| Konu: | BAZI KANUNLAR İLE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 98 |
| Tarih: | 24.04.2012 |
CHP GRUBU ADINA AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 223 sıra sayılı Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu, TMSF başkan ve üyelerinin görev sürelerini yeniden düzenleyen torba Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Bugün, burada, yine ve yepyeni bir AKP klasiğiyle karşı karşıyayız. Artık şaşırmıyorum ancak anlayamadığımı da belirtmek istiyorum. Zira AKP'li milletvekili arkadaşlarımız, tesadüf bu ya, aynı günlerde aynı hükümleri içeren birçok kanun teklifi birden veriyor. Bu kanun teklifleri gerek usul ve gerekse içerik açısından fazlasıyla izaha muhtaçtır. İzninizle, usulden başlamak istiyorum.
AKP döneminde, son dönemde yeni bir gelenek daha oluşmuştur. Şöyle ki: Kendi yaptığı yasalara bile uymada özensiz davranan, -örneğin, bütçe sürecinde 5018 sayılı Kanun kapsamında yayımlanan Orta Vadeli Program, aylar sonra, Mayıs yerine Ekim ayında açıklanmıştır- birbiriyle ilgisiz pek çok hüküm içeren, kanun yapma tekniğine tamamen aykırı, bu yönüyle acil ve zorunlu hâllere özgü olabilecek yani istisnai olması gereken torba kanun uygulamalarını kaideye dönüştüren; torba yetmemiş, 6111 sayılı Kanun gibi âdeta bir ucube olan 216 asil, 18 geçici, toplam 234 madde çorba kanunlara imza atan AKP, son dönemde yasalaştırmak istediği önemli hususları, tasarı olarak değil, kanun teklifiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirmeye başlamıştır. Böylelikle, konuyla ilgili bakanların ve tasarı hakkında görüş verecek kamu kurumlarının haberi dahi olmaksızın, bilgi ve fikirleri alınmaksızın emrivakiler yaratılmaktadır. Diyebilirsiniz ki: "Her milletvekilinin kanun teklifi vermeye hakkı yok mu? " Elbette vardır, ancak nedense AKP'li vekillerin verdiği kanun teklifleri komisyonlarda ve Genel Kurulda hemen görüşülüp yasalaşıyor ama muhalefetin verdiği kanun teklifleri komisyonun raflarında gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Üstelik, iktidar milletvekilleri, sözde kendi verdikleri kanun tekliflerinin içeriğinden habersizler. Burada amaç Bakanlar Kurulunu devre dışı bırakmak mı, yoksa kamu kuruluşlarını mı? Ama görülüyor ki AKP Hükûmetinin kafası karışıktır, bir plan ve vizyon sahibi değildir.
Türk kamu yönetiminin yerleşik düzenini ve teamüllerini tamamen ortadan kaldıran AKP'nin bu kanun tanımaz uygulaması, "Ben yaptım, oldu." demekten öte, krallıkla idare edilen sözde ülkelerde bile -böyle antidemokratik uygulama- yoktur. Türkiye böyle bir uygulamayı ne yazık ki hak etmiyor. Eminim, başta Sayın Bakan olmak üzere Parlamento çatısı altında görev yapan birçok AKP'li sayın üye de bu tür uygulamalardan rahatsız ve bu durumu içlerine sindirememektedirler. Ancak bu durumu değiştirmeye ne Sayın Bakanın ne de değerli milletvekillerinin gücü yetmemektedir. "İleri demokrasi" dedikleri de bu olsa gerek.
Görüşmekte olduğumuz birleştirilmiş kanun teklifleri bunun son örnekleridir. Biliyorsunuz, eğitimde bir oldubitti yaratılarak -oysa başarısı AKP İktidarının hazırladığı kalkınma planındaki tespitlere resmen tescillenen- sekiz yıllık temel eğitimi ortadan kaldıran düzenleme AKP grup başkan vekillerinin kanun teklifi şeklinde olmuştur. Üstelik, o teklifin 22'nci maddesi, eğitimle yakından veya uzaktan ilgisi bulunmayan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ile TMSF başkan ve üyelerinin sona eren görevlerinden dolayı yeniden atanmalarını öngören bir madde. Daha da ilginci, bu kurumların bağlı olduğu Sayın Bakanın bile bundan haberi yoktu. Eğitimle ilgisi bulunmayan BDDK ve TMSF başkanlarının görev süreleriyle ilgili düzenlemenin 4+4+4 kanun teklifinin içinde yer alması bile Türkiye Büyük Millet Meclisine bir hakarettir, ciddiyetsizliktir. Teklif ile söz konusu kurumların başkan ve üyelerinin yeniden atanmalarının önü açılmaktaydı. Zira, mevcut hükümlere göre, söz konusu kurumların başkan ve üyelerinin görev süreleri altı yılla sınırlı olup, görev süresi sona eren başkan ve üyeler yeniden atanamamaktadır. Oysa 57'nci Hükûmet döneminde çıkarılan 4389 sayılı Bankalar Kanunu'na göre zaten görev süresi biten BDDK ve TMSF başkan ve üyeleri yeniden atanabiliyordu ama AKP Hükûmeti, 2005 yılında çıkardığı 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile bu uygulamaya son vererek başkan ve üyelerin görev sürelerine sınır koymuştur. Şimdi aynı AKP Hükûmeti kendi yaptığını yeniden bozuyor ve eski şekline getiriyor. Madem 2005 yılında yasayı bu hâle getirdiniz, neden şimdi yeniden eski şekle döndürmeye kalkıyorsunuz? Doğrusu, yazık, kanunları ve ülkeyi yazboz tahtasına çevirdiniz. AKP Grup Başkan Vekili, bu kurum başkan ve üyelerinin görev sürelerine dair hem de ilgisi olmayan eğitim yasası teklifi içinde böyle bir teklif verirken BDDK ve TMSF'nin bağlı olduğu Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan, konuyla ilgili olarak gazetecilere "O yasa teklifinden benim haberim yok. Hükûmetten giden bir şey değil belli ki. Onu arkadaşlara bir sorarız, nedir bakalım, hangi amaçla olmuştur?" demek zorunda kalmıştır.
Evet, partinin Grup Başkan Vekili Sayın Nurettin Canikli önemli bir düzenleme teklif ediyor, on yıldır bu kurumların ve ekonominin başında olan Sayın Babacan'ın haberi yok. Sanki bir koalisyon hükûmeti. Ülkeyi bilmeyen biri bunu koalisyon hükûmeti sanacak. Doğrusu, böyle bir ciddiyetsizlik ancak AKP Hükûmeti uygulamalarında olur. Ancak medyada çıkan haberler ve kulislere sızan bilgilere göre anlaşılıyor ki bu durumun altında farklı amaç ve hesaplar vardır. Sayın Babacan TMSF'nin başına görevi sona eren Şakir Ercan Gül yerine şu anki üyelerden birini geçirmek isterken, Sayın Canikli'nin düzenlemeyle şu anki Başkana yani kendisi gibi bir maliye müfettişi olan şu anki Başkan Şakir Ercan Gül'e atama yolu açmak istediği anlaşılıyor. İlginç olanı ise TMSF'de başkanlığın maliye müfettişlerine tahsis edildiğine dair bir teamül oluşması ve Sayın Babacan'ın istediği kişinin ise müfettiş olmaması dikkat çekicidir.
Ülke yönetimi, bilhassa ekonomi yönetimi, dar çıkarların, meslek taassuplarının ahbap çavuş ilişkilerini kaldırmaz; ciddiyet, liyakat, yetkinlik ve sıkı eş güdüm ister. Bu davranışlarla o güzide kurumlara yani ülkemize zarar vermekten başka ele ne geçmektedir? Hele de ekonomide çizilen o pembe tablonun ne kadar hayal olduğu artık iyice ortaya çıkarken ve 2012 yılından itibaren sıkıntılar artarak devam edecekken böylesi bir kopukluk veya çıkar çatışmasının yeri ve zamanı değildir.
Gelelim esasa ilişkin hususlara. Bakınız, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkanı Tevfik Bilgin'in görev süresi 11 Nisanda doldu, 1 üyelik ise uzun süredir boş. TMSF Başkanı Şakir Ercan Gül ve 1 üyenin görev süresi ise 28 Şubat itibarıyla sona ermiştir. Ancak TMSF Başkanı Sayın Gül, görev süresi bitmiş olmasına rağmen odasını boşaltmamış, her gün Kuruma gidiyor. Peki, Hükûmet ne yapıyor dersiniz? Bekliyor ve bu atamaları gerçekleştirmiyor. Çünkü Şakir Ercan Gül sanki bulunmaz Hint kumaşı! Peki, ne bekliyor dersiniz Hükûmet? Hiç kuşkunuz olmasın ki kişiye özel bir yasanın çıkmasını bekliyor ki TMSF'nin başına yeniden Şakir Ercan Gül'ü atasınlar. Benim anlamadığım, AKP İktidarının elinde TMSF Başkanı olabilecek nitelikte hiç mi bürokrat yok yoksa Şakir Ercan Gül gerçekten bulunmaz bir Hint kumaşı mı? Vay güzelim ülke ne hâllere düşmüş!
Bugün, TMSF'nin Başkan ve üyeliği atama bekliyor. 7 üyeli bu Kurumda Fon Kurulu en az 5 üyeyle toplanabiliyor yani kanuna göre haftada en az 1 defa olmak üzere gerekli hâllerde toplanmak durumunda olan TMSF'de 1 üye rahatsızlandığında Kurul toplanamayacak duruma gelmiştir. Ne yazık ki benzer durum Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunda da geçerli olup, hâlen sadece 5 üye görev yapmaktadır. Bu mudur sizin devlet ciddiyetiniz? Bu mudur kurumlara ve ülkeye saygınız, ekonomiye hassasiyetiniz?
Doğrusu, çıkardığı kanun hükmünde kararnamelerle, "Ben yaptım, oldu." anlayışıyla bakanlık teşkilatlarına "bakan yardımcılığı" gibi bir pozisyon ihdas ederek, dayanağını Anayasa'dan almayan bir bürokratik kademeyi daha güzelim ülkeye hediye eden ve üstelik hâlâ o bakan yardımcılarından bazılarını atamayan AKP'nin bu tavrı şaşırtıcı da gelmiyor. Şaşırtıcı olmayan bu durum, maalesef ülke yönetimi için dramatik bir durumdur.
Yine, kanun teklifinin görüşmeleri sırasında verilen bir önergeyle, görev süreleri sona eren Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkanı ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Başkan ve üyelerinin iki yıl boyunca, görevdeymiş gibi maaş alabilmelerine olanak sağlanmaktadır. Gerekçesi "Eski üyelerin işsiz kalması durumunda mağdur edilmemesi." olan bu düzenleme, Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı olup kişiye özgü bir düzenlemedir.
Yıllardır intibak düzenlemesi bekleyen memurlara ancak yüzde 2 zam yapacaksınız, bunu da "2013 yılından itibaren geçerli." diyeceksiniz ama sıra yandaş bürokratlara gelince, evlerinde otursalar dahi görevlerindeymiş gibi 15 bin Turkish lira ödemeye devam edeceksiniz. Üstelik bu maaşları, geçim sıkıntısı çeken işçi, memur ve emeklinin aylıklarından kestiğiniz vergilerden karşılayacaksınız. Bu yaptığınız vallahi de günahtır, billahi de günahtır. Buna nasıl vicdanınız elveriyor, bunu anlamış değilim.
Üstelik bu uygulamayla, diğer özerk kurumlara tanınmayan mali haklar getiriyorsunuz. Diğer özerk kurum başkanlarının kafaları kel mi? Ayrıcalık neden? Bari, buna doğru dürüst bir cevap verseniz, biz de bunu anlayabilsek.
Ayrıca, unutulmamalıdır ki son derece kalifiye ve deneyimli olan bu kişilere, sektör dışında işsiz kalabilecekleri endişesiyle iki yıl boyunca yüksek ücret ödenirken, ülkemizde işinden olan çalışanlar için işsizlik maaşı uygulaması maksimum on ayla sınırlıdır. Bu kurum başkanları ise evlerinde bile otursalar, iki yıl boyunca ayda 15 bin lira ballı maaş almaya devam edeceklerdir.
Yine, kanun teklifinde, ağır kış şartları ve deprem dolayısıyla kendilerine ödenmiş olan toplam 4 milyon Türk lirası tutarındaki avansı kapatamayan, özellikle Ağrı, Erzurum, Muş ve Erciş'teki pancar çiftçilerine kolaylık getirilmektedir. Çiftçilerimizin borçlarının, çiftçilerin özelleştirme kapsam ve programlarındaki Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketine olan borçlarının ertelenmesi veya vadelendirilmesi konusunda Bakanlar Kuruluna yetki verilmektedir.
Bu düzenlemeyi olumlu karşılıyoruz. Zorda olan çiftçilerimize yönelik atılan her adımın Cumhuriyet Halk Partisinden gereken desteği her zaman göreceğini özellikle belirtmek istiyorum. Zira çiftçi sadece iklim şartlarının değil asıl olarak AKP İktidarının kurbanı olmaktadır. AKP İktidarının uygulamaları sonucu borcunu ödeyemeyen çiftçiye vade desteği yerine, o çiftçinin borcunu ödeyebilen, ülkesi için istediği düzeyde üreten, ürettiğini değerlendirebilen bir konumda olmasıdır. Asıl mesele çiftçimize kolaylık sağlamak değil çiftçimizin önünden çekilmek olmalıdır, onları daha fazla ezmemek olmalıdır. AKP gölge etmesin yeter, çiftçimiz kendi kendisine de, ülkemize de yetecektir, bu böyle bilinmelidir.
Bakınız, dünyada tarım sektörünün stratejik önemi her geçen yıl artmaktadır. Bu durumun en belirgin göstergesi dünya tarım ve gıda fiyatlarının son dönemde sürekli bir artış eğilimi içine girmesidir. Dünya için bu kadar önem arz eden tarım sektörü ülkemiz için de hayati bir alandır. Zira 74 milyon olan ülke nüfusumuzun 2023 yılında yaklaşık 83 milyon olacağı öngörülmektedir. Son otuz yılda nüfusu 30 milyon artan ve nüfusundaki artma eğilimi devam eden bir ülke olarak Türkiye'nin tarım, gıda ve hayvancılık politikalarında da öncelikli amaç, kendi nüfusuna yetecek gıda temin etmek, çevreci ve ilerici teknikler kullanılmak suretiyle üretimini artırmak ve tarımsal alandaki üreticileri bilimsel ve sistematik bir şekilde desteklemektir. Tarım sektörü ekonomik, sosyal ve mali açıdan ülkemiz için son derece önemli bir sektördür ama ne yazık ki çiftçimiz, tarımımız AKP'nin kurbanı olmuştur. Çiftçi AKP İktidarı döneminde âdeta yok olmuştur. 2002 yılında tarımsal üretimin Türkiye'nin gayrisafi yurt içi hasılasındaki payı yüzde 10,3 iken bu rakam 2009 yılında yüzde 8,3'e, 2010 yılında yüzde 7,8'e gerilemiştir. Tarım sektörü bütçeden yapılan transfer harcamalarının büyüklüğü bakımından sosyal güvenlik harcamalarından sonra ikinci büyüklüğe haiz alandır. Tarım sektörü istihdam alanında da önemli bir yer tutmaktadır. Tarımda çalışan nüfusun toplam istihdamdaki payı Amerika Birleşik Devletleri'nde yüzde 1,6, G7 ülkelerinde yüzde 2,3, avro bölgesinde yüzde 3,6 ve OECD ülkelerinde ise ortalama yüzde 5,1 oranındayken, ülkemiz nüfusunun dörtte 1'i yani yüzde 25'i tarım sektöründe çalışmaktadır.
Bu tablo karşısında tarım sektörünün ülkemiz için çok önemli bir sektör olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Ancak uygulanan politikaların bu alanın önemiyle uyumlu olup olmadığına bakıldığında tarım sektörünün öneminin yeterince anlaşılmadığı ve AKP İktidarı tarafından tarımın âdeta yok sayıldığı bir kez daha gözler önüne serilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu görüşmekte olduğumuz torba kanun tasarısında bazı kanunlarda değişiklik yapılmakta, bazılarında da, bazı kanun gücünde çıkarılan kararnamelerde değişiklik yapılmaktadır, 660 sayılı Kanun Gücündeki Kararnamede değişiklik yapılmaktadır. Madem 660 sayılı Kanun Gücündeki Kararname'de değişiklik yapacaksanız neden o kararnameyi getirmiyorsunuz da, Kanun'un aslını bu Mecliste görüşmüyoruz da o Kanun Gücündeki Kararname'deki bazı değişiklikleri görüşüyoruz? Bu son derece önemlidir. Anayasa'nın temel ilkelerine aykırıdır. AKP son dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisini devre dışı bırakarak kanun gücünde kararnamelerle bu ülkeyi yönetmeye çalışmaktadır. Bu ülke kanun gücünde kararnamelerle yönetilecek bir ülke değildir. Lütfen, çıkarmış olduğunuz kanun gücündeki kararnameleri, yasaları Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirin, o kanunları buradan geçirelim.
Değerli milletvekilleri, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.