GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ULUSLARARASI PARA FONU ANA SÖZLEŞMESİNDE İCRA DİREKTÖRLERİ KURULU REFORMUNA İLİŞKİN OLARAK YAPILMASI TEKLİF EDİLEN DEĞİŞİKLİKLERİN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA KANUN TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:110
Tarih:23.05.2012

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 177 sıra sayılı Uluslararası Para Fonu ile ilgili sözleşme üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ancak bir gerçeği hatırlatma gereğini duyuyorum. 1994'te Türkiye ekonomik krize girdiği zaman IMF, Uluslararası Para Fonu ne yapmıştı? Türkiye'nin parası devalüe edilirken, enflasyon birdenbire yükselirken neler yapılmıştı? Sonra, 2000-2001 banka krizlerinde banka hortumlama ve banka batıklarından sonra IMF ne tür acı reçeteler Türkiye'nin önüne koydu? Bunları iyi görmek lazım. Türkiye ne kadar faiz ödedi, ne kadar anapara ödedi? Ve bu uygulamaların içinde sıkça karşımıza çıkan bir gerçeğe dikkat çekmek istiyorum. Bu gerçek şu: "Asgari ücreti artırma, yerinde saysın. Memura zam yapma, yerinde saysın." yani IMF'nin standart talepleri hâline gelmişti o dönemlerde.

Bugün Türkiye'de bakıyoruz meydanlara, sabah Güvenpark'a baktım, kamu emekçileri zam artışları için, haklı talepleri için meydanlardaydı. Sonra Türkiye'nin bütün şehirlerinde bu hak taleplerini dile getirmek için iş bırakma eylemleri vardı. Ne oldu? Memurlar hak talepleri için meydana çıkıyor, devletin memurları da onlara gaz sıkıyorlar şimdi. Gerçekten, tuhaf bir durumla karşı karşıyayız.

IMF'nin tarihinde, serüveninde kriz dönemlerindeki aldığı boğaz sıkma, kemer sıkma politikalarının tamamı emekçi kesime yönelik; çalışanlara yöneliktir, sendikal haklara yöneliktir, kamu emekçilerinin örgütlenmelerine yöneliktir, böyle bir prosedürü vardır.

Şimdi, Orta Vadeli Program'la bütçelerimizi yapıyoruz, üç yıllık bütçe şu andan belli. Bu üç yıllık bütçe belli olmasına rağmen, vergi afları, vergi barışı, özelleştirme, bir ton ekonomik kaynak elde ediliyor, bütçeye para geliyor yani bütçenin gelirleri içinde yer almayan kalemler olarak. Vergilerin dışında, dolaylı vergilerin dışında, gelir vergisinin dışında böylesi kaynaklar oluşturuluyor ve bütçe cari açıktan bir türlü kurtulamıyor, 60-70 milyar civarında. Şu anki cari açık 70 milyar civarında.

Şimdi, küresel krizin hüküm sürdüğü, Avrupa'da en çok etkilendiği, ABD'nin en çok etkilendiği bir sürede, burada icra direktörlüğünden bir tanesini Türkiye'ye vereceğiz. G-20 üyesi ülkedir, Türkiye de bu konuda, işte bundan sonra IMF'yi yönetenlerin arasına katılacak, Türkiye de bundan sonra IMF'nin aldığı kararların ortağı olacak, emekçilerin, çalışanların, hepsinin boğazını sıkacak.

Şimdi böyle bir sözleşme imzalarken, Türkiye'ye ne getiriyor ne götürüyor, iki gözlükten bakabilirsiniz: Bir, emperyal açıdan, sermaye açısından bakarsınız. Buradan, az gelişmekte olan, gelişmekte olan ülkeleri kendine bağımlı kılacak yerlere verilecek kredilerle, bu kredileri faiz borçlarına boğup, o ülkelerin millî servetlerini akıtabilirsiniz zengin ülkelere. Hangi ülkeler? İşte, başta G-8 ülkeleri olmak üzere Amerika, Avrupa'ya. Peki kim krizi başlatan 2008'den bu yana? Amerika başta olmak üzere Avrupa. Hangi ülkeler şu an krizin cenderesinde? İşte Yunanistan, bakıyoruz İtalya, İspanya, Portekiz, İrlanda. Ne oluyor bu ülkelerde, bu gerçeği görmek lazım.

Şimdi burada, biz, uluslararası sözleşmedir, teknik sözleşme imzalıyoruz, bu teknik sözleşmeler de Dışişleri Komisyonundan geçiyor, aman komisyondan geçti buna bir imza da biz atalım, dünyayı yönetiriz, IMF'nin icra direktörlüğünden iki tanesini gelişmiş Avrupa ülkelerinden birini alırız. Zaten Avrupa ekonomileri bu krizin sonucunda sallantıya girdiği zaman büyümeleri durdu, hatta geriledi, üretimlerinde, istihdamlarında durulma yaşandı. E, Türkiye de Çin'den sonra yüzde 8,6'yla dünyada en çok büyüyen ülkeler kategorisi içinde, bu icra direktörlüklerinden birine talip yani dün IMF'nin uyguladığı tedbirlere ülkemizdeki emekçilere, bugün IMF'nin icra direktörü olarak bizim ülkemiz bu sürece katılarak ortak olacak.

Bu küresel krizin getirdiği üç tane ağır sonucu açıklayayım. Bundan ders almamız gerekiyor. Birisi: Avrupa'da küresel kriz ırkçılığı hortlattı, ırkçılık gelişti. Irkçı partilerin çok hızlı bir şekilde geliştiğini ve Avrupa Parlamentosunda grup oluşturduğunu biliyoruz. Bu yanı çok önemli. İkincisi: İslam karşıtlığı hızla gelişiyor bu ülkelerde; bu çok daha önemli. Üçüncüsü: Üçüncü dünya ülkelerinde, açlık ve yoksullukla mücadele edilen ülkelerle yapılan anlaşmalarda ve ikili anlaşmalarda tam bir sömürü zihniyeti, bu bankacılık, finans zihniyetinin temelini oluşturuyor.

Şimdi, biz, bu IMF'nin icra direktörü olmak için "Bu sözleşme tekniktir." diye buna evet mi diyeceğiz? Evet dersek vicdanımız sızlar çünkü kamu emekçilerinin Güvenpark'ta, İstanbul'da, İzmir'de, Adana'da, Mersin'de, Diyarbakır'da ve birçok şehirde gaz bombalarıyla dağıtıldığı, demokratik hak ve taleplerinin boğdurulduğu, kamu emekçilerinin gözaltına alındığı haberlerini alıyoruz. Bu haberlerin kaynağını iyice bir araştırın. IMF'nin Orta Vadeli Program'a bağladığı, Türkiye'de bütçe rakamlarının üç yılda bir otomatiğe bağlandığı, artık değiştirilemez olduğu, bütün bakanlık bütçelerinin belli bir kaleme bağlandığı bir süreçte şunu dayatıyor: "Memurlara fazla para vermeyeceksiniz, memurlara fazla zam artışı vermeyeceksiniz, fazlasını verirseniz disiplini bozarsanız, Orta Vadeli Program'a aykırı." Kim bunu diyor? Uluslararası Para Fonu'nun niyetleri, direktifleri doğrultusunda oluşturulan Orta Vadeli Program. Orta Vadeli Program Hükûmetin tasarrufu.

Şimdi, bu tasarruf karşısında şunu sorma hakkı vardır: Türkiye ekonomisi yüzde 8,6 büyüyorsa niye memuruna bu parayı vermiyorsunuz, maaşına zam yapmıyorsunuz? Ocak ayından beri henüz zamlarını alamadılar. Kamu Emekçileri Sendikası (Kamu-Sen) bugün meydanlarda. Niye meydanlardadır, meydanlarda olmasının sebebi nedir? Niye devletin güvenlik güçleri bu memurların hak talepleri karşısında gaz bombalarıyla karşılarına dikiliyor? Hâlâ IMF'ye mevcut borcumuz 2,3 milyar dolar. Yani biz hâlâ IMF'ye borçlarımızı daha kapatamadığımız bir ülke olarak İcra Direktörlerinin bir üyeliğine talip olacağız.

Burada şöyle açıklanıyor: "Efendim, yüzde 36'ydı IMF'de en yüksek kota payına sahip üye sıralaması. Bu sıralamada Türkiye'ninki 20'nci sıraya yükseldi, o zaman Türkiye 20'ye yükseldi, G-20 zirvesinin de üyesi maşallah. İki tane de icra direktörlüğünü -Avrupa ekonomisi geriledi- alalım, bir tanesini Türkiye'ye verelim." Ee, ne olacak ? Burada hemen ne olacağının cevabı şu: Türkiye'nin 1.455,8 milyon SDR olan ülke kotası 4.658,6 milyon SDR'ye yükselecek. Şimdi, siz bunu memura anlatırsanız, emekçiye anlatırsanız, çalışana anlatırsanız? Bu ne getirecek ülkeye? Kime, ne getirecek? Türkiye'deki finans ile Avrupa'daki, Amerika'daki finans sektörünün, uluslararası sermayenin birleşip merkezileştiği, bu IMF üzerinden kâr getirileceklerin hesabına kârlar gidecek ama emekçinin cebinden çıkarıla çıkarıla gidecek.

Şu ana kadar yapılan da budur. Enerjide böyledir, petrolde böyledir, akaryakıtta böyledir, gıda sektöründe böyledir. Zamları üst üste, üst üste getirirsiniz. Enflasyon oranları ortada, yüzde 10'ların üstüne çıktı, çift haneli ama memura geldiği zaman yüzde 3,5 zam? İnsan bir ülkede kendi çalışanına, emekçisine, memuruna bu kadar düşman bir siyaseti, ekonomi siyasetini gözleyebilir mi? Gerçekten bu doğru bir politika mıdır? Bunun çok iyi sorgulanması lazım.

Aslında Mecliste böyle önümüze gelen "IMF'ye de evet?" IMF'ye niye evet diyelim kardeşim, niye IMF'nin sömürücü politikalarında icra direktörlüğü? Ha dünya sermayesi bunu zorunlu kılıyor... Dünya sermayesinin zorunlu kıldığı onların çıkarlarına olan bir şey, yani siz bir direktörlük aldığınız zaman dünya sermayesi sizin üzerinizden az gelişmekte olan Orta Doğu ülkelerinin, Balkanların, Kafkasların, Afrika ülkelerinin, Kuzey Afrika ülkelerinin, Arap baharının yaşandığı ülkelerin paralarına gözlerine dikiyor, ceplerine elini atacak. Bu direkt demokrasiyi etkiliyor arkadaşlar. Demokrasiyi direkt etkileyen bu süreçte hak ve özgürlükler, ekonomi mi, özgürlük denklemi mi? Hak ve özgürlükler tabii burada kısıtlanmaya başlıyor. İşte, bunun en bariz örneği, Ankara'da bile kamu emekçileri sendikaları bir hak talebi için meydanlara çıkamıyorlar.

Peki, 12 Eylül referandumunda siz toplu sözleşme, grev ve sendika hakkını memura, emekçiye tanıyacağınıza dair meydanlarda nutuklar atmadınız mı, oyları almadınız mı? Aldınız. Peki, aldıktan sonra siz niye bunun gereğini yerine getirmezsiniz? Seçim bitti, işler bitti. E, şimdi memurlar para, hak talepleriyle ortaya çıktıkları zaman üzerlerine TOMA'ları, gaz bombalarını, gaz fişeklerini, polis memurlarını gönderiyorsunuz. Bu yaklaşımın gerçekten dehşet verici olduğunu söylemek lazım.

Bu ülkenin bir ekonomi politikası yok. Bu ülkenin ekonomi politikasını Meclis de belirlemiyor; sermaye şirketleri belirliyor, talimatı Hükûmete veriyor. Hükûmetin, maşallah, 6-7 tane ekonomiden sorumlu bakanı var. Kalkınma Bakanı var, Ekonomi Bakanı var, Maliye Bakanı var, hepsi de maliyeden, ekonomiden sorumlu, anlayamıyorsunuz hangisi sorumlu? Hakikaten hangisi, Türkiye'nin ekonomisinden, maliyesinden hangisi sorumlu bu bakanların? Yani bu karmaşanın içinde "E, vallahi bir sözleşme geçirelim arkadaşlar..." Ya bu sözleşmeler, teknik işler önemli değildir, vallahi biz IMF'ye oy vermeyiz arkadaşlar. Biz IMF'ye, emekçilerin burnundan fitil fitil getiren, zulüm uygulayan, ücretlerini donduran, enflasyonu azdıran, zamları azdıran politikalarına buradan, Meclisten "Evet." demeyiz, diyemeyiz.

Bizim programımız, bizim görüşlerimiz, dünya bakış açımız: Biz, Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku olarak seçimlere girdik. Biz emeği savunacağız diye girdik; biz IMF'yi savunacağız, ona destek olacağız, onun sözleşmelerini, yasalarını çıkaracağız diye bu Meclise gelmedik. Onun için, IMF'ye verecek bir tek oyumuz yok burada. IMF'ye verilen bir tek oy bu Mecliste, gaz fişeği, gaz bombası olarak Kızılay Meydanı'nda emekçi memurun başına patlıyor arkadaşlar. Burada vereceğiniz her oy, gaz fişeği olarak memura dönüyor, emekçiye dönüyor, işçiye dönüyor, alın teriyle geçimini sağlayan bütün vatandaşlarımız bundan nasibini alıyorlar.

O açıdan, IMF'yi sorgulayacak bir Meclis onurlu bir görev yapabilir. IMF'yi sorgulayacağız artık, NATO'yu sorgulayacağız artık, Birleşmiş Milletleri sorgulayacağız artık, Güvenlik Konseyini sorgulayacağız artık. Altmış yıl geçti, bu bölgesel ve milletlerarası kuruluşların hepsinin miladı doldu. Dünyanın yeni ekonomilere, yeni ekonomik politikalara, yeni açılımlara, yeni ittifaklara, yeni güç arayışlarına ihtiyacı var. Türkiye, bu arayışların içinde sürüklenen bir ülke olarak kaderini IMF'nin eline teslim edemez. Biz buradan IMF'ye kaderimizi asla ve asla teslim etmeyeceğiz, memurların ve emekçilerin kaderini de teslim etmeyeceğiz. Gaz fişekleriyle dönen her oyun, oraya, IMF'ye bugüne kadar ödediğimiz bütün borçların, bütün faizlerin cari açığı da beslediğinin gerçeğini göreceğiz.

Böyle demiş işte Kızılderili atasözü: "Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim; önümde yürüme, takipçin olmayabilirim; yanımda yürü, böylece ikimiz eşit oluruz." demiş. Biz böylece beraber, yan yana yürüyeceğimiz siyaset ve ekonomi politikası anlayışına sahip anlayışlarla yürüdüğümüz zaman bu ülkenin kaderini belirlemeye başlayabiliriz. Biz bu kaderi paylaşma konusunda artık Meclisin de bir ses vermesi gerektiğini düşünüyoruz.

Son olarak, bu küresel kriz tartışmaları içinde, yoksulluk denkleminin güvenlik denklemiyle karşı karşıya getirildiği bir anlayışın artık ekonomistler tarafından tahlil edildiği bir dünyada yaşıyoruz ve ekonomistler, açlık sınırı altında, yoksulluk sınırı altında gelişen milyarlarca nüfusun artık demokrasileri de, özgürlükleri de tehdit etmeye başladığını ifade ediyorlar. O zaman, eşit, adil bir bölüşüm ve ekonomide yeni politikaların, stratejilerin çizilme zamanı geldiği bir dönemi yaşıyoruz.

Biz, üniversite yıllarımızdan bu yana, mücadelenin içinde olduğumuz günden bu yana, bağımsızlık dediğimiz günden bu yana, özgürlük dediğimiz günden bu yana, demokrasi dediğimiz günden bu yana, hukuk, insan hakları dediğimiz günden bu yana, parayla uğraşan Uluslararası Para Fonu gibi kuruluşların, bütün bu olaylarda karşısına çıkıp Türkiye'nin, fikir beyan ettiğini gördük. Ellerinde çantalarıyla havaalanında inip, burada beş yıldızlı otellerde görüşüp ertesi gün bu Mecliste kanunlar çıkardıklarını gördük. Biz bu günleri ne çabuk unutacağız? IMF'ye boyun eğen bir ülke mi olacağız? IMF'den bir direktörlük kaparak, bu direktörlüğü de bir parmak bal çalarak ağzına, bir rüşvet misali, Türkiye de işte büyük potansiyel, dünyanın G-20 ülkelerinden birisi, Türkiye'yi de bu IMF zinciri içine alırız, ondan da biraz daha faydalanırız, onun sayesinde de Orta Doğu'daki İslam ülkelerine, Afrika'daki İslam ülkelerine, Kafkaslardaki, Balkanlardaki tarihsel bağlarını kullanarak o ülkelerin de içine gideriz, petrollerine el koyarız, enerjilerine el koyarız, geleceklerine, sanayilerine el koyarız anlayışıyla yapılan anlaşmaların, bir daha değil, bin defa, milyon defa daha gözden geçirilmesi gereken bir zamanda yaşıyoruz.

Biz, bugün, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına, bu kürsüden, gaz yiyen emekçilerin, kamu emekçilerinin, memurların adına, IMF'nin getirdiği, dayattığı bu sözleşmelere, bunların kime hizmet ettiğini bildiğimiz için onların namına, bu gaz bombası ve fişeklerin de onların namına atıldığını düşünerek protesto ediyoruz.

Hükûmete de, artık şu gaz tasarrufuna gidin kardeşim, gaz tasarrufuna gidin? Yani bu gaz hiç de faydalı bir olay değil. Memurun, emekçinin üzerine ikide bir gaz bombalarıyla saldırmak, demokratik haklarını kısmak? Ne olacak, memurlar bir gün boyunca bir eylemde halay çekseler, haklı taleplerini dile getirseler Türkiye'ye ne kaybettirir?

Memurlar, değil bir gün iş bırakma eylemi, bir sene iş bırakma eylemi yapsalar, IMF'nin size dayattığı, Türkiye'ye dayattığı faiz borcunun karşılığı kadar bir kayba neden olamazlar. O hâlâ kalan 2,3 milyar dolar borcumuzun da faiz olduğunu burada hatırlatayım ben sizlere.

Arkadaşlar, böylesi bir durumdayız. Bu teknik sözleşmeyi bu nedenlerden dolayı, IMF'nin emperyal ve sömürücü politikaları nedeniyle karşı olduğumuz için şiddetle reddediyoruz ve memurlar adına da bu sözleşmeye oy vermeyeceğimizi bildiriyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.