GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TAPU KANUNU VE KADASTRO KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TASARI VE TEKLİFİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:101
Tarih:02.05.2012

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 228 sıra sayılı Yasa Tasarısı ve Teklifi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım.

Tabii, bu yasaya baktığımız zaman, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği daha önceki bir yasa; geliyor, bugün bu yasa düzeltilecek, ona uygun bir yasa çıkartılacak ama tam tersi yapılıyor. Yani Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar ve hukuka uygun yeni bir yasa süreci yerine bu kararların iptali bir fırsat biliniyor, "Bu iptalden de bir şeyler çıkarabilir miyiz?" Yani yasayı uydurmak varken, uydurmak yerine, uydurukçu bir anlayışla "Daha çok nasıl kendi gündemimize, daha çok para, daha çok kendi politikamıza uygun bir yasa çıkarırız?" Buradaki olay bu.

Şimdi, yabancılara mülk satışı? Güzel. Yabancılar zaten bir ülkeye tankla topla giremedikleri zaman sermaye yoluyla giriyorlar. Sermaye yoluyla girerken kendi ülkelerinde ödemedikleri vergileri gittikleri ülkelerde daha düşük vergi olarak veriyorlar. Örneğin, bir Fransız, bir Alman firması kendi ülkesinde yüzde 50'nin altında bir vergiyle çalışamaz. Onun için, gelir merkezlerini İstanbul'da kurar. Hükûmetiniz de kalfalık döneminde yüzde 35 olan kurumlar vergisini yüzde 20'ye indirir çünkü sıcak paraya ihtiyaç vardır. Likidite denen olay cari açık için en ihtiyaç konu. Arkasından da o şirketler gelir, burada yüzde 20 vergiyle holdingler bankalara ortak olur, finans merkezlerine girer. Ondan sonra bir bakıyorsunuz bunlar farklı alanlara girmeye başlamışlar. Nasıl? Özelleştirme. Önce satımlar oradan, özelleştirme alanından. Sonra enerji alanından. Enerjiye de, özelleştirmeye de öyle girmiyorlar, devlet garantisi istiyorlar. Uyanıklar. Çünkü biliyorlar hükûmetlerin de ömürleri var yani ilelebet payidar olmuyorlar. Gidecek hükûmetler bir gün, yeni bir iktidar gelecek, bu yanlışlara "dur" diyecek. En az on beş, yirmi beş yıl devlet garantisi istiyorlar. Sonra yap-işlet-devret yasaları çıkıyor. Yap-işlet-devret yasalarıyla daha önce kırk dokuz yıllığına kiraya veriliyordu topraklar, bu sefer tescil, tapu, terkin, limanlar, akarsular, madenler, ormanlar, ülkenin en kıymetli yeri parası olana gidiyor.

Parası olanın dini imanı önemli değil, etnisitesi de önemli değil. Para denen olay parayla beraber her şeyi satın alabilir. Onun için, bu vatan uğrunda istediği kadar burada "vatan, millet, sakarya" edebiyatı yapın, bugüne kadar yapılan hep satmak üzerinden gidiyor.

Bu yasa ne getiriyor? Bu yasa çok garip bir durum getiriyor. Bakın, Türkiye'nin gündeminde yok bunlar. Bakıyorsunuz 1934, Tapu Kanunu 36. Onu en iyi Erol Dora bilir. Azınlıklara nasıl acımasızca uygulamış iktidarlar bugüne kadar, AKP İktidarına kadar, tek parti rejiminden AKP İktidarına kadar.

Gidin, Yunanistan'dan bir vatandaşın Türkiye'nin bir kıyı şeridinden bir karış -buradan gitmiş olsa bile- arazi alma şansı yok. Hassasiyet, devlet güvenliği ve genelgelerle MGK'nın, askerî istihbaratın "gizli" kaydıyla bunlar hep reddedilmiştir. Avukat olanlarınız bilir, açmışsınızdır tapu tescil davalarını, bunların hepsi bu gerekçeyle reddedilmiştir. Rumlar için öyle yapılmıştır. Ermeniler için, Van'da birisi bir otel işletmek istemiştir, o otelin bile ruhsatı verilmemiştir. Yine başkaları için bu söz konusu. En son mayın yasasında, işte ekolojik tarım için, bilmem ne tarımı için mayın alanları asıl toprak sahipleri dururken İsrail'deki şirketlere, Amerikalı şirketlere verilecekti.

Şimdi, bakıyoruz, bu yasayla ne oluyor? Miktarlar artırılıyor ve en önemlisi arkadaşlar "karşılıklılık" denen hukuk ilkesi -mütekabiliyet Osmanlıcası- mütekabiliyeti kaldırıyorsunuz, yani Suudi Arabistan'dan bir şeyh gelip senin ülkende Boğaz'da istediği villayı parayı basıp alabilir, özel mülkümdür der, hiçbiriniz giremezsiniz ama siz gidip Suudi Arabistan'da bir çadır alamazsınız, bir çadır yeri alamazsınız. O zaman bu eşitlik olmadı. Ben, bunu Suudi Arabistan üzerinden verdim, bu Fransa da olabilir, yani İtalya da olabilir.

Biliyorsunuz bir mülk yasası çıktı, yabancılara belli bir oran konmamıştı. Bir baktık, bizim müstesna turizm beldesi ilan edilen işte Balat'ta, Fener'de, Fatih'te, Sultanahmet'te, Eminönü'nde, Beyoğlu'nda birdenbire 15-20 kat arsa fiyatları arttı, birdenbire o harabeler kıymete bindi. Sonra Galataport olayı geldi, daha da arttı. Sonra "Yüzde 10 olan bu sınırlamayı nasıl kaldırabiliriz?" tartışmaları başladı. Tapuya bakıldı, en çok da İtalyanlar ve İngilizler rağbet etmiş, arada da Almanlar biraz almış.

Sonra şöyle bakıyorsunuz, yine Türkiye'den azınlıkların mülk sahibi olduğu durumlarda yurt dışına gitmişse "Eşhası mütegayyibe" deyip bunların mülklerinin hazineye geçirilmesi olayı var. Bu yakın zamana kadar bu kararlar da sürdü, hâlbuki onlar bu ülkede yaşayan, nüfusu olan, vatandaşlık belgesi, cüzdanı olan insanlardı. Onlar da eşhası mütegayyibe oldular. Sonra "metruk yer" dediler. Metruk yerler nerede var? Tarihî yerlerde var, İzmir'de var, Mersin'de var, Adana'da var, İstanbul'da var. Bu Afet Yasası da yarın biterse bu metruk hâllerin, binaların durumu da belli; yirmi yıl zilyeti olan götürecek. İşin basiti bu.

Bunu şöyle bir formüle edin bakayım: Enerjide nükleer santral, termik santral, maden kömürü, taş kömürüne bağlı santraller olayı, devlet garantisi? Buradan devlet garantisi istiyor. Yani adam, zaten kâr edeceksin, niye devletin garantisini istiyorsun? Yok. "Elektriği şu kadar sentten yirmi sene alacaksın." diyorsun. Sonra bu yetmiyor; nükleer santrali Mersin'e kuruyorsun, Sinop'a kuruyorsun, taş kömürünü Zonguldak'a kuruyorsun, Çinlileri davet ediyorsun, Rusları davet ediyorsun. Diğer ülkeler nükleer santralleri terk ederken siz ona yöneliyorsunuz.

Sonra, kamu-özel sektör ortaklığını getiriyorsunuz. Kamu-özel sektör ortaklığını getirirken 2023'e kadar iktidar olacağınızı varsayıyorsunuz. İhalesiz satış yapıyorsunuz. Dikkat edin. Yani size bu milletin iradesinin garantisini millet verdi mi 2023'e kadar? Hadi, önümüzde üç tane seçim var. Tamam, uzun dönemli bir iktidar döneminiz var, bunu inkâr etmiyoruz, on yıl az bir zaman değil iktidarlar için ama 2023'e, 100'üncü yıla kadar bu millet size açık çek mi verdi, açık bono mu verdi size? Milletin iradesi bir defada döner, bir seçimde döner. Bir seçimde iktidar olanı da yerin dibine indirebiliyor, yüzde 1'lerin altına düşürdüğü yakın tarihimizde görüldü.

E, şimdi, ihalesiz satış kamu-özel ortaklığına 2023'e kadar müstesna. İyi, o da güzel. 2/B Yasası gündemde. Orman köylüleriyle konuşuyorum, hiçbirisinin cebinde 5 kuruş yok; kendi arazileri ormana gitmiş, hazineye, ceplerinde para yok. O zaman gidip müteahhitlerle mi anlaşsınlar? Niye o zaman devlet bunlara bir kredi, bir imkân, bir olanak, bir taksit, bir şey tanımadı? Hiçbirinin cebinde kendi arazisini alacak para yok; o bir.

İkincisi, turizm bölgelerinde Antalya, Mersin, İstanbul başta olmak üzere, çok büyük paralar? O kadar parayı kimin cebinde bıraktınız Allah aşkına? Kimin cebinde bu para kaldı; işçinin mi, emekçinin mi, memurun mu, çiftçinin mi, bakkalın mı, esnafın mı, taşımacının mı, küçük sanayicinin mi? Hangisinin cebinde büyük rakamları telaffuz edebileceğiniz bir para bıraktınız ki on yıllık iktidarınız döneminde? Burada en çok vergi verenler, gelir vergisi rekortmeni olanlar 17 tane banka, 28 tane de holding. Arkası devam ediyor tabii.

Yap-işlet-devlet? Yine gelecek şirketler. Hangi şirketler? Yabancı şirketler. Ne yapacaklar? Üçüncü köprüyü yapacaklar. Nerede yapacaklar? Boğaz'da yapacaklar. Ne oldu? Diğer bankalar krediyi çekti. Üçüncü köprüyü kim yapacak? "Vallahi biz yapacağız, paramız pulumuz var ya." Olsun? "Yüzde 51 biz olacağız, yüzde 49,9 da?" Olabilir, devrik bir diktatörün paraları, hazineleri, milyarları bir yerde olabilir. Gelir bir şirket olur o da. O şirket diktatör adına gelir, Türkiye o sermayenin ortağı olur; o şirketler evlenirler, şirket evlilikleri olur; o şirket de devletle evlenir, çok evlilik olur; çok evlilik de istediği yerde gayrimenkulü kapar, istediği yerde araziyi kapar, istediği yerde 600 dönümü, 60 hektarı götürür.

Şimdi, bu anlayışın Türk ekonomisini büyütüyor anlayışı olmadığını hepimizin görmesi lazım. Yap-işlet-devrette devlet hazinesi olan ormanların tescili var -tescil arkadaşlar- satış, yabancıya satış var, bırakın onu, kırk dokuz yıllık kiralama var.

Şimdi, bunun üzerinden bakıyorsunuz, hemen Türkiye'nin puanı düşürülüyor bu arada -dikkat edin bu üç güne- büyümede risk, ihracatta azalma, enflasyon ve şeyde yükselme? Bir bakıyorsunuz, yükselme kredisinde, ihracatta sıkıntı var. Hükûmetin çok sıcak paraya ihtiyacı var, bunun acelesini yapıyor, bunun gündeminin peşinde. Belli ki cari açığı bir türlü telaffuz etmiyor. Ekonomi Bakanı Sayın Babacan diyor ki: "Evet, küresel krizi aştık, büyüdük ama yan etkileri var." Evet, her acı ilacın yan etkisi vardır ama buradaki yan etki adamı kötürüm eder, memleketi kötürüm ediyor, buradaki yan etkiyi görmüyoruz. "Yan etki" denildiği zaman yüzde 80 vergi veren işçinin, emekçinin, vatandaşın cebine, geçimine, gelirine bakacaksanız, yani çok uzağa değil, dün 1 Mayıs alanlarına dolan milyonların özlemlerine ve taleplerine bakacaksınız. 1 milyona yakın insan Taksim Meydanı'nda, milyonlarca insan Ankara'dan Diyarbakır'a kadar her alanda ne haykırıyordu 1 Mayıs meydanında? Evet, gördük, Türkiye'nin görmediği bir şeyi de gördük; Sarkozy gibi Tandoğan Meydanı'nda miting yaptınız, Bakan da gitti orada konuştu. Bakan, yüreği elverseydi Sıhhiye'ye gelseydi; muhalefet, sivil toplum, bütün renkler oradaydı. Sarkozy gibi tekdüze, tek tip demokrasi uygulanıyor. Arkadaşlar, dünyanın neresinde sendikalar iktidarla 1 Mayısı kutlar? Bana bir örnek verebilir misiniz Sarkozy'den başka? Yok.

1 Mayısı da resmî size kutlattık ya, bu da bize oh olsun ha, muhalefet olarak. Her gün bizim gözümüze biber gazı sıktınız. 2009 yılında yediğim biber gazlarının haddi hesabı yoktu, cebimde limonlarla dolaşıyordum. Bugün keşke elimde olsa Bakana da bir limon verebilseydim 1 Mayısta, o kaygıyı o da yaşayabilseydi. Ama?

AHMET AYDIN (Adıyaman) - Bayram gibi kutladık, bayram yaptık.

HASİP KAPLAN (Devamla) - Bayram değil; işçinin, emekçinin birlik, mücadele ve dayanışma gününü siz yine bayram diye zannediyorsunuz. Bayram değil; bayram gönüllerdeki bayramdır, emekçi kardeşlerin dayanışmasıdır, dillerin özgürlüğüdür, kimliklerin özgürlüğüdür, cinslerin özgürlüğüdür, farklı halkların özgürlüğüdür, halkların kardeşliğidir, milyonların meydanlarda coşarak yan yana yürümesidir, solcuyla İslam'ın yan yana yürümesidir. İşte İstanbul Taksim Meydanı'nda gördünüz "Mülk Allah'ındır." dedi, siz de bundan ders alın. Mülk Allah'ındır, ekmek de, adalet de lazım yanında arkadaşlar. Bunun örneklerini çok verebiliriz. Hükûmetin yasakladığı sekiz sene boyunca size "Ya, bu yasaklanmaz. Kenan Evren bunu yaptı. Bundan vazgeçin." diyene kadar sekiz yılı kaybettik. Şimdi size başka gerçekleri anlatmak için yılları tüketiyoruz.

1 Mayıs alanlarında şunu gördünüz: Halkların kardeşliği orada yankılanıyordu, sesleniyordu, türküler renk renkti, Kardeş Türküler Taksim Meydanı'ndaydı; Türkçesiyle, Kürtçesiyle, Lazcasıyla, Arapçasıyla, Çerkezcesiyle ve herkes birlikte halay çekiyordu. Tabii ki bunu anlamak için içten inanmak lazım. "Şemmame" türküsüyle Karadeniz düğünlerinde, Trakya düğünlerinde, Ege'de, Akdeniz'de, İç Anadolu'da halay çekiliyorsa, Kürtçe orijinli olan "cane cane" türküsünde de bütün Türkiye halay çekiyorsa bu ülkenin de ortak değerleri vardır. Buna, yasaklara karşı duran sivil toplumun, sendikaların, derneklerin, halkın, farklı kesimlerin, inançların, cinsel tercihlerin, dinlerin, mezheplerin hepsinin beraber olduğu bir meydanı düşünün, o renklerini düşünün, o seslerini düşünün, o çok sesliliğini, çok kültürlülüğünü, çok dilliliğini. İşte böyle bir manzara Türkiye'nin geleceğini yeniden bir anayasada şekillendirdiği zaman bir anlam ifade edebilir.

Bunları anlamak için, şu getirilen yabancılara mülk satışı var ya, bu mülkleri yabancılara satacağınıza gelin, bu milyonların, bu emekçilerin, işsizliğin, yoksulluğun belini kırmak için birlikte işleyelim, birlikte bu ülkenin geleceğini, kendi imkânını, parasını, toprağını, cebini burada yaşatalım. Gerçek olan ekonomik politika budur. Gerçek ekonomik politikada böyle düşünmediğiniz zaman yabancıların gözü sadece İstanbul'da, Diyarbakır'da, Mersin'de, Trabzon'da olmaz, toprağın her karışında olur.

Evet, muhalefet olarak 1 Mayıslarda ses verdik. Verdiğimiz ses, hoşgörünün, birliğin, dayanışmanın, özgürlüğün, eşitliğin, adaletin sesiydi. Bakın, biz, bu tür etkinlikleri size de inşallah yaşatmanın coşkusunu yaşıyoruz. Size de 1 Mayısı kutlattık ya size daha neler kutlatacağız, size daha neler, türküler söylettireceğiz, bakın göreceksiniz. Bu muhalefetin kıymetini bileceksiniz arkadaşlar. Bu muhalefet onurlu bir mücadele veriyor. Ve saat 14.00'te bütün Türkiye meydanlarında bir dakika boyunca "Faşizme karşı omuz omuza!" sloganlarını atan milyonları da buradan selamlıyorum Meclis kürsüsünden. Bu coşku, doğru adresi on ikiden vurmuştur, şaşmamıştır arkadaşlar, şaşmamıştır.

Bakın, zamanımız az, Türkiye notu niye düştü, niye paraya ihtiyaç var, onlara girmeyeceğim ama ya şu süt meselesi ne arkadaşlar?

VAHAP SEÇER (Mersin) - Çocukları zehirlediler.

HASİP KAPLAN (Devamla) - Şu süt meselesi? Bakın -Diyarbakır, Sivas, Antalya, Kırıkkale, Samsun, Adana, Konya, Edirne- 776 kişiyi zehirlemişsiniz. Kim bu sütleri sipariş verdi? Kim zehirliyor bu çocukları? Sayın Bakan diyor ki: "Hassasiyetleri varmış, bazılarının midesi almamış, bazılarının alerjisi varmış." Yapmayın arkadaşlar! Tabii ki ana sütü gibi olmaz, hele hele devlet sütü olunca, Hükûmet sütü olunca, kaynağını iyi araştırmak gerekiyor. O kaynağı araştıracaksınız, o şirketleri araştıracaksınız, o siparişleri araştıracaksınız, o üzerindeki tüketim maddelerini araştıracaksınız. Ustalık kabinesinde -Marshall yardımıyla eskiden süttozu veriliyordu bizim ilkokul dönemlerimizde- siz de 2012'de "Likit süt veriyoruz." diye hava atamayacaksınız. Çok açık söyleyeyim, hava atma şansınız yok, Twitter'a şimdiden dalga konusu oldunuz "Devletin sütü bozuk çıktı." diyor Twitter'da, dikkat etin, uyarıyoruz, bu işin üstüne gidin, sakın ha göz ardı etmeyin diyoruz.

Ret oyumuz olacaktır, ret oyu kullanıyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Kaplan, teşekkür ederim.