GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İZMİR MİLLETVEKİLİ OĞUZ OYAN VE 59 MİLLETVEKİLİNİN; GÖREV VE SORUMLULUĞUNUN GEREKLERİNİ YERİNE GETİRMEDİĞİ VE YARGI BAĞIMSIZLIĞININ KORUNMASINDA GEREKLİ ÇABAYI GÖSTERMEDİĞİ İDDİASIYLA ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN ÖN GÖRÜŞMESİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:60
Tarih:02.02.2012

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İzmir Milletvekili Oğuz Oyan ve 59 milletvekilinin, görev ve sorumluluğunun gereklerini yerine getirmediği ve yargı bağımsızlığının korunmasında gerekli çabayı göstermediği iddiasıyla Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin hakkında verdikleri gensoru önergesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına konuşmak üzere huzurlarınızdayım. Şahsım ve grubum adına hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, tabii, Adalet Bakanı hakkında verilen gensoruda yargının sorunları üzerinde durmak mümkün görünebilir fakat gensoru, dikkat ederseniz, içinde de, içeriğinde de yargıyla ilgili bazı uygulamalar yargılama faaliyetleri üzerinden Sayın Bakanın şahsına verilmiş bir önergedir. Dolayısıyla yargının sorunlarına burada temas etmeyi abes bulmuyorum. Uygundur, doğrudur fakat burada Sayın Bakanın yargıyla ilgili sorunlar karşısındaki sorumluluğu noktası üzerinde durmak daha doğru olacaktır. Ben, gensoru önergesinde yer alan temel hususlardan hareketle bu gensoru önergesinin, gündeme alınmasını niçin desteklemediğimizi açıklamaya çalışacağım.

Değerli arkadaşlar, gensoru önergesinin ana hatları ve bir gelişimi var. Burada özet olarak üç husus üzerinde duruluyor. Birincisi: Adalet Bakanının sadece kendi Bakanlığını ilgilendiren konular değil diğer bakanlıkların da hazırladıkları kanunlar ve kanun hükmünde kararnameler üzerinde bir inceleme yetkisinin bulunduğunu ve Anayasa'ya, temel hak ve özgürlüklerle ilgili uluslararası sözleşmelere aykırı olan veya daha yumuşak ifadeyle uygun olmayan birtakım kanun düzenlemelerinin dikkate alınmadığını, bunlar üzerinde hassasiyet gösterilmediğini yani hukuk kurallarıyla ilgili kendisine yüklenen bir sorumluluğu yerine getirmediği, birinci husus bu.

İkinci husus: Adalet hizmetleriyle ilgili, yürütülmesiyle ilgili denetim görevinin yerine getirilmediği. Ancak buna dikkatle baktığımızda burada kastedilenin özellikle yargılama faaliyetleriyle ilgili bir yetkisi bulunduğu vehmedilerek böyle bir itham Sayın Bakana yöneltiliyor. Burada da dile getirildi, gensoru metninde de bu husus var. Burada, bakın, deniyor ki: "Anayasa'nın yargı bölümünde Adalet Bakanlığına Anayasa ile verilen görevler ve HSYK -yargı organları- Adalet Bakanlığı bağlantıları göz önünde bulundurulduğunda, Adalet Bakanlığına diğer bakanlıklardan farklı bir görev ve sorumluluk verilmiştir." Ezcümle "HSYK Başkanlığı görevi yargıç ve savcıların idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlı olması." gibi bir husustan da bahsediliyor. Buna değineceğim. Bu, tabii, yargıçlar üzerinde Bakanın yargılama faaliyetleri dolayısıyla da bir yetkisi olduğu vehmine dayanıyor. Anayasa'nın 144'üncü maddesini beraber okuyacağız.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - "Yargılama yönünden" demiyor, "idari yönden" diyor.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Üçüncü husus: Son yıllarda Türkiye'de birçok yargılama faaliyetleri, uygulama ve mevzuatla ilgili sorunlar yaşandığına dair... Tabii, somutluk yok, soyut genellemeler var. Bazı somut hususlara değindi arkadaşlar, bunlara cevap vereceğiz.

Bir de, bu, tabii, gensoru önergesinin bir mazisi var. 3 Ocak tarihinde yine Sayın Oğuz Oyan ve arkadaşları tarafından Meclis Başkanlığına verilmiş bir gensoru önergesi var. Bu işleme konulmamış çünkü özel, ismi belli, belli bir davayla ilgili, birtakım hususları içeriyor bu. Anayasa'nın 138'inci maddesine açıkça aykırılık teşkil ettiği için işleme konulmamış. Dolayısıyla, bu önergenin onun biraz daha geliştirilmiş hâli olduğunu yani işleme konulabilir bir önerge hâline çevrildiğini ifade etmem gerekir.

Şimdi değerli arkadaşlar, bakınız, burada öncelikle şunu belirtmek lazım: Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'a göre elbette mevzuatın hazırlanmasında, kanunların özellikle hazırlanmasında, diğer bakanlıklardan gelen kanunla ilgili hazırlıkların değerlendirilmesinde, incelenmesinde yetkileri var. Bu görevin Bakanlık tarafından yerine getirildiğini memnuniyetle ifade edebiliriz.

Bakın, Türk hukuk sistemi ve kanun yapma tekniğine uygunluk bakımından Bakanlığın yaptığı bir inceleme faaliyeti var. Bakanlık bu konuda kanunlar üzerindeki görüşlerini bildiriyor. Buradan, tabii, netice itibariyle kanunlar Meclisten geçiyor. Bunların Anayasa'ya uygunluk ve Anayasa'nın yollamaları dolayısıyla temel hak ve özgürlüklerle ilgili sözleşmelere aykırılık bakımından hangi mercilerde değerlendirildiği, nasıl bir denetime tabi tutulduğu hepimizin malumu olmalı. Eğer kanun ve kanun hükmünde kararnameler söz konusuysa, bunlar Anayasa Mahkemesinden bahsettiğimiz açılardan Anayasa'ya uygunluk veya 90'ıncı madde yollaması çerçevesinde yine temel hak ve özgürlüklerle ilgili uluslararası sözleşmelere uygunluk bakımından denetleniyor. Eğer tüzükler, yönetmelikler söz konusuysa, Danıştay tarafından denetleniyor. Dolayısıyla burada Bakanlığın mevzuatın hazırlanmasıyla ilgili sorumluluğunun yerine getirilmediğini iddia etmek doğru değil çünkü bunun hukuk sistemi içerisinde başka denetleme mekanizmaları var.

Asıl şuraya bakmak lazım: Gerçek durum nedir? 2002'den beri Türkiye'de birçok gelişmeyle beraber bir taraftan hukuk alanında da çok büyük gelişmeler ve değişim meydana gelmektedir. Bunların hepsini saymak mümkün değil. Birçok temel kanundan burada bahsedebiliriz. Cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan birçok temel kanun yenilenmiştir, yeni kanun metni olarak karşımıza geliyor. Ceza reformuyla ilgili çıkartılan kanunlar, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, İnfaz Kanunu, yine Türk Borçlar Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu gibi birçok temel kanunun yanında yine Türkiye'de kanunla düzenlenmemiş olan birçok alan bu dönemde düzenlenmiştir.

Tabii, bütün bunların detayına girmeyeceğim. Önemli iki nokta üzerinde duracağım. Birisi şudur: Bakın, 2004 yılında Türkiye'de hukuk alanında çok büyük reform niteliğinde bir anayasa değişikliği yapılmıştır. Anayasa'nın 90'ıncı maddesinde temel hak ve özgürlüklerle ilgili uluslararası sözleşmelerle kanunlar arasında bir çatışma meydana geldiğinde, sözleşme hükümlerinin uygulanacağına dair açık bir anayasa hükmü Anayasa'ya dercedilmiştir.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) - Uyuluyor mu? Kullanılıyor mu? Bakan var mı?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Bu birçok kanunda -ki mevzuatımızın çok dağınık olduğunu hepimiz müttefiken söyleyebiliriz- temel hak ve özgürlüklerle ilgili uluslararası sözleşmelere aykırı hükümlerin uygulanmamasını sağlayacak. Bir anlamda, zımnen, üstü örtülü olarak yürürlükten kaldırılmasını sağlayacak devrim niteliğindeki bir düzenlemedir. Bunun bizim uygulamamıza tam olarak yansıyıp yansımadığını ayrıca tartışabiliriz. Bunun biraz hukuk kültürüyle, biraz yargıç kültürüyle, yargıç sosyolojisiyle ilgili boyutları vardır. Fakat bu düzenleme, 2004 yılında yani AK PARTİ İktidarı döneminde getirilmiş, Türk hukuk sisteminde devrim mahiyetinde çok önemli bir düzenlemedir.

Bir başka düzenleme: Burada bunu olumsuz olarak zikretti, menfi olarak zikretti arkadaşlar ama, 12 Eylül 2010 referandumuyla kabul edilen anayasa değişiklikleri, Türkiye'de yine yargı bağımsızlığı bakımından ve yargının demokratik meşruiyeti bakımından çok önemli bir adımdır.

Değerli arkadaşlar, HSYK, biliyorsunuz, daha önce, yüksek mahkeme yargıçları tarafından belirlenmiş üyelerin çoğunluğuyla teşkil edilmekteydi. 7 kişilik Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 5 üyesinden 3'ü Yargıtaydan, 2'si Danıştaydan geliyordu, bir de bakan ve müsteşar Kurul üyesi idi.

Şimdi, böyle bir yapının tabii iki boyutu var. Bir taraftan, az sayıda üyeden teşekkül etmiş olan böyle bir kurulun, bakanın ve müsteşarın bulunmasıyla yürütme etkisinde bulunabileceği, kalabileceği ihtimali karşımıza geliyor. Bu yönde eleştiriler eski HSYK'ya yöneltilmekteydi.

Ama öbür taraftan şunu unutmamak lazım: Sadece yüksek mahkemelerdeki hâkimlerin belirlemiş olduğu HSYK çoğunluğunun yargıçların ve savcıların kâmil anlamda temsili bakımından ciddi sorun teşkil ettiğini söylemeliyiz. Avrupa Birliği izleme raporlarında sürekli olarak, her yıl, bakan ve müsteşarın Kurulda bulunmasının yanı sıra ama özellikle Kurulda hâkim ve savcıların kâmil manada temsil edilmediğinin ifade edildiğini görüyoruz. 12 Eylül 2010 referandumuyla beraber burada aslında yöneltilen eleştirilere de bir şekilde gelmiş olacağım. 12 Eylül 2010 referandumuyla beraber HSYK'nın yapısı Avrupa ülkeleri standartlarına uygun hâle getirilmiştir. 22 üyeden teşekkül etmektedir. Birisi Sayın Bakandır, Adalet Bakanı HSYK'nın Başkanıdır aynı zamanda, müsteşar tabii üyesidir, geriye kalanlar ise Yargıtay ve Danıştaydan gelen üyelerle beraber adli yargıdan ve idari yargıdan seçim suretiyle adli yargı hâkimleri ve savcılarının yine idari yargı hâkimlerinin kullanacağı oylarla oluşmuş olan bir yapı. Burada Türkiye'de yüksek yargıdaki üye hâkimlerin sayısı çok cüziydi. Bunlar yaklaşık olarak yirmi de 1'ini teşkil ediyordu Türkiye'deki hâkim ve savcıların. İlk derece mahkemelerinde görev yapanların çok büyük bir ağırlığı, çoğunluğu vardı. Bu çoğunluğun da Kurula yansıtılması gerekiyordu. Türkiye'de 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde sanki yargıyla hükûmet arasında bir çekişme varmış gibi gözüken tablo doğru okunduğu takdirde yüksek yargıyla ilk derece mahkemelerinde görev yapan hâkim, savcılar arasındaki bir çekişme olduğunu bize göstermekteydi çünkü 1961'den itibaren Türkiye'de hâkim ve savcıların atanmasında, disiplin işlemlerinde ve tayinlerinde yetkili kurul hâline getirilen önce Yüksek Hâkimler Kurulu daha sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bir kast sisteminin oluşmasına yol açmıştı. İlk derece hâkim ve savcıları arasından yüksek mahkemelere geçişi birçoğu ideolojik kriterlerle açıklanabilecek kriterlerle sağlamaktaydı. O bakımdan yerel mahkemelerin vermiş olduğu kararlarla yüksek mahkemelerin vermiş olduğu kararlar arasında bir farklılaşma doğuyordu, HSYK da doğrusu bu 12 Eylül 2010 referandumuyla kabul edilen düzenlemeye kadar durumun çok farkında değildi. Bunu birçok davada hâkim ve savcıların devam eden davalarında görevden alınmaları sırasında gördük.

Şimdi bu yeni yapılan düzenleme değerli arkadaşlar, Avrupa standartlarını sağlıyor dedik. Tabii, Avrupa standartlarının ne olduğundan kısaca bahsetmek isterim.

Şimdi, tabii, bizde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda Bakanın, Adalet Bakanının bulunması, Müsteşarın bulunması bir büyük eksiklik, yargı bağımsızlığına aykırı bir hususmuş gibi değerlendiriliyor. Burada, öncelikle, bizim mevzuatımızdan hareketle birkaç şey söyleyeyim: Bakın burada Sayın Bakan 7 kişilik Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda 1/7 oya sahipti, Müsteşar 1/7 oya sahipti. 22 kişi hâline getirildiği zaman, burada toplama baktığımızda Genel Kurul hesabı bakımından 1/22 oya sahip oldu.

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Siz de inanıyor musunuz?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Yani kullandığı oyun etkisi üçte 1 oranında azaltıldı, bu bir.

İkincisi, Bakanın... Şimdi, yeni HSYK'da temel kararlar daireler hâlinde alınmaktadır; tayin kararları, disiplin işlemleri daireler hâlinde çalışarak alınmaktadır. Anayasa'da açık bir hüküm... Bakana bu bakımdan sorumluluk yüklerken belki kaçırılmış olan nokta budur. Açık bir hüküm var Anayasa'da: "Bakan, dairelerin çalışmalarına katılamaz." sadece Genel Kurul faaliyetlerine katılıyor, bir. İkinci husus, bu da HSYK Kanunu'nda, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu'nda var: "Bakan Genel Kurulda disiplin işlemleriyle ilgili toplantılara da katılamaz, burada oy kullanamaz." Dolayısıyla hâkimlerin atanmalarında, nakillerinde, yer değiştirmelerinde, disiplin işlemlerinde Bakanın oy kullanma hakkı bu yeni düzenlemeyle engellenmiştir. Bakanın görevi bir temsil görevidir, bazı idari yetkileri vardır.

Bakın, burada Bakanın, hâkim ve savcıların idari bakımdan Bakanlığa bağlı olmasından bahsedildi, burada gensoru önergesinde de var. 144'üncü maddeye bakalım, burada yargıçlardan yani hâkimlerden bahsedilmiyor. "Adalet hizmetleri ile savcıların idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetimi." deniyor. Çünkü hâkimlerin denetimi konusunda Bakanın hiçbir etkisi yoktur, idari yönden de yoktur. Savcılar açısından böyle bir yetki Anayasa tarafından verilmektedir. Hâkimlerin denetimi, onlar hakkında açılacak soruşturmalar, incelemeler, her türlü, hâkimlerle ilgili, yargısal faaliyetleriyle ilgili denetimler -disiplin işlemleri bakımından söylüyorum- Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ilgili dairesince yapılır, itiraz hâlinde de Genel Kurulda görüşülür. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu HSYK'nın, yani yeni HSYK'nın Avrupa'da örnekleriyle de karşılaştırıldığında yargı bağımsızlığı bakımından çok ileri bir adım olduğunu anlayabiliriz.

Şunu ifade edeyim, tabii "İlla Adalet Bakanı HSYK'da olmasın, yargı bağımsızlığı ancak öyle gerçekleşir." diyorsanız başka, ama "Adalet Bakanı bir siyasi kişilik olarak HSYK'da olmasın." diyorsunuz o zaman Adalet Bakanının bulunmadığı ama siyasetçilerin bizzat -seçilmiş siyasetçilerin- veyahut da onların belirlediği kişilerin yer aldığı yüksek yargı kurulları Avrupa ülkelerinin hepsinde var.

Bakın, Fransa 2011 yılında başlayan modelle girdi, Adalet Bakanı var mı? Yok. Evet, doğru, Adalet Bakanı yok ama 15 kişilik heyette 6 üye siyasetçiler tarafından belirleniyor, 2'sini Cumhurbaşkanı, 2'sini Senato Başkanı, 2'sini Meclis Başkanı belirliyor, doğrudan belirliyor.

Mesela Hollanda örneği... 12 Eylül referandumunda bu düzenlemeye karşı çıkan birçok arkadaşın yaptığı çalışmada da bu var, diyor ki: "Hollanda'da 5 kişilik kurul var, bu kurulda Adalet Bakanı yok." Doğru, öyle bakıyorsanız doğru. Peki, 5 kişi nasıl belirleniyor? 5 kişinin 5'ini de Adalet Bakanı öneriyor, Kral atıyor. Adalet Bakanı yok ama onun önerdiği kişilerden teşekkül ediyor kurul bir kere.

Daha sonra nereye bakarsak bakalım... Bakın, İtalya'da 27 üye var, Cumhurbaşkanı Başkanıdır kurulun, geriye kalan 26 kişiden 8'ini Parlamento seçiyor. İspanya'da 21 üye var, Yargıtay Başkanı Başkan, geriye kalan 20'nin 8'ini Senato ve Meclis seçiyor. Birçok örnek, bunları çoğaltmamız mümkün.

Değerli arkadaşlar, bu bakımdan HSYK'nın yeni yapısı yargı bağımsızlığını sağlama bakımından çok ileri bir adımdır. Bakanın da HSYK'daki yetkileri, özellikle yargılama faaliyetleri bakımından, disiplin işlemleri bakımından, tayinler bakımından, nakiller bakımından yetkileri bütünüyle bu yeni düzenlemede ortadan kaldırılmıştır.

Bir başka husus, burada son yıllarda tabii Türkiye'de hukuka ve devlete güvenin sarsıldığından -bazı uygulamalarla- bahsediliyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin yargıyla ilgili sorunları yeni değil. Türkiye'de 27 Mayıs 1960'dan sonra oluşturulan yargı sistemi, bütünüyle demokratik meşruiyetten mahrum bir şekilde tasarlanmıştır. Elli yıllık bir sürede Türkiye, demokratik meşruiyeti olmayan, tamamen kendi içinde bir kast sistemiyle çalışan, özellikle tayinlerde ve yüksek yargıya geçişlerde bir kast sistemiyle çalışan bir yargı düzeniyle karşı karşıyaydı. Yargının bağımsızlığından bahsediliyordu. Bağımsız...

ATİLLA KART (Konya) - Meşruiyeti siz sağladınız öyle mi?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Yargının bağımsızlığının ötesinde, Atilla Bey...

ATİLLA KART (Konya) - Meşruiyeti sağladınız öyle mi?

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) - Siz inanıyor musunuz söylediklerinize?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Atilla Bey, önce tasarı, teklif farkı üzerine çalışmalarınızı tamamlayın, ondan sonra laf atın.

ATİLLA KART (Konya) - İdeolojiyi getirdiniz ideoloji, meşruiyeti değil.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Şimdi, HSYK'nın eski yapısıyla beraber baktığımızda yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının ötesinde bir de sorumsuzluğu vardı. Yargı kimseye karşı hesap vermeyen bir kuruldu.

ATİLLA KART (Konya) - Siyaseti yargılaştırdınız.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - HSYK'yla beraber, yeni HSYK'yla beraber yargı, bütünüyle yürütmeden ve kayıt dışı siyaset odaklarının müdahalesinden kurtarılmış oldu.

Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye'yle ilgili vermiş olduğu kararlardan bahsediliyor. Tabii, burada süreçleri dikkate almamız lazım arkadaşlar. Türkiye'de bir davanın sonuçlanma süreci yaklaşık olarak beş yıl civarında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde...

ATİLLA KART (Konya) - Ramazan Akyüreklerden söz et Sayın Şentop, Ramazan Akyüreklerden söz et.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - ...verilen kararlar da yaklaşık buna yakın bir zaman alıyor.

ATİLLA KART (Konya) - Ramazan Akyüreklerden söz eder misin biraz?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye aleyhine vermiş olduğu kararların büyük bir kısmı bundan on yıl önce sonuçlanmış, Türkiye'de ortaya çıkmış olaylarla ilgili öncelikle.

ATİLLA KART (Konya) - Parti memurlarından, cemaat memurlarından söz eder misin biraz?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Bunun dışında, adil yargılanma hakkıyla ilgili verilmiş olan kararların büyük bir kısmı, çok kahir ekseriyeti uzun yargılama süreleriyle ilgilidir.

ATİLLA KART (Konya) - Parti memurunun olduğu yerde adalet olur mu, onu söyle bir, onun cevabını ver.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Tutukluluk süreleriyle ilgili olarak, tutukluluk sürelerinin uzunluğuyla ilgili olarak verilmiş kararlar yok denecek kadar azdır çünkü somut olaylara bakarak karar veriyor Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi.

ATİLLA KART (Konya) - Cemaat memurunun olduğu yerde adalet olur mu?

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Özel yetkili mahkemelerle ilgili olarak da arkadaşlar, çok detaya giremiyorum vaktim azaldı, çıkartılan kanun düzenlemesi o dönemde, 2004 yılında Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin de desteğiyle geçmiştir. Sadece bir ayrışık gerekçe yazılmıştır.

ATİLLA KART (Konya) - Ramazan Akyüreklerin hesabını verin, cevabını verin.

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Onun dışında olumlu oy kullanılmıştır bu düzenlemeye. Benzerleri birçok Avrupa ülkesinde de olan mahkeme türleridir bunlar.

Değerli arkadaşlar, yeni bir anayasayla, yeni bir hukuk kültürüyle ve yargıç kültürüyle bu sorunun aşılabileceği kanaatindeyim. Yeni anayasa çalışmaları...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA ŞENTOP (Devamla) - Hepinizi grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.