GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:122
Tarih:20.06.2012

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 279 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın tümü üzerinde CHP Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

BAŞKAN - Sayın Tanrıkulu, pankartta ne var bilmemiz gerekiyor, nedir?

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) - Konuşmamda kullanacağım istatistikler, grafikler var.

BAŞKAN - Buyurun.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) - Sözlerime başlarken yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Geçmişten bu yana insan hakları ihlallerinin yoğun şekilde gerçekleştiği ve süreklilik arz ettiği Türkiye'de, hayata geçirilecek etkin bir insan hakları kurumunun ülke gerçekleri karşısında çok acil ve büyük bir ihtiyacın karşılığı olduğu aşikârdır. Bu gerçeklik ve ihtiyaç karşısında ise bugün burada tartışmakta olduğumuz kanun tasarısının olması üzüntü vericidir. Keşke bugün burada bütün Meclisin mutabık olduğu, halk ve sivil toplum örgütlerinin düşüncelerini de yansıtan, en önemlisi, Türkiye'nin ihtiyacını karşılayan bir insan hakları kurumunu konuşuyor olabilseydik ama ne yazık ki iktidar partisi Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı'yla gündemimize yeni bir sezaryen vakasını getirmiştir.

Sayın Başbakan sezaryene karşı olduğunu söylüyor ama "demokratikleşme" adı altında hemen hemen tüm icraatlarını sezaryenle dünyaya getiriyor! E, malum, sezaryen yeni doğumlara mâni olduğu için de Adalet ve Kalkınma Partisi her gün daha da kısırlaşıyor. Bu kısırlaşmanın öfkesini de halktan, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerden, gösteri yapan memurdan, Metin Lokumcu gibi emekli öğretmenden, grev yapan Türk Hava Yolları görevlilerinden, Pozantı'daki TMK mağduru çocuklardan, sınır kaçakçılığı yapan gariban halkımızdan, kitap yazan gazeteciden, farklı cinsel yönelimi olan insanlardan çıkarıyor. Adalet ve Kalkınma Partisinin sezaryenle aldığı her demokrasi bebeği ölü doğuyor. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanun Tasarısı da şimdiden ölü doğmaya mahkûmdur. Zira, AKP'nin bu tasarıyı hazırlamaktaki amacı, insan haklarını takip etmek, takip altına almak, ihlalleri ve sorunları belirlemeye çalışan bir kurum oluşturmak değil; aksine, Avrupa Birliğinin ve Türkiye toplumunun gözünü boyamaktır.

Şahsen ben avukatlığımdan bugüne kadar tüm ömrünü insan hakları mücadelesine adamış biri olarak insan hakları lehine atılacak her adımı desteklemekten asla imtina etmem ancak önümüze sürülen İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı öylesine garabetler içeriyor ki bu tasarının bizzat kendisinin insan haklarını riske sokacağını daha baştan söyleyebiliriz. Şöyle ki: Yasa tasarısının hazırlık sürecinde baroların, üniversitelerin, insan hakları alanında çalışan sivil toplum örgütlerinin ve uzmanların görüşlerine başvurulmamıştır.

Şimdi arkadaşlarımız da burada, Komisyon Başkanımız da burada, Alt Komisyon Başkanımız da burada, diyebilirler ki "geldiler."

Öncesi var bunun, 2009 Mayısından beri Türkiye'nin gündeminde, hatta 2004 yılından beri Türkiye'nin gündeminde. Mayıs ayında Türkiye'nin gündemine geldi ama sivil toplum kuruluşlarının ancak Ocak 2010'da haberi oldu. 2011 yılının ocak ayında Anayasa Komisyonu kabul etti, kadük kaldı, şimdi aynı metin tekrar önümüze geldi sivil toplum örgütlerine danışılmadan.

Değerli arkadaşlar, biz de biliyoruz ki bu gereklilik, AB'ye olan yükümlülüklerimiz karşısında bir gereklilik ama biz de biliyoruz ki bu şekilde önümüze gelmemesi lazım. Sizler majestelerinin insan hakları kurumunu yapmaya çalışıyorsunuz. Böyle bir insan hakları kurumu anlayışı olmaz. Olmaz! Doğru yerden bilgi alacaksınız, sizi denetleyen kurumların bağımsız olmasına, şeffaf olmasına, çoğulcu olmasına, katılımcı olmasına özen göstereceksiniz. Bu başka bir daire değil, bayındırlık dairesi değil. Türkiye'de yeni bir bayındırlık dairesi kurmuyoruz, sağlık genel müdürlüğü kurmuyoruz, insan hakları ihlallerini denetleyecek, izleyecek, araştıracak, ortaya çıkaracak, cezalandıracak bir kurumdan bahsediyoruz. Bu ihlalleri kim yapar? Bu ihlalleri devlet yapar, hükûmet yapar. Hükûmetin atadığı memurlardan oluşan bir kurum nasıl bağımsız olacak, nasıl şeffaf olacak, nasıl katılımcı olacak, nasıl çoğulcu olacak, nasıl denetleyecek? Böyle bir anlayışla İnsan Hakları Kurumu yapılamaz.

Sayın Bakan, bari gelin, bunu beraber, doğru bir şekilde yapalım. Her şeyi yanlış yaptık bu Meclis çatısı altında ama Türkiye İnsan Hakları Kurumu gibi bir kurumu kuruyoruz, gelin, bunu beraber,  gerçekten Paris İlkeleri'ne uygun, BM ilkelerine uygun bir kurum hâlinde kuralım. Zorunluluk var biliyorum, ekim ayında ilerleme raporu çıkacak. İlerleme raporunda "Biz bunu yaptık." demeniz için buraya getirmişsiniz ama hâlen elimizde fırsat var. Hâlen fırsat var, bir çalıştay toplayalım, o çalıştayda sivil toplum örgütlerinin görüşlerini alalım. Hep beraber bağımsızlığa?

HAMZA DAĞ (İzmir) - Yapılıyor.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) - Nerede yaptınız? Nerede yaptınız? Yahu, nerede yaptığınız Hamza'cığım? Nerede yaptınız Allah'ını seversen ya?

HAMZA DAĞ (İzmir) - Beş altı aydır çalıştay yapılıyor.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) - Böyle değil. Böyle olmadığını biliyorsunuz.

Bakın, top gelecek, elinizde yine patlayacak, bu ateş topu. İlerleme raporunda beraber göreceğiz, ekim ayında, bu Hükûmeti eleştiren, bu Meclisi eleştiren rapor çıkacak, o zaman da çıkıp böyle konuşacak mısın? Buraya çıkacak mısın? İlerleme raporu sadece seni ilgilendirmiyor, sadece bu Hükûmeti ilgilendirmiyor, ilerleme raporu bütün Türkiye'yi ilgilendiriyor. O nedenle söylüyorum. Bizi dinleyin biraz.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Dinledik, alt komisyonda dinledik, üst komisyonda dinledik.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) -  Doktora tezi yazmışım bu konuda, istersen sana vereyim. Yazdım 2010 tarihinde, doktora tezi var. Belki, sana da hediye etsem okursun. Yanlış yapıyorsunuz. Bu konuda yanlış yapmayalım.

HAMZA DAĞ (İzmir) - Yanlış değil, yanlış değil. 

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Devamla) - Kendinizin, Adalet ve Kalkınma Partisinin kurumunu kurmuyorsunuz, Türkiye İnsan Hakları Kurumunu kuruyorsunuz; Paris İlkeleri'ne uygun olması lazım, atanmasından işleyişine kadar bağımsız olması lazım, şeffaf olması lazım, katılımcı olması lazım, çoğulcu olması lazım ama hiçbirisi bu tasarıda maalesef yok, hiçbirisi yok. Bari bunu düzgün yapsaydık.

Değerli arkadaşlar, bu tasarı birçok yönden ama birçok yönden, yapılış şekli dâhil olmak üzere, ilkelere aykırı. Dolayısıyla, gözden geçirme imkânımız var, hâlen var, geri çeker Hükûmet bu tasarıyı, yeniden ele alırız, bu kurumu da yeniden barış içerisinde, uzlaşma içerisinde, mutabakat içerisinde yaparız. Şimdi diyebilirsiniz "Evet, geldi, dinledi alt komisyon." Daha önce de dinlemişiz 16 kurumu Anayasa Komisyonunda. Ama tek bir itirazları Anayasa Komisyonu metnine geçmedi. Alt komisyonda da dinlendi, hiçbir kurumun itirazı alt komisyon metnine geçmedi, sadece 12'nci maddede bir değişiklik yapıldı. Bunun dışında, bu kurumla ilgili olan, bu kurumun yapısıyla ilgili olan hiçbir öneri geçmedi. Şimdi, MAZLUMDER'den gelen birçok Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşımız var, onların önerisi var. Şimdi hemen arkasına sığınıyorsunuz: "MAZLUMDER eski MAZLUMDER değil." Siz de eski Adalet ve Kalkınma Partisi değilsiniz, siz geldiğiniz yerleri inkâr ediyorsunuz, yoksa arkadaşlarımız durdukları yerde baştan beri duruyorlar, Türkiye'nin her yerinde insan hakları ihlallerine karşı çıkıyorlar diğer kurumlarla beraber. Değişen sizsiniz, o kurumlar değil. O kurumların eleştirisine bu nedenle kulak vereceksiniz, kulak vermelisiniz. Geldiğiniz yeri inkâr etmeyeceksiniz.

Değerli arkadaşlar, şimdi, üyelerini Bakanlar Kurulunun atadığı bir İnsan Hakları Kurumu olur mu? 7'sini Bakanlar Kurulu atıyor, 7'sini! 2'sini Cumhurbaşkanı atıyor. Hadi Sayın Cumhurbaşkanını bir tarafa bırakıyoruz. Çoğunluk, 11 kişiden 7 kişi! İnsan hakları ihlallerini kim gerçekleştiriyor? Bu Hükûmete bağlı, hangi Hükûmet olursa olsun, ona bağlı kurumlar gerçekleştiriyor. Sizin Hükûmetiniz döneminde veya başka bir Hükûmet döneminde, bunun sonrası da var, atadığınız memurlar nasıl bir denetleme yapacak? Niye bu Meclise güvenmiyorsunuz? Neden üçte 2 nitelikli çoğunlukla biz bunları seçmiyoruz? Neden İnsan Hakları Komisyonuna, Meclis İnsan Hakları Komisyonuna bu yasayla bir inisiyatif vermedik? Seçim konusunda, atanma konusunda, kriterler konusunda neden vermedik? Yok mu elimizde yetki? Vardı ama bu Meclise bile insan hakları ihlallerini tespit konusunda güvenmiyorsunuz, bu Meclise bile güvenmiyorsunuz, iyi seçim yapacağına güvenmiyorsunuz. Bu milletvekillerine güvenmiyorsunuz, bir seçim yapmaları noktasında güvenmiyorsunuz. O nedenle yetkiyi kendisinden almışsınız. 7 tane adam atayacaksınız, bunlarla da "Biz İnsan Hakları Kurumu kurduk." diyeceksiniz.

Değerli arkadaşlar, kusura bakmayın ama bunu kimse yemez. Başta halkımız yemez, yurttaşlarımız yemez, sonra bizler yemeyiz, sonra da dünya yemez. Karşınıza gelecek, göreceğiz.

Bakın, 17-21 Ocak 2011 tarihinde ülkemizi ziyaret eden kurumun bununla ilgili verdiği rapor var. Kadük kalan yasayla ilgili olarak da aynısını getirdiniz. Aynen şunu söylüyor: "Başta bağımsız bir mekanizma öngörmemesi ve içerdiği diğer pek çok eksiklikler nedeniyle yeni bir kanun tasarısı hazırlanması gerekli." diyor. Gelmişler, ziyaret etmişler, sizi ziyaret etmişler. O zaman bu Meclis yoktu ama bu Hükûmetten önceki Hükûmet vardı, eleştirmiş. E şimdi, aynı eleştiriyi yeniden almak, neye yarar bu? Aynı eleştiri, aynı bakanlar, aynı Hükûmet ama aynı eleştiriyi alacaksınız bir daha, aynı heyetten alacaksınız. Dolayısıyla, bu kadar çok ısrarla yanlış yapmanın bir anlamı yok. Aslında bizim bunları size söylemememiz lazım. Niye söylüyoruz? İleride eleştiri imkânı olacak ama biz Türkiye için, yurttaşlarımız için, insan hakları ihlalleri olmaması için bunları söylüyoruz.

Hükûmetin sorumluluğu altında bir İnsan Hakları Kurumu olmaz, dünyada örneği de yoktur. Ha vardır, başka demokrasilerde vardır, adı demokrasi olmayan ülkelerde vardır. Hükûmetin denetimi altında olmaz, Meclisin denetiminde olur, bağımsız olur, tarafsız olur, güvenceleri olur ama bunda, getirdiğiniz bu tasarıda bunların hiçbirisi yok.

Değerli arkadaşlar, niye bunları söylüyorum? Tasarının içeriği bakımından da, yetkiler bakımından da daha geniş bazı yetkiler buna neden konulmadı? Bir engel mi vardı? Mesela kadına yönelik şiddet dâhil olmak üzere kadın, insan hakları ve ayrımcılık, görev alanına giremez miydi? Mesela düşünce özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı, giremez miydi? Mesela ordu ve güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği ihlaller, giremez miydi? Mesela mahpusların insan hakları ayrıca giremez miydi? Çocuk hakları, giremez miydi? Azınlıkların ya da dezavantajlı grupların hakları, giremez miydi? Açık açık sayılamaz mıydı bunlar? Irkçılık ve nefret suçlarına karşı mücadele açık açık sayılamaz mıydı? Ama bunların hiçbirisi sayılmadı. Sayılmasında ne sakınca var? Bunları yazsaydık. Hangi sakınca var?

Değerli arkadaşlar, yine, bu tasarıyla getirmek istediğiniz önleme mekanizması da BM kriterlerine uygun bir önleme mekanizması değil, maalesef değil. Bununla da yasayı arkadan dolanmaya çalışıyorsunuz ama yine karşınıza çıkacak. BM'nin öngördüğü önleme mekanizması, Seçmeli Protokol'ün öngördüğü mekanizma bu tasarıyla gerçekleştirilebilecek nitelikte değil. Bu nedenle, bu nedenle de olsa bile, Seçmeli Protokol'e imza atmış Hükûmet ve Meclis bakımından da bu tasarının geri çekilmesi lazım.

Özetle, arkadaşlar, AKP'nin öngördüğü İnsan Hakları Kurumu, ihlalleri ve sorunları ortaya çıkarmaya değil, gizlemeye yarayacaktır. Bu tasarıdan hareket edersek, İnsan Hakları Kurumunun yürütmenin güdümünde, göstermelik bir kurum olmaktan öteye gitmeyeceği açıktır.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisinin, karakolları, cezaevlerini, sokakları karanlığa boğmaktan başka bir iş yapmadığını biz biliyoruz, halkımız da artık yavaş yavaş anlıyor ve görüyor. Her alanda temel insan hakları ihlalleri işleniyor. Şunları rakamlarla vereceğim. AKP iktidarları döneminde gözaltında yaşamını yitirenlerin sayısı 44'tür. Yetkililerin açıklamalarına göre bu 44 kişiden 23'ü intihar etmiş, 5'i kalp krizi geçirmiş, diğerleri ise ya yere düşmüş ya fenalaşmış veya güvenlik güçlerinin silahını almaya çalışırken ölmüş. Bu olayların hemen hiçbiri hakkında ciddi bir soruşturma ve kovuşturma gerçekleştirilmemiştir. Karakollardaki kameralar ise ölümlerin olduğu anlarda nedense hep bozuk çıkmıştır.

AKP iktidarları döneminde -bu tabloda var Sayın Başkan- 129 faili meçhul cinayet yaşanmıştır. Yine yargısız infaz, dur ihtarı ve rastgele ateş sonucunda 426 kişi yaşamını yitirmiştir. Cezaevlerinde ve gözaltında 322 kişi hayatını kaybetmiştir. Dikkatinizi çekerim bu rakamlara 2012 dâhil değildir yani Şanlıurfa Cezaevinde daha geçen gün meydana gelen ölüm olayları bu rakama dâhil değildir.

Yine, AKP döneminde kolluk güçlerinin müdahalesi nedeniyle 47 kişi öldürülmüştür. Bunların bazıları artık halkın yolcu uçağına bile almadığı İçişleri Bakanının "zararsızdır" dediği biber gazıyla yaşamını yitirmiştir. AKP'ye göre iş kazası veya kader, bize göre ise iş cinayeti olan vakalarda son on yılda tam 10.297 kişi yaşamını yitirmiştir. İş göremez raporu alanların sayısı ise 16 bin. Sayın Başbakanın kürtaja niye karşı çıktığını bu rakamlar daha iyi ortaya koymaktadır. On yılda 10 binin üzerinde işçisi ölen bir ülkenin başbakanı, elbette, iş sahasına sürülsün diye nüfus artışı isteyecektir. Bakın, tersanelerde 1985 ile 2003 yılları arasında ölen işçi sayısı 39'dur. AKP döneminde bu sayı ise 4 katına çıkmıştır yani 110 kişi olmuştur. Kadına yönelik şiddette ise binde 400'lük bir artış vardır. İnsan Hakları Derneğinin verilerine göre sadece 2010 yılında güvenlik güçlerinin açtığı ateş veya mayın-sahipsiz patlayıcılardan dolayı 13 çocuk hayatını kaybetmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara gelişinden 2011 yılına kadar öldürülen çocuk sayısı ise 152'dir. Başka bir ülkeden değil Türkiye'den bahsediyorum.

Pozantı Cezaevinde çocuklara yapılanları tekrarlamama gerek yok. Uludere'yi hatırlatayım mı? Şanlıurfa'yı unutmadık. Hrant Dink cinayeti ve davasını, Uğur Kaymaz'ı ve Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri döneminde bu dava için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine sunduğu yüz kızartıcı savunmayı da unutmadık.

Sayın Başbakan Hitler'den çok sık bahsediyor. Bir kere Türkiye'de Hitler'in "Kavgam" kitabı AKP İktidarı döneminde rekor sayıda satış yaptı, onu söyleyeyim size.

İkincisi de Hitler veya Saddam neyle anılıyor? Gazla. Emin olun ki AKP İktidarı da biber gazıyla anılacak gelecekte.

Bakın, 2003-2010 yılları arasında işkence suçundan açılan dava sayısı 5.643, mahkûmiyet sayısı ise 2.858; bu kolluk güçlerinin yargılandığı davalar. Peki, kolluk güçlerine karşı direnme suçuna açılan dava sayısı ne kadar, 104 bin, mahkûmiyet sayısı ise 64 bin.

Bu rakamın meali şu değerli arkadaşlar: AKP döneminde işkenceciye sınırsız tolerans, vatandaşa ise sıfır tolerans. Gıkını çıkaran her vatandaş mahkemelik olmuş neredeyse.

AKP'nin insan hakları sicili alabildiğine kabarık, dolayısıyla bu kırıklarla dolu karnenizle önce hesaplaşın.

Karne demişken daha yakın zamanda, Uludere'de karnelerin dağıtıldığı gün çocuklara karne nedeniyle sıkılan gazı da unutmadık, ilkokul çocuklarına sıkılan gazı da unutmadık.

Peki, bu olaylar soruşturuluyor mu? Hayır. Sıraladığım insan hakları ihlalleri konusunda elle tutulur hiçbir yargı kararı da yok, zira yargı da Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin elinde.

Önceki iktidarlar döneminde kolluk güçlerinin "Kahrolsun insan hakları." diye slogan attığını da hiç unutmadık ama şimdi, aynı uygulamadan daha beteri var.

12 Eylül referandumuyla "İşçinin haklarını artıracağız." dediniz, grevi yasakladınız. Sırf bu olay bile, Adalet ve Kalkınma Partisinin her sloganının tam tersi icraatlara işaret ettiğini göstermeye yeter.

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiği günden bu yana, uygulamada önceki iktidarları aratmayacak düzeyde bir performans ortaya koydu. Başta yaşam hakkı ihlalleri, işkence, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, çevre hakkı ihlalleri, LGBTT bireylerinin maruz kaldığı ayrımcı uygulamalar, Kürt sorunu, Alevi sorunu, Roman yurttaşlarımızın yaşadığı sorunlar, iş cinayetleri olmak üzere hemen her alanda ilkel devlet anlayışını kurumsallaştırarak sürdürmekte.

Bu anlayışa karşı bağımsız, failleri ortaya çıkarmak için etkin ve hızlı çalışacak bir İnsan Hakları Kurumuna elbette ihtiyacımız var ama mevcut tasarıyla önümüze sürülen İnsan Hakları Kurumuna sadece Adalet ve Kalkınma Partisinin ihtiyacı var. Biz de diyoruz ki: İnsan haklarını devletler veya hükûmetler ihlal eder ve hiçbir devlet veya hükûmet kendisine bağlı olan bir kuruma hesap vermez, veremez. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, gelin bu tasarıyı geri çekin ve hep beraber oturup konuşalım ve ideal bir İnsan Hakları Kurumunu sivil toplum örgütleriyle beraber, halkımızla beraber yapalım.

Değerli arkadaşlar, nasıl ki, bir Bakanlığın sıfatının önünde "adalet" olması o Bakanlığı adaletli kılmıyorsa, bir kurumun başına da "insan hakları" demekle insan hakları savunulmuş olmuyor. Bu tasarı geri çekilmelidir, yeniden, sivil toplum örgütleriyle beraber, Paris İlkeleri'ne uygun, halkın görüşlerini aldığımız şeffaf bir süreçte, katılımcı, demokratik, atanmışların güvencesi olan, bağımsız ve tarafsız bir kurumu birlikte yaratmalıyız, buna hâlen imkân var, hâlen zamanımız var.

Eğer istenirse -Meclis kapanacak- ekim ayına kadar bu çalışmayı birlikte yaparız, ekim ayında da açılacak Meclisin ilk tasarısı bu olur. Birlikte bizi ziyaret eden bütün kurumlara ama bütün kurumlara "Beraber en doğrusunu yapacağız." deriz, bizi ziyaret edecek bütün kurumlara. İlerleme raporunu yazacaklara da söyleriz "Güvencesi bizleriz, muhalefet partileridir." deriz. O yüzden endişelenmeyin, gelin beraber, birlikte oturalım, ekim ayına kadar çalıştay toplayalım, sivil toplum kurumlarının görüşlerini alalım. Katılımcı bir modelle, Meclisin etkin olduğu, atamalarını Meclisin yaptığı, güvencesi Meclis olan yeni bir İnsan Hakları Kurumu yaratalım. Aksi hâlde, getirdiğiniz tasarıyla Majestelerinin İnsan Hakları Kurumunu kurmuş olacaksınız, bunun da adı "İnsan Hakları Kurumu" olmayacak.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkanım, gösterdiğim tabloyu siz görmediniz.

BAŞKAN - Önce göremedik tabii, teşekkür ediyorum.