GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/236, 237, 238, 239) NO.LU ÜLKEMİZDE DEMOKRASİYE MÜDAHALE EDEN TÜM DARBE VE MUHTIRALAR İLE DEMOKRASİYİ İŞLEVSİZ KILAN DİĞER BÜTÜN GİRİŞİM VE SÜREÇLERİN TÜM BOYUTLARI İLE ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA BİR MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELERİN ÖN GÖRÜŞMESİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:93
Tarih:11.04.2012

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, tarihî bir gün. Dört parti grubunun bir araya gelerek, demokrasiye yönelik bütün darbelerin, muhtıraların, girişimlerin, kalkışmaların her türünü araştırma, inceleme, tespit ve önerileri açısından tarihî bir güne tanık oluyoruz. Bunu niçin söylüyorum? Biz, Barış ve Demokrasi Partisi, daha önce de Demokratik Toplum Partisi olarak, bu darbelerle hesaplaşmadan bizim demokrasiyi kuramayacağımızı hep söyledik.

Şöyle bir göz attım, kaç tane araştırma önergesi vermişiz: İlginç, onlarca darbe araştırma önergesi vermişiz, hepsi reddedilmiş. Akın Birdal vermiş, arkadaşlarımızdan Fatma Kurtulan vermiş, şu an cezaevinde tutuklu. Merak ediyor musunuz neden tutuklu olduğunu? Bence merak edin, öğrenin. Yine Pervin Buldan arkadaşımız, yine Sayın Sırrı Sakık -birazdan önerge üzerinde konuşacak- ve yine benim vermiş olduğum yakın zaman araştırma önergeleri.

Şimdi şöyle bir hafızalarımızı yoklayalım. 60 darbesinde ben ilkokuldaydım. Tankları gördüm arkadaşlar. O tankların evimizin önünde neden dolaştığını sorduğumda "İhtilal oldu" dediler ama ihtilal olan benim ilçem  İdil'de -çok büyük bir ilçe değildi- o tankın namlusu çocuk olarak bana yönelip "Evden çıkmak yasak." sözcüğünü ilk defa o  zaman duydum. Sonra lisedeyken son sınıfta 12 Mart muhtırasını, darbesini yaşadık hep beraber ve 12 Eylül darbesi olduğunda -bunların detayına girmeyeceğim- avukattım artık, üniversiteyi bitirmiştim. Bu sürecin sanığıydım, tanığıydım, avukatıydım ve bütün süreçlerin içindeydim. Acıların, tahribatların ve bu tahribatların bugün getirdiği Türkiye'de otuz yıldır süren bir kardeş kavgasının kirli savaşının nedeni de işte bu darbelerdir arkadaşlar. Bu askerî darbelerin sonucu bugün kardeş kardeşi bu ülkede vuruyorsa, toplumsal barış yoksa, çoğulculuk yoksa, çok kültürlülük yoksa, eşitlik yoksa, özgürlük yoksa, adalet yoksa yine de bunun sonucu, sebebi darbelerdir.

Evet, herkes kendi açısından farklı bir yorum yapabilir. Latin Amerika ülkelerinde her gün domino taşı gibi darbeler olurken, Latin Amerika ülkeleri darbeler sürecinden sıyrılıp yeni yönetimlerini kurup, yeni anayasalarını kurup, gerilla savaşlarına son verip? Lula bile Brezilya'da dünyanın 8'inci büyük ekonomisinin olduğu ülkede Cumhurbaşkanı olurken, biz hâlâ 12 Eylül Kenan Evren Anayasası'yla yürüyorsak, bu ayıp, bu utanç hepimizindir. Bu darbeleri araştırma komisyonu -üç ay artı bir ay- dört ay için bir çalışma yapacak, eğer bu tespit ve araştırmalar yeni bir anayasayla taçlandırılmadığı süreçte, yeni bir anayasayla bu darbelerin kökünü kazımadığımız zaman hiçbir şeye itiraz etme hakkımız kalmaz arkadaşlar. Yeri gelir övünürüz, İstiklal Savaşı'nda, 1920'de kurulan bu Meclis savaş koşullarında bile kapanmadı. Doğrudur ama gün geldi, daha yakın bir tarihte, 1980'de apoletler gelip darbe yapıp bu Mecliste bulunan Başbakanı, parti liderlerini Zincirbozan'a çektiler, siyasi yasak uyguladılar, depolitizasyon politikasını uyguladılar, sendikaları kapatıp mal varlıklarına el koydular, öğretmen derneklerini kapattılar, düşünen her insanı içeri aldılar. Milyonlarcasını, yakılıp yıkılan hayatları saymıyoruz. Öncesi, muhtıralar, son postmodern darbeler ve bütün bunlar, hepsi milletin iradesine, Türkiye halkının egemenliğine, çoğulcu demokrasi anlayışının istemine ve siyaset kurumuna yönelik yapıldı; sadece görünen fotoğrafı tanklar ve apoletler değil.

Faşizm, sermaye, uluslararası sermaye, kendi yönetimlerini sermayesiyle oluşturur, en yoğunlaşmış saldırganlık biçimini darbelerde gösterir ve NATO'yla başlayan gladio'nun, kontrgerillanın, özel savaş birliklerinin ve gücü elinde bulunduran ve sermayenin emriyle hareket eden bu süreçlerin hepsinde bütün halklar acı yaşamıştır, bütün inançlar acı yaşamıştır, bütün insanlar acı yaşamıştır, Türk Silahlı Kuvvetleri  mensupları dâhil acı yaşamıştır, ordudan atılmıştır, cezalandırılmıştır. Ben avukat olarak çoğunun davasına girdim. Bırakın onu, 80 darbesinde 5 milletvekilinin avukatıydım ben. 12 Eylül darbesinden sonra CHP milletvekili 4, 1 de bağımsız milletvekili Sayın Nurettin Yılmaz, 5 milletvekilinin avukatlığını yaptım ama en beteri 2 Mart 93 yılında bu Mecliste bir darbe daha yapıldı, onu da Sayın Sırrı Sakık bizzat -Leyla Zana da burada oturuyor- anlatacak. O darbede de ben 18 milletvekilinin avukatlığını yaptım. Siyaset kurumunu, parti içi hukukunu yok eden siyasi liderleri ve sultaları yaratan, siyasi liderlerin sultasında yürüyen bir demokraside siyasi partiler rejimini diktatoryal olarak düzenleyen seçim sistemlerinde halkın kendi adayını seçmemesi için her türlü kötülüğü yapan, seçim barajlarını halkın önüne koyan, hazine barajlarını halkın önüne koyan bu kokuşmuş düzenin içinde insanlar da, toplum da, değerler de aşındı ve çürüdü. Yakın zamanda sansür, sürgün kararnamelerinden doksan günlük gözaltılara, aç susuz ve bir daha soruşturmadan, bir başka soruşturmadan üç yüz seksen gün sadece gözaltında kalan, sıkıyönetim mahkemelerinde bütün insanlık dışı uygulamaları yapan bir anlayışı konuşuyoruz burada ve biz bir anlayışı daha konuşuyoruz: Sadece siyaset kurumunu yıpratmadı bu anlayış, bu darbeler yargıyı yıprattı, yargıyı mahvetti. Sadece yargıyı da mahvetmedi, bürokrasinin bütün kesimlerini kirletti ve en önemlisi de millî istihbarat teşkilatları ve uluslararası ilişkiler içinde olan diplomatik ilişkilerin bu darbelerdeki rolü çok berbat oldu. Bunun nasıl kullanıldığını çok iyi incelememiz lazım. Bu darbeler hukukunu incelemek Türkiye'nin geleceğini kurtarmaktır; Türkiye'nin, çocuklarımızın ve 75 milyon insanımızın kardeşliğini ve birliğini yeniden güçlü bir şekilde tesis etmenin adıdır. Her darbede eğer Sünniler-Aleviler birbirini boğazlıyorsa ve birileri bunu tezgâhlıyorsa, bunun üstüne üstüne gitmek bu Meclisin en onurlu görevidir arkadaşlar.

Eğer sağcı-solcu diye insanlar birbirine kırdırılıyorsa ve bu insanlar ölümde, cinayette, organizede kullanılıyorsa bunun üstüne üstüne gitmek bu ülkenin insanlarının vicdanıdır, adaletin gereğidir, demokrasinin gereğidir.

Eğer bu ülkede Türk-Kürt diye insanları ayırıp, kendi ana dili farklı diye, kültürü farklı diye, kimliği farklı diye baskı uygulanıyorsa, içeri atılıyorsa, cezalandırılıyorsa bu zihniyeti yok etmek, kökten kazımak hepimizin namus borcudur arkadaşlar.

Sadece bu değil, hukukumuzu yitirdik, çoğulculuğumuzu yitirdik, çok kültürlülüğümüzü yitirdik, kimliklerimizi yitirdik, kitaplarımızı yitirdik arkadaşlar. Kitaplarımız toplatıldı, yakıldı. Sadece kitaplar değil, sinema filmlerini topladılar yaktılar. Yılmaz Güney'in Birinci Ordudaki filmlerinin negatiflerinin nasıl yakıldığını bir avukat olarak bana sorunuz ve ben size şunu söyleyeyim: Sadece edebiyatı, sinemayı, tiyatroyu, düşünen insanı, çizen insanı, sendikacıları, öğretmenleri, bu ülkenin bütün duyarlı insanlarını bir anda terörist ilan edip? Bu darbeciler, bu işkenceciler, bu kan emiciler, hepsi hâlâ bu ülkede kahraman gibi dolaşıyor. Kahraman gibi dolaştıkları bu ülkede, işte, Süleyman Çelebi DİSK'in Genel Başkanı, TÖBDER üyeleri vardır, başka öğretmen derneklerinin, sağcı-solcu fark etmez, öğretmen derneklerinin mensupları vardır. Hepsini zindanlara koyan bu generaller hâlâ koruma altında geziyor, hâlâ altlarında araçlar var, hâlâ bu Meclisin kanunlarıyla kendilerine istihkak veriliyor, özel muamele görüyor, özel koruma görüyor ve özel olarak da hâlâ lüks içindeler ve yargılamaya gelmeye bile tenezzül etmiyorlar, teşrif etmiyorlar çünkü bunlar hâlâ diyorlar ki: "Bu Anayasa'nızın kurucu iradesi biziz. Biz bu Anayasa'yı yaptık, biz bu zorba yasaları yaptık, biz bu ayrımcı yasaları yaptık, biz bu tekçi yasaları yaptık. Biz düşünce özgürlüğünü engelledik, biz örgütlenme özgürlüğünü engelledik, biz toplantı ve gösteri yasaklarını getirdik, biz kişilik haklarını ihlal ettik, biz gizli dinlemeyi getirdik, izlemeyi getirdik, fişlemeyi getirdik, cinayeti getirdik, işkencede ölümü getirdik, sürgünü getirdik, sansürü getirdik ve bu ülkeye karanlığı getirdik. Biz vatanseveriz."

Bu kadar "Vatansever!"in bu kadar aymazca dolaştığı bir ülkede bu Meclisin bir namus borcu vardır, bir onur borcu vardır, vatandaşlarından aldığı iradeyle bunun hesabını sorma borcu vardır. Biz bu hesabı sorabilirsek eğer, biz bu hesabı görebilirsek eğer yeni bir hukuk düzeni kurarız, yeni bir demokrasi düzeni kurarız, yeni bir kardeşlik düzeni kurarız, yeni bir sayfa açarız, yeni bir anayasayla yolumuza devam ederiz, yeni adil bir seçim sistemi kurarız, yeni adil mahkemeler kurarız, yeni adil bir bürokrasiyi kurarız, yeni adil basın özgürlüğünün olduğu bir ülke yaratırız ve bu hak ve mağduriyet içinde mağdur olan ve 12 Eylül darbesinden bugüne siyah gömleğini çıkarmayan insanların yaşadığı bu ülkede bizim çıkıp onlara verecek çok fazla, çok fazla verecek çalışmalarımız var arkadaşlar.

Biz bunu hayata geçirebiliriz, biz bu onurda birleşebiliriz, Türkiye'nin geleceğini kurtarabiliriz, Orta Doğu kaynasa bile, dünya kaynasa bile, neoliberal sistem, küresel kriz birbirine karşı istediği kadar cepheleşse bile, biz bunu sağladığımız zaman, bu darbelerle hesaplaştığımız zaman, bu ülkenin birliğini sağladığımız zaman, bu ülkede silahları susturduğumuz zaman, bu ülkenin geleceğinin yolunu açtığımız zaman, bu Meclis milletin en saygın yerinde, siyasetçisi de en saygın yerini koruyacaktır.

Ama üzülerek bir şeyi ifade etmek istiyorum: Bir milletvekili bir işkenceci kadar saygın değil hâlâ bu darbe anayasaları sayesinde. Bunu üzülerek ifade ediyorum. İşkence yapanlar Kızılay Meydanı'nda başları dik geziyorlar oysa genel merkezleri basılmış, binalarına el konulmuş sendikalar, dernekler, siyasi partiler, hak aradıkları için hâlâ şüpheli muamelesi gören bir kulvarda geziyor. Bu bulvarlarımızı da kulvarlarımızı da ayrıştırmak zorundayız arkadaşlar. Başka yolu yok, hesaplaşmak zorundayız. Hesaplaşanlar kazandılar. Portekiz'de Baltasar Garzon'la hesaplaştılar demokrasiyi kurdular. İspanya'da Franco'yla hesaplaştılar, kurdular. İtalya'da seksenli yıllarda "Temiz Eller"le yaptılar bunu, Gladio'yu, mafyayı "Temiz Eller"le, silerek bunu yaptılar. Yunanistan'da "Albaylar Cuntası"nda yaptılar. Biz otuz senedir yapamıyoruz. Neyimiz eksik arkadaşlar? Neden yapamıyor büyük Türkiye? Dünyada imparatorluklar kurmuş, bugün dünyanın 16'ncı büyük ekonomisi olan Türkiye, 3 tane generalle mi hesaplaşamıyor, darbeciyle mi hesaplaşamıyor, onların arkasındaki sermayeyle mi hesaplaşamıyor?

İşte, Meclisin geldiği sınav noktası bu. Bu sınavda bizim daha fazla ortaklaşmamız gerekiyor. Bu sınavda bizim daha fazla, yeni anayasa sürecinde daha net, daha gerçekçi ve daha onurlu duruşlar göstermemiz gerekiyor. Biz bu Mecliste bunu gösterdiğimiz zaman...

Bakın, önümüzde birkaç tane seçim var arka arkaya 2013, 14, 15. İşte Kenan Evren'in, darbecilerin anayasasını ve seçim yasasını, seçim barajlarını tarihe gömdüğümüzde ve bunların yerine demokratik olanları yaptığımızda milletin, halkımızın, Türkiye halkının iradesiyle özgürce seçilip gelecekler, belediye başkanı olacaklar, milletvekili olacaklar ve hatta cumhurbaşkanı olacaklar Türkiye'nin ufkunda yeni bir çığır açabilirler. Yeni bir çığır, kendine güvenen, kendi özgüvenini sağlamış, kendi inancıyla, kültürüyle, tarihiyle, her şeyiyle bütünleşmiş ve gerçeğinin ışığında yürüyen bir ülke olarak bunu sağlayabilir.

Biz, inanın, buradan ne söylersek söyleyelim, burada, 80 darbesinin sonrasında şu sıralarda oturan darbeci generallerin ve onların atadığı parlamenterlerin o siluetlerini, o resimlerini de Meclisten an itibarıyla söküp atmanın zamanıdır. O dönemin geçici meclislerinin, o dönemin Bakanlar Kurulunun, o dönemin Cumhurbaşkanının, darbe döneminin atanan Başbakanının resmini bu çalışmanın sonunu beklemeden Meclis Başkanımız derhâl bu dört partinin iradesi oluştuktan sonra indirmelidir. Artık herkes hak ettiğini bulmalıdır; hak, adalet, insanlık adına, vicdan adına, hukuk adına, çağdaş demokrasi adına olmalıdır. 

Bizim burada parti grubu olarak duruşumuz nettir. Biz bu yolun sonunda ışık görüyoruz, bu yolun sonunda eğer başarırsak aydınlık görüyoruz. Türkiye'nin Meclisinin, ortak vatanda ortak Meclisin bütün işlevselliğiyle bütün renklerinin, bütün seslerinin temsilini sağlamış, kucaklaşmış, kardeşlik hukukunun fışkırdığı, eşitlik ve özgürlüğün, özgür iradeyle seçimlerin ve adil bir yargılamanın, adaletli mahkemelerin kurulduğu bir Türkiye'de, hukuk düzeninde hiç kimse kimseden korkmaz, bir Allah'tan korkar, bir hukuktan korkar bir ülke yarattığımız zaman bu ülkenin önü açılır arkadaşlar. Allah korkusu, hukuk düzeninde darbecilerin kurduğu düzeni demiyoruz, eğitilmiş, inançlı, bilinçli bir vicdan duygusuyla hukuk sorumluluğunu kastediyoruz. Biz bu yolu açmak zorundayız. Açmadığımız takdirde, toplumun her kesiminde, her alanda?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

HASİP KAPLAN (Devamla) - ?çivilerin döküldüğü, çarkların aşındığı bir sürece gireriz. Önümüzde tarihî bir fırsat var, şans var.

Bütün Meclisi, bütün parti gruplarını, grubumuzu, darbe hukuku karşısındaki bu duruşu nedeniyle, onurlu duruşu nedeniyle saygıyla selamlıyorum. (BDP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.