GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: KAMU GÖREVLİLERİ SENDİKALARI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:88
Tarih:02.04.2012

BDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 4688 sayılı kamu emekçilerine ait sendika yasasında yapılacak değişiklikten söz ediyoruz. Mevcut yasa 2001 yılında muhataplarının onayı olmadan Meclisten geçmişti. Emekçiler o zaman bunu "sahte sendika yasası" olarak nitelendirmişlerdi. Bu yasada toplu sözleşme ve grev hakkı bulunmuyordu. Yeni yasa tasarısı da tarafların fikri, talepleri ve önerileri alınarak hazırlanmamıştır. Bu yasada özgür toplu pazarlık ve grev hakkı bulunmuyor. Uluslararası Çalışma Örgütünün ilkeleri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi açısından da son derece geri bir yasadır.

Hafızalarımızı şöyle bir tazelemekte fayda var. "Devlet memurları" diye anılan kamu emekçileri 1990'lı yıllara kadar yalnızca dernek kurma hakkına sahipti, devletin gözünde memur yani görevli olan, kendisine itaat etmesi gereken kullardan sayılıyordu. "Memur" ya da "kamu görevlisi" diye çağrılsalar da 24 Ocak 1980 neoliberal sistemin bu kararlarla yarattığı yıkım ve tahribat onları birer emekçi hâline getirmişti. Onlar da dernek düzenini reddettiler, sendika kurdular, başlarına gelmeyen kalmadı; sürgünler, cezalar, hapisler, memuriyetten menedilmeler peş peşe geldi. Sendika önderlerine baskılar arttı. Kurdukları sendikalar valiliklerce mühürlendi. Kızılay Meydanı, Ankara caddeleri yüz binlerle tanıştı. Mitinglerin ardı arkası kesilmedi. Defalarca iş bırakıldı.

2001 yılına gelindiğinde kamu emekçilerinin özgür mücadele ve eylemlerini durdurmak üzere 4688 sayılı Yasa yapıldı. Sendikalar statükoya, düzene uydurulmak istendi. Bir deli gömleği gibi emekçinin sırtına giydirilen 4688 sayılı Yasa özgür sendikalaşma ve mücadele haklarını sınırlarken, önce devlet güdümlü sendikalar kuruldu, sonra da iktidarların kol kanat gerdiği sendikalar ortaya çıktılar.

Nitekim, 2002 yılında sadece 40 bin üyesi olan Memur-Sen'in AK PARTİ Hükûmeti döneminde üye sayısının 550 bine yaklaşmasını hiçbir hak mücadelesiyle açıklayamıyoruz. Mücadelenin esas neferleri, dün olduğu gibi, bugün de emek ve demokrasi mücadelesi veriyorlar ve bugün de valilik kararıyla yine Ankara'ya, Kızılay'a girmeleri engelleniyor.

Gelelim bugüne. 12 Eylül 2010 referandumunda "evet" oylarını artırmak isteyen Hükûmet oylanacak maddelerin arasına kamu emekçilerine toplu sözleşme hakkı verdiği rivayet edilen bir madde ekledi. Rivayet edilen diyorum çünkü günümüze kadar bu madde için bütün çalışanların oy vermesini istedi, referandumdan "evet" çıktı, aradan on sekiz ay geçti, daha bu yasa yeni Meclisin gündemine geliyor. Acele ve öncelikler konusunun bir örneğine dün tanık olduk, yap-işlet-devretçilerle ilgili hemen apar topar gelen yasa. Söz konusu olan emekçiler olunca, mülksüzler olunca, baldırı çıplaklar olunca nedense Hükûmet çok ağırkanlı davranıyor. Şimdi, var olan Sendika Yasası'nı değiştireceğiz.

Bu tasarıda sendika ve toplu sözleşme şöyle bir geçiyor, grev konusu ise hiç yok. Gecelik faiz hesabı yapan, borsada saatlik hesaplara kafa yoran maliye, aylardır ücret artışı yapmadan emekçileri çalıştırıyor ve işçinin alın terinin kurumadan ödenmesi meselesini en çok sarf edenler, işçinin alın teri neredeyse artık bir katman oluşturacak kadar defalarca kurumasına rağmen, hiçbir çabanın, samimi çabanın içerisinde değiller.

Sevgili arkadaşlar, dünyada iki yüz yıldır, Türkiye'de de yaklaşık altmış yıldır sendikalar var. Var da anlamına uygun bir sendika yasası yok. Sendika, tanımı gereği toplu sözleşme ve grevi içerir. Toplu sözleşme ve grev yoksa arkadaşlar sendika da yoktur. Tabelasında "sendika" yazması bir şeyi değiştirmiyor. Sendika, emeğiyle geçinenlerin örgütüdür, onların hak ve menfaatlerini korumak üzere kurulmuştur, biri eksik olursa orada sendikadan söz edilemez. 21'inci yüzyılda grev hakkı olmayan bir yasa değişikliğine bu Meclisin onay vermemesini istiyoruz. Ne yapılmak isteniyor burada? Adı sendika olan, özünde sendika olmayan bir dernek statüsündeki düzenlemeyi bizim sendika olarak onaylamamız isteniyor. Onlara haklarını tanımıyor, hatta onlara baskı uygulamasını destekliyor. Hak aradıkları için, sizin koyduğunuz sınırları tanımadıklarından, ekmek, özgürlük ve barış taleplerini bir arada ifade ettikleri için KESK üyelerinin yüzlercesi hâlen zindanda. "Hapishanelerde avukat var, gazeteci var, yazar var, sendikacı da olmuş çok mu?" yaklaşımı içinde Hükûmet. Sizler, imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir toplum olduğumuz yalanını vazetmeye devam edebilirsiniz. Böyle düşününce "işçi", "emekçi" denmesi her vesileyle sevimsiz sayılıyor.

Grevin, bırakın uygulanmasından, adından bile tırsıyorsunuz. "Grev" demek, "bölücü", "terörist", "anarşist" gibi, ağzınızdan düşürmediğiniz zehirli çağrışımlarla bir arada anılıyor. KESK'liler, zamanında iş yerlerine geldiğinde iş yeri sahipleri telefona sarılıp polise ihbar ederlerdi. Yine bu nedenle nerede bir grev, bir hak arayışı, bir sendikalılaşma olsa başına jandarmayı ve polisi dikiyorsunuz. Peki, siz hiç bugüne kadar gördünüz mü, bir patron işçi çıkarttığı için gözaltına alınsın? Ya da sigorta primlerini ödemediği için, yıllık izinleri kullandırmadığı için, maaşları geç ödediği için kapısına jandarma gönderdiğiniz bir tane işveren var mı? Ama ne zaman emekçiler hakları için bir araya gelseler nasiplerine cop, bomba, gaz ve polisin zulmü dikiliyor. Aslında bu korkunun nedenlerini bizler çok iyi biliyoruz, siz de biliyorsunuz: Alın teri hırsızlığının yarattığı bir korkudur bu.

Gelelim tasarının kendisine. Bu tasarının adı ne? Kamu görevlileri sendikaları ve toplu sözleşme kanunu. Kamu görevlisi kim? Belediyede, vergi dairesinde, adliyede, okulda, hastanede emek gücünü satıp karşılığında ücret alanlar, sözleşmeli çalıştırılanlar, taşeron şirketlerde on-on iki saat çalışanlar yani yaşamak için çalışmak zorunda olanlar. Kamunun neden görevlisi oluyor bunlar, hangi mantıkla? Hiçbir kamu güvencesine sahip kılmayacaksınız, kamunun hiçbir güvencesinden faydalanmayacaklar ama adları "kamu görevlisi" olacak! AK PARTİ istiyor ki emekçiler onların görevlileri olsun, her dediğini yapsın, onun görüşünü benimsesin, onun sendikasına da üye olsun.

Diğer yandan, kamu görevlisi olmak için ortada kamuya ait işletmeler yani okullar, yani hastaneler, üniversiteler olması gerekli; aksine, sağlık ve eğitim başta olmak üzere her yerde kamuyu tasfiye ediyorsunuz. Özelleştirmeler yoluyla kamuda neredeyse işçi kalmadı. Devlet memuru kapsamında olanların da dörtte 1'i -yani yaklaşık 500 bini- taşeron işçi olmuş durumda. İşçi-memur ayrımı ortadan kalkıp işçileşme artarken kamu görevlisi icat etmenin sadece bir tek nedeni var; emekçileri "işçi-memur" diye bölmek ve onların haklarını eksiltmek için iki ayrı yasa çıkarmak. Ortada "kamu görevlisi" denilecek asker, polis, hâkim, savcı, vali, kaymakam vardır, onlara da sendika hakkı vermiyorsunuz. Bizce her isteyen özgürce sendika kurabilmeli, sendikalara da üye olabilmelidir, savcı da, polis de buna dâhildir.

SIRRI SAKIK (Muş) - Milletvekili?

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - Ama ortada kamu görevlisi bırakmamışsınız ve adına "kamu görevlileri yasası" diyorsunuz.

Tasarıda neler yok? Tasarıda grev yok. İçinde grev hakkı olmayan bir sendika yasası, tanımı gereği sendika yasası sayılamaz. Yasada grev hakkı olmaması neyi değiştiriyor peki? Greve ilişkin yasak ve sınırlama hukuksuzdur, Anayasa'nın 90'ıncı maddesi çerçevesinde grev ve toplu eylem yolu açıktır. Bunu yasaya koymamak, üstelik arkasından dolanıp engellemek bu Meclisin alnından silinmeyecek bir lekeye tekabül etmektedir.

Aynı şekilde, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası'ndan da "grev yasağı" tanımları kaldırılmalıdır, 27'nci maddesinden. Yetmez, kamu emekçilerine siyaset yapma ve siyasi partilere üye olma hakkı tanınmalıdır. Özgür bir toplu sözleşme süreci yok, milyonlarca emekçinin kaderini getirip bir ağustos ayının içine sıkıştırıyorsunuz.

Toplu sözleşmeyle aylık ücretler ve diğer mali ve sosyal haklara ilişkin sistemde değişiklik öngören talepler kapsam dışı sayılmaktadır niyeyse. Dolayısıyla "Yapılacak toplu sözleşme ücret ve aylık sistemini bozacak nitelikte olamaz." diyorsunuz. Öyleyse neden toplu sözleşme var? Kimi kandırıyorsunuz? Meclisin zekâsını ya da emekçilerin zekâsını niye bu kadar aşağılıyorsunuz?

Toplu sözleşme görüşmelerinde temsil yetkisi çalışanların özgür iradesiyle belirlenmiyor bu yokların arasında. Üye sayılarını esas alan bir yetki belirlemesi demokratik değildir arkadaşlar. Üstelik en çok üyeye sahip sendikanın sözleşme imzalama yetkisinin de verilmiş olması ve buna itiraz hakkının olmaması diğer sendikaları dışarıda bırakmak demektir, bu da ILO normlarına aykırıdır.

Toplu sözleşme süreci peki nasıl hazırlanmış? Memur-Sen düşünülerek hazırlanmış, KESK ve Kamu-Sen devre dışı bırakılmıştır. Sözleşmelerde uyuşmazlık hâlinde grev hakkı verilmediği için Hakem Kuruluna gidilecek. Kurul 11 kişi, bunların sadece 4'ü sendikalardan. Bunda da Memur-Sen'in dışında kalan sendikaların oransal temsiliyle Memur-Sen'in temsili arasında vahim bir adaletsizlik vardır.

Bir de öğretim üyesi önerme hakları var ki bu, hâkim sendikayı düşündüğünüzde direkt hükûmetin kontenjanı olarak mütalaa edilebilir. Diğer üyeler siyasetin, hükûmetin doğrudan seçeceği kişilerden oluşuyor. Üstelik Kurul kararı kesin ve toplu sözleşme hükmünde sayılıyor yani Bakanlar Kurulu kararı gibi sayılıyor, itiraz yok. Böyle bir kuruldan çalışanlar için iyi, hayırlı bir karar çıkması Azrail'den can dağıtmasını beklemek gibi bir şey olur.

Yasada sendika üyeliği konusunda özgürlük yok, 35'inci maddedeki sınırlamalar aynen devam ediyor. Asker ve polisler dışındaki tüm kısıtlamalar uluslararası hukuka aykırıdır arkadaşlar.

Özetlersek;

1) Yasada grev yok. Burada Hükûmet temsilcisi bu sorulara cevap versin lütfen.

2) Sözleşme yetkisinin temsilinde adalet yok.

3) Sendikaların bu ağustos ayına sıkıştırılmasından dolayı toplu sözleşmeleri üyeleriyle değerlendirmelerine zaman yok.

4) Var olan sistem dışında ücret ve aylık talep etme yetkisi yok. Şimdiden 3+3 olarak kayıtlara geçsin, 3+3 olarak Hükûmet belirlemiş, toplu sözleşme, dost pazarda görsün! Göreceğiz, eğer bu 3+3'ün dışında işçilerin lehine bir gelişme olursa aha burada hepinizin huzurunda özür dileyeceğim.

5) Çoğunluk yetkisi olan sendikanın sözleşme imzalamasına diğer sendikaların itiraz hakkı yok.

6) Uyuşmazlık hâlinde demokratik bir Hakem Kurulunun oluşması yok.

7) Antidemokratik bu Hakem Kurulunun kararına da itiraz yok.

Ne var? On sekiz ay bekledikten sonra toplu sözleşme hakkını bile sınırlayan bir yasa var. Oysa, bu, sizin halka yalan söylediğinizin tescilidir. Oysa, davul zurna çaldırıyordunuz artık Memurlar da toplu sözleşme yapacak diye ama bunun olmazsa olmazı grev olmayınca ne idüğü belirsiz bir şey var. Mevcut yasa taslağı statükonun sadece devamını güvence altına alıyor. AKP de Meclis çoğunluğuna dayanarak yasa çıkarıyor. Sendika Kanunu'na, ILO normlarına uymayan bir sendika yasası var. Yandaş sendikaları kollayan, sayısal çoğunluğa dayanan, itiraz hakkı bulunmayan bir toplu sözleşme düzeni var. Hakem Kurulunun güvenilirliği yok. Bu nedenle bu yasa tasarısı beklentileri karşılamaktan uzak ve antidemokratiktir.

Sonuç olarak, Meclis gündemine getirilen yasa emekçilerin büyük bir çoğunluğu için yani sizin o Memur-Sen ve onun dışında kalan sendikaların temsiliyet oranı olarak baktığınızda da büyük bir çoğunluğu için yok hükmünde bir yasadır.

Bir önemli mesele var, buna ayrı bir başlık açmayı tercih ettim.

Sevgili arkadaşlar, özellikle sosyal demokrat belediyeler, BDP'li belediyeler, MHP'li belediyeler -bu dediğimi iyi dinleyin- tasarı Meclise gelmeden önce sendikaların bakanlıkla yaptığı toplantıda toplu sözleşmenin düzeyi hususunda önemli bir mutabakat sağlanmıştı, buna göre hizmet kollarıyla ayrı toplu sözleşme kararı alınmıştı. Meclise getirilende bu yok, hepinizin dikkatine arz ediyorum. Meclise gönderilen tasarı ile Bakanlık sendikalara âdeta bir son dakika golü atmış ve hizmet kolları ve yerel yönetimlerle ayrı sözleşme yapılması hususunu dikkate almayan, yok sayan bir tutum sergilemiştir. Buna göre bütün kamu görevlilerini bağlayan bu toplu sözleşmelerin sadece sendika konfederasyonları ile yapılması düzenlenmiş ve iş kollarıyla, yerel yönetimlerle ayrı sözleşmeler yapılmasının önüne geçilmiştir. Üstelik yerel hizmet iş kollarında uzun süredir toplu sözleşmeler yapılmakta ve bu sözleşmeler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıyla da tescil edilmiş bulunmakta.

Bilindiği gibi, Türkiye'de kamu emekçilerinin toplu sözleşme hakkının hukuksal mecrada tartışılması, KESK'e bağlı Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Emekçileri Sendikasının yani Tüm Bel-Sen'in Gaziantep Belediyesiyle yaptığı toplu sözleşmeye karşı açılan davayı AİHM'e götürmesi ve kazanması sonucunda olmuştur. Tüm Bel-Sen şu anda 406 belediye ve 18 bin kamu emekçisini bağlayan toplu sözleşmeler imzalamıştır ancak taslak bu şekilde yasalaşırsa hukuksal zeminde var olan kazanım gasbedilmiş olacaktır. Tasarının 22'nci maddesi "Mahallî idarelerde sözleşme imzalanması" başlığıyla mahallî idareler olan belediye ve il özel idarelerinde sözleşmelerin içeriğini düzenlemektedir. Ancak bugüne kadar AİHM kararıyla garanti altına alınan yerel hizmet iş kolundaki bütün toplu sözleşmeler yok sayılmaktadır, burası çok önemli. Ayrıca bu maddenin devamında mahallî idarelerde sözleşme yapılmasının önüne çok daha fazla engel konulmuş ve Türkiye'de neredeyse borçlu olmayan belediye yokken ilgili mahallî idarenin vadesi geçmiş vergi, sosyal güvenlik primiyle Hazine Müsteşarlığına olan borç toplamının gerçekleşen en son yıl bütçe gelirlerinin yüzde 10'unu aşması, ödeme süresi geçtiği hâlde ödenmemiş aylık personel ve ücret borcu bulunması veya gerçekleşen en son yıla ilişkin toplam personel giderinin gerçekleşen son yıl bütçe gelirlerinin belediyelerde yüzde 30'unu, il özel idaresinde yüzde 15'ini aşması hâllerinde bu madde kapsamında sözleşme yapılamaz. Bırakın muhalif belediyeleri, İktidarın kendi belediyelerinde bile bu saydığı standartları tutturan bir tane belediye bulamazsınız. Peki, niye koyuyorlar bunu? Sendikayı yerel bazda sözleşme yapmaktan, yerel iş kolunda sözleşme yapmaktan alıkoymak için. Bu durum, AKP'nin hemen her yasasında göze çarpan, istemediği ancak talep edileni demokrat görünmek adına yasaya koyması ancak uygulanabilirliğini mümkün kılmaması alışkanlığının bir tezahürüdür; "Benimsemediğim hükümlerin uygulanamazlığı" ilkesi gibi yeni bir içtihat icat etmiştir. AK PARTİ'nin artık klasikleşen "mış gibi görünme" taktiklerinden biri olan bu düzenlemeler emekçiyi kandırma çabalarından başka bir şey değildir.

Öte yandan, inanılmaz ve onulmaz zamlarla pervasızca, üstelik yalan söyleyerek, açıkça söylüyorum, bakın diyorlar ki "20 dolardı petrolün varili, bugün şu kadar oldu." Peki, bir de o günkü doğal gaz fiyatlarıyla bugünkü arasında yüzde ne kadar artış olmuş, aynı sayın bakan aynı gevreklikle bir de burada söylesin, biz de rahat edelim.

Sözümü şu çağrıyı yaparak bitiriyorum: Dünyanın bütün mülksüzleri, bütün emekçileri, proleterleri, işsizlikle tehdit edilen işçileri, bütün baldırı çıplakları, bütün ayak takımları birleşin; kredi kartlarınızdan başka kaybedecek hiçbir şeyiniz yok. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Önder.