| Konu: | ÇEK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 57 |
| Tarih: | 26.01.2012 |
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 137 sıra sayılı çek yasasıyla ilgili söz aldım. Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten çok önemli bir konu çünkü küresel krizin ülkemize yansımaları, 2008 ve özellikle 2009 yılı itibarıyla çeklerin ödenememe durumu, icralar, iflaslar, şirketlerin batması, açılan davalar, çok sayıda icra dosyasının açılması, mahkemelerde karşılıksız çek nedeniyle açılan binlerce dosya. Bir yandan, işini kriz nedeniyle kaybeden ve borçlu duruma düşen, borçlu olduğu için, çekini ödemediği için de aldığı cezalar nedeniyle hapiste yatan binlerce insan, bunların aileleri, kapanan iş yerleri. Bir yandan, alacağını tahsil edemeyen vatandaşlarımız, onların ayrı bir durumu söz konusu. Yine ulusal üstü hukuktan ulusal hukuka farklı mevzuatlar var.
Burada bu konuyu konuşurken şunu açık ifade etmekte yarar var: Tabii, Türkiye anayasa değişiklikleri yapıldı 2001 yılında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 4'üncü Protokol'de de çok net, ekonomik suçlar nedeniyle cezai yaptırım, hapis yaptırımı uygulanamayacağına dair hükümler var. 4 no.lu Protokol'de geçen hüküm Anayasa'nın 90'ıncı maddesine göre uluslararası bir sözleşme ve bu sözleşme Türkiye'de iç hukukun üstünde. Bir bakıma, baktığımız zaman, Anayasa 90'ıncı madde, ekonomik suçlarla ilgili yaptırımlar; 4 no.lu Protokol, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, burada zorunlu bir düzenlemeyi getiriyor.
Bu zorunlu düzenlemeyi getirirken şuna dikkat etmek gerekiyor: Adaletli olmak gerekiyor, hakkaniyetli olmak gerekiyor ve bir gerçek ki bazen yasalar Anayasa'yı da dolanıyor, bunu da bilmek gerekiyor. Çünkü Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar var geçmiş tarihlerde, 2002'de verdiği bir karar var, sonrası tartışmalar var. Çek Yasası'nı iptal etmemiş mesela o dönemde. Sonrası dönem tartışmaları var. Geliyoruz, daha 2009 Aralık ayında yapılan tartışmalar var. 10 Aralık 2009 sanıyorum, yanılmıyorsam. Sayın Öztürk, o dönemde siz de konuşmuştunuz, Sayın Canikli de. Oradaki tartışma noktalarına baktığımız zaman önümüze yine aynı konuların geldiğini görüyoruz.
Bir, Sayın İyimaya'nın o zaman da Komisyon Başkanı olarak hapis cezalarının kaldırılması, af durumu gibi bir konuda af düzenlemesi, Anayasa'daki nitelikli çoğunluk olan 3/5'lik oran konusunun tartışıldığını görüyoruz.
Yine muhalefet partilerinin, bankaların, bu ekonomik ilişkilerin bozulması nedeniyle tefecilerin, işte bilmem kimlerin güvenceye alınması için bazı eleştirilerinin olduğunu görüyoruz ama o dönemde yapılan tartışmalara iktidar partisi cenahından da baktığımız zaman aynı noktaya geliyor, yine çek mağdurlarıyla ilgili. Rakamlar çok büyük yani 300 milyara varan karşılıksız çekler, işlemde olan, takasa verilen çekler, bunların 25 milyon adedin üzerinde olması gibi ve bunların birçoğunun geri dönmesi gibi durumlar söz konusu.
Burada 2009'da infaz yasası sistemiyle bir dolanma durumu vardı, şimdiki durum da biraz daha teknik bir durum. Bakıyoruz ki Anayasa'daki hükümde yaptırım vasfı değişiyor yani nasıl bir şey? Cezai olan müeyyide idari bir tasarrufa döndürülüyor yani bu bir bakıma çek mağdurlarının hapis cezalarından kurtulmasını sağlayacak bir düzenleme olarak tezahür ediyor.
Şimdi, burada bankaların sorumluluğu konusu gündeme geliyor yani bankalar millî piyango bileti gibi önüne gelene de çek karnesi dağıtmasın, belli bir sistem olsun, belli bir denetim olsun, özellikle işinde dürüst çalışan, ticarette çalışan esnafımızın, insanlarımızın, gerçekten bu kriz nedeniyle zor duruma düşmüş, hapse düşmüş, sıkıntı yaşamış insanlarımızın yanında sayıları çok az da olsa, istisna da olsa, artık karşılıksız çeki bir dolandırıcılık aracı olarak kullanan -çok az sayıda da olsa- suiniyetli bir grubun olduğunu da biliyoruz. Şimdi, çok az sayıdaki bu suiniyetli gruba çok sayıda insanın büyük mağduriyetini, binlerce insanı feda etmek adaletli bir yaklaşım olmaz. Ceza hukukunun sistematiği içinde aslında bu tür suçluların tespiti, takibi farklı biçimde zaten mümkün.
O zaman ne yapacağız? Yasama olarak bu mağduriyetlerde dikkat edeceğimiz konu, her gün her gün aynı hataların, aynı durumun yaşanmaması. Çünkü kambiyo senetlerinin içinde en güvenilir ödeme aracı çektir. Eğer çeke güven sarsılırsa, yani bono düzeyine inerse, ticari hayattaki alışverişler, ödeme sistemi de zarar görecek. E, Türkiye büyük bir ülke, 74 milyon ve çok büyük bir ticari aksiyon içinde. Yani Türkiye'nin ithalatını, ihracatını, sistemini de sakatlamayacak bir düzenleme için gayret gösterilmesi kaçınılmaz oluyor.
Şimdi, komisyonda, baktım her çek sayfasına gelişte 600 lira olan, bin liraya çıkarıldı. Ha, burada bankalar daha özenli, daha dikkatli davranacak, çek karnelerini her önüne gelene vermeyecek. Yani bu aslında 2009 değişikliğinden bu yana karşılıksız çek kullanmanın oranlarının azalmasına da baktığımız zaman, bir noktada bu sistemi de getiriyor. Ha, bu sistem, bu güveni tam sağlar mı? Tam sağlamaz ama yani sigorta açısından, garantörlük açısından yani denetim açısından, ticari hayatın şeffaflığı açısından da asgari de olsa bir düzenlemenin getirilmesi gerekiyordu. Bunun olmasında da elbette ki yarar var.
Tabii, burada daha başka bir konu -bu gelir mi buraya, AK PARTİ çoğunluk tabii, kendisinin getirmeyeceği bir önergeyle? Bizim sayımız yetmez ama bir uzlaşı olursa- bu, çeklerdeki zaman aşımı sürelerinin eşitlenmesi, denk hâle getirilmesi bonoyla; altı ay, üç yıl olayında bir düzenlemenin yapılması gerekir diye düşünüyoruz. Bu, cezai yaptırımla idari yaptırım artı Merkez Bankasının arşiv ve sicil olayı yeni bir durum yaratıyor yani adli sicilden Merkez Bankası siciline bir kayma olacak. Burada bu yasa ile -sayıları, kimisi "600 bin" diyor, kimisi bilmem ne ama- belli ki adli yargının, asliye ceza mahkemelerinin, sulh ceza mahkemelerinin, hatta kolluğun, adli kolluğun yüzde 50'nin üzerindeki işleri bu karşılıksız çekler, davalar, alacak, verecek, icra, haciz, takip işleriyle? Bununla ilgili bir rahatlık getirir mi? Elbette ki bu yasa da bu konuda da bir adli rahatlama getirecektir.
Burada yine bir noktaya daha değinmekte yarar var. Bu "nitelikli dolandırıcılık" dediğimiz yani dürüst, işini yapan ama ekonomik kriz nedeniyle batmış, borçlanmış, ödeyememiş ve içeri düşmüş insanların mağduriyetleri giderilirken nitelikli bir şekilde dolandırıcılık suçu işleyenlerin -demin söylediğim gibi- mutlaka bu istisnanın ayrık tutulması şart. Peki, alacaklıların durumu ne olacak? Gerçekten, birçok kuruluştan, ticaret odasından yani birliklerden sesler yükseliyor, bize de sürekli e-mailler, fakslar geldi. Onlar da "Biz mağduruz." diyor. Yani karşılıksız çek mağduru kadar alacaklı da diyor "Ben mağdurum." Bu alacaklılarla ilgili bir mağduriyet giderimi var mı? Doğrusunu isterseniz, beni burada tatmin edecek bir şeye rastlamadım. Yani gerçekçi konuşalım. Sadece, yaptığımız düzenleme çek mağdurlarıyla ilgili bir iyileştirme getiriyor, çekle ilgili bir sigorta güvenlik sistemi getiriyor, çekin soruşturulmasında, bu tür suçlarda adli yargının yükünü hafifletiyor, daha çok Merkez Bankasına ve idari tasarrufa doğru yönlendiriyor.
Burada yine bir noktaya daha dikkat çekmekte yarar var. Şimdi, borçluyu tutukluyorsunuz, içeri giriyor. Tutuklu insan çalışmazsa iş yeri kapanıyor, iş yeri kapanırsa borcunu ödeyemiyor, borcunu ödemeyince diğer çeklerin vadesi geliyor. Genellikle çek anında ödeme aracıdır ama ticari hayatta âdeta vadeli çek gibi bir teamül de oturmuş Türkiye'de ticarette, sanayide, organize sanayiye, ticari alanlara baktığımız zaman. Bu yönüyle de baktığımız zaman, ekonomik suç nedeniyle tutukladığınız bir kişiye "Borcunu ödeme, içeride yat." demekten başka bir anlama gelmeyecek mevcut düzenlemeyi değiştirmenin aynı zamanda çek mağdurlarının çıkması ve kendi ticari hayatlarını yeniden idame ettirmesi, ayrıca borçlarının ödenmesi konusunda fırsat tanınması açısından sağlıklı olacaktır.
Tabii keşke Meclisin önüne çok sağlıklı bir veri konulabilseydi. Bu konuda, aslında bütün parti gruplarına, adli yargıda ne kadar çek var, ne kadar dosya var, ne kadar tutuklu var, ne kadar borç var, ne kadar karşılıksız çek var, ne kadar alacak var, ne kadar yok? Bunun yüzde kaçı nitelikli dolandırıcılıktır, yüzde kaçı gerçekten kriz nedeniyle etkilenmiştir? Kriz nedeniyle etkilenenlere, diğer iş kollarındaki gibi krizden etkilenenlere tanınan ayrıca kolaylıklar tanınacak mı tanınmayacak mı? Sosyoekonomik bir veri elimizde yok. İşte yasama, Meclis kanun çıkarırken bu verileri tam, sağlıklı bir tahlilden geçiremediği için işte 2009'da bir kanun çıkarıyoruz, geliyoruz, bir yıl geçmeden tekrar bir kanun çıkarmak zorunda kalıyoruz. Bunu niçin söyledim? Tartışmalar var, ondan çünkü karşılıksız çeke, sigorta sisteminden azaltılmasına, kriz nedeniyle rahatlamaya yönelik çokça açıklama var. Bunun bir de esprili yanları var, Başbakanın kitabında geçer, en yakın arkadaşı karşılıksız çekten kendini hapse attırmıştır, Pınarhisar Cezaevine, kendisini korumak için ve demek ki bir yöntem olarak da karşılıksız çek konusu da siyasi literatürümüze böyle giriyor. Hasan Yeşildağ'ın anılarında, kitapta geçiyor. Karşılıksız çek keşide ediyor, hâkime diyor ki: "Beni tutukla." Tam da üç dört ay yatacak karşılık üzerine.
Şimdi, cezaevindeki esnaf ve iş adamı sayısının çok yüksek olması aslında bu krizden etkilenenlerin aileleriyle birlikte çok ciddi bir sayıda olduğunu gösteriyor. Onun için, bize, grubumuza gelenler, uğrayanlar, arayanlar, e-mail, faks gönderenler şüphesiz diğer gruplara da geldiler, gelmişlerdir. Bu düzenlemeleri niye geciktirdik, 4 no.lu Protokol niye bu kadar geç yürürlüğe girdi, bunun ayrıca sorgulanması lazım. Yani 2001'de Avrupa Birliği süreci başladığında 4 no.lu Protokolün gereğini niye on sene erteledik? Yani 2001'de düzenlemeler yapıldı, niye bugüne kadar? O ayrı bir konu.
İlginç şeyler de geliyor. Bakın, bazı alacaklılardan "Alacağımızı alamıyoruz, çek cezaları, hapis cezaları devam etsin." diyenler var. Bu, elden gönderilen mektuplar ve mağduriyetler. "Kulun hakkını ne yapacaksınız?" diyenler de var yani. Peki, onlara ne yapacağız? Bu Meclisin, adaletin terazisinde karşılıksız çek nedeniyle yatanlar kadar alacaklıları da düşünme gibi bir zorunluluğunun olduğunu düşünüyoruz ve aynı şekilde, alacağını almadığı için iş yeri iflas eden, batan ve büyük mağduriyetler yaşayanlardan mektuplar alıyoruz, e-mailler alıyoruz ve bunlar farklı görüşler.
Şimdi, borç hapiste ödenmez, bunu herkes bilir. Borçlu hapiste tutuklu olsa çalışamaz, ödeyemez, bunu herkes bilir. Galiba, bu küresel krizden sonra sayıları 9 bin herhâlde, çekten tutuklu kişiye tahliye umudu doğarken bu ödenmeyen adli para cezaları, cezaların paraya çevrilmesi, karşılıksız çek ve bunun mukabili olan bu düzenlemenin ardından sanıyorum, yeni bir anlayışın gelişmesi gerekiyor. Eğer bu anlayışı geliştiremezsek, eğer bu konuda doğru ve sağlıklı düzenlemeler yapamazsak, bugün bu dosyaları erittik dersek, bu mağduriyetlerin büyük çoğunluğunu giderdik dersek, yine yarın aynı durumlar ortaya çıkar. Daha da kötüsü, bu sefer, icra iflasa gitmeyen, çek senet mafyasının devreye girdiği, kara paranın devreye girdiği, tefeciliğin devreye girdiği bir sürece zemin verilmemesi açısından da çok ciddi ekonomik, sosyal tedbirlerin alınması gerekiyor. İş yaşamı konusunda alarm konusu olan bazı noktaların yeniden düzenlenmesi gerekiyor diye düşünüyoruz.
Barış ve Demokrasi Partisi olarak biz, başından beri, "Ekonomik suça hapis olmaz, ceza olmaz; ekonomik suçta bunu yaptığınız zaman, ticari hayatı bu şekilde baskı altına aldığınız zaman ticari hayatı işletmeniz mümkün olmaz." dedik çünkü Avrupa Birliği sürecinin getirdiği bir zorunluluk, bir mevzuat gereğiydi, Anayasa gereğiydi, 90'ıncı madde gereğiydi ve bugün, kısmen de olsa, yeterli de olmasa, bu düzenlemenin getirilmesi karşısında, grubumuz olarak yetersiz bulmamıza rağmen, bazı önergelerle bazı aksaklıkları düzelterek -umarım dört grup biraz daha düzenler bu konuyu- kerhen de olsa bu kanun teklifine grubumuz adına "evet" diyeceğimizi açıklıyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kaplan.