dolayı, hakkında onlarca dosyadan dava açıldığını ve 1999 affıyla bu davaların düşürüldüğünü, yeri gelmişken ifade ediyorum.
Peki, değerli arkadaşlarım, 14 Mayıs 1997 tarihindeki bu toplantıyı tertipleyen kimdi? Bu toplantıyı organize eden kimdi? Değerli milletvekilleri, toplantıyı tertipleyen, Diyanet bünyesinde görev yaptığı bilinen ve hâlen Başbakanlık bünyesinde görev yapan ve camiada "Şeyhülislam" olarak tanınan bir kişi. "Şeyhülislam"ın Hükûmet bağlantılarını, Bakanlar Kurulu bağlantılarını daha da somutlaştırmak istemiyorum, eminim ki bunları sizler çok iyi biliyorsunuz. Bu olayı kişiselleştirmek de istemiyoruz.
Bakın, değerli milletvekilleri, bu hareketi hemen mahkûm etmek ya da yargısız infaz arayışı içinde değiliz, böyle bir ön kabulün içinde değiliz. Kronolojiyi ve aktörleri tespit ederek olayı size anlatmaya çalışıyoruz. Bu hareket hangi amaca yönelikti? Kendi ilkeleri doğrultusunda, vurgulayarak ifade ediyorum, kendi ilkeleri doğrultusunda iddia ettikleri, vadettikleri başlangıçtaki ideolojisini ve idealizmini koruyabildi mi? Halka verdiği sözlerin arkasında durdu mu? Buna bakıyoruz, bunu sorguluyoruz, bunun hesabını soruyoruz.
Refleks göstermeden ve defans duygusu içine girmeden, gelin, Deniz Feneri gerçeğiyle yüzleşelim, milletin vekili olarak bu cesareti ve öz güveni gösterelim. Bu, aynı zamanda, milletvekili olmamızın da, sorumluluğumuzun da bir gereğidir.
Bakın, değerli milletvekilleri, yoksullara, ihtiyaç sahiplerine yardım amacıyla kurulan Deniz Feneri Derneği, ağırlıklı olarak Almanya'da ve Türkiye'de faaliyette bulunmaktadır. Adalet ve Kalkınma Partisinin 2002 yılında iktidara gelmesiyle birlikte, Deniz Feneri çalışmalarının siyasi iktidar tarafından özel olarak himaye edildiğini, Derneğe kendi alanında imtiyaz yaratıldığını, uluslararası alanda meşruiyet yaratıldığını, Deniz Fenerinin Hükûmet eliyle markalaştırılmak istenildiğini görüyoruz.
Başbakanlık, 29 Ocak 2003 günlü ve ilk icraatlarından birisi sayılabilecek ilk işlemiyle Deniz Feneri hakkında "kamu yararı" statüsü yönünde işlem tesis ediyor. Danıştay 1. Dairesi "Kamu yararı yok, Türkiye çapında örgütlenmemişsin." diyor, bu işlemi reddediyor, iptal ediyor ama Başbakanlık kararlı, mart ayında bir kez daha işlem tesis ediyor, Danıştay bir kez daha reddediyor. Hükûmet yılmıyor, kararlı bir şekilde yoluna devam ediyor, 2004 yılı sonunda bu kez yasal değişiklik yapıyor, kanun çıkarıyor, Dernekler Yasası'nda düzenleme yapıyor, Deniz Feneri Derneği "kamu yararına çalışan dernek" statüsü alıyor ve Yardım Toplam Yasası'na göre izin almadan yardım toplamaya başlıyor, Derneğin topladığı yardımlar bir anda katlanmaya başlıyor. Bir taraftan da devlet bütün imkânlarıyla, bütün organlarıyla Derneği himayesine alıyor, uluslararası alanda meşruiyet kazandırmaya başlıyor.
Meclis tarafından 2007 yılında, Sayın Arınç'ın Başkan olduğu dönemde, tüm işlemlerin kayıt altında olduğu, son derece sosyal yardımlar yapıldığı gerekçesiyle, sosyal sorumlulukta lider olduğu gerekçesiyle "Türkiye Büyük Millet Meclisi Üstün Hizmet Ödülü" veriliyor. Yetmiyor, Meclisin eskiyen eşyaları da Derneğe bağışlanıyor.
Sayın Arınç daha sonra, gerçekler ortaya çıktıktan sonra "Allah belalarını versin." diyerek kendince tepkisini ortaya koyuyor ama bu tepki, bu hamaset Sayın Arınç'ı yasal ve vicdani sorumluluktan hiçbir zaman kurtaramamıştır, kurtarmayacaktır.
Deniz Fenerinin kilit isimlerinden Zekeriya Karaman'ın ilişkileri öylesine güçlüdür ki 28 Temmuz 2008 tarihinde, Çukurambar'da gece yarısı Başbakan ve Cumhurbaşkanının yaptığı toplantıya katılacak kadar güçlü ilişkileri vardır Zekeriya Karaman'ın.
1 Şubat 2008 tarihinde Uluslararası Yoksulluk Sempozyumu -orada da mutlaka Hükûmet temsil edilecektir- Sayın Hayati Yazıcı'nın katıldığı bir temsil ile... O da yetmiyor, kim katılıyor? İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreteri Profesör Ekmeleddin İhsanoğlu da o toplantıya katılıyor. Böylece Deniz Fenerine uluslararası alanda da meşruiyet kazandırma yönünde gerekli katkı, gerekli hizmet veriliyor.
Hüseyin Çelik 6 Kasım 2007 tarihinde diyor ki: "Her okulumuz aynı zamanda bir Deniz Feneridir." "Bir Deniz Feneri olarak algılanmalıdır." diyerek aslında, Deniz Fenerlerini millî eğitim için örnek olarak gösteriyor ve o da üstüne düşen görevi yapıyor.
Bitlis Tekel depolarının kiralanması olayında da bakıyorsunuz, yine iktidarın etkili bir milletvekili var, devletin valisi var. O Tekel deposu o derneğe kiralanıyor. Valinin ve milletvekillinin huzurunda o kiralama işlemi yapılıyor. Kiralamanın usulsüz olduğunu tespit eden başmüfettiş hakkında tenzilirütbe uygulanıyor. O kişi görevden ayrılmak zorunda kalıyor.
Sermaye Piyasası Denetleme Kurulu 1 Mart 2007 tarihli raporu hazırlıyor, diyor ki: "Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik hakkında usulsüz işlemlerinden dolayı bir ila üç yıl arasında hapis cezasıyla tecziyeleri gerekir." Ama ondan sonra üstün güçler devreye giriyor, o rapor ters yüz ediliyor ve o rapor hakkında işlem yapılmıyor.
Devam ediyoruz: Adalet Bakanı -dönemin Adalet Bakanı- Mehmet Ali Şahin'in de Alman Elçiliğinde bir Alman vatandaşının adi suçuyla ilgili olarak yaptığı görüşme esnasında yine Deniz Fenerinin Almanya'daki soruşturmasıyla ilgili olarak Alman Elçiliğinden, içeriden bilgi almak suretiyle, yine bir anlamda bu konuyu takip ettiğini görüyoruz.
Bunları niye anlatıyoruz değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri? Bu süreç karşısında esas itibarıyla sorumluluğun Hükûmet ve başta adalet bakanlarına ait olduğu açıktır.
Bu çerçevede, Hükûmete ve adalet bakanlarına yönelik olarak da yasama denetimi mekanizmasının işletilmesi gerektiğini yeri gelmişken ifade ediyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu konuda da elbette görevimizi yapacağız. Ama geldiğimiz noktada Sayın Beşir Atalay'ın birtakım çalışmaları, bütün bakanlık dönemlerindeki çalışmaları süreklilik kazandığı içindir ki bu konuyu bugün itibarıyla gündeme getirmek gereğini duyduk.
Deniz Feneri çalışmaları Türkiye'de bu şekilde tam hız devam ederken bakıyorsunuz, Almanya'da, 25 Nisan 2007'de Alman polisinin Kanal 7'nin Almanya'daki binasına ve birçok eve baskın yapmasıyla bir anda Pandora'nın kutusu açılıyor. Aralarında Mehmet Gürhan'ın bulunduğu kişilerin gözaltına alınmasıyla olay Türkiye gündemine oturuyor. Mehmet Gürhan'ı tanımadığını beyan eden Sayın Başbakanın Mehmet Gürhan ile Frankfurt'taki Deniz Feneri ve Kanal 7 binasında bir saat kadar görüştüğü kamera görüntüleriyle ortaya çıkıyor. Somut olaylardan söz ediyorum; belgelerden, bulgulardan söz ediyorum. On beş ay, on altı ay içinde hazırlık soruşturmasını tamamlayan Alman savcı Eylül 2008'de iddianameyi hazırlıyor. Deliller o kadar sağlamdır ki, o kadar dayanaklıdır ki, tüm deliller usule uygun toplandığı için mahkeme yargılamayı bir ay içinde bitiriyor ve hükmünü kuruyor. Yargılama sonucunda mahkeme şunları tespit ediyor: Bağış makbuzlarının Kanal 7'nin naklen yayın aracıyla Almanya'ya getirildiğini, Kosova'da yapılmış görünen yardımların hayalî olduğunu, Mehmet Gürhan ile Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı birlikte gösteren görüntülerin Kanal 7'nin Avrupa stüdyolarında çekildiğini, bulgulara göre tüm organizasyonun Zekeriya Karaman'ın yönetiminde olduğunu. Daha da önemlisi, hükmün tefhimi esnasında mahkeme başkanı da şu tespiti yapıyor: "Almanya'nın en büyük bağış yolsuzluğuyla karşı karşıyayız ancak asıl suçlular Türkiye'de." diyerek, İsmail Karahan, Zekeriya Karaman ve Zahid Akman'ı isimlendiriyor değerli milletvekilleri. Mahkeme, Deniz Feneri Derneğinin, şirketlere yasa dışı yollarla para aktarılması için kullanılan bir araç olduğunu, paravan bir şirket olduğunu, dernek olduğunu hüküm altına alıyor. Bundan sonra Türkiye'de, aralarında Genel Başkanımızın da bulunduğu kişi ve kuruluşlar suç duyuruları yapmaya başlıyorlar. Hükûmet harekete geçmek zorunda kalıyor. Başbakan, her nedense, son derece rahatsız oluyor ve yayın yapan medya kuruluşlarını doğrudan hedef alarak birtakım açıklamalar yapıyor.
Soruşturmayı sürdürmekle görevlendirilen savcılar, Silivri'de öne çıkan bazı savcılara ders verircesine, böylesine kritik bir dosyada gizliliği ihlal etmeden, bir yerlere bilgi sızdırmadan, şüphelilerin yargısız infazına yol açmadan, ciddiyet içinde, sorumluluk içinde, özen içinde görevlerini yapıyorlar. Delillerden hareket ederek şüphelilere ulaşıyorlar. Cumhuriyetin ve cumhurun savcısı olduklarını hiçbir zaman unutmuyorlar.
Soruşturma derinleştikçe işin boyutları ve kirli ilişkiler ağı ortaya çıkmaya başlıyor. İşte bundan sonra, doğrudan siyasi iktidar odaklı ve kurumsal bir şekilde bilgi kirliliğinin yaratıldığı, yalan beyanda bulunulduğu bir dönemin başladığını görüyoruz.
Birkaç somut örnek vereyim: Dernekler Dairesi Başkanlığı, Sayın Beşir Atalay'ın sorumluluğunda olduğu dönemde, 25 Mart tarihli, 34 sayfalık rapor hazırlıyor, "Deniz Feneri Derneğinin belgelerinde sahtecilik unsurları vardır." diyor. "Yardım Toplama Yasası'na aykırı hareket edilmektedir." diyor. "Kamu yararı statüsünü kaybetmiştir." diyor. Açık bir şekilde ortaya koyuyor 34 sayfalık rapor. Böyle bir raporun varlığı sabit ve tartışmasız olmasına rağmen, İçişleri Bakanlığı, Cumhuriyet gazetesine 21/12/2009 tarihli verdiği cevabında diyor ki: "Kamu yararına çalışan dernek statüsünden çıkarılmasına ilişkin bir rapor yoktur." Bunu ifade etmek suretiyle açık bir şekilde yalan beyanda bulunuyor.
(7/10045) sayılı önergemize Sadullah Ergin imzasıyla verilen 1/6/2010 tarihli cevapta, Maliye Bakanlığının 29/12/2009 tarihli yazısına atfen, Dernekle ilgili bilgi, belge ve rapor bulunmadığından söz ediliyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti'nin hem Adalet Bakanı hem Maliye Bakanı yalan beyanda bulunuyor.
Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın yine önergemize vermiş olduğu cevap 26/2/2010 tarihli. "Deniz Feneriyle ilgili olarak 2007 ve 2009 yıllarında düzenlenmiş olan raporlarda kamu yararına çalışan dernek statüsünün verilmesinde aranan şartların varlığını koruduğu" ifade edilmek suretiyle bir kez daha yalan beyanda bulunuluyor.
Nihayet, telefon kayıtları ve görüşmeleri. Bakın değerli milletvekilleri, 16 Ekim -aramaların yapılmasından bir gün kadar önce- saat 22.19'da, Bakanın özel koruma müdürü, İçişleri Bakanlığının telefonundan kimi arıyor? Kırıkkale Belediye Başkanının kullanımında olan telefonu arıyor, 134 saniye görüşüyor. Karabağ'ın savunması, özel koruma müdürünün savunması: "Efendim, Bakan Kırıkkale'ye gideceği zaman genellikle arar, haber verirdik." Ertesi gün Bakan nerede biliyor musunuz? Ertesi gün Bakan Irak'ta, Başbakanla birlikte Irak'ta değerli arkadaşlarım. Bu görüşmeden 48 saniye sonra Belediye Başkanı Veli Korkmaz, Hayat Görsel Yayıncılık Anonim Şirketine ait telefonu arıyor, Mustafa Çelik ile 44 saniye süren görüşme yapıyor, bu görüşmede Mustafa Çelik'in ev telefonunu öğreniyor. Kendisi, 0318? Kırıkkale Belediye Başkanlığına ait sabit telefondan Mustafa Çelik'i, 0216? sabit telefondan arıyor, 113 saniye görüşüyor. Korkmaz'ın savunması: "Efendim, eşlerimiz de tanıştıkları için cep telefonuyla görüşmek istemedik, sabit telefonla görüşmek istedik." Gece yarısı 23.00'te eşler de Kırıkkale Belediye Başkanlığı makamından böylece görüşmüş oluyorlar.
Anlatımı yapılan bu ilişkilerin, değerli arkadaşlarım, tesadüf kavramı ya da hayatın olağan akışı gibi kavramlarla izah edilmesinin mümkün olamayacağı açıktır. Bütün bu hususlar, ayrıca Kanal 7 Yönetim Kurulu üyesi İsmail Karahan'ın savcılık itiraflarıyla ve diğer belgelerle de doğrulanıyor.
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, anlatımını yaptığımız bu sürecin bütün safhalarında vardır değerli arkadaşlarım. Gelin, Beşir Atalay'ın? Bakın, burada elbette biz bir infaz yapmak durumunda değiliz ama size ciddi ve somut bulgulardan söz ediyorum. Takdir edersiniz ki değerli arkadaşlarım, şu bulgulara, şu oluş şekline "Bunlar kayda değer değil." diyemezsiniz. Biraz insaf sahibi olan, biraz vicdan sahibi olan, biraz sorumluluk sahibi olan, her hâlde bunu diyemez. Gelin, Beşir Atalay'ın hukukunu korumak adına, onun şaibelerden kurtulması adına bir değerlendirme yapın değerli milletvekilleri.
Bakın, aslında, köstebeklik yapan Sayın Beşir Atalay değildir. Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm kurumları siyasi iktidar ile bağlantılı olan kritik konu ve soruşturmalarda -maalesef- bu tarz hareket eder hâle gelmişlerdir. Bakın, Deniz Feneri sürecinde aynı tablo devam ediyor. Görevden alınan savcılarla ilgili olarak soruşturma yapan Adalet Bakanlığı müfettişleri ne yapıyor biliyor musunuz? Aynı işi yapmaya devam ediyorlar. 18 Ağustos tarihli tutanakta, teknik takip yapılan şüphelileri belirtmek suretiyle soruşturmanın gizliliğini ihlal ederek, daha da ötesi, şüphelilere "Gerekli tedbirleri alın." diyerek aslında delilleri karartmaya zemin hazırlıyorlar değerli milletvekilleri. Bunları görmezden mi geleceksiniz? Bunları sorgulamayacak mısınız? Bunlar kayda değer değil mi? Bakın, Deniz Feneri sürecindeki ilişkiler ağının örtülmesi ve delillerin karartılması Hükûmet için böylesine etkili, böylesine önemli.
Ortaya bir şüpheli çıkıyor, diyor ki bir şüpheli? İsmini vermiyorum, can güvenliği için ismini vermiyorum. Diyor ki o şüpheli: "Biz, Zekeriya Karaman, Mustafa Çelik ve İsmail Karahan ile Türkiye'de ve Almanya'da birkaç kez görüştük. İsmini vermek istemediğim bir kişi geldi, bize talimatlar verdi." Kim bu kişi? Bu kilit kişi kim? Bu kişi, öyle anlaşılıyor ki Zekeriya Karamanların da üstünde. Bu kişiyi merak etmiyor musunuz?
OKTAY VURAL (İzmir) - Ediyoruz.
ATİLLA KART (Devamla) - Bu kişiyi merak etmiyor musunuz? Bu kişiyle Beşir Atalay'ın ilişkileri nedir? Bu kişiyle Hükûmetin ilişkileri nedir? Bu kişiyle Başbakanın ilişkileri nedir? Bunları merak etmiyor musunuz? Bunlarla yüzleşmeye hazır mısınız? O cesaretiniz var mı? Bakın, bu ilişkiler, ne oluyor biliyor musunuz? Türkiye ve Almanya ilişkilerini bloke ediyor değerli arkadaşlarım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ATİLLA KART (Devamla) - Türkiye ve Almanya ilişkilerini bloke ediyor. Bunları değerlendirmeniz gerekiyor.
BAŞKAN - Sayın Kart, teşekkür ediyorum.
ATİLLA KART (Devamla) - Bir dakika Sayın Başkanım, bir dakika, izninizle?
BAŞKAN - Biliyorsunuz Sayın Kart. Lütfen, lütfen?
ATİLLA KART (Devamla) - Bir cümle, izninizle ifade edeyim.
Değerli arkadaşlarım, vicdanlarınıza, sorumluluk duygunuza sesleniyorum: Ortaya çıkan bu tablo elim bir tablo değil midir? Böyle bir tablo karşısında çocuklarımızın, yakınlarımızın, halkımızın gözlerinin içine bakarak ve kamuoyunun vicdanına seslenerek "Yaşasın adalet" diyebilecek miyiz?
BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen?
ATİLLA KART (Devamla) - Yoksa, "Adaletten bana ne? Ben muktedirim, fırsatını yakalamışken ben işime bakarım." mı diyeceksiniz?
BAŞKAN - Sayın Kart?
ATİLLA KART (Devamla) - Takdir sizlerin. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kart.