GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUBU ADINA GRUP BAŞKAN VEKİLLERİ ANKARA MİLLETVEKİLİ EMİNE ÜLKER TARHAN, YALOVA MİLLETVEKİLİ MUHARREM İNCE VE İSTANBUL MİLLETVEKİLİ MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ'NİN, İZLEMEKTE OLDUĞU DIŞ POLİTİKANIN GERÇEKLERDEN UZAK OLDUĞU, ÜLKE GÜVENLİĞİ VE ÇIKARLARINA ZARAR VERDİĞİ İDDİASIYLA DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN ÖN GÖRÜŞMESİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:116
Tarih:06.06.2012

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten dış politikamızda sorunlar yaşıyor muyuz, Parlamento bunlara hâkim mi? Dış politika bir partinin sorunu mu, çoğunluk da olsa bir iktidarın sorunu mu, yoksa tüm partilerin sorunu mu? Dış politika partiler üstü müdür? Dış politikalar duygusal, hissî, öfke ve günübirlik pragmatizm üzerine mi kurulur, yoksa gerçekten köklü bir dış politika geleneği geliştirilir mi? Bu sorulara cevap aradığımız zaman, açık söyleyeyim, sıfır sorundan bütün komşularla soruna seyreden bir durum yaşıyoruz.

Bu, iktidarın, Hükûmetin yanlış politikaları, yanlış felsefik yaklaşımı, yanlış dış politikası olduğu gibi, bölge ve dünya dengelerinin değişiminde birlikte hareket ettiği kesimlerin çıkarları nedeniyle de yanlış yönlendirmeye götürebiliyor. Böyle baktığımız zaman, birkaç başlıkta vurgu yapmak istiyorum. En baştan başlayayım. Kıbrıs Rum kesimi önümüzdeki dönem Avrupa Birliği temsilcisi olacak, ilişkilerimiz kötü. Antakya'dan başlıyorum Habur'a kadar, Suriye başlı başına bir olay. Ona birazdan daha detaylı değinmek istiyorum. Irak: Habur'dan Şemdinli'ye kadar Irak sınırımız var. Irak'ta çok ciddi şeyler oluyor arkadaşlar. Şii-Sünni Arap çatışmalarında şu ana kadar dahi günde 100 kişi ölüyor, 1 milyona yakın insan öldü, orada da insan hakları ihlalleri yaşanıyor ve ciddi bir şekilde Irak'ta Şii Araplar, Sünni Araplar ve Kürdistan Bölgesi, üçlü yönetim ciddi sorunlar yaşıyor ancak onunla ilgili de yaşanan sorunlar var. İran'la Kürecik Malatya üzerinden İsrail noktasına, İncirlik'e kadar yaşanan bir sorun var. Ermenistan'la sorun var ve geliyoruz, dış politikada Avrupa Birliğiyle ilgili sorunu tek kelimede ifade etmek istiyorum, bu konularda Avrupa Birliğinde, uluslararası hukukta çokça gitmiş gelmiş bir milletvekili arkadaşınız olarak samimiyetimle söyleyeceğim: Benim edindiğim izlenim Brüksel'de, Strazburg'da, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri bitmiş. Tıkanmış demiyorum; bitmiş, dört senedir donmuş. Dört senedir bitmiş, tıkanmış, donmuş ve özgürlük, adalet, yargı başlığına dahi -belki 23 olacak- başlığa, görüşmeye geçilemiyorsa çok ciddi bir kriz var, bu da dış politikada, ulusal politikada yaptığımız yanlışların yansıması olarak geçiyor. Niye geçiyor? Aslında bunun izahı çok kolay.

Türkiye'de dünyadaki en çok gazeteci tutukluya sahip olur, dünya 1'incisi olursanız Avrupa Birliğiyle ilişkileriniz bozulur, dünyada en çok savuma avukatının tutuklu olduğu bir devlet, ülke olursanız üyeliğiniz sorgulanır, en fazla milletvekili tutuklu olan bir ülke olursanız üyeliğiniz sorgulanır, en fazla belediye başkanı tutuklu olan bir ülke olursanız yine üyeliğiniz sorgulanır, en fazla siyasetçi tutuklusu olan bir ülke olursanız hayda hayda sorgulanır. Yani "Küresel kriz, Avrupa Birliği, Avrupa bize muhtaç. Bizim de irademizin dışında konjonktür lehimize gelişiyor, bu gelişmeler içinde Türkiye güçleniyor, rolü artıyor. Biz güçlüyüz, onlar bize muhtaç. Enerji boruları hep bizim üzerimizden Avrupa'ya akacak, biz onları ısıtacağız, bizim ampulümüz onları aydınlatacak." derseniz, işte, orada kaybetmişsiniz demektir arkadaşlar.

Dış politika böyle yapılmaz çünkü sizin dünya ithalatı, ihracatınızın yüzde 60'ı bu ülkelerleydi, şu anda düştüğü rakam yüzde 41'lerde arkadaşlar, yüzde 41'lerde. Ben bunu salt hukuk alanında, insan hakları, demokrasi alanında saymıyorum, ekonomi alanında da bu dönüşüm, düşüş var.

Krizin tetiklediği İslamofobi, İslam karşıtlığı ve kaşıdığı ırkçılıkta ırkçılığın güçlenmesi, Avrupa Parlamentosunda grup kurması karşısında Türkiye'deki siyasetçilerin yapması gereken, onlar gibi, onlarla aynı düşüncelerden beslenmek ve onlara bakarak, özenerek onlar gibi yapmak değildir. Eğer Türk, İslam, Hanefi tarzı bir yaklaşım açısının üzerine siyaseti kurar, bu siyaseti de dış politikaya taşırsanız, çok farklı bir noktaya getirirsiniz.

Yine, son kamuoyu tartışmalarına girdiğimiz zaman, gerçekten dış politikada Türkiye'nin Suriye'de çok ciddi bir maceraya, bir bataklığa sürüklendiğinin söylendiği ifade ediliyor. Nedir bunlar? Savaş müteahhitliği sektörü bazen kazandırabilir arkadaşlar. Bakın, Libya'da Kaddafi devrildi, 338 firmaya el koydular. Bizim bakanlar 9 tane firmamızı kurtarmak için Libya'da tırım tırım geziyorlar. Hani bavulla para gitmişti? Yani NATO'ya karşıydık, sonra NATO'yla beraber saldırdık, Kaddafi yönetimini devirdik. Ne oldu oradaki bizim şirketlerin durumu? Bakın, soru işaretidir, bunu not alın. Yani savaş müteahhitliği her zaman kazandırmıyor. O 338 şirkete kayyum tayin edilmişti.

Yine, mezhepsel çatışmalar ve medya sektörüne çok dikkat çekmek istiyorum. Ulusal medyayı kontrol edebilirsiniz ama asla ve asla uluslararası medyayı kontrol etme şansınız yoktur. Dış politikanın sizin açınızdan dezavantajı budur. Sizin "Tasmalarınız" diye hitap ettiğiniz, onurunu kırdığınız, incittiğiniz ulusal alanda çalışan medya mensuplarının meslektaşları da vardır uluslararası alanda çalışan ve kendi mensubuna böyle davranan bir siyasetin dış politikasına asla ve asla kıymet vermez, değer vermez. Sizin basın mensuplarınıza verdiğiniz kadar değer verirler arkadaşlar. Bunun da çok tehlikeli bir boyutu vardır, onu da hatırlatmak istiyorum.

Dış politikada ütopyacı olabilirsiniz, idealleriniz olabilir, Neo-Osmanlı, yine imparatorluk ruhuyla genişlemek isteyebilirsiniz ama bunu, sizin kendi isteklerinizi, kendi ütopyalarınızı, kendi idealizminizi bir ülkenin kaderi hâlinde dış politikaya getirdiğiniz zaman yalnız kalırsınız. İşte, bu sorun yaşanıyor.

Bu noktalardan sonra, biraz Suriye olayına girmek istiyorum. Biraz ağırlıklı olarak değinmek istediğim birkaç konu.

Bakın, 10 Mayısta bir patlama oldu. Altından Kaideli işi olduğu söylendi. Hula katliamı oldu; 108 sivil öldü. Annan Planı sarsıntıya uğruyor. Muhalefet diyor ki: "Şebbiha güçleri bunu yaptı." İşte, buradan iktidarı uyarıyorum: Dış politikada Şebbiha siyaseti olmaz arkadaşlar. Şebbiha siyaseti dış politikada asla olmaz; çünkü diplomasinin kuralları vardır, deneyimleri vardır. Ban Ki-moon ne diyor? Yönetimi, Rusya, farklı bir şekilde Birleşmiş Milletlerin bilgilendirilmesini söylüyor ve aynı tarihlerde Sayın Başbakan Hula katliamını kınarken "Kürtaj, Uludere'dir." diyor. Eğer Hula'da siz insan haklarını, hukuku savunur da, Hula'da savunduklarınızı dışarıda, kendi ülkenizde F-16 savaş uçaklarının bomba yağdırdığı yurttaşlarınızın yaşadığı bir acı olayda yaşayamazsanız, sizin o dış politikanız da iflas eder, tutmaz arkadaşlar.

Yine, bir şey daha ifade etmek istiyorum: Mülteciler geldi 47 bin sayısına kadar; indi, şu an 30 bin. Antakya milletvekilleri vardı. Hatay'dan tutun Yayladağı'na, Reyhanlı, Apaydın, bilmem ne, düzenli kentler kurdunuz. Prefabrikler şahane idi; takdir ediyoruz, tebrik ediyoruz ve çok kısa sürede kurdunuz. Peki, Allah aşkına, Van depreminde niye çuvalladınız? Van depreminde niye çuvalladınız? Aynı konut, aynı imkân, aynı şey. Ama oraya gelen mültecilerin içinde eğer bir de asker varsa ve o asker arada bir sınırı geçip, silah kullanıp geri dönüyorsa, işte, iki ülke arasında savaşa ramak bırakılması demektir. Bu, çok tehlikelidir ve çok çok tehlikelidir.

Yine, Sayın Atalay Suriye'den gelenler için yapılan harcamaları açıkladı: "150 milyon?" Değil arkadaşlar, çok fazlası. Bütçeden, nereden yaptık bunu? Hangi kalemden yapıldığı belli değil.

Arkadaşlar, Suriye'nin ulusal ittifakı için maaş bağlanacak ve Türkiye de maaş veren ülkeler içindedir. Bu Meclisten geçmeden, bütçeden, vatandaşın parasını veriyorsunuz; hangi yetkiye ve yasaya dayanarak belli değil.

Yine, Suriye'de farklı kesimler var. Bu farklı kesimlerin içinde, Araplar, bunların içinde Nusayriler, bunların dışında Sünniler, Kürtler, Süryaniler, Ermeniler, yine, Şii gruplar? Şimdi, böyle bir denge içinde, Suriye'nin yüzde 50-50'ye denk gelen bir iktidar muhalefet denkleminde, bu iktidar muhalefet denkleminde dünya ölçeğinde baktığınız zaman İran, Çin ve Rusya'yı arkasına aldığı bir güç ve bu gücün Şii yayı olarak Orta Doğu'da Lübnan'dan tutun Irak'tan İran'a kadar bir gücü arkasına aldığını düşündüğünüz zaman, mezheplerle ilgili dış politika yapmanın Türkiye'ye ne kadar zarar vereceğini çok iyi hesap etmek gerekiyor ve bu konuyu kaşımamak gerekiyor; kaşırsanız, Irak gibi yaparsınız. Irak'ta 1 milyon insanın katledilmesine yol açan bir felaketi kaşımış olursunuz.

Yine, Suriye'de yaşayan yüzde 10 -3 milyon civarında- bir Kürt nüfusu var. Bunlara yapılanların Saddam döneminde Hama'da, Humus'ta yapılan katliamlardan bir farkı yok. Kimliklerini aldılar, "Ecnebisiniz." dediler, topraklarına el koydular, mülklerine el koydular ve sürekli olarak Baas rejiminin çizmesi altında ezildiler. Ama bugün muhalefet koalisyonun içinde 20 Kürt partisinden bir tanesi İstanbul'da katılmıyorsa dış politikadaki yanlışlardan dolayı katılmıyor arkadaşlar.

Türkiye-Suriye ilişkilerinde bir bahar vardı. Esad geldi, Başbakanımız görüştüler, gezdiler, Kapalı Çarşı'ya gittiler. Bir gün Plan ve Bütçe Komisyonunda ben bunu söyledim, dedim: "Arkadaşlar, bu muhabbet gitmez." diye. İnanın, AK PARTİ'li üyelerin 15 tanesi birden üzerimize yürüdü. "Ya, kıskanıyorsun." Ya, kıskanmıyorum kardeşim, ben biliyorum bu Baas rejimini. Vatandaşına ne yapmış geçmişte? Aynısını sürdürecek ve sürmeyecek bu. Üstüme yürüdüler ama görüldü ki olay farklı. Başbakan kimi öptüyse, ki Esad da bunlardan birisi, Mübarek, Kaddafi, peş peşe gidiyor arkadaşlar. Yani bu dış politikada kardeşlikten düşman eksenine kayıyorsunuz.

Şimdi, burada demokratik Suriye için Suriye Ulusal Konseyini kuracaksınız, içinde bir tek Kürt olmayacak, orada da Kürtlere karşı olacaksınız. Sizin yaptığınız siyasetin, dış politikanın illa ki ırkçılık temelinde mi olması gerekir? Niye Kürtlere bu kadar düşmanca bir yaklaşım dış politikada yapıyorsunuz? Niye Suriye'deki Kürtlerin, Cizre'den başlayıp, Derik'ten, Tirbespî'den, Afrin'den ta Halep'e kadar, Antakya'ya kadar, o kuşağın hepsinin de sınır boyunda yaşadığını? Tampon bölge yapma anlayışı nereden geliyor aklınıza? Tabii, bu tampon bölgede yaşayanların hepsinin Kürt nüfusu olduğunu ve Cebel El Ekrad -Suriye'de meşhurdur- Kürt dağlarına kadar üs kurmayı düşünüyorsanız, bu doğru bir dış politika değil arkadaş. Bu, Muhteşem Yüzyıl'da sultandan sonra Pargalı gibi alırsınız orduları, gidersiniz Suriye'ye, al sana dış politika. Şu an uygulanan dış politika bu. Pargalı gibi gider fethedersiniz, gelirsiniz "Fethedilmiştir." dersiniz. Öyle tampon mampon bölgelerle uğraşmayın. Bu da filmlerde olur, gerçek hayatta olmaz arkadaşlarım.

Yine, Beşar Esad yönetimi ile AKP yönetiminin müthiş benzerlikleri var: Onlar da Kürt kimliğini, dilini inkâr ediyor, AK PARTİ de ediyor; onlar da köy isimlerini yasakladı, AK PARTİ de ısrar ediyor; onlar muhalife göz açtırmıyor, AK PARTİ de açtırmıyor; onlar da Kürtlere, Kürt halkına düşman, burada da aynı düşmanlık yapılıyor ve Araplaştırma politikası, asimilasyon aynen devam ediyor.

Şimdi, bütün bunlardan sonra, Dışişleri Bakanının şu veciz iki sözüne değinerek bitirmek istiyorum. Bu, aslında dış politikanın temel felsefesidir. Diyor ki: "Orta Doğu'dan çıkışımızın 100'üncü yılı. 1911-1923 arasında nereleri kaybetmişsek, hangi topraklardan çekilmişsek 2011-2023 arasında, -yani 100'üncü yılda- o topraklarda tekrar kardeşlerimizle buluşacağız. Bu, zorunlu tarihî bir görevdir." Buyurun Sayın Dışişleri Bakanı, bu konuşmanızı Kayseri'de yapılan bir toplantıdan aldık. Giderseniz, sınır ötesine savaş açarsanız biz arkanızda yokuz, kendi başınıza gidin, bize güvenerek öne atılmayın; açıkça söylüyoruz burada.

Yine, Konya İl Kongresi'ndeki şu sözleriniz dehşet vericidir, felsefi açıdan dehşet vericidir, siyaset anlamında dış politika evrilmesi açısından: "AK PARTİ siyasi şartlarda çıkmış konjonktürel bir hareket değil, aziz milletimizin tarihî yürüyüşünde küresel bir gücün doğuşunu, yeni bir nizamı âlem davasının misyonunu işaret eder." Ee, breh breh breh! Fethe mi çıktınız ya, ne bu? Dünyayı? Gidin Viyana kapılarına kardeşim, Muhteşem Süleyman dayanmıştı. Aha Viyana kapıları orada, Tuna Nehri orada; aha işte Fas, Tunus, Cezayir? Arap Baharı'nın şahlandığı, halkların ayağa kalktığı, eşitlik ve özgürlük idealiyle başkaldırı hakkını kullandığı bir süreç ama fetih ruhuyla dünyaları fethedeceksiniz. Türkiye'nin dış politikası bu ırkçı faşist anlayışın, nasyonalist anlayışın İkinci Dünya Harbinde Nürnberg mahkemelerinde "savaş suçlusu" olarak yargılandığını bilmeniz gerekir. Tarihten, yakın tarihten hiç mi ders almadınız? Çoğunuzun yaşı itibarıyla AK PARTİ'liler o süreci gördüler.

Ben, daha fazlasına girmeyeceğim ama Sünni İslam Sentezi teziniz felakettir, ayrımcılıktır, ırkçılıktır; "Radikal dinciliktir." demiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

HASİP KAPLAN (Devamla) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Sünni İslam tezleri üzerinde dış politikayı geliştirirseniz, Antakya'daki kardeşimi, Nusayri kardeşlerimi de karşınıza alırsınız; bırakın Suriye'deki kardeşlerimi, Türkiye'deki Alevileri de alırsınız, Kerkük'teki Türk ve Kürtmen kardeşlerinizi de alırsınız. Siz ki "Bin yıldır tarihte beraber yaşadık." diyorsunuz ama o tarihten hiçbir şey anlamamışsınız demek. Sünni İslam tezleri üzerine ulusal politikanızı ırkçı bir şekilde kurabilirsiniz ama dış politika asla. Bu yanlıştır, bu tehlikedir, bu maceradır, bu bataklığa sürüklenmedir.

Eğer Türkiye'ye bir kötülük yapmak istiyorsanız, on yılda bir bu kötülükte bir savaşa sokarsınız, ya Suriye'de ya Irak'ta ya İran'da bir ülkeyle çarpıştırırsınız, elli sene kendine gelemez. Tutar, Amerikan silahları için buradan vergi üstüne vergi koyar vatandaştan alırsınız. Böyle bir dış politikaya verecek tek oyumuz yok arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASİP KAPLAN (Devamla) - Çok açık söylüyoruz, böyle bir dış politikayı onaylamıyoruz ve karşı olduğumuzu ifade ediyoruz. Karşı oy kullanacağımızı açıkça ifade ediyoruz. (AK PARTİ sıralarından "Evet, evet?" sesleri)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Devamla) - Karşı değil yani gensoru lehinde oy kullanacağımızı bilmenizi istiyoruz. (BDP sıralarından alkışlar)