| Konu: | AFET SİGORTALARI KANUNU TASARISI VE ZORUNLU DEPREM SİGORTASINA DAİR KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 104 |
| Tarih: | 09.05.2012 |
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 224 sıra sayılı Afet Sigortaları Kanunu Tasarısı üzerinde BDP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tasarıya geçmeden önce, Türkiye'nin afetler açısından kritik durumuna ve afet yönetimi konularında Türkiye'nin durumuna bir kez daha dikkatinizi çekmekte fayda görüyorum.
Türkiye, jeolojik özellikleri ve bununla birlikte iklim, topografya ve coğrafi yapısıyla doğal afetlerin oldukça sık rastlandığı ülkelerden bir tanesidir. Afetlerden en sık görüleni, bildiğiniz üzere depremlerdir. Bunu farklı coğrafyalarda iklim farklılıklarına göre heyelan, su baskınları, yangınlar, fırtına ve çığ gibi diğer afetler takip etmektedir. Bu doğal afetler sonucu ne yazık ki oldukça fazlalaşan mal kayıpları verilmektedir ve bu kayıplardan en önemlis elbette ki can kayıplarıdır. Ancak, hayatta kalanlar için yitirdiklerinden sonra yaşamına devam etmek de oldukça zordur. Zira çoğunlukla geriye büyük bir maddi ve psikolojik enkaz kalmaktadır.
Bu noktada devlet yaklaşımının hayatta kalanların yaşamlarına devam etmeleri bakımından önemi paha biçilemez. Nitekim, sorumlu ve sosyal devlet olmanın gereğini yerine getiren bir devlet anlayışının geride kalanların yaşama tekrar sarılmaları için hızlı ve yeterli bir müdahalede bulunması, bütün imkânlarını seferber etmesi; dolayısıyla gerekli olan her türlü koşulu yerine getirmesi geride kalanların yaşadıkları travmatik süreçleri kısa sürede atlatmalarını sağlayacak ve onların bu sayede yeniden gerçek anlamıyla hayata tutunmalarını sağlayacaktır.
Bu bağlamda, Türkiye'de devletin ve bugün onu yöneten AK PARTİ Hükûmetinin afetlerle ilgili eksikliklerine ve temelde neler yapması gerektiği hususuna birazdan detaylı bir şekilde değineceğim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, yapılan araştırmalar ve istatistikler Türkiye'deki doğal afetler arasında en fazla can ve mal kaybının depremler sonucu ortaya çıktığını göstermektedir. Bunu zaten çıplak gözle son on üç yıl içinde, 1999 Marmara ve 23 Ekim, 9 Kasım 2011 Van Erciş depremleriyle görmek mümkündür.
Türkiye'de deprem bölgesi haritasına bakıldığında, ortaya çıkan tablo da bu anlamda ürkütücüdür. Zira, Türkiye topraklarının yüzde 96'sının çeşitli derecelerde deprem riski altında olduğu ve nüfusun yüzde 98'inin bu alanlarda yaşadığı görülmektedir. Ancak, bundan daha vahimi, elimdeki deprem haritasında kırmızı ve pembe ile boyanmış yerlerde yani birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde nüfusun yüzde 70'inin yaşadığı gerçekliğidir. Buna, depremin Türkiye toplumu açısından ne derece riskli olduğunu bir kez daha göstermek adına bir kez daha altını çizerek değinmek istedim.
Tabii, depremler ve diğer afetler -daha evvel belirttiğim üzere- can kaybı haricinde geride kalanlar ve ülkenin tamamı açısından negatif bir biçimde psikolojik bir eşik ve ciddi mali yükümlülükler yaratmaktadır. Afet sonrası afetten etkilenen yurttaşlar haricinde ülkenin tamamı bu şekilde afetin yarattığı olumsuzluklardan etkilenmektedir. Tabii, bunda ekonomik etkenler ağır basmaktadır. Zira, ortaya çıkacak tabloya hazırlıklı olmayan ve bunu yurttaşa yükleyen bir devlet anlayışının geçmişte ve en son Van depreminde gördüğümüz üzere ne denli sıkıntılar yaşattığını söylemek sanırım yerinde bir tespit olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önümüzdeki tasarı 1999 Marmara depremi sonrasında çıkarılan 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin kapsamını genişletmekte ve binalarda deprem sonucu meydana gelebilecek maddi zararların karşılanmasında yaptırılacak zorunlu deprem sigortası ile birlikte diğer afetler sonrasında ortaya çıkabilecek maddi zararların karşılanması amacıyla sunulacak sigorta ve reasürans teminatlarına ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir. Yani sözün kısası, tasarı ile 587 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname'de yer alan zorunlu deprem sigortasının kapsamı genişletilmektedir. Buna göre, depremin binalarda bizatihi kendisinin yarattığı zararlar dışında deprem sonrası ortaya çıkabilecek yangın, infilak, tsunami ve yer kayması gibi bazı felaketlerin de sebep olduğu maddi zararların karşılanması planlanmıştır. Tasarı bu hâliyle görünürde olumlu bir amacı temsil ediyor gibi görünse de tasarının önemli eksiklikleri göze çarpmaktadır.
Tasarıyla ilgili eksikliklere gelince: Tasarıdaki düzenlemeler ile DASK'ın kapsamı genişlemekte ve bu kurumun mali anlamda oldukça büyük bir havuzunun oluşacağı görülmektedir. Bu mali havuzun olmasına itirazımız yok elbette bu kaynaklar afet hasarları için kullanıldığı sürece tabi. Ancak bu kaynakların afet için kullanıldığını nereden bilebiliriz? Zira, AK PARTİ, asli görevlerinden en önemlisi denetim olan Türkiye Büyük Millet Meclisini bile DASK'ı denetleme görevinden mahrum bırakıyor. Bu düzenlemeyle sadece Meclis mi denetleme görevinden mahrum bırakılıyor? Elbette, hayır.
Tasarının 3'üncü maddesinin 3'üncü fıkrasını aynen okuyorum: "Kurum ile bu Kanun kapsamında gerçekleştirilen iş ve işlemler, 2/4/1987 tarihli ve 3346 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun, 3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu, 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi değildir."
Düzenlemede DASK'ın yıllık hesaplarının sadece müsteşar tarafından denetlenmesi düşünülmüştür. Görüldüğü gibi tasarıda zorunlu deprem sigortasının kapsamını genişleten ve bu sayede daha geniş bir sorumluluğa ve mali anlamda büyük bir havuza sahip olması çok muhtemel olan DASK'ın faaliyetleri, yürüttüğü iş ve işlemlerin, Meclis dâhil, birçok denetim mekanizmasından muaf tutulduğu gerçekliğidir. Dolayısıyla, tasarının yasalaşması hâlinde elde edilecek bu kaynakların nasıl kullanılacağı konusunda büyük soru işaretleri doğacak ve asli görevi yapıların sigortalattırılmasını sağlamak olan DASK'ın farklı tartışmaların içine dâhil edilmesi mümkün kılınacak ve bu anlamda DASK'ın meşruiyetinin sorgulanmasına neden olacaktır.
Tasarıdaki diğer eksiklik "Bu kanun içinde sigortalanması mümkün olmayan" olarak tanımlanmış yapıların varlığıdır. Düzenlemede, kamu hizmetinde kullanılan binaların, bağımsız bölümlerin, köy nüfusuna kayıtlı binalar ile köyde daimi kullanılan yerleşik binaların ve bu köylerin civarında ve mezra alanlarında inşa edilmiş binalar ile kat mülkiyeti olsa dâhi ikamet dışı kullanılan binaların bu kanun kapsamında sigortalatılması mümkün kılınmamaktadır.
Bu durum, köyde yaşayıp afetlerden en az kentli kadar zarar gören köylü yurttaşların zararlarını tamamen kişisel olarak yüklenmeleri ve deprem haricinde bir de devletin ayırımcı tutumuna maruz kalacakları anlamına gelmektedir. Ayrıca, afet sonrası kamusal kaynakların önemli bir kısmının afet bölgesine aktarılacağı düşünüldüğünde; kamu binalarının sigortalatılmasının mümkün olmaması, devletin ilk olarak bu kaynakları kendi binalarını onarmaya ayırması ve bu anlamda yurttaşların ihtiyaçlarını karşılamakta gecikme yaşanmasına neden olabilecek bir sürece dönüşebilir. Bu nedenle, tasarı ile kapsam dışında tutulan kamu yapıları ve köy yerleşimlerindeki bina ve meskenlerin de zorunlu sigorta kapsamına alınması, bu kanunun amacına hizmet etmesi bakımından daha makul olacaktır.
Tasarıda değinilmesi gereken bir diğer konu, DASK'ın, oluşacak geniş mali kaynaklarını, sadece afet sonrası sigorta yaptıran yurttaşlara yapılacak ödemelerde kullanacak olmasının yanlışlığıdır. Oysaki bu düzenleme, afet yaşanmadan önce de biriken bu kaynakların afeti önleme açısından kullanılabilmesinin önünü açan bir düzenleme olmalıydı. Yani DASK'ta oluşacak kaynakların, bu kanunda yer alacak bir düzenleme ile afet öncesinde, sistematik bir biçimde işleyecek bir mekanizmayla, taşınmazların güçlendirilmesinde veya iyileştirilmesinde kullanılması afet sonrası oluşabilecek zararların önüne geçebilecekken gelişmiş ülkelerin aksine sadece afet sonrasına dönük bir uygulamayı kapsamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarıyla ilgili grubumuzun düşüncelerini belirttikten sonra dikkatlerinizi bugüne kadarki algının aksine, afet sonrası yapılacaklara değil de öncesine çekmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, bildiğiniz üzere Türkiye'deki afet algısı sadece afet sonrası çadır, battaniye temini ve diğer temel ihtiyaçların karşılanması üzerine kuruludur. Dolayısıyla, afet algısı, sadece afet sonrasındaki müdahaleleri kapsamakta ve afet öncesine dair çalışmalar önemsenmemektedir. Oysaki dünyada, özellikle gelişmiş ülkelerde doğal afetlerin engellenemez olması üzerinden geliştirilen algıyla doğal afetlerin varlığını kabul etme ve afet sonrası oluşabilecek sorunları önceden tespit edip bunları minimalize etme stratejisi geliştirilmiştir. Bu anlamda yakın gelecekte ortaya çıkması muhtemel problemlerle ilgili karar alma ve bu kararları uygulayarak olumsuz sonuçları azaltmaya dönük adımlar atma anlamına gelen "risk yönetimi", "risk azaltımı" gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Ancak bu kavramları ve dünyadaki gelişmeleri takip eden bir Türkiye ve bir yönetim ile karşı karşıya değiliz.
Dünyadaki değişimleri başka bir yerinden anlamak sanırım sadece AKP'ye has bir tutumdur. AKP, risk yönetimi ve azaltımını afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkındaki kanun tasarısı ile gücü merkezîleştirerek yerel otoriteleri devre dışı bırakma, her birinin ayrı ayrı can ve malını korumakla yükümlü olduğu yurttaşlarını kentsel dönüşümü dayatarak sokağa atma veya önümüzdeki bu tasarı ile büyük bir mali güce dönüşecek olan DASK'ı denetlememe ve bu kaynakları afet öncesindeki riski azaltmak için kullanmama gibi tam tersinden anlamış.
Küreselleşmiş ve gittikçe birbirini etkileyen dünya düzeninde risk toplumu olduğunun devlet olarak bilincine varmamak, hâlen geçmişteki kriz algısıyla hareket etmek, çözümü çadır-battaniyeci yaklaşımda bulmak ve toptancı bir yaklaşımla yurttaşların barınma hakkını gasbederek ve onları borçlandırarak, sözüm ona kaliteli beton yığınları inşa ederek afet risklerini ortadan kaldırmayı düşünmek ya dünyadan bihaber olmak ya da bilinçli olarak gerçeklere gözlerini kapamaktır. Biz, AK PARTİ'nin bu konuda dünyadan bihaber olmadığını iyi biliyoruz. Dolayısıyla, AK PARTİ'nin afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkında kanun tasarısı ya da önümüzdeki bu afet sigortaları kanun tasarısı gibi düzenlemelerle kendi egemenliğini ve gücünü artırmayı amaçladığını ancak vatandaşa sanki afetler ve sonrasında ortaya çıkacak zararları engellemeye dönük çalışmalar yapıyormuş gibi yansıttıklarını çok açık bir şekilde biliyoruz. Bu anlamda, AK PARTİ temsilcilerinin afetlerle ilgili burada yapacakları konuşmaların samimiyetine inanmak grubumuz açısından oldukça zordur.
Sonuç itibarıyla, AK PARTİ'nin bu düzenlemeyle neyi hedeflediği konusunda netlik yoktur. AK PARTİ'nin geçmişteki bütün iyi niyetli denebilecek adımlarının arka planında nasıl başka bir amaç taşıdığı tarafımızdan görülmüştür. Dolayısıyla bu düzenlemenin hedefinde gerçekten afet sonrası yurttaşların ve kamunun hasarlarını gidermeye dönük bir anlayış mı var? Eğer böyleyse, neden DASK'ın kaynaklarının afet öncesinde de yapıların onarımı ve güçlendirilmesi için kullanılması öngörülmemekte? Yoksa AK PARTİ DASK'ı, kuruluş amacının aksine, yoksul vatandaşların barınma ihtiyaçlarını karşılamanın aksine, barındıkları yerleri gasbedip onları ömür boyu borçlandıran ve yoksul yurttaşlardan ziyade üst gelir grubunun taleplerine dönük konutlar üreterek kâr marjı gütmeye başlayan, yaptığı yasal düzenlemelerle ekonomik krizlerde kendisine bir alan açabilecek, ülkenin en büyük malî gücü hâline getirdiği TOKİ gibi mi yapmaya çalışıyor?
Bunu bir düşünün diyerek konuşmamı tamamlamak isterim değerli arkadaşlar. Bu vesileyle hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Dora.