| Konu: | ÇOK TARAFLI YATIRIM GARANTİ KURULUŞU SÖZLEŞMESİNİN MADDELERİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLERİN ONAYLANMASI HAKKINDA (S.S.40) |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 15 |
| Tarih: | 02.11.2011 |
BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 40 sıra sayılı Çok Taraflı Yatırım Garanti Kuruluşu Sözleşmesinin Maddelerinde Yapılan Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu üzerinde söz aldım. Barış ve Demokrasi Partisi adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, epey sözleşme var. "Teknik" deniliyor. "Matbu" deniliyor. "Bunları zaten bürokratlar yapıyor." deniliyor ve bu şekilde de konuşmayalım üstünde ve tartışmayalım Mecliste. Ee bunlar, teknik işler zaten. Elimizi kaldıralım, indirelim; tulumba gibi hareketler yapalım. Bitsin; işte, Meclis kanun yaptı, sözleşme yaptı olsun.
Böyle bir anlayışla bakıldığı zaman, böyle bir anlayış tarzıyla yasama Meclisini çalıştırmaya kalktığınız zaman; işte o zaman, Türkiye'nin üzerinde dönen dolapları, Türkiye'nin içine çekildiği girdapları, ekonomik alanda sermaye hareketliliğini, Orta Doğu'da yeniden, dünyanın nasıl yeni düzeninin şekillendirildiğini, Orta Doğu'daki çatışma süreçlerini, onun Türkiye'ye yansımasını, ulusal alanda özgürlüklerin, demokratik hak ve özgürlüklerin, taleplerin nasıl baskıyla, gazla, tomalarla, panzerlerle bastırıldığını da anlamanız mümkün değil.
Şimdi, bu sözleşmeye bakıyorsunuz, Dünya Bankası grubu içerisinde Çok Taraflı Yatırım Garanti Kuruluşu, MIGA kısa adı. 1988 12 Nisan'da kurulmuş. Türkiye ne yapmış? Hemen 27 Nisan'da, hemen 12 Nisan-27 Nisan; on beş gün sonra bunu onaylamış.
Peki, MIGA'ya üye olmuş Türkiye. 88 ve şimdi 2011 yılındayız. Türkiye'deki bunun potansiyeli ne? Potansiyeli ne bu MIGA'nın? Ne yapmışız bunca sene? Bunun bir muhasebesini insan yapar herhâlde. Oy gücümüz yüzde 0,48 olan bir kuruluştan bahsediyorum. Oy gücümüz, bakın, yüzde 0,48 yani binde 48 oranında olan bir kuruluştan bahsediyorum. Hangi kuruluş bu? Böylesi, MIGA. Ee, Türkiye ne? Dünyanın 16'ncı büyük ekonomisi. Sayın Başbakan Paris'te yarın G-20 zirvesine katılacak. Dünyanın bu krizde en iyi direnen kalesi, finans sektörü ayakta, likidite akıyor, sıcak para akıyor Türkiye'ye, borsalar şaha kalkmış ve mükemmel refah düzeyi, yoksulluk sınırının altında kimse yok, açlık sınırının altında kimse yok, müreffeh bir Türkiye'de kişi başına düşen millî gelir de -döviz kurlarını bir kenara bırakın- 12 bin doları aşmış, bütçe görüşmeleri başlamış. Arkadaşlar, halkı, 74 milyonu kandırma hakkımız var mı? Bir kere bu, şu "MIGA" denen şey şuradan vuruyor. Şu ayıp yetmez mi bize? "Gelişmekte olan ülkelerde garanti sağlayabilecek projelerin artırılması." Bu ayıp, dünyanın 16'ncı büyük ekonomisine yakışıyor mu? Yakışıyor mu şimdi Türkiye'ye bu?
Yani Dışişleri bürokratlarımıza yasa yapmayı, Meclis adına hareket etmeyi teslim edeceksek, o zaman gelip burada oturmaya gerek yok. Saat 23.00'e kadar da böyle gündemi uzatmanın, boşuna oturmanın da bir anlamı yok; onlar kısaltırlar. Hepsini bir torba kanun yaparsınız, sırtlarsınız çuval gibi sırtınıza, getirirsiniz, bir defa da hepsini çıkarırsınız.
Şimdi bu sözleşmenin, çeşitlendiriliyor, renklendiriliyor, zenginleştiriliyor ve yine yeniden değişikliklerini onaylıyoruz yani. Nerede görüşülmüş bu? Plan Bütçe Komisyonunda. Ee, kardeşim ben oradayım. Ben dört sene bu Plan ve Bütçe Komisyonunda görev yaptım. Tali komisyon olarak gelmedi bu, gelmedi, görüşülmedi, konuşulmadı. Komisyonda görüşülmeyen, konuşulmayan şeye bir de burada bunu yazmak, Dışişleri Komisyonu Raporu'na bunu yazmak ahlaki midir? Yani etik olarak sorgulanması gereken, yasal olarak, hukuki olarak sorgulanması gereken bir durum değil midir? Görüşülmeyen tali komisyonda görüşülmüş, Enerji Bakanlığının, Enerji, Tabii Kaynaklar Teknoloji Komisyonunda görüşülmüş... Nerede görüşülmüş? Yok. Hadi görüşüldüyse bunun raporu nerede? Komisyon, Dışişleri Komisyonu Raporu var.
Arkadaşlar, komisyonları yazarsınız, tali komisyon diye "görüşüldü" derisiniz, sonra atlarsınız, sonra da buraya getirirsiniz, burada da "Üstünde konuşmayalım valla, öyle geçsin işte, teknik şeyler bunlar..." Bu teknik şeyler var ya ülkelerin özgürlüklerini elinden alır. Bu teknik şeyler var ya ülkelerin bağımsızlığını elinden alır. Bu teknik sözleşmeler var ya ülkelerde eşitlik, adalet, özgürlük diye bir şey bırakmaz. Bu, ülkelerde güvensizlik yaratır, huzursuzluk yaratır.
Şimdi, burada enerji alanında kimin ne yaptığını biliyoruz. Serbest piyasada, nükleer santrallerde ne pazarlıklar yapıldığını biliyoruz. Termik santrallerde hangi ülkelerin kuyruğa girip ihale peşinde dolaştığını biliyoruz. HES'lerde kimin dolaştığını biliyoruz. 48 bin tane maden ruhsatı dağıtılmış ülkemde. Doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle, Ege'siyle Trakya'sıyla, ülkenin her tarafı? Bu iktidar döneminde 48 bin ruhsat verilmiş ve ruhsat pazarı kurulmuş olan bu ülkede, bir de elin oğlu sermaye şirketleriyle gelecek, biz de garanti vereceğiz, imza atacağız. Ne güzel değil mi, ne güzel? Ne güzel ülke yönetiliyor. Ne kadar güllük gülistanlık, ne kadar huzur, ne kadar refah, ne kadar barış? Şu sözleşmeye biraz dokunun, şöyle tırnak arasında bazı yerlere bir bakın, ne yazıyor? Diyor ki: "TL'nin değer kaybı dahi olsa benim projemin garantisi var." Buyurun? Siz TL'nin garantisini, ulusal paranın garantisini verebiliyor musunuz? Yunanistan'ın durumunu görüyor musunuz? Papandreu kendini 100 milyon euroluk yardım paketini referanduma götürmek zorunda hissediyorsa ve "Gelin, euroyu Yunanistan'da kullanıp kullanmamayı tartışma konusu yapalım." diyorsa ve bu, bir günde Türkiye'deki borsayı dahi sallıyorsa, bütün Avrupa borsaları, Amerika, Uzak Doğu borsaları Singapur'dan Sidney'e kadar sallanıyorsa şu küçük, teknik, bürokratların yaptığı sözleşmeleri okumamız gerekiyor arkadaşlar. O kadar da basit değil. Neyin garantisini istiyorlar bizden, söyler misiniz neyin garantisini bizden istiyorlar? Irak'ı işgal ettiler, Irak petrollerine otuz yıllığına el koydular, Birleşmiş Milletlerin kararını çıkardılar. Birleşmiş Milletlerin kararıyla Irak'ı harabeye çevirenler Irak petrolünün yüzde 25'ine garanti fonu diye el koydular, 25'ine garanti fonu olarak el konuldu. Hâlâ orada Birleşmiş Milletler? Bu, orada öyle.
Burada MIGA'ya bakıyoruz. MIGA, sigorta şirketlerini, daha farklı yatırım şirketlerini garanti altına almak istiyor. Peki, şimdi karşılıklı bir değerlendirme yapalım. Arap Baharı yaşanıyor. Tunus'ta Bin Ali'nin imzaladığı MIGA'lar ne olacak? Soruyorum. Kaddafi'nin imzaladığı MIGA'lar ne olacak? Mübarek'in imzaladığı MIGA'lar ne olacak? Soruyorum. Yemen'deki Ali Salih çokça MIGA imzaladı, ne olacak? Ne olacak söyler misiniz? Neyin garantisini arıyorsunuz? Kim kime garanti veriyor? Mesela Türkiye'de enerjinin garantisi var mı?
Arkadaşlar, bazı garantiler ille aramak istiyorsanız, bunu cesurca, samimiyetle burada konuşmamız lazım. Öyle, MIGA'dan, Dünya Bankasından, Avrupa Yatırım Bankasından verilen garantilerden geçmez. Enerji hatlarını, geçiş hatlarını, birçok olayı, Türkiye'deki birçok ekonomik kalkınmayı eğer garantilemek ve çabuk bitirmek istiyorsa, bu Hükûmetin yapacağı en büyük garantili Türkiye Cumhuriyeti devleti için barışı tesis edecek müzakere ve diyalog süreçlerini açmaktır, Oslo görüşmelerini sürdürmektir. Böyle, MIGA'da falan, binde 38 oy hisse sahibi olup orada boy göstermekle olmaz, kendi içindeki sorunları çözmekten garantin geçer. Yoksa, bu ülke, güvenlik mi özgürlük mü olsun denklemin içinde boğulduğu zaman, daima güvenliği, her on yılda bir yaşanan darbelerin arkasından özgürlükleri budayarak bu ülke bu noktaya kadar geldi, şu anda yapılan budur.
Şimdi Türkiye'de yeni bir Anayasa sürecini biz konuşurken, bu tür projeleri, Türkiye'nin Dünya Bankasının kefili olması? Kefillik sözleşmesi gibi bir şey bu, kim kimin adına yapıyor ben soruyorum. İşin yoksa kefil ol demişler. Biliyorsunuz, ben hukukçuyum, icra dosyalarında, şeyde?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - İşin yoksa şahit, paran çoksa kefil ol.
HASİP KAPLAN (Devamla) - Paran çoksa kefil ol. On altıncı büyük ekonomi olunca demek ki kefalet istiyorlar artık değil mi. Para çok herhâlde, para? Para çok da vatandaşta niye yok Sayın Elitaş? Vatandaşın cebinde para yok, emeklinin cebinde para yok, esnafın cebinde para yok, kredi kartları icralarda, iflas edenlerin cebinde para yok, tarımın, çiftçinin, köylünün cebinde para kalmadı. Ege'de üzüm, incir, tütün üreticisinin, Karadeniz'de fındık üreticisinin, Trakya'da tahılın, hepsinin dibe vurduğu, çöktüğü bu ülkede kim kime garanti veriyor. Şimdi, bu garanti sözleşmeleri ışığında isterseniz bunların hiçbirini konuşmadan götürelim istiyorsunuz. Bu gitmiyor. Türkiye, bu teknik sözleşmelerin hepsini eğer tek tek mercek altına almazsa bir büyük fotoğrafı kaçırır, o fotoğraf da şudur: Wall Street'te ne oluyor bakacaksınız. Ne oluyor? Küresel krizin getirdiği, küresel kapitalizmin, finansal sermayenin emekçileri, halkları doğradığı alanlarda orada yanan ateş, 68'lerin ateşi gibi yanan ateş Londra'da, Paris'te, Roma'da, Yunanistan'da, Atina'da, Portekiz'de, Porto'da, Lizbon'da, Madrid'de, her yerde gelişirken bu MIGA güvenceleri, sözleşmeleri kimi koruyacak söyler misiniz, neyi koruyacak? Bir tek şeyi, sermaye şirketleri bunun sayesinde anladılar ki dünyanın düzeni değişiyor, 2008 küresel krizinden sonra artık kendi sermayelerinin garantisi kalmadı, bir yanda Arap baharı, bir yanda Orta Doğu'da halkların eşitlik ve özgürlük mücadelesi, bir yanda bütün dünyada haklı, adaletli bir ekonomik bölüşüm mücadelesi gelişince şimdi hazinemizi tıpkı batık bankalar gibi kefil yapmak istiyorlar bu tür sözleşmelerle.
Şunu bir noktada daha ifade etmekte büyük fayda görüyorum: Bugün önce İnternet'ten baktım, Sayın İçişleri Bakanımız çıkmış diyor ki: "Vallahi Türkiye'de binlerce profesör var, bir tanesi de tutuklanmış canım ne olmuş, o da devlete eğitim verirken halkı savaşa eğitme dersi vermeseydi." Hadi buyurun! Hadi buyurun Allah'ınızı severseniz! Böyle bir İçişleri Bakanına sahip olduğunuz için vallahi iftihar edebilirsiniz! İftihar edebilirsiniz! Daha savcılıktan yeni çıkmış, daha gözaltı ifadesine avukat ulaşmamış, daha neyle suçlandığı bilinmeyen birisi hakkında çıkıyor İçişleri Bakanı, yargısı süren bir davada, üstelik de AK PARTİ heyetinin, Sayın Kuzu'nun, İyimaya'nın, Adalet Bakanının, Beşir Atalay'ın görüştüğü bizim anayasa komisyonu üyemize bu şekilde yakışıksız konuşuyor; böyle vicdansızca, adaletsizce, yargıya müdahale ediyor. Ya susturun, susturun! Konuşmasın bu adam, konuşmasın! Birisi diyor "gözlük", birisi de böyle konuşuyor, "ceset parçası" diyor, bilmem ne diyor. Arkadaşlar, böyle ortamlarda, güvenlik riskinin olduğu ülkelerde adaletin DNA'sıyla oynarsanız, yargının DNA'sıyla oynarsanız, aydınlarını, profesörlerini, sanatçılarını, siyasetçilerini ve seçilmişlerini bu ülkede kelepçelerseniz, demokrasiyi öyle çok fazla konuşmanıza, yeni anayasa yapmanıza gerek yok.
BURHAN KUZU (İstanbul) - Beraber yapacağız.
HASİP KAPLAN (Devamla) - Vallahi billahi sizin çıkaracağınız anayasa bu kafayla Hammurabi'nin de, Şuppiluliuma'nın da kanunlarından geri olur. Hepsinden geri olur. Niye? Çünkü insan unsuru yok, çünkü eşitlik yok, çünkü özgürlük yok, çünkü adalet yok, çünkü ana dile tahammülü yok, çünkü farklı kültürlere tahammül yok, farklı kimliklere tahammül yok, eşit vatandaşlığa tahammül yok, düşünene tahammül yok, insan olana tahammül yok, muhalif olana tahammül yok.
Şimdi, bu sözleşmelerle bu Hükûmet gidip benim vatandaşımın üç kuruş vergisini de kefil olarak sermayeye çekecek. Bunu yapacağınıza, gelin, Türkiye'nin gündemine dönelim.
Bu gündem sizi perişan eder, bu kelepçeler sizin perişan eder. Kenan Evren iflah olmadı, darbecilerin hiçbiri iflah olmadı, düşünenleri içeri tıkanların hiçbiri iflah olmadı, Kürt sorununu çözemeyenlerin hiçbiri iflah olmadı. Geçmişinizdeki hükûmetlere bakın, geçmişinizdeki liderlere bakın, her birisi çözümsüzlüğün mimarı olarak tarih sahnesinden silindiler ve şu an gelinen nokta da bu.
Öyle "Binlerce kişiyi aldık, kelepçeledik, içeri attık." deyip, bu halkın susacağını, kuzu olacağını sanıyorsanız, "Bu yanlışlarla bir taraftan sermayeyi kotarırım, bir taraftan özgürlükleri baskı altına alırım, bir taraftan muhalefeti sustururum, istediğimi yaparım, çaldığım çaldık, öttürdüğüm düdük." diye giderseniz tehlikeli bir yere gidersiniz, çok tehlikeli bir yere gidersiniz. Kendinize zarar vermeniz olabilir ama bu ülkeye, 74 milyona, vatana zarar vermeye başladığınız anda, siyaseten ve iktidar olarak demokraside geriye düştüğünüz anda, darbecilerin yanına düştüğünüz anda, 12 Eylülün yapmadığı zulmü yaptığınız anda, 12 Eylül sıkıyönetim mahkemelerinin, DGM'lerin yapmadığını yapan özel güvenlik mahkemelerini kurduğunuz anda, 8 tana milletvekili tutuklu olan bir Mecliste bunları sürdürdüğünüz anda siz Anayasa değil cacık bile yapamazsınız; cacık bile yapamazsınız, açık söylüyorum.
Bu kafa, bu zihniyetle ancak tarih sizi sorgular, halk sizi sorgular, yargılar. Öyle zannetmeyin, halkın sinerjik gücünün nerede, ne zaman patlak vereceğine? Öyle 12 Eylül yasalarının, barajlarının, seçim sisteminin arkasına gizlenerek gelip yüzde 49'larda oy almak kolaydır. Bir gün özgür olarak bu halk seçime gittiği zaman, özgür adayını seçtiği zaman hepinizin de siyasetinin son bulacağı gündür arkadaşlar.
Bunlar bizim uyarımız. Dostça, kardeşçe birbirimizin yüzüne bakıyoruz. Şu MIGA'yı, mişayı falan filan bırakın artık.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASİP KAPLAN (Devamla) - Doğru dürüst şeylerle uğraşın.
Hepinize saygılarımla. (BDP sıralarından alkışlar)