GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BARIŞ VE DEMOKRASİ PARTİSİ GRUBU ADINA GRUP BAŞKAN VEKİLLERİ IĞDIR MİLLETVEKİLİ PERVİN BULDAN VE ŞIRNAK MİLLETVEKİLİ HASİP KAPLAN'IN, NEVRUZ BAYRAMI KUTLAMALARI İLE EĞİTİM SİSTEMİNE İLİŞKİN KANUN TEKLİFİNE KARŞI YAPILAN PROTESTO GÖSTERİLERİNİN YASAKLANDIĞI VE BU GÖSTERİLERE KATILANLARA YÖNELİK POLİSİN ORANTISIZ GÜÇ KULLANDIĞI İDDİASIYLA İÇİŞLERİ BAKANI İDRİS NAİM ŞAHİN HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGESİNİN ÖN GÖRÜŞMESİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:95
Tarih:17.04.2012

MHP GRUBU ADINA MEHMET GÜNAL (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu konu üzerinde konuşmadan önce, küçük bir hatırlatma ve kutlama yapıp gündeme geçeceğim.

Öncelikle, Antalya Milletvekili olarak, kutlanmakta olan Turizm Haftası nedeniyle bütün turizmcilere başarılı bir sezon diliyorum. Gündem dışı konuşacaktım ama yoğunluktan sıram gelmediği için onlara da buradan başarılar diliyorum.

Tabii, bu vesileyle, Bakanımız yok ama Hükûmetin üyelerinden de bir an önce turizm çerçeve yasasını çıkarmalarını istirham ediyorum. Çünkü sürekli söylemiştim, ilgili bakanlarımız biliyor: 2007-2012 Eylem Planı vardı, 2012 geldi, hâlen daha çerçeve yasamız yok, bu vesileyle tekrar hatırlatmış oluyorum. Başarılı bir sezon diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, idrak ettiğimiz başka bir hafta da Kutlu Doğum Haftası. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in doğumunun 1441'inci Yıl Dönümünü kutladık. Bu vesileyle, bütün inananlar üzerinde şefaatinin olmasını temenni ediyorum. Ancak burada bu seneki ana tema "Hazreti Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kardeşlik hukuku ve kardeşlik ahlakı." Bugün, burada, bu gensorunun konusu içerisinde de bu hususu ilgilendiren bazı önemli noktalar var değerli arkadaşlar.

Peygamber Efendimiz "Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim." diyor. Biz de bu haftanın temasını "Kardeşlik ahlakı, kardeşlik hukuku." olarak koymuşuz ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin doğumunun kutlandığı bu haftaya uygun olarak birlik, beraberlik, kardeşlik, barış için bazı şeyler yapmamız gerekirken biz, maalesef ve maalesef sizlerin AKP İktidarı olarak yarattığı ve palazlandırarak, şımartarak bugüne getirdiği bir bölücü terör sorununun bugün başka bir uzantısını konuşmak zorunda kalıyoruz.

Değerli arkadaşlar, burada Meclis Başkanlığına da sormak istiyorum: Yani üstündekine baktım Sayın Başkanım, nevruz "v" harfiyle, içindekine baktım "w" ile çift "v" ile yazılmış. Yani biz en küçük bir şeyi götürdüğümüz zaman "İç Tüzük'e aykırı." diye kabul etmiyorsunuz, bunu da dikkatlerinize sunuyorum. Yani eğer varsa, artık yasallaştıysa onu da bilelim. Üstünü düzeltmişler ama içindeki "Nevroz"lar "çift v" ile duruyor. Bunu da Meclis Başkanlığının, Kanunlar ve Kararların, Genel Sekreterliğin dikkatine sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, nevruz, Türk kültüründe, Orta Asya'da ve bu coğrafyada yaşayan insanlar için, "yeni gün" anlamına geliyor, bütün Türk topluluklarında da buralarda, bu coğrafyada yaşayan insanlar tarafından da biliniyor; birliği, beraberliği, barışı ifade ediyor ve hep bayram olarak kutladığımız bir gün. Değişik isimlerle anılıyor, bizde "Mart Dokuzu" gibi, "Mart Bozumu" gibi, "Gün Dönümü" gibi, "Yıl Dönümü" gibi isimlerle anılıyor. Bizim 12 hayvanlı eski Türk takvimimizde de yeni yılın başlangıcı olarak kutlanıyor. Şimdi, böyle bir bayram günü... Hatta Ertuğrul Gazi Anma Törenleri bile, belli bir süre, Osmanlı'nın sonuna kadar, o gün içinde kutlanırmış. Yani önemli bir gün, baharın müjdecisi, barışın, kardeşliğin müjdecisi.

Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk de ilk cumhuriyetin kuruluşundan önce Meclis varken yine 1922 yılında Ankara'da nevruz kutlamalarına bizatihi kendisi katılmış. Yani bir barış, kardeşlik, birlik, beraberlik günü olarak baharın, yeni günün, yeni yılın müjdecisi olarak kutlanılan bir gün.

Şimdi, peki, nasıl oluyor da bu samimiyetle uzun yıllar muhafaza ettiğimiz nevruz günü, böyle kırmalar, dökmeler, yakmalar gibi bazı gösterilere sahne olabiliyor? Yani bu kadar yıl kutlamışız birlik beraberlik içerisinde, bin yıllardır müşterek kıvanç ve duyguda, tasada, üzüntüde. Bu köklü kaynaşma fırsatını neden böyle bir kavgaya dönüştürüyorsunuz?

Tabii ki, burada, bu bayramımızı, bu güzel bahar bayramını kirletmeye çalışanlar belli yerlerden cesaret alıyorlar. Sadece kabahati onlarda bulmuyoruz değerli arkadaşlarım. Eğer siz bu işi hafife almasaydınız yıllardır yapılan şeylerde? Sayın Bakan burada. Ben Sayın Atalay'ın sözünü hatırlıyorum, bir gösteri yapılıyor, "Şükür ki can kaybı olmadı." diyor, cam çerçeve inmiş, bankalar, kamu kurumları, her taraf yıkılmış, sonra buna şükrediyoruz. Yani böyle bir asayiş, güvenlik anlayışı olur mu arkadaşlar? Kanuna karşı gelenlere, yapılan eylemlerde gereğini yapıyorsunuz, Tekel işçilerine gereğini yapıyorsunuz, sendikacılara yapıyorsunuz. Şurada bizim küçücük bir sataşmamız olduğu zaman başkan vekilleri hemen kafamıza biniyor, Hükûmetin aleyhinde oldu diye başlıyor, içerisinde hakaret olmayan unsurlar da bile "İç Tüzük'ün gereğini yaparız." diyor musunuz? Diyorsunuz. Peki, nasıl oluyor da ortada kanun dururken bu kadar müsamahakâr bir şekilde bu olayların bu şekliyle çatışmaya, gerilime, kavgaya dönüşmesine müsaade ediyorsunuz? Yani kendi güvenliğini sağlayamayan, vatandaşlarının güvenliğini sağlayamayan, kendisini tehdit ettiren bir devlet, Hükûmet anlayışı olur mu? Ben utandım onları görünce. Hiç kimsenin sesi çıkmadı. Hükûmete hakaret oldu, devlete hakaret oldu, devletin büyüklerine hakaret oldu, tehdit oldu "Bahar geliyor, efendim, şunları yapacağız, şöyle olacak, böyle olacak." diye.  Bakın, Sayın Genel Başkanımız bunu 21 Mart yani nevruzun olduğu günkü grup toplantısında şu sözlerle sizlere hatırlatmıştı: "Bakın, tehditlerin hangi seviyeye ulaştığını sizlere yeniden hatırlatmak için söylüyorum: `Müzakereler başlasın, şayet bir şey yapılmazsa, bahar geliyor. Devlet adım atmazsa, tecrit bitmezse haberiniz olsun, bahar geliyor.' diyorlar. `Hakkımızı verin, kimliğimizi verin, ana dilimizi tanıyın, yoksa bahar geliyor. Demokratik özerkliğimizi verin, anayasal hakkımızı verin, aksi hâlde bahar geliyor."

Bu dedikleri bahar, bizim söylediğimiz nevruz, bizim söylediğimiz yeni gün, birlik beraberlik baharı değil, "Biz artık eylemlere başlıyoruz." diye tehdit ediyorlar.

Bir devlet, burada bunu temsil eden Hükûmet, yönetiminde olan Hükûmet bu tehditlere nasıl ses çıkarmaz? Ondan sonra, dostlar alışverişte görsün misali, bazı açıklamalarla bunları geçiştiriyoruz.

Değerli arkadaşlarım, burada, maalesef ve maalesef bu noktaya gelmelerinde en büyük sorumlu iktidarın kendisidir. Şimdiye kadar açılım zırvasıyla Habur'da başlayan olay, maalesef bugünlere kadar gelmemize ve bu cesareti bulmalarına vesile olmuştur. Bir an önce Hükûmetin bu tavrını değiştirerek biraz daha gerekli önlemleri almasını, terörle mücadele ile teröristle mücadeleyi farklılaştırarak, bu mücadelenin ötesinde müzakereleri durdurmasını ve o önlemler alındıktan sonra birtakım tedbirleri gündeme getirmeyi düşünmesini istirham ediyorum. Aksi takdirde bu böyle devam edecek, Türkiye Cumhuriyeti devleti, Türk milleti ve devlet büyükleri tehdit edilmeye devam edecektir.

Şimdi, bunlar böyle olurken biz neyle uğraşıyoruz? Bakın, burada bir gensoru konuşuluyor. Bakanlarımız burada, Sayın Başbakan nerede? Sayın Başbakan Çin'de geziyor, Arabistan'da geziyor, bir yerlerde bir özel ulak olarak haber ulaştırmakla uğraşıyor. Ne için? Suriye'ye müdahalenin altyapısını oluşturmak için. Şimdi, kendi kapımızda, içeride can derdimiz varken dışarıdakilere, hem de dolaylı olarak müdahale etmek için niye bu kadar heveslisiniz?

Sayın Başbakan demiş ki: "NATO'yu çağıralım." Ya NATO'ya ne gerek var? Eğer sana bir saldırı varsa kendin kendini savunamıyor musun? Aciz misin? Ee, tabii, Hakkâri'ye kadar girip geri gidiyorlar, oraya sıcak takip yapamıyorsun, efendim, bizim konteynerlere kurşun sekmiş de, bak bıçak kemiğe dayanmış da? Orada dayanmıyor mu, Hakkâri'de dayanmıyor mu değerli arkadaşlarım? Geçen hafta Cuma günü Manavgat'ta, kendi memleketimde şehit cenazemiz vardı, Hakkâri'de şehit düşen askerimizin cenazesi vardı. O ailenin içindeki durumu, o babanın gururlu dik duruşunu, o yaşına rağmen, "Ben ayakta duracağım." diyerek Jandarma Genel Komutanımızla ve benimle beraber yarım saatten fazla o sıcakta yürüyüşünü gördüm. "Ağlamayacağım." dedi. "Ben dik duracağım, söz verdim komutana, ben şehit babasıyım." dedi.

Şimdi, sen ona müdahale etmiyorsun, sonra kalkıp efendim Suriye'de bıçak kemiğe dayanmış. Bize önce ne diyordun? "Canım Kardeşim Esat." diyordun.

Değerli arkadaşlar, önce kendi terör sorunumuzu, güvenlik ve asayiş sorunumuzu çözüp, iç işlerimizdeki sorunları çözelim, ondan sonra dışarıya bakalım. Varsa bir şey, uluslararası bir tepki varsa onları da oturup konuşalım ama durup dururken NATO'yu buraya davet etmek?

Bu iç güvenliğimizi, asayişimizi sağlama görevi, Sayın Bakanım orada, kendisinde. Lütfen, artık bu zırvalara son verelim. Ne ise Türkiye Cumhuriyeti devletinin tavrı onu gösterin, önce güvenliğimizi sağlayalım, asayişimizi sağlayalım; sonra almamız gereken ekonomik önlemler, sosyal önlemler varsa onu burada hep beraber alırız ama orada bölücülüğü tescillenmiş, hüküm giymiş bir cani başının serbest bırakılması için müzakereler yaparsanız bunu Türk milletine anlatamazsınız. İsterseniz "Vallahi ben yapmadım, devlet yaptı." deyin "Yapan şerefsizdir." deyin, sonra da dönün "Vallahi ben gönderdim." deyin; fark etmez, kademe kademe de anlatsanız Türk milleti buna inanmaz. Bu konu hassas bir konudur. Yapanlar cezasını çeker. Onun dışında, teröristle orada yaşayan vatandaşlarımızı ayırt edersiniz, onlara ilişkin ekonomik ve sosyal önlemler gelir, bizler de destek oluruz ama onlarla müzakere etmek, her ne kadar yarım çark ediliyormuş gibi görünse de maalesef birlik, beraberliğimize zarar veriyor.

Orada insanlar gelip bizim askerimizi şehit ederken burada birtakım insanlar? Efendim, Emniyet İstihbarat şunu dedi, MİT bunu dedi, Başbakan bunu dedi; onu tartışıyoruz. Böyle devlet yönetimi olur mu? Bu kurumlar arasındaki koordinasyonsuzluk kimin sorunudur? İçişleri Bakanımız burada, Jandarma kendisine bağlı, emniyet kendisine bağlı, nasıl oluyor da kimse ne olduğunu bilemiyor; üç gün tahkikat yapılıyor, sonra bir şeyler bulmaya çalışıyoruz. Lütfen kendimize gelelim! Türkiye Cumhuriyeti devleti, köklü bir devlettir, devlet geleneği vardır; her sorunun üstesinden gelir ama duruşumuzu bozmadan, yapılması gereken neyse hep birlikte burada tartışalım. Çözüm yeri Meclistir, demokrasinin beşiği burasıdır. Sadece iktidarla da demokrasi olmaz değerli arkadaşlarım. Demokrasi deyince, muhalefeti de, tüm toplum kesimlerini de, sivil toplum kurumlarını da hepsini dikkate alarak çözüm bulmak zorundayız. Yani bir taraftan siz, kendi başınıza yapıyorsunuz; devletin bir biriminin haberi var, diğerinin yok. Sonra, kanun çıkarıyoruz. Sonra bağırıyorsunuz "Bunun iddiasını ispat etmeyen müfteridir." diyorsunuz. Ee, sonra "Vallahi, benim sır küpüm, devletin sır küpü" diyorsunuz. Şimdi, nasıl olacak bu iş? Yani ben bu konuda İçişleri Bakanımızın da kendi birimleri içerisinde? Artı, yeni Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı var; tamam, Terörle Mücadele var ama burada başında olan Başbakan Yardımcımız geliyor, o da onlara yüz veriyor. Nasıl olacak da bir tavır koyacağız? Açılımdan sorumlu, şimdi de efendim, Üst Kurul, Danışma Kurulunun sorumlusu. Bir birliktelik içerisinde önce oturun, Hükûmet içerisinde ne yapacağınıza bir karar verin. O kurumları toplayın, bir politika oluşturun; yanlışsa da onu uygulayın canım! Biz her gün bunları takip etmekten açıkçası yorulduk, bıktık ve ne yaptığınızı da anlayamıyoruz. Her gün farklı bir şeyler ortaya çıkıyor.

Değerli arkadaşlar, muhalefet olmadan demokrasi olmaz. Herkesi dışlayarak demokrasi olmaz. Ben yaptım, oldu mantığıyla demokrasi olmaz. Yukarıya getirdiğiniz kanunları görüyoruz, gülmekten yerlere yatıyor arkadaşlarımız. Plan ve Bütçe Komisyonu Kanunlar Kararlar Genel Müdürlüğüne döndü. Eline alan bir tane şey getiriyor, iki milletvekili imzalıyor teklif diye; arkası yok, önü yok, etki analizi yok, bilmem nesi yok; on sefer değiştiriyoruz. Muhalefetin sesine kulak verin.

Bakın, demokraside bizim anlayışımız, bütün kurumlarla, bütün kesimlerle ortak diyalog içerisinde, katılımcı bir demokrasi anlayışıdır. Milliyetçi Hareket Partisi demokrasiyi önemser. Milliyetçilik ve demokrasiyi ikiz kardeş olarak görür.

Evet, yapılan baskılarda eğer bir şey varsa, haksızlık, yasa dışılık varsa -İçişleri Bakanı burada, hukuk burada- onlara mahal vermeden yapması lazım. Aşırılık varsa soruşturmalarını açması lazım ve kamuoyuna da bunları deklare etmesi lazım; bireysel hatalar da olabilir, toplu da olabilir. Bizim demokrasi anlayışımızda insanların temel hak ve özgürlüklerine saygı vardır ama "Demokratik özerklik istiyorum." diye bu ülkenin şartları içerisinde, kuralları, kanunları içerisinde yaşamaktan vazgeçip, "Biz onu da istemiyoruz." deyip birileri federasyon istiyor, öbürü bağımsızlık istiyorsa bu demokratik bir hak talebi olmaz. Bireysel olarak hak ve özgürlükleri talep edebilirsiniz ama kolektif hak talebinde bulunursanız bu ayrışmadır, bu bölücülüktür, bu bağımsızlık talebi bölücülük demektir. Onun için, demokrasi, bütün Türk vatandaşlarına aynı eşit şartlarda hakları, özgürlükleri sağlamak ve onları teminat altına almak demektir. İşte Milliyetçi Hareket Partisi, adı üzerinde milliyetçi bir partidir. Demokrasiyi nasıl tanımlıyoruz? Halkın kendi kendini yönetmesi. Halk ne demek? Milletin bugünkü yaşayan kısmı demek. E, nasıl olur o zaman? Onun için, Milliyetçi Hareket Partisi demokratik bir partidir ve bütün insanların eşit olarak ama sadece Hakkâri'nin değil, Antalya'nın Gündoğmuş ve Akseki ilçelerindeki insanların da gelir düzeyini ve bireysel haklarını, özgürlüklerini garanti altına almayı, teminat altına almayı taahhüt eder; aksi takdirde o demokrasi olmaz, o demokrasinin ihlali olur, diğer insanların haklarının ihlali olur. Burada, bizim milliyetçilik anlayışımız da bazı kişilerin göstermeye çalıştığı veya suçladığı gibi hiçbir zaman ırkçı temelde şekillenmez. Biz kapsayıcı, kucaklayıcı, kültür, dil birliğine tasada, kıvançta, duyguda ortak birliğe, bir millî şuura sahip olan bir partiyiz ve milliyetçilik anlayışımız da bu anlamda kapsayıcı bir milliyetçiliktir. Biz "Türk" dediğimiz zaman bütün etnik kökenleri kapsar. "Türk vatandaşı" tabiri sadece doğumuna bakarak Orta Asya'dan Türk olarak gelmiş olanları kapsamaz, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kapsar. Atatürk'ün söylediği gibi, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halka Türk milleti denir." ve "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyor, "Türk soyundan olana" demiyor. Ama siz öyle bir hâle geldiniz ki bu açılımcılara yüz vereceğiz diye?

Değerli arkadaşlar, dün bir şey duydum, bir kongremizde bir arkadaşımız İstanbul'da söyledi, açıkçası doğruysa üzüldüm, Sayın İçişleri Bakanımız buradayken söylüyorum. İstanbul'da bir belediyenin yaptığı Miniatürk vardı, adını "Minyatür Türkiye" olarak değiştirmişler. Bilmiyorum, yani şu anda hem sormuş olayım? Eğer öyleyse çok vahimdir. "Türk" kelimesinden niye utanıyorsunuz, niye çekiniyorsunuz arkadaşlar? Yani, az önce Sayın Genel Başkanımız grupta da söyledi, Darüşşafaka Cemiyetinin tüzüğündeki maddeyi değiştirmişler, "Türk ve İslam olmak" maddesi dokunmuş. Ya nasıl olur? Bugün dedim ki size: "Kutlu Doğum Haftası'nı kutluyoruz." Peygamber Efendimiz "Güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim." diyor. Ahlakın birinci şeyi takva kısmı üstünlüğümüz? Ee, peki, nasıl oluyor da oradan "Türk ve İslam" kaldırılıyor anlamıyorum. Orada olduğu zaman yabancılara yardım edilmiyor mu, ne oluyor? Bunu anlamakta zorlanıyorum.

Değerli arkadaşlar, tam tersine, Türk milletinin kurtuluşu işte o "Türk" ve "İslam" kelimelerinin yan yana gelmesinde bulunur. Biz Türk-İslam ülkücüsüyüz. Geçen haftalarda kendisini rahmetle andığımız Başbuğ'umuz Alparslan Türkeş, kurucu Genel Başkanımız "Biz Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman'ız." derdi, "Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden ceset olur." derdi. Şimdi nasıl oluyor da birtakım tavizler verebilmek için, bir seçimi garanti altına alabilmek için bu kadar küçülüyoruz? Türk milletinin kurtuluşunun, sizin de benimsediğiniz gibi 2023 yılında lider ülke olmasının, 2053 yılında süper güç olmasının yolu işte yeniden o Türk-İslam medeniyetini ihya etmekten geçiyor. Ne zaman İslam medeniyeti olduk? Türkler İslamiyet'e hizmet etmeye başladığı zaman, ilayi kelimetullah için cihada gittiği zaman oldu; ilmi, aklı kullandığı zaman oldu. Ne zaman böyle şeylere düştük, işte o zaman topraklarımızı milyonlarca kilometrekareden binlere düşürdük. Bizim kurtuluşumuz budur değerli arkadaşlar. Bırakın bunu. Bizim kardeşliğimiz vardır. Bu Buhara'dan gelen yorumu dikkate alın, Yesevi anlayışını dikkate alın, Mevlânâ'yı, Yunus Emre'nin söylemlerini dikkate alın. "Gelin canlar bir olalım." diyorlar, "Gönülden sevelim." diyorlar, "Bir olalım, iyi olalım, diri olalım." diyorlar. Bu bizim kültürümüz. Hepsini kucaklamış, bütün inanışları, mezhepleri kucaklamış ama ne zamanki akıldan, ilimden vazgeçtik zevke, sefaya düştük, böyle bir sonuçla karşılaştık.

Maalesef bu gidişatın sorumlusu olan Adalet ve Kalkınma Partisini ve Hükûmeti, ben, tekrar bunları gözden geçirmeye, millî bir duruş sergilemeye çağırıyorum. Eğer bunu yaparlarsa bizler de arkalarında olacağız. İnşallah, hep birlikte, Türk milletini lider ülke yapmaya doğru bu çalışmaları gerçekleştireceğiz. Aksi takdirde çok büyük bir bataklığa saplanmamız kaçınılmazdır.

Tekrar, bu günün anısına "Peygamberimizin şefaati hepinizin üzerine olsun." diyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Günal.