| Konu: | İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU TASARISI VE TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 120 |
| Tarih: | 14.06.2012 |
MHP GRUBU ADINA RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - "Teşekkür ederim Sayın Sadık." demeyi doğru bulmuyorum size. Onun için bana "Sayın Ruhsar" demenizi bir samimiyet göstergesi olarak kabul edip?
BAŞKAN - Dalgınlık sebebiyle oldu, kusura bakmayın, kasıtlı değil.
RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Estağfurullah, "kasıt" demedim zaten, bir samimiyet göstergesi olarak kabul ettim.
"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri" diyebilmeyi bu tarafa bakarak da arzu ederdim ama çok sayılı sayın milletvekili AKP'den de var. Hepinize hayırlı akşamlar.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bence isim isim teşekkür edin, bu imkân bir daha bulunmaz.
RUHSAR DEMİREL (Devamla) - Tabii ki. Zaman elverirse onu da yaparız.
Efendim, muhakkak ki şu saatte ülkenin en önemli yasalarından biri olacağını düşündüğümüz iş sağlığı kanununun görüşülüyor olması elbette hepimizi üzüyor çünkü bizler de bir çalışanız ve bu çıkacak yasa bizler için de önemli olmalıydı ama nedense böyle oldu. Ne yapalım, sonuçta ülkemizin bir yasası olacak diye sevinmekten başka çaremiz yok.
Çalışma hayatıyla ilgili, meslek hastalıkları başta olmak üzere, bütün kazalar ve onlara bağlantılı hastalıklar, yaralanmalar, çalışma hayatındaki insanların bulundukları risklerin önlenmesi veya azaltılması gibi bir kapsam içinde ele alınması gerekirken, işi öncelikleyen, çalışanı ikincil plana atan, adından bile bunu çok kolay anlayacağımız, İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanun Tasarısı sonuçta Genel Kurula geldi.
Çalışanın güvenliği ülkemizde ilk kez 1969 yılında İSGÜM'ün ILO'yla yaptığı sözleşmelerle mevzuatımızda yer almaya başlamış ancak hiçbir zaman kendine ait bir yasası olmamış. Genel olarak bir yönetmelikle idare etmişiz bugüne kadar ama yine de oldukça büyük bir duyarlılık kazanılmış.
Çalışanın sağlığının korunması ve iş yerinin güvenli olması konusunda aslında toplumsal ödevlerimiz olduğunu ifade eden uluslararası deklarasyonlar var.
Toplumsal sorumluluğumuz derken işverenin, çalışanın ve devletin sorumluluklarından bahsediyorum. İşverenin iş yeriyle ilgili önlem almak, eğitim ve bilgilendirme hizmetlerini vermek gibi bir sorumluluğu olmakla beraber, çalışanın da önleyici, koruyucu tedbirlere uymak ve dikkatli olmak gibi bir sorumluluğu var ama asıl sorumluluk devlette. Devlet düzenlemeleri ve denetimi yapmakla yükümlü olduğu için, sanıyorum, hangi yasayı, hangi mevzuatı koyarsak koyalım yönetemediğimiz hiçbir şey bizim değildir.
Ama üzülerek ifade ediyorum ki tasarıya baktığımızda sorunların çözülmeyeceğini, aksine daha karmaşık bir hâle gelebileceğini görüyoruz. Örneğin bu yasayla beraber, iş güvenliği uzmanı ve iş yeri hekimi zorunluluğu daha da altı çizilerek vurgulanıyor ama ben merak ediyorum Sayın Bakan ya da ilgili, sorumlu bakanlık bürokratları, şu anda ülkemizde kaç tane iş güvenliği uzmanı var, kaç tane iş yeri hekimimiz var? Tahminlere göre aslında 4 bin kadar iş yeri hekimine, 2.500 kadar da iş güvenliği uzmanına ihtiyacımız olduğuna dair ibareler var. Acaba bu kişileri hangi süreçte yetiştirecekler ve mesleki olgunluklarına kavuşturacaklar ki bu yasaya bu zorunluluğu koydular? Dolayısıyla, sayılarla bile baktığımızda bu yasanın bir merhem olmayacağını, yalnızca bir pansuman olacağını düşünüyorum.
İş kazalarında Avrupa 1'incisi ve dünya 2'ncisiyiz. Gözümüz aydın, ülkemiz yine bir rekora doğru gidiyor! İkinciliğimizde korkarım ki nüfusumuzla orantılı olmayan bir ülkeden sonra geliyoruz, o yüzden ikincilik, yoksa birinci bile sayılabiliriz dünyada. Yine, dünyada -gördüğünüz gibi- süperler ligindeyiz bu konuda da. Ama ben önce bir konuda buradaki çok kısıtlı sayıdaki milletvekilimizin ve Sayın Bakanın hafızasını tazelemek istiyorum. 2011 yılı Eylül ayında, biliyorsunuz, hep de gururla ifade ediyor Çalışma Bakanlığı, 19'uncu Dünya İş Güvenliği Kongresine ülkemiz ev sahipliği yaptı, İstanbul Deklarasyonu. Ama, hafızalarımızı biraz daha yenilersek Maliye Bakanımızın 2012 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ekinde sunduğu metnin 59 ve 60'ncı sayfalarında da şöyle bir ibare var: "İş gücü maliyetlerinin azaltılması" başlığı altında Sayın Bakan bunu yazılı olarak beyan etti ki "Sağlık merkezi açma ve doktor bulundurma zorunluluğu iş yerlerinde esnetilmiştir" dedi. Bu esnetme korkarım ki aşağıya doğru, yani biz her ne kadar iş güvenliği ve iş sağlığından söz ediyorsak da, 2012 yılında bütçeyle ilgili görüşmelerde iş yükünü azaltmak, bütçedeki yükü azaltmak adına iş yerlerinde sağlık merkezi açma ve hekim bulundurma zorunluluğunun kaldırılmaya çalışıldığına dair bir ibare var. İşte, bu cümle bile sanıyorum tasarının amacının ve istatistiklerdeki yerimizi korumanın ne anlama geldiğini ifade edecektir.
Türkiye'de kayıtlı işçi, kayıtsız işçi oranlarını biliyoruz hepimiz ama kayıtlılar üzerinden yapılan bir araştırmaya göre her 2 işçimizden 1'i iş kazasına uğruyor ve kayıtsız işçilerimizdeki bu oran çok daha yüksek diye tahmin ediliyor, tahmin ediliyor çünkü onlar yüzde 40'ları aşan oranlarda kayıt dışı çalışan işçilerimiz, tahminden öte bir şey yapamıyoruz onlar için.
Ve 2008 yılında Seul'de bir deklarasyon imzalanmış, bizim Eylül 2011'deki İstanbul Deklarasyonu'na gelmeden önce ve bu, Seul'deki imzalanan deklarasyon İstanbul Deklarasyonu'nun da altyapısını oluşturuyor ve diyor ki: "Kamuoyu farkındalığını artırmak ve insan hakları ile ekonomik gelişme açısından işçi sağlığı ve güvenliğinin önemi vurgulanmalıdır."
Deklarasyonda yer alan birkaç madde var ama ben özellikle dikkat çeksin diye bir kısmını okumak istiyorum, diyor ki: "İş yerlerinde sağlık ve güvenlikle ilgili yüksek standartların desteklenmesi bir bütün olarak toplumun sorumluluğudur." Ama biz bu yasayı toplumla paylaşmadık diye hatırlıyorum ben. 2'nci maddede de diyor ki: "İş kazası ve hastalıkların önlenmesinin birincil önceliğe sahip olduğu bir sistem yaratılmalıdır." Yani "Önceliğimiz iş kazası ve iş hastalıklarını önlemek olmalıdır, işi değil." diye anlaşılıyor bu cümleden ve sonra diyor ki: "Hükûmetler şunları yapmalıdır: Ulusal bir önleyici sağlık ve güvenlik kültürünün yaratılması ve geliştirilmesi için sürekli eylemler gerçekleştirilmelidir. Çalışanların sağlık ve güvenliğini korumak amacıyla güçlü ve etkin bir iş denetimi sistemini de içerecek şekilde tam ve uygun sağlık ve güvenlik standartlarını yürürlüğe koymak hükûmetlerin görevidir."
Özetle bu deklarasyon bize toplumsal bir ortak sorumluluk yüklüyor ve önceliğin sadece iş kazalarının önlenmesine değil çalışanların iyilik ve refahının arttırılacağı bir kültürel altyapının oluşturulmasına sevk ediyor. Peki, "Çalışanların iyilik ve refahını arttırmak." diyoruz da Türkiye'deki çalışanlar ne kadar iyi ve refah içindeler? Kayıtlı çalışanlarımızın yüzde 71'i "Mutsuzum." demiş. Deklarasyonla bir kez daha açıkça vurgulanan olgu sağlıklı ve güvenli çalışma hakkının en temel insan hakkı olduğuna dair.
Peki, bu kadar Seul Deklarasyonu'nu niye anlattım ben? Çünkü Çalışma Bakanlığımız 2011 yılının Eylül ayında yaptığı 19'uncu, İstanbul Deklarasyonu'nda da neticelenen toplantıyı hep övünçle ifade ediyor. Oysa bu İstanbul Deklarasyonu şunu diyor: "Seul'u kabul ederek onun üzerine şunları söylemeliyiz." diye geçiyor.
Dünya çapında önleyici iş sağlığı ve güvenliği kültürünü geliştirme konusunda liderlik etmeyi ve iş sağlığı ve güvenliğine ulusal ve bölgesel gündemlerde önemle yer vermeyi taahhüt ediyoruz biz İstanbul Deklarasyonu imzalamış bir ülkenin insanları ve milletvekilleri olarak ve bunu bir toplumsal sorumluluk olarak kabul edip çalışma bakanlarına da bir sorumluluk veriyor İstanbul Deklarasyonu Sayın Bakan, hatırlayacaksınız. Diyor ki: "Çalışma bakanları ulusal gündemlerinde önceliğin iş sağlığı ve güvenliğine verilmesini sağlayarak, sürekli bu zeminde çalışma harcar."
Ben sanıyorum ki Çalışma Bakanımız, hani bazen maç seyrederken yapılır ya, "ters büyü" diye, ondan yapıyor ulusal basında yer alması için. Ulusal basınımızda sürekli iş kazaları var efendim. Hakikaten sizin ikinci döneminiz sanıyorum bu Çalışma Bakanlığı, bir rekora gidiyorsunuz.
Ben ocak ayından itibaren dikkat çekici birkaç kazayı sizinle paylaşmak istiyorum, niye ocak ayını aldığımı da şimdi söyleyeceğim.
Ocak ayı içerisinde toplam 119 iş kazası olmuş ve bunlarda 62 kişi yaşamını kaybetmiş. Yalnızca ocak ayından bahsediyorum ve ocak ayındaki bu kazalar en çok hangi illerimizde olmuş diye bir sıralama yapıldığında, 2'nci sırada en çok iş kazası olan ilimiz Şanlıurfa. Evet, ocak ayı için böyle efendim.
Ve ocak ayı içerisinde, ortalamasını aldığımızda her gün başına yalnızca basın üzerinden yapılan bir taramada günde 4 adet iş kazası meydana gelmiş. Bunlar resmî veri değil, yalnızca basın üzerinden yapılan taramalar, kaydedilmemiş, bildirilmemiş iş kazaları buna dâhil değil.
Şubat ayında birçoğunuzun çok iyi hatırlayacağı bir kaza var. Adana Gökdere HES derivasyon tünelinin patlaması. İşte, bu patlamadan önce -ki 11 işçi orada hayatını kaybetti biliyorsunuz- bu işçilerimiz işvereni uyarmışlar "Su sızıntısı var." diye, işverenin cevabı şu: "O su balıklar için." Ee, tabii, büyük balık küçük balığı yuttuğundan o balıkların kim olduğu herhâlde anlaşılıyordur.
Şubat ayında meydana gelen toplam kazalar içinde, basın üzerinden yapılan bir taramada, 42 işçimizin öldüğünü ben fark ettim ve açıkçası bu, basında yapılan bir taramayla fark ediliyorsa sanıyorum, bildirilmeyenleri düşündüğümüzde çok yüksek sayıda vefat var.
Enteresan olanı şu: Şubat ayında basına baktığınızda sağlıkta şiddet vakalarının çok arttığını görüyoruz ve sağlıktaki bu şiddet vakaları o kadar çok artmış ki, o dönemde siyasi partiler, farklı gruplar sağlıkta şiddet konuşulsun diye Meclis araştırma önergeleri vermiş ama henüz Hükûmetten hiçbir cevap gelmemiş.
Mart ayında bir kaza daha var, yine 11 kişi vefat etti. Sizler de hatırlayacaksınız, çadır yangını, hani AVM çadırı, Esenyurt. Mart ayında da -yine basın üzerinden- 59 işçi ölümü, 185 yaralanma var.
Enteresan olan şu: Bu ilk üç aydaki bütün yaralanma ve ölümlere baktığınızda en çok iş kazası inşaat sektöründe görülüyor. Kentsel Dönüşüm Yasası bu Meclisten çıktı. Az önce Şehircilik Bakanı da buradaydı, ben keşke kendisi de olabilseydi diye düşünüyorum. Tam da kentsel dönüşüm yapılacağı zaman inşaat sektöründe bu kadar çok kazanın ve ölümlerin olması sanıyorum Bakanlık için de ilginçtir.
Nisan ayında meydana gelen iş kazalarında bizim hesaplamalarımıza göre minimum 87 işçimiz hayatını kaybetmiş, 244 kişinin de yaralandığını tespit ettik. Peki, bu yaralıların akıbeti nedir derseniz, biz o konuda bir bilgiye sahip değiliz.
Nisan ayında, yine bir hidroelektrik santral kazasında üç saat boyunca yardım bekleyen enerji işçileri, biliyorsunuz, donarak öldü ve bunları biz bir amatör kameranın tespitleriyle de izledik. İşte orada Vali Bey'in şöyle bir cümlesi var: "Aslında biz zamanında ulaştık ama zaman derken zaman şudur: Bizim gidebileceğimiz zaman." Biz iş kazalarına bizim erişebileceğimiz zaman ve mekân diye bakıyorsak bu yasa bize çok bir şey getirmeyecektir.
"Tuzla'da nisan ayındaki patlamada 2 işçi ölmüş." diye bir not görünce Tuzla'da ne kadar zamandır neler olmuş diye baktım. 2008'den bu yana Tuzla'da 147 tane ölüm gerçekleştiğine dair bir not var Sayın Bakan.
İşte, az önce söylediğim bu Şubat ayında artan sağlıkta şiddet olayları, nisan ayında meslektaşımız Doktor Ersin Arslan'ın bıçaklanmak suretiyle aramızdan ayrılışıyla Hükûmetiniz tarafından ses geldi "Evet, Meclis bu konuyu araştırsın." diye. İlla birisinin ölmesi mi gerekiyordu? Eğer öyleyse, sırf ocak ayından şu yana, saydığım ölümlerden sonra, iş kazaları için hiçbir araştırma yapılmadı Mecliste.
Ve Sayın Çelik, o sırada, kendisine sorulan bir soruya nisan ayında şöyle bir cevap vermiş: "2003 yılından bu yana 44 ölümlü iş kazasını soruşturduk." Sayın Bakan, Nisan 2012'de "2003'ten bu yana, 44 ölümlü iş kazası soruşturduk." diyorsunuz. Ben, neredeyse ocak ayından bu yana, size, her ay en az 44 kişinin ölümünden söz ediyorum çünkü yeterli denetim mekanizması yok ülkemizde. Yönetimin dört -biliyorsunuz- bileşeni var yani bir hedefiniz olacak, bir planınız, bir örgütünüz ve bir denetiminiz. Biz istediğimiz yasayı çıkaralım, denetleyemediğimiz hiçbir düzen bizim değil. Siz, 2003'ten bu yana yalnızca 44 tane ölümlü iş kazasını soruşturabilmiş bir Bakanlığın Bakanı olarak çıkaracağınız yasayla ne kadar bu işi götürebileceksiniz, açıkçası anlayabilmiş değiliz.
Ve mayıs ayı. Mayıs ayında da 69 işçimiz hayatını kaybetmiş, 372 yaralı olmuş ama yaralıların akıbeti bizce meçhul. Ve daha enteresanı var mayıs ayında. Çalıştığı kebapçı dükkânında kıyma makinesine elini kaptıran ilkokul öğrencisi yaralanmış. Bunu neden söyledim? Bu ilköğretim öğrencisi mayıs ayında elini kaptırmış, akıbeti çok dramatik olmuş ama? Sayın Bakan, siz Uluslararası Çalışma Konferansı'ndaydınız bildiğim kadarıyla geçen hafta 10-13 Haziran arası ve o arada 12 Haziran Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü geçti. İşte, bu Mücadele Günü'yle ilgili ben sizin bir açıklamanızı çok merakla bekledim ama ne özel sitenizde böyle bir not vardı ne Bakanlık sitenizde. Siz Uluslararası Çalışma Konferansı'ndayken 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü'yle ilgilenen bir bakanlık vardı ülkemizde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı. Sanıyorum çocuk işçiliği konusunu onlara devrettiniz diye düşündüm. Ama bu, ülkemizde konuşulması gereken bir durum çünkü Türkiye, tahminlere göre, 1 milyon çocuğunun çalıştığı bir ülke ve bu çocukların 600 binden fazlasının ağır işçi olarak çalıştığı da notlar arasında.
Haziran ayındaki iş kazaları daha çok eğitim sektöründekileri vurmuş. Öğretmenler darp edilmiş, öğretmenlerin kolları kırılmış, öğretmenler farklı farklı muamelelere maruz kalmış ama basına da kötü etki yapmış haziran ayı. Anadolu Ajansı muhabirleri demiş ki: "Arap Baharı'ndan ötürü kaçırılma, rehin alınma riskimiz var, bu bizim bir meslek problemimiz." Daha ötesi, Kanal D çalışanlarından 2 kişi hayatını kaybetti biliyorsunuz haziran ayında. Bütün bunları şunun için sayıyorum: Sizin imzaladığınız İstanbul Deklarasyonu'yla beraber bir sorumluluğunuz olduğu bir gerçek. Bu, size Çalışma Bakanı olarak ulusal gündemde önceliğin iş sağlığına verilmesi sorumluluğu yüklüyor. Eğer tersten bir büyü yapmıyorsanız, bu olumsuz örneklerle iş sağlığı ve iş güvenliğini gündemde tutmaya çalışmıyorsanız o zaman durum sizin kontrolünüzden çıkmış demektir. 2003'ten bu yana yalnızca kırk dört tane ölümlü kazayı soruşturabilmişseniz Sayın Bakan, bence iş sağlığı, iş güvenliği konusunda çok fazla denetçiye, çok fazla uzmana ihtiyacınız var.
Tabii ki bu yasa bu Meclisten çıkacaktır, şu anda sayı yeterli olmasa da biraz sonra arkadaşlar salona gireceklerdir.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Sadece oylama için!
RUHSAR DEMİREL (Devamla) - Burada ne konuştuğumuzu, neyi önemsediğimizi, neyin önemli olduğunu ifade etmeye çalıştığımızı da hiç bilmeden bence ve işin en acı tarafı da bu. Çünkü biz hep zannediyoruz ki masanın bu tarafındayız. Aslında bizler de bir çalışanız ve zaman zaman bazı arkadaşlar dile getiriyor "Yoğun çalışma saatleri, dikkatimiz dağılıyor, sağlıksız koşullarda çalışıyoruz." diye. Hepimiz masanın bu tarafında durmayacağız. Mesela ben bir hekimim ama aynı zamanda şunu söylüyorum: "Ben de bir hasta adayıyım." Yalnızca hekim olmak yetmiyor, yalnızca milletvekili olmamız bizi çalışan olmaktan alıkoymuyor. Ben çalışan sağlığının hepimiz için önemli olduğunu düşünüyorum. Ne İstanbul ne Seul Deklarasyon'u, gerçekten bu bir toplumsal sorumluluk ve hepimizin üzerine düşenler var. Bu saatte veya başka bir saatte bu konuyu, dünyanın bu kadar önemsediği, ülkemiz için de ilk defa çıkacak bir yasa olarak altı çizilen bu yasayı konuşmak bence burada bulunan bütün milletvekillerinin konuşmasalar da dinlemek adına sorumlulukları olmalıydı.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak biz böyle bir yasayı aslında istiyorduk; "iş sağlığı", "işçi güvenliği", "işçi sağlığı", bütün bu kavramların içinde yer aldığı bir yasayı elbette biz de istiyorduk ama bu şekilde değil. İşin önceliklendiği değil, çalışanın önceliklendiği bir yasayı, "çalışan sağlığı ve iş güvenliği" adı altında bir yasayı biz de çok arzu ediyorduk. Ama sizlerin çoğunluk oylarınızla geçeceğine emin olduğumuz bu yasa için şimdiden herkese hayırlı olsun diyorum. Ama oylarınızı verirken vicdanlarınızda şu muhasebeyi de yapın: Bütün konuşmaları dinlemeyeceksiniz, onu biliyorum ama bu yasa bir gün gelip dönüp bumerang gibi sizleri veya bir yakınınızı da bulacak. İşte o zaman vicdanınız çok sızlayacak diye düşünüyorum ve bu yasanın şimdiden memlekete hayırlı olmasını diliyorum. İyi akşamlar. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Demirel.