| Konu: | CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUN İLE DENETİMLİ SERBESTLİK VE YARDIM MERKEZLERİ İLE KORUMA KURULLARI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 91 |
| Tarih: | 05.04.2012 |
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 207 sıra sayılı denetimli serbestlikle ilgili yasa tasarısı hakkında söz aldım. Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına sizleri saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, cezaevlerimiz bir felaket, infaz sistemimiz bir afat. Kapasite fazlasıyla; bir yatağa 4 kişi, bazı yerlerde bir yatağa 3 kişi düşüyor ve vardiyalı yatma sistemini uygulayan dünyanın 16'ncı büyük ekonomisinde ve bu yıl da yüzde 8,5 büyüme oranı gösteren ülkemizde bir sıkıntı var. Bu sıkıntıyı aşmak gerekiyor. Nasıl aşacağız? Eğer cezadan amaç suçluların ıslahıysa, topluma kazandırmaysa, insan onuruna yaraşır bir sistemi de kurmak zorundayız. Bu mağduriyetleri gidermek? Cezasının bitmesine belli bir süre kalanlar için -bir yıl- veya duruma göre farklı konumlarda olanlar için -yaşlılar için, çocuklu anneler için, hastalar için- bu farklı bir biçimde uygulanabilinir, onlarda süre yükseltilebilinir iki yıla, üç yıla, beş yıla kadar. Bu konuda Hükûmetin eğer bir önergesi gelirse makul bulduklarımızı da destekleyeceğiz.
Denetimli serbestliği bekleyen binlerce kişinin olduğunu biliyoruz. Sizlere de muhtemelen telefonlar geliyordur, mektuplar geliyordur. İnanın üç saat önce de beni cezaevinden telefonla arayan mahkûmlar oldu: "Denetimli Serbestlik Yasası ne oldu, bugün görüşülür mü?" Evet, bugün görüşülüyor. İşte, ilk konuşmayı biz yapıyoruz ve bu konuda elbette ki -belki sayıları 10 bini aşkın- cezaevlerinde nispi bir ferahlama getirecekse ve bu sistemle yeniden iş edinme, yeniden topluma kazandırılma, yeniden aile yanına gitme, yeniden bir hayat kurma, yeniden kendini gözden geçirme şansı tanıyacaksa -ki tanır diye, bunun dünya örnekleri var- bunu desteklemek gerektiğini biz söylüyoruz. Partimiz bu tür konularda, önceki yasada da olduğu gibi? Yani yapıcı muhalefet konusunda sıkıntı çıkarmıyoruz, aksine, katkı sunuyoruz. Bunda da katkı sunacağız elbette ki.
Sistem nasıl uygulanacak? Aslında, net bir şey yasaya baktığınız zaman anlaşılmıyor. Yani bu sistemde, bir yıllık denetimli serbestlikte, Avrupa'da uygulanan ev hapsi modelinden tutun da, işte, başka bir yerde çalıştırmaya kadar farklı farklı modlar var. Yani bir tek düzenleme, bir tek tiplilik yok. Bu biraz kaygı yaratıyor bizde çünkü sistem infaz hâkimliğine bırakılırsa -yani yasal bir düzenleme de net konulamıyorsa, biraz takdire, uygulamaya kalıyorsa- o uygulamayı da adil yapmak gibi bir sorumlulukla karşı karşıya kalınır.
Burada uzun uzun yasa üzerinde konuşmak istemiyorum. Zaten, kısa geçmek istiyorum. Bir an önce yasalaşsın çünkü herhâlde bu yasayı bekleyenlerin hepsi "Aman, bir an önce çıksın, muhalefet partileri dâhil herkes katkı sunsun." diye düşünüyorlardır. Tabii, buna ne kadar kadro alınma durumu yasanın içine girmiş, zorla çalıştırma var mı yok mu, çocuk eğitimlerinin durumu, elektronik gözetim izleme yöntemi, denetimi nedir, işte, imza verme, gitme gelme, bir yerlerde belli bir süre kalma, bir yerlere gidememe, bir bölgeden çıkamama? Bütün bunlar, uygulayıcıların çok hakkaniyetle ve adaletle yerine getirmesi gereken bir belirsizlik getiriyor. Sadece, bu yasa çıktı, yarın herkes cezaevinden çıktı, evine gidecek gibi bir durum da dört dörtlük yok. O zaman, bu yasanın içindeki uygulamaların iyi niyete ve hakkaniyete uygun olarak karar mercileri, infaz hâkimlikleri tarafından ve ilgili merciler tarafından yerine getirilmesi gerekiyor.
Bilmiyorum, tabii, Sayın Bakanın önerdiği, Bakanlığın önerileri elbette ki olacak 0-6 yaş grubu çocuklarla ilgili. Belki iki yıl süresi kalan kadın hükümlüler, ağır hastalık durumunda olan mahkûmlar, hükümlüler, üç yıl veya daha az süre kalan hükümlülere, çok ağır durumlar, adli tıp para cezasının ödenmemesiyle gelen durumlar? Bu arada da, sıkça gelen telefonlardan, taahhüdü ihlal nedeniyle hapse girecekler var, diyorlar ki: "Biz çek verdik, çekimizi ödeyemedik. İcra geldi, taahhütte bulunduk. Taahhüdü yerine getiremedik, paramız yoktu. Ama Çek Yasası çıktı, Çek Yasası'ndan hiçbir şey ödemeyenler, taahhüdü olmayanlar kurtuldu, bizim durumumuz ne olacak?" Ben de buradan Sayın Bakana ve bürokratlarına söylüyorum, bu mağduriyet ne olacak? Bunun da mutlaka bir çözümü olması gerekiyor.
Yalnız, bir hukukçu olarak bir kaygımı burada paylaşmama izin verin diyeceğim. F tipi cezaevlerine? Arkadaşlar, F tipinin uygulaması -bu aralar avukatları ziyaret ettim, gazetecilere ziyarete gittim- ve bir sistem sorunu var ki o sistem insan haklarıyla gerçekten sorunu olan bir sistem, insanlıkla sorunu olan bir sistem. Bu sistemde güvenlik, gözetim, görevliler, disiplin cezaları, bunların hepsi bir sistem olarak tahammül edilmez, katlanılmaz düzeydedir. Bu konuda, bir grubun değil hepimizin sorunu olarak, bir Meclis araştırmasıyla bu F tipi sistemini tekrar mutlak surette gözden geçirmemiz gerekiyor. Bu konuda her yerden şikâyet geliyor ve bu sistem, bu baskı, izole etme ve gerçekten katlanılmaz, zaten dört duvar arasında olan bir yaşamda ve bakım, gıda vesair koşulları da eklediğiniz zaman, zor koşullar söz konusu.
Burada Sayın Bakanlık bürokratlarından bir sorunun cevabını vermelerini isteyeceğim. Bu sorum çok basit. Cezanın amacı nedir? Hapislerin amacı nedir? Islah etmek mi, topluma kazandırmak mı? Eğer bir kişinin cezaevinden çıkma durumu varsa, ihtimali varsa onu ıslah edersiniz. Eğer bir kişiye, suç tipi itibarıyla, siz ölünceye kadar cezaevinde kalacaksınız ve burada öldükten sonra cezanız bitecek derseniz, bu cezadan neyi beklersiniz, bu infaz sistemi neyi ıslah edecek? Topluma ölü kazandırmak mümkün mü acaba? Böyle bir infaz sistemi dünyanın bir yerinde var mı, merak ediyorum yani ölünceye kadar infaz sistemi. Yani kantarın topuzunu bu kadar kaçırmanın anlamı ne? Hele suç ayırımı yaparak -terör suçlarından veya başka tip suç kategorilerinden alınarak- belli suç tiplerine ayrımcılık yaparak yapılan uygulamada, ağır müebbet alan bir hükümlü ölünceye kadar cezasını çekmek durumundadır. Peki, ölünce cezasını çekecekse siz kimi, neyi ıslah edeceksiniz, topluma neyi kazandıracaksınız? Böyle bir ıslah yöntemi var mıdır? Dünyada örneği var mıdır? Böyle bir ıslah yöntemini, böyle bir yöntemle cezaevi infaz sistemini nereden örnek aldınız? Bunun cevabını bulmak, aramak zorundayız.
İdam cezası kalktı, idam cezasının yerine müebbet hapis, artı ağırlaştırılmış müebbet hapis getirildi. Ağırlaştırılmış müebbet hapisle infaz sisteminde, yeni Ceza Kanunu ve Ceza Yargılama Usulü ve İnfaz Yasası'na göre de bu getirildi. Şimdi, bir kişiyi ölünceye kadar cezaevinde infazla tutmak neyi ıslah edicidir, neyi çözücüdür, topluma neyi kazandırıcıdır? Bu sorunun cevabını mutlaka bürokratların bir çalışmayla ortaya koyup getirmesi gerekiyor.
Ve son sözümüz: Arkadaşlar, 130 bin kişi var cezaevlerinde. Resmî siyasi tutuklu sayısı 10 binin üstünde. Buraya, doğruya gelelim. Bugüne kadar devletler siyasi tutuklu ve hükümlüler ile ilgili özel düzenleme, af veya infaz erteleme yasaları çıkarmıştır. Devletlerin kendisine karşı işlenen suçlarda bunu getirmesi anlaşılabilinir. Ama son zamanlarda çıkarılan bütün af yasalarında özellikle siyasi suçluların ayrık tutulduğu görülüyor; ayrılıyor ve bir öç alma, bir kin, bir öfke üzerine kurulmuş bir sisteme dönüşüyor.
Şimdi, burada -bağışlayın, bu örneği vermek zorundayım, içerideki hiçbir hükümlü de üstüne alınmasın- bu ülkede, yüz kızartıcı suç işleyen birisi -suçu ne olursa olsun, saymayacağım- bir yılı kala yararlanabilir. Bu ülkede, ırza geçmeden tutun ihaleye fesat karıştırmaya kadar, organize kaçakçılıktan tutun bilmem neye kadar, bir yıla kadar, hükümlü birisi bundan yararlanabilir. Kim yararlanamaz biliyor musunuz? Düşüncesini açıklayan bir aydın, bir yazar, bir siyasetçi, bir seçilmiş bundan yararlanamaz. Bir şiir yazan, bir şiir okuyan, bir kitap yazan, bir düşünce açıklayan bir kişi bundan yararlanamıyor. Niye? Terörle Mücadele Kanunu'na göre olan suçlarda infaz hukukunda açık cezaevlerine gönderilme yoktur. Onun için açık cezaevlerinde siyasi suçlardan hükümlüler bulunmamaktadır ve yararlanamıyor. Bu ayıbı, bu eşitsizliği, bu adaletsizliği Bakanlığın bir sonraki yargı paketinde bir şekilde telafi etmesi gerekiyor. Telafi etmediği takdirde toplumsal barışı sağlayamayız çünkü bu, toplumsal barışla da direkt bağlantılıdır. Bakın, geçen dönem bir milletvekili arkadaşımız bu kürsüde yaptığı konuşmalardan dolayı on altı sene hapis cezası aldı. Basın suçları bunun içinde, basın suçları da TMK'ya, Terörle Mücadele Kanunu'na giriyor.
O zaman ne yapacağız? Bu ülkede düşünce, örgütlenme özgürlüğünün önünü açacağız, siyasi suçlara bu kadar düşmanca bakmayacağız. Bu ülkenin konuşanına, kitap yazanına, aydınına, karikatür çizenine, resim çizenine "Teröristtir." deyip "Müstahaktır." muamelesi çeken bir devlet kendi evlatlarıyla barışamaz. Kendi evlatlarıyla barışması için infaz hukukunda eşitliği sağlaması lazım. Ne demek? Demokrasiyi, 12 Eylül darbesini eleştiren bir konuşma yapmış bir kişi diyelim ve propagandadan da ceza almış, yararlanamayacak bundan; şiir okumuş, yararlanamayacak; kitap yazmış, yararlanamayacak ama diğer suçların hepsi yararlanacak. Peki, niye bütün suçlar yararlanamıyor bundan? Burada bir zihniyet sakatlığı var; bu sakatlığın giderilmesi lazım, bu eşitsizliğin giderilmesi lazım. Sakat yanı var bu yasanın, yeterli bir yasa değildir. Bunun yeterli bir yasa durumuna gelmesi için, eğer hükümlüler için fark yapılmayacaksa, mutlaka onlarla ilgili infaz hukukunun da düzeltilmesi gerekiyor.
Ben, buradan, tekrar tekrar, bu yanlışın bir an önce düzeltilmesinin Türkiye'de demokratikleşmeye, toplumsal barışa katkı sunacağını söylüyorum, grubumuz da bunu defalarca söylüyor.
Bu Avukatlar Günü'nde şunu çok açık söyleyeceğim: Eğer "hukukun üstünlüğü" diyorsanız, kutsal olan savunma hakkı özgür olacak arkadaşlar. Eğer "bağımsız yargı" diyorsanız, savunma makamı, avukatlık makamı, yargının onsuz olmaz üç süjesinden biri olan savunma makamı özgür olacak. Eğer adil bir yargılama istiyorsanız, öyle, gizlilik, gizli tanık olmayacak, gizli dinlemeler olmayacak, savcı kısıtlılık kararı vermeyecek, savcının elinde ne delil, done varsa avukatın elinde de o olacak. Eğer savcının silahıyla savunmanın silahı -iddiayla savunmanın silahı- eşit değilse bu Meclisten çıkan bütün sözleşmelere attığımız imza, verdiğimiz oy yalandır. Milletin iradesini kullanıyoruz, milletin iradesi adına Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'ni imzaladık. Orada adil yargılanma hakkı vardı, savunma hakkı; yalandır o zaman. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzaladık, 6'ncı maddede savunma hakkı vardır; eğer uygulamıyorsak yalandır demek ki yapılanlar, söylenenler. Anayasa'nın 90'ıncı maddesini değiştirdik, dedik ki: "Avrupa Mahkemesi savunma standartları, yine, avukatlığın dokunulmazlığıyla ilgili kriterler var, özel yasası var, üstü aranamaz, bürosu aranamaz. Adalet Bakanlığının izni gerekir." Özel yetkili hâkimler ve savcılar "Ben Adalet Bakanını tanımıyorum." diyor, "Ben özel yasayı tanımıyorum." diyor, "Ben özel olarak izin verilmesini tanımıyorum." diyor, "Ben başıma buyruğum, istediğim kapıyı kırarım, istediğim yere girerim, istediğimi de alırım." diyor ve "Gizlilik, meslek sırrını, dosyalarını, evraklarını da alırım, siyah bir torbaya, poşete koyarım, gözlerini de bağlarım, Terörle Mücadele Kanunu'ndan `Teröristtir.' diye yargılarım." diyor. Siz o avukatları tutuklayıp, böyle getirip içeride? O savcılar, aynı okulu bitiren o savcılar, aynı hukuk fakültesini okuyan aynı savcılar, savunmanın kutsal olduğunu bilen o savcılar, özel yetkileri başlarına geçince babalarını, analarını, adaleti, Tanrı'yı bile tanımaz bir güce erişmenin, sonsuz, kudretsiz, kontrolsüz gücü olmanın hangi hukukunu işliyorlar, kimin adına işliyorlar? Kimin adına işliyorlar? Sıkıyönetimde işlenmiyor bu. Sıkıyönetimde uygulanmayan, işlenmeyen bu hukuku nasıl savcılar avukatlara işledi? Savcılar nasıl avukatları görevlerinden tutukladı? O savcılar bugün, o avukatların iddianamesini 5 Nisan Avukatlar Günü'nde hediye ederek gönderdiler 16. Ağır Ceza Mahkemesine. E, Kenan Evren'i biz niye yargılıyoruz o zaman burada, ona yargılama dersek? Bunu kabul edemeyiz arkadaşlar. Kutsal olan savunma hakkı herkese lazımdır. Bir gün bu zulmü uygulayan savcılara da lazım olacak.
Ben avukat olarak görev yaptığım İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde, bir gün, savcılara, 10 tanesine şunu söylemiştim: "Bir gün savunma hakkı size de lazım olur." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden içtihatlar okuyordum, gülüyorlardı. Bir gün o savcıların yüzlerine baktım, "Bu mekânınız devamlı değildir." dedim ve o konuştuğum savcılardan, hâkimlerden 3 tanesi bir sene sonra rüşvetten içeri girdiler, avukatlara muhtaç oldular, savunmaya muhtaç oldular. Şimdi, ben özel yetkili savcıların hepsine buradan sesleniyorum: Sizin de bir avukata ihtiyacınız olacak. Avukatlar üstlerinde güç tanımadılar, kimsenin üstünde de güç kurmadılar; efendi tanımadığı gibi köle de olmadılar; asla, bu ülkede de olmayacaklar, boyun eğmeyecekler. Bu zulme karşı, darbelerde, cuntalarda en direngen mücadele verenler de avukatlar olmuştur.
Özgürlükçü, mücadeleci avukatların hepsinin Avukatlar Günü'nü kutluyorum. Zulme, baskıya karşı da suskun olanları buradan kınıyorum. Öyle avukatlık? Binlerce avukat var ama onurlu duran avukatların adını tarih yazar. Sokrat'ı yazar ama 12 Eylül sıkıyönetiminin savcılarının da, hâkimlerinin de hiçbirini yazmaz. Özel yetkili mahkemelerin savcılarını, hâkimlerini de tarih yazmayacak ama onların karşısında onurla direnen bütün hukukçuları, avukatları, savunma makamını, savunanları onurla yâd edecektir, bunu şimdiden size buradan söylüyorum ve asıl bunun karşısında susmayacağız diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.