GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ASKERLİK KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:109
Tarih:22.05.2012

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 248 sıra sayılı Askerlik Kanunuyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Tasarı hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldık. Hepinizi saygıyla selamlıyoruz.

Öncelikle bu tasarının bir torba kanun olarak farklı farklı konuları bir araya getirdiğini burada belirtmek istiyorum. Bir taraftan askerlik şubeleri kaldırılıyor ve askerlik şubeleri kaldırıldığı zaman da ülkenin dört bir tarafında vatandaşın kafasında farklı sorular oluşuyor: "Bir askerlik belgesi almak için bilmem kaç kilometre gideceğiz?" "Bir yoklama durumunda bilmem ne kadar gideceğiz?" "Bir müracaat durumunda bilmem nereye kadar gideceğiz?" Askerlik şubeleri kaldırılırken neredeki şubeler kalacak, hangileri devam edecek? Bu konuda, anlaşılan, Bakanlık kendisi bir takdir yetkisi kullanmış ve e-Devlet Projesi kapsamında "Yoklamaları kaldırıyorum, bu vesileyle de askerlik şubelerine gerek yok. Askerlik şubelerini de bu nedenle zaman içinde kaldıracağım." anlayışı ile bir tasarı geldi ve idari olarak Hükûmetin bir tasarrufu burada. Zaman zaman, bakıyoruz, coğrafyası itibarıyla 100 köyü olan bir ilçe ve 10 köyü olan bir ilçe karşılaştırdığınız zaman; birinin, 100 köyü olanın askerlik şubesinin kaldırıldığını, 10 tane köyü olan daha küçük bir ilçenin de askerlik şubesinin kaldığını görüyorsunuz. Bu, halk arasında ileride soru işaretleri bırakacak ve tartışma konusu olacak bir konudur. Bunun öncelikle altını çizmek istiyorum.

Şimdi, yükümlülüklerle sağlık muayene sistemi konusu var. Aile hekimliklerinden alınacak raporlar konusunun işlem göreceği söyleniyor bu askerliğe alınma konularında. Aile hekimliği müessesesi düzenli oturmadı ki Türkiye'de. Arkadaşlar, bunun sakıncalarını Türk Tabipleri Birliği anlatıyor, bütün sağlık kuruluşları anlatıyor, sendikalar anlatıyor. Hangi aile hekimliği hangi şehirde düzenli oturdu ki? Sonra, memur olan, sürekli tayini çıkan, iki senede bir bir yerden bir yere giden, aile hekimi durmadan değişen memurların, sağlıkçıların, öğretmenlerin, emekçilerin, maliyecilerin? Hangi aile hekiminden bahsediyorsunuz, söyler misiniz bana? İki yılda bir aile hekimleri olacak. "Tamam, bu vatandaşlık cüzdan numarası üzerinden takip edilir." diyeceksiniz. Bu, bir sistem değil arkadaşlar. Bu sistem üzerinden ne kadar sağlıklı bir sonuç alınır, burada tereddütlerimiz var.

"Askerliğe elverişlidir, değildir?" Yani eskiden "çürük raporu" deniliyordu. Bu konuda aile hekimliğinin vereceği raporların esas alınacağı ve oradaki meclis tarafından, il veya ilçe meclisleri tarafından değerlendirileceği konusu var. Bu konuda bir açıklık yok. Bilmiyorum, belki Hükûmet kanadı alışkanlığıdır, bir tasarıyı getirir, herhâlde silahlı kuvvetlerle ilgili olunca kimse de konuşmaz, konuşmaya da yürek ister, cesaret ister, eleştirilmeye de gelmez; doğru mudur, yanlış mıdır, konuşulmaz. Oysaki bu ülkede yaşayan 75 milyon, herkes askerlik göreviyle karşı karşıya. Herkes bu sorunları yaşıyor. O zaman yaşıyorsa, doğrusunu tartışmak bütün partilerin de görevi olmalı. Anladığım kadarıyla partilerin böyle bir konuyu tartışma cesareti yok. Alışkanlıktır, komisyonlara gelir, iki saatte geçer; iki gün sonra Meclise gelir. Mecliste de hemen arkasından birkaç tane önerge arka arkaya yanlışlıkları düzeltmek için gelir. Birazdan önergeleri göreceksiniz. Daha yolda gelirken tasarı önergeler arkadan gelir. Bu kadar özensiz, düzensiz bir düzenleme olursa bu sorgulanır arkadaşlar.

Yine bir konu daha: Şimdi, eşitlik, meslekte yükselme, kıdem, vesaire bunlar teknik konular, ayrı bir konu. Askerî yargıyla ilgili bir bölüm var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin aldığı kararlar nedeniyle Anayasa Mahkemesinin iptali sonucu askerî yargıyla ilgili alınan düzenlemeler var burada. Yargıyla ilgili düzenleme var.

Siz yargıyla ilgili düzenlemeyi yapıyorsunuz da aceleniz nedir arkadaşlar? Ben soruyorum: Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dedi ki: "Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde savcılık tebliğname çıkarmadığı için savunma hakkının kısıtlanmasıdır. Bu nedenle bu yanlıştır. Mevzuat değiştirin." Onun öncesi Anayasa Mahkemesi bir karar vermiş askerî yargıyla ilgili, askerî hizmetlerin özel konumlarıyla ilgili. İşte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne göre görev yapılması hususuyla ilgili bir konu. Biz yeni bir anayasa yapmıyor muyuz arkadaşlar? Yeni bir anayasada yargı sorunlarımızı konuşmayacak mıyız?

Yargının birliği gibi bir konu gündeme geliyor. Bunun emsali var. Askerî yargı kurumları kaldırılıyor ve hepsi Yargıtayın bünyesinde birleştiriliyor. Yargı birliği bir anayasa tartışması en az Başbakanın ortaya attığı başkanlık sistemi kadar önemlidir. Siz o zaman niye acele ediyorsunuz bu konuda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin acelesi yok ki. Bu sene sonuna kadar da böyle bir düzenlemenin acelesi yok. Ama Anayasa Mahkemesi iptal ettiği için bir sene süre tanımış. "Bu sene süre dolmadan bunu çıkaralım." Bunu çıkarıyorsunuz, arkasından da yeni anayasa yapacağız, Uzlaşma Komisyonumuz çalışıyor.

Arkadaşlar, Anayasa Uzlaşma Komisyonu konusu olan esaslı konularda partilerin Hükûmeti uyarması lazım. Buna hakkınız yok. Bu yanlışı defalarca yapıyorsunuz. Siz kanunları ihlal ettiğiniz zaman sizin kimse yakanıza yapışmıyor iktidarın. Öyle cesur bir savcı görmedik bugüne kadar, Hükûmete, Başbabakan, birine bir fezleke hazırlayacak bir savcı görmedik. Gören var mı arkadaşlar? Son, 2002'den bu yana sadece BDP'ye, Barış ve Demokrasi Partisine çalışıyor savcılar. Bütün mesailerini? Fazla mesai de vermiyorsunuz ama yine fazla mesai yapıyorlar. 700 tane fezleke bize göndermişler. İşleri güçleri emniyet mensuplarına? Her birisi maşallah profesyonel gazeteci olmuş. Bir bakıyorsunuz, bir yere gidiyorsunuz? Geçen Sırrı Sakık Muş'a gitmiş, bir mitingde bakmış on tane kamera. "Eyvah, basının ilgisi çok." demiş ama bir bakmış hepsi de emniyet mensubu. Emniyet mensupları, on tane kamera, cüzdanlarını açın, her birinin cebinde bir tane basın kartı, izliyor, takip ediyor, gönderiyor İçişleri Bakanlığına. İçişleri Bakanlığına gerek yok, emniyetten direkt savcılığa fezleke oluyor, fezlekeyi savcılık bilgisayarda çiziyor "iddianame" diyor, "komiser"in yerine, "müdür"ün yerine "savcı" yazıyor, numarasını koyuyor ve o oluyor iddianame. Böyle bir yaklaşım içinde biz askerî vesayeti tartışacağız. Silahlı güçlerin sivil otoritenin emri altında olmayı tartışacağız.

Buradan şunu soruyorum: Bu tasarı görüşüldü. Benim İç Hizmet Kanununun 35'inci maddesinin, yani darbelerin dayanağı olan maddenin kaldırılmasıyla ilgili kanun teklifim vardı. Niye buna koymadınız? Ben bunu soruyorum. Yani niye koymadınız bunu? Sayın Millî Savunma Komisyonu, Hükûmetin ilgili tasarısında niye bizim verdiğimiz teklifleri koymuyorsunuz? Siz, 35'inci maddeye, darbe dayanağı maddeye karşı mısınız, değil misiniz? Karşıysanız buna koyacaktınız, çıkaracaktınız. Çıkarmıyorsunuz.

Şimdi, Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmayın üstünde midir, altında mıdır arkadaşlar? Ben soruyorum size. Askerlik Kanunu yapıyoruz. Genelkurmay Başkanı mı öndedir, Millî Savunma Bakanı mı? Demokrasilerde Genelkurmay Başkanı Millî Savunma Bakanlığına bağlıdır? Millî Savunma Bakanlığına olduğu için onun hesabını, Bakanlığa bağlı memuru olarak, kurum olarak Millî Savunma Bakanı verir. Bizde nedir? Başbakana bağlıdır. Böyle bir demokrasi olur mu? Bunun adı militarist demokrasidir, askerî vesayetin ta kendisi. Bunu yapıyor musunuz? Yok. Genelkurmayı Millî Savunma Bakanlığına bağlıyor musunuz? Yok. Genelkurmay niye Başbakanlığa bağlı? TOKİ midir kardeşim Genelkurmay Başkanlığı? TOKİ'yi anlattık, TOKİ imparatorluğunun ne olduğunu. Genelkurmayın Başbakanlıkta ne işi var? Cumhurbaşkanı Başkomutan, Genelkurmay Başkanı Başbakana bağlı; peki, Başbakan Cumhurbaşkanına mı bağlı?

Bakın, "mantık" denen bir şey var. Bunları sorgulamadığımız zaman, konuşmadığımız zaman biz bir demokrasiye geçemeyiz arkadaşlar. Size neyi anlatayım? Bunların hepsi birbirine karıştırıldığı için bugün Sayın Başbakan zordadır zorda, bunun farkında mısınız acaba?

Bakın, Uludere'de 34 canımızı yitirdik, yüz kırk beş gün oldu. Yüz kırk beş gün geçti, soruşturmaya "gizli" kararı verildi, yüz kırk beş günde bir tek görevli, Allah'ın kulu çağırılmadı ifadeye. Meclis İnsan Hakları Komisyonu çağırıyor, Bakanlık diyor ki: "Soruşturma gizli, size bilgi veremem." Heron görüntülerini sayın İnsan Hakları Komisyonu üyeleri izliyor saatlerce ve hepsi diyor ki: "Bu, bir kaçakçı kafilesi, gitmişler, belli." Sonra, bir Wall Street Journal gazetesinde bir haber patlak veriyor: "Predator'ler mi verdi haberi, Heron'lar mı verdi, yoksa millî insansız hava araçlarından mı alındı?" Şimdi, bu tartışmaya baktığınız zaman Başbakanın Pakistan'da yaptığı konuşmalar bir bütün olarak askerî konularda bir sorgulama gerektiriyor arkadaşlar. Eğer bu ülke demokrasiye çıkmak istiyorsa öncelikle bu konuda bir netliğe kavuşmak lazım.

Deniliyor ki: "Predatör'ler bize haber, istihbarat vermedi." Kim verdi? Kendi insansız hava aracımız. Hangisi bu? İsrail'den aldığımız Heron'lar değil mi? Evet. Görüntülerini Meclis İnsan Hakları Komisyonu izledi mi? İzledi. Peki, Sayın Başbakan, bu katliamın -toplu insan katliamının- insanlık suçunun, insanlığa karşı suçun, Türk Ceza Kanunu'nun 76'ncı ve 77'nci maddelerinde yazılan bu suçun işlenmesinde? Bu Mecliste tezkere görüşmeleri yapıldı. Buradan soruyorum muhalefete: "Siz, bizim F16 savaş uçaklarımız gitsin Uludere'de, Roboski'de yaşları on yedinin altında 17 çocuğun üzerine bomba atsın diye mi verdiniz bu tezkereye oyları?" Buradan soruyorum, CHP'ye soruyorum, MHP'ye soruyorum: Siz tezkereye bunun için mi oy verdiniz? Vermediğinizi söylüyorsunuz. O zaman bunun bir hesabı görülür, bir hukuk devletinde, yargıda, bunun bir hesabı görülür.

Şimdi, Sayın Başbakan diyor ki: "Ben tezkereyi aldım ve Genelkurmaya izni verdim." Şimdi, siz, Meclis olarak Genelkurmaya mı o izni verdiniz -tezkereyle- Başbakana mı verdiniz?

MAHMUT TANAL (İstanbul) - Tevkil ilkesi yok, hukukçuyuz, anlarız.

HASİP KAPLAN (Devamla) - Şimdi, Başbakana verdiğinize göre siyasi muhatabınız Başbakandır. Başbakan ne diyor iki gündür, ona bakacağız. İki gündür, gerçekten, Sayın Başbakanı dinlerken "Allah kimseyi -bir siyasi lideri- o duruma düşürmesin." dedim kendi kendime.

Ben Şırnak Milletvekiliyim. Olayın olduğu gece 02.00'de benim haberim oldu. 02.00'de benim il örgütüm, ilçe örgütlerim, yerel yönetimlerimizden on beş ambulans olay yerine intikal etti. Ben 02.30'da Başbakanı, İçişleri Bakanını aradım, bana dönülmedi arkadaşlar. "İstirahatteler beyefendiler." dediler, aynen sözünü söylüyorum Özel Kalemin. Anlatıyorum "Katliam olmuş, 30'un üstünde insan yaşamını yitirmiş." diye, bana kimse dönmedi. Oysaki Şırnak'ı bilen herkes bilir ki Roboski köyünden, Ortasu'dan, Gülyazı Tugayının kenarından yetmiş katır ve 40 insan yola çıktığı zaman tek tek isim listeleri oradaki alay komutanının cebindedir. Öyle Heron, Predator aramaya gerek yok. Bir tane zat Ankara'dan telefon etse, bir tane başçavuş Gülyazı Alay Komutanlığından, o köyden giden kaçakçıların hepsinin, kimlik bilgileriyle, on dakika içinde bütün bilgilerini verirdi, çünkü senelerdir bu kaçakçılık yapılıyor, senelerdir bu Alay Komutanlığı, Tugay bunu biliyor ve nasıl gittiklerini ve nasıl geldiklerini biliyor.

Şimdi, burada Sayın Başbakan diyor ki: "Benim bilgim haricinde izin ve yetki devri yapılmış. Asker, yani Genelkurmay bunu kullanmış." Eğer Genelkurmay sizin bilginiz dâhilinde kullanmışsa bu çok vahimdir, bu, insani ve vicdani açıdan son derece vahim bir olaydır. Eğer bilginiz dâhilinde zaten kullanılmışsa hem siyaseten hem hukuken sorumluluğunuz çok daha fazladır.

Burada sizin yapmanız gereken şu: İstihbarat gelir, bir loş odada Amerikalı ve Türk subaylar yan yana bunu kaydeder, değerlendirir. EDOK diye bir birim vardır, bu birimde değerlendirildikten sonra saatlerce, bu birimden sonra Genelkurmayda Hava Kuvvetleri Komutanlığına bağlı birimler vardır, Batman'da insansız hava aracı vardır, Diyarbakır'da F16 uçakları vardır. Başbakandan Genelkurmaya, Genelkurmaydan pilota kadar en az 200 tane personel bu işlemin içindedir arkadaşlar. Bu 200'in adını, görevini tespit edip savcılığa vermek, savcılığın da bütün bunların ifadesini alması insanlık borcudur, vicdan borcudur, adalet borcudur. Bunu yapmadığınız sürece, arkasından burada her gün farklı farklı konuşmanın gereği yok.

Dün Genelkurmay Başkanıyla mesai arkadaşıydınız. Nerede şimdi? Cezaevinde değil mi? Otuz yıllık savaşın kirletmediği tek bir kurum kalmadı. Çeteleşme, suç organizasyonları, darbe girişimleri ve bunların etrafında dönen faili meçhul cinayetler, operasyonlar? Türkiye'nin yakın tarihinin belleğinde kayıtlıdır bunlar. Bütün bunlara karşı biz bunun hesabını sorup "Bunun sorumluları yargı önüne çıksın." dediğimiz zaman, Sayın Başbakan "İstismar ediyorlar." diyor. Sen uyu Sayın Başbakan.

Uludere katliamının, Roboski'nin yüzlerce şiiri yazıldı, yüzlerce ağıt, şarkısı, türküsü yapıldı, belgeseli yapıldı, filmi yapıldı, tiyatrosu yapıldı. Her yerde -sanal âleme girin- dünyanın her yerinde izleniyor. Dünya, hepsi yanlış, siz doğrusunuz. Dünya, hepsi -gördüklerine, inandıklarına- yapılanları gözle görerek bunun hesabını sorarken siz bunu görmemezlikten geleceksiniz; olmaz. Türk Silahlı Kuvvetleri bu pisliği temizlemek zorundadır arkadaşlar, açık söylüyorum.

BAŞKAN - Sayın Kaplan, lütfen sözlerinize?

HASİP KAPLAN (Devamla) - Saygı duyulacak bir kurum olması açısından bunun faillerinin mutlaka açığa çıkması lazım.

BAŞKAN - Lütfen, temiz bir dille konuşun Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Devamla) - Kasıtsa kasıt, ihmalse ihmal, açık söylüyorum, kazaysa kaza, neyse sorumluluğu tespit edilmesi lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASİP KAPLAN (Devamla) - Bu ülkenin kardeşliği için, adaleti için bu gereklidir, çok açık konuşuyorum.

KORAY AYDIN (Trabzon) - Muhatap Hükûmet ama!

HASİP KAPLAN (Devamla) - Elbette ki herkes sorumluluğunu biliyordur herhâlde, ona göre de davranması gerekir diyorum.

Saygılarımla. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.