| Konu: | TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 122 |
| Tarih: | 20.06.2012 |
HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye insan hakları ihlallerinin çok yoğun yaşandığı bir ülke, insan hakları kuruluşlarının yapmış olduğu incelemelere göre bu konuda en arkalarda, en gerilerde yer alan bir sırada.
Şüphesiz, bu çok yoğun insan hakları ihlallerinin yaşandığı her ülkede temel sorunlar üzerinde de bir bakış açısı olmak durumunda. Türkiye'ye baktığımızda da iki konuda Türkiye oldukça sıkıntılı bir durumda. Bunlardan birisi, demokrasi sorunu; diğeri ise Kürt sorununun demokratik ve barışçıl bir şekilde çözülmemesidir. Bu iki sorun var olduğu müddetçe de Türkiye'de insan hakları ihlalleri en yoğun bir şekilde yaşanacak, zaten yaşanmaya devam ediyor.
Bir kıyas yapılıyor, deniliyor ki: "İşte, geçmişle bugünü biraz kıyaslayalım." Doğrusunu isterseniz, ben de kısaca bir kıyaslamak istiyorum çünkü 70, 12 Martında da; 80, 12 Eylülünde de; 2000'lerde de sık sık cezaevlerine girip çıktım. Görmüş olduğum muamelede bugün açısından da, dün açısından da hiçbir fark yok.
12 Eylülde İstanbul'da gözaltına alındığım zaman yanımda Ahmet Karlangaç adında bir genç öldürüldü ve benim bulunduğum hücreye bırakıldı. İki yıl önce yine ben gözaltına alınıp cezaevine götürüldüğüm zaman, benden birkaç saat önce Metris Cezaevine götürülen Engin Çeber de orada, görmüş olduğu işkence sonucunda öldürüldü. Şimdi, dikkat edelim: Dün yapılan öldürmeyle bugün yapılan öldürme arasında -sonuçta öldürme olduğuna göre- bir fark var mı? Bunun bir veyahut da on olması çok bir şey değiştirmiyor. Neden? Çünkü bu konuda biraz zihniyetin değişmesi gerekiyor, bu zihniyet de hem cezaevlerinde hem de sokakta değişmemiş.
Cezaevlerinde, belirttiğim örnekler önemli ama bir örnek de Urfa. Ben de yedi tane cezaevine gittim, birçok insanı dinledim, tutuklu insanı dinledim, kadınları dinledim, yaşanan tacizleri vesaireleri biliyorum. Bu konularda henüz zihniyette bir değişiklik olmadığı için insan hakları ihlalleri devam edecek.
Mesela, bir savcı düşünün ki -Giresun- tutukluları veya hükümlüleri çağırıyor şunu söylüyor, diyor ki: "Burayı Diyarbakır'a benzetmeyin, orası Kürdistan. Belki size bazı tavizler verdik ama burada size taviz vermeyiz, gözünüzü çıkarırız." Bunu söyleyen bir savcı ama bir gardiyan ne yapar onu düşünün.
Bir de şu var: Genel olarak bu sorunlar var olduğu müddetçe bir şiddet kültürü de gelişiyor doğal olarak. Bu şiddet kültürünü ortadan kaldırabilmek için ya da bir başka deyişle korku refleksini ortadan kaldırabilmek için de adımlar atmak lazım. Bu da bu sorunların çözümüyle ancak mümkündür.
Şimdi, bir de sokağa bakalım. Dün, daha dün, bir kişi, Fatih'te, İstanbul'da arabasıyla, eşiyle ve bir hastasıyla beraber gelirken polislerin hışmına uğruyor. 7-8 tane resmî giyimli polis bu şahsa işkence yapıyor, dövüyor, sürüklüyor, götürüyor tenha bir yerde tekrar dövüyor, sonra gözaltına alıyor, hastaneye götürüyor, askerî hastaneye götürüyor vesaire ama bunların hiçbirisinden sonuç almıyor götürüldüğü yerlerde rapor almak istediği için.
Peki, bunun dövülmesine, işkence görmesine sebep olan şey nedir? Gerçekten onun dövülmesine ve işkence görmesine neden olan şey eğer sadece trafik ihlaliyse belki hak verilebilir -tırnak içinde söylüyorum- ama bu adam daha tartışma başlamadan, gözaltına alacaklar, araba ve çocuklar yerde kalmasın, bir de hasta var, hamile kadın var, onu hastaneye götürüyorum, kardeşine telefon açıyor ama ne yazık ki telefonda mahkemelerde "bilinmeyen bir dil" olarak ifade edilen Kürtçe konuşuyor. Kürtçe konuştuğu için de, benim de tanıdığım Mustafa isminde bir polis tarafından hışma uğruyor ve öldüresiye dövülüyor, herkes de bunu gördü. Şimdi bu zihniyet değişmediği müddetçe, poliste, savcıda, şurada burada bu zihniyet değişmedikçe insan hakları konusunda bir düzelme meydana geleceğini düşünmek pek doğru olmaz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.