GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/236, 237, 238, 239) NO.LU ÜLKEMİZDE DEMOKRASİYE MÜDAHALE EDEN TÜM DARBE VE MUHTIRALAR İLE DEMOKRASİYİ İŞLEVSİZ KILAN DİĞER BÜTÜN GİRİŞİM VE SÜREÇLERİN TÜM BOYUTLARI İLE ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA BİR MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELERİN ÖN GÖRÜŞMESİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:93
Tarih:11.04.2012

MEHMET ŞEKER (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sevgili arkadaşlar, 1949 yılında emperyalist ülkeler şöyle bir karar almışlardı: "Artık savaşmayacağız." Ne yapacağız? "Sermaye ihraç edeceğiz ve sermaye ihraç ettiğimiz ülkelerde iş birlikçiler yaratarak yeni dünya düzenini devam ettireceğiz." Bunu gerçekleştirmek için Türkiye'de de 1950'li yıllarda düğmeye bastılar. Ne yaptılar? Marshall yardımıyla ve bizi NATO'ya alacakları vaadiyle Kore'ye göndererek ilk adımı attılar. Komünizmle mücadele dernekleri kurdular. Bu yaşanılan olayların hepsi bizim tarihimizde maalesef ciddi şekilde araştırılmayan kara bir leke olarak da durmaktadır.

Geldik, 60 darbesi oldu. Sonra, toplumsal olaylar gelişmeye başladı, sendikal hareket ciddi bir şekilde ve ciddi anlamda örgütlenme hayatında yol almaya devam etti. 60'lı yıllar boyunca yayılan özellikle sol hareket toplumsal muhalefetin gelişmesi ve 70'li yılların başında eylemlerini artırmasıyla birlikte 12 Mart 71 Muhtırası gerçekleştirildi, Adalet Partisi Hükûmeti, Süleyman Demirel Hükûmeti düşürüldü. Ve askerî yönetim, maalesef "muhtıra" denilen bu olayın apaçık bir darbe olduğunu da buradan söylemeden geçemeyeceğim.

74 yılında, sevgili arkadaşlar, o zaman Cumhuriyet Halk Partisi ve Millî Selamet Partisi İktidarı kuruldu ve yapmamaları gereken bir şeyi daha yaptılar, Kıbrıs'a müdahale ettiler ve bu, emperyalist ülkelerin çok ciddi dikkatini çekti ve emperyalist ülkeler yeniden bir oyun daha sahneye koydular Türkiye'de. 12 Eylül öncesini bir hatırlayalım; insanlar öldürülüyor, siyasal mücadele had safhaya çıkmış, sendikal mücadele artıyor, toplumsal bir muhalefet oluşuyor, işte emperyalist ülkeler buna da karşı çıkıyorlardı.

Biz 12 Eylül darbesini bir "faşist darbe" olarak söylerken şu anlamda söylüyoruz, Dimitrov'un kitabında faşizm için tarifi aynen şöyle: "Tekelci kapitalizmin ve finans kapitalin en gerici, en şoven, en ırkçı yönetim biçimi faşizmdir." Sevgili arkadaşlar, benden önce konuşan hiçbir kimse bahsetmedi, bundan bahsetmek istiyorum: Evet, gerçekten 12 Eylülden önce ciddi sıkıntılar vardı ülkemizde; 16 Mart katliamı yaşandı, 1 Mayıs yaşandı, bunlar hiç soruşturulmadı, bugüne kadar da failleri ortaya çıkarılmadı. Maalesef, Maraş, Çorum katliamları yaşandı, faili meçhul cinayetler bu ülkede her gün işleniyor oldu. Bunların hiçbirisi aydınlığa kavuşturulmadı, kavuşturulması için de bir adım atılmadı ve sonuç itibarıyla, o gün, yani 12 Eylül harekatı yapıldığında, bu ülkede önemli olan birtakım şeyler vardı. Neydi? Uygulanması gereken ekonomik birtakım istemler vardı. 24 Ocak kararları, 24 Ocak 1980 tarihinde ekonomik literatüre geçen ve yapısal dönüşümleri de içeren bir programdı. Bunu, mevcut iktidar yapamıyordu, mevcut Parlamento yerine getiremiyordu. Süleyman Demirel, 1979 yılında Başbakanlık Müsteşarlığına getirdiği Turgut Özal'a yeni bir ekonomik istikrar programı hazırlama görevi vermiş ve bu program da kısa sürede hazırlanmıştı. Neydi 24 Ocak kararları? Yüzde 32,7 oranında devalüasyon yapılması isteniyordu, günlük kur ilanı uygulamasına gidilmişti, devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınmış, KİT'lerdeki uygulamaya paralel olarak tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırılmış, gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırılmış, dış ticaret serbestleştirilmiş, yurt dışı müteahhitlik hizmetleri desteklenmiştir.

O zaman, Madenî Eşya Sanayicileri Sendikası vardı, hatırlarsınız.

IMF'nin, Dünya Bankasının ve tekellerin istekleriyle bu darbe yapıldı arkadaşlar. Bu darbe, 4 tane sol görüşlü öğrenci, 5 tane sağ görüşlü öğrenci için yapılmadı, ciddi bir toplumsal muhalefet vardı bu ülkede, sermaye bunu halka karşı yaptı.

Yine, 24 Ocakla 12 Eylül birleştiğinde, aslında, o günkü beyanatları dinlediğiniz zaman gerçeğin ortaya çıktığını da görüyoruz sevgili arkadaşlar. Rahmi Koç'un bir açıklaması var, ne diyordu o zaman? "12 Eylül hareketinden önce her şeyi demokratik bir sistem altında yapmak zorundaydık. Bu da, karar almak, yasa ya da yönetmelik çıkarmak için aylar geçmesini gerektiriyordu yani her şey güç ve uzun zaman içinde gerçekleşiyordu. Bunu, şimdi, çok hızlı bir şekilde yapmaya başladık." diyordu. Demek ki, 12 Eylül'ü hazırlayan en önemli faktörlerden birisi de mevcut ekonomik sıkıntılardı.

Sevgili arkadaşlar, 12 Eylül'ün, benim yüreğimde, içimde, çok ciddi sıkıntılar yaratan, çok unutamadığım bir günü vardır; o gün 26 Ekim 1980'di. O gün Adana Cezaevindeydik. Maalesef, Serdar Soyergin isimli bir arkadaşımız o gece saat üçü beş geçe idam edildi. O geceyi hiç unutamıyorum; hepimizde bir korku, ürperti, yılgınlık hâkim olmaya başladı. Ondan sonra her gün, işkence yapılan bir cezaevi ortamını? Sanırım, şimdiden buradan söylemek çok kolay oluyor ama bunların hepsini yaşadık, o günleri yaşayan arkadaşlarımız da bunları, maalesef, çok ciddi şekilde sıkıntılar yaşayarak atlattılar.

Bu idamlar ve 12 Eylülün bilançosunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Evet, pek çok insan öldürüldü, pek çok insan eşinden, çocuğundan ayrıldı, işkenceler gördü, cezaevlerinde binlerce insan o tezgâhlardan geçirildi. Ne için? İşte, biraz önce bahsettiğim gibi, bu ülkede sermayenin egemenliğini sağlayabilmek için.

Sevgili arkadaşlar, o zaman da gazeteciler cezaevine konuldu, o zaman da kitaplar yasaklatıldı, o zaman da düşünceye maalesef engel olundu. Darbe anayasasının en karakteristik hükümlerinden birisi olan, ciddi şekilde, Adalet Bakanının HSYK Başkanlığı maalesef bugün de devam etmektedir. O gün kurulan YÖK bugün de maalesef varlığını devam ettirmektedir. Telefon dinlemeler, tutuklu gazeteciler, tutuklu milletvekilleri ve yargıdaki aksaklıklar ve sıkıntılar hâlâ devam etmektedir sevgili arkadaşlar.

Ben 12 Eylülle hesaplaşmayı, doksan yaşına gelmiş 2 tane generalin yargılanması olarak algılamıyorum ve böyle de algılamak istemiyorum. Onun için de müdahil olmadım, şahsım adına söylüyorum. Çünkü o insanlarla benim hiçbir sorunum yoktur. Onlar maşaydı, onlar maalesef o gün kullanılan birkaç insandan birisiydi. Asıl bunun arkasındaki güç önemliydi. Eğer siz 12 Eylülün arkasındaki Amerika'yı göremiyorsanız, bugün dünyayı dizayn etmeye çalışan Amerika'yı göremiyorsanız, eğer "Irak'ta nükleer silahlar vardır." deyip, Irak'ı işgal edip milyonlarca insanı öldüren, sakat bırakan, çocukları babasız, kadınları eşsiz bırakan yapıyı göremiyorsanız bugün de sadece ve sadece Kenan Evren'i yargılamayı düşünürsünüz.

Oysa 12 Eylül, Kenan Evren değildi arkadaşlar. 12 Eylül, o gün bizim Anayasa'mıza sokulan kanunlardı, maddelerdi. Onları eleştirmemiz gerekiyor. Eğer onları kaldırabilirsek, eğer bugün bu ülkede demokrasiyi getirmenin en önemli koşullarından birisi olan özgürlükleri getirebilirsek, insan haklarına saygıyı getirebilirsek, basılmamış kitapların ya da kitapların yasaklanmadığı ortamı sağlayabilirsek, telefon dinlemelerine engel olabilirsek, insanların keyfî tutuklanmalarına engel olabilirsek işte o zaman 12 Eylülü yargılamış oluruz.

YÖK'ü kaldırırsak, Siyasi Partiler Yasası'nı değiştirirsek, lider sultasına son verirsek, seçim yasasındaki antidemokratik uygulamaları ve seçim barajını kaldırabilirsek işte o zaman 12 Eylülü yargılamış oluruz. Yoksa 2 tane generali yargılayıp 2 tane generale ceza vererek 12 Eylülle maalesef biz hesaplaşmış olamayacağız sevgili arkadaşlar.

Hâlâ sendikal örgütlenme önündeki engeller duruyor; hâlâ gençlerimiz, öğrencilerimiz cebinde dört tane yumurta bulundurdu diye yargılanabiliyor; ücretsiz, parasız eğitim istedi diye gençlerimiz yargılanabiliyor. İşte bunları ortadan kaldırabilirsek, bunları yok edebilirsek 12 Eylülle hesaplaşmış olabiliriz.

Şu anda bu Parlamentonun üyesi olan 8 tane milletvekili "Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir." yazısının olduğu bir yerde cezaevinde tutuluyorsa ve tutulmaya da devam edilecekse işte onlar çıktığı zaman 12 Eylülle hesaplaşmış olacağız.

YÖK'ü kaldırdığımız zaman, Millî Güvenlik Kurulunu kaldırdığımız zaman, generallerin de 657 sayılı Kanun'a tabi bir memur olarak sadece çalışmasını sağladığımız zaman 12 Eylülle hesaplaşmış olacağız. 12 Eylülle hesaplaşmanın en önemli yollarından birisi de onu getiren mevcut kanunları tek tek ortadan kaldırarak olacaktır sevgili arkadaşlar. Yoksa 2 tane generali yargılayarak bir yere varmamız hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.

Sevgili arkadaşlar, yine o günlerde, 1980 yılında, çok ciddi işkenceden geçen Türkiye'deki binlerce insandan birisi de bendim. O günleri çok iyi yaşadım, o günlerle ilgili anılarım da hâlâ taze ama bugün inanıyorum ki?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

MEHMET ŞEKER (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Ben, burada, 12 Eylülü yapan insanların yargılandığını görmek için bu kürsüye çıkmadım. Onların da yargılanmasının, evet, sembolik olarak çok büyük önemi vardır ama inanın, eğer 12 Eylülün getirdiği kanunları, 12 Eylülün getirdiği antidemokratik yasaları kaldırmazsak, demokrasinin önündeki engelleri açmazsak hiçbir şeyi yapamayız.

Bu anlamda bu araştırma komisyonunun kurulması elbette ki önemli ama darbelerin oluş sebebini de araştırmak lazım. Darbelerden etkilenen insanların, darbelerle ilgili sıkıntı yaşayan insanların mutlaka sorunlarını çözelim ama asıl önemli olan, asıl bizim barışmamız gereken, toplumla yüzleştirmemiz gereken şey bu darbeleri ortaya getiren, çıkaran, maalesef, maddeleri, kanunları değiştiremediğimiz zaman hiçbir şey yapamayacak olmamızdır.

Hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Şeker.