| Konu: | SAĞLIK BAKANLIĞI VE BAĞLI KURULUŞLARININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 131 |
| Tarih: | 03.07.2012 |
MHP GRUBU ADINA ALİ ÖZ (Mersin) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 301 sıra sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyeti saygılarımla selamlıyorum.
Tüm Türk milletinin ve Meclisteki değerli milletvekili arkadaşlarımın yarın idrak edeceğimiz Berat Kandili'ni şimdiden kutlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, sağlık, yalnızca hastalık ya da engellilik hâlinin olmaması değil, aynı zamanda bedensel, ruhsal ve sosyal yönlerden tam bir iyilik hâlidir. Sağlık hizmetleri ise doğuştan kazanılmış bir insan hakkı olup, toplumdaki herkese eşit olarak verilmelidir.
Sağlığın bir insan hakkı olmasına ve sağlık hizmetlerinin bir sosyal hizmet türü olmasına karşılık, ülkemizde bu hizmetleri veren kuruluşlar giderek daha yaygın biçimde kâr amacıyla çalışan kuruluşlar hâline gelmektedir.
2002 yılından bu yana uygulamaya konulan Sağlıkta Dönüşüm Programı, performans, puan, işlem, rekabet, içe kapanma, kâr ve işletme kavramlarını hekimler istemese dahi yaşamlarının bir parçası hâline getirmiştir. Hekimler ve sağlık çalışanları, Sağlıkta Dönüşüm Programı'yla değişen sağlık ortamında farklı çalışma koşullarının içerisinde kendilerini bulmuşlardır. Uygulanan politikalar, hekimlerde mutsuzluk ve gelecek kaygısı yaratmıştır.
Bugün görüşmekte olduğumuz 301 sayılı yasanın genel gerekçesinde "Sağlık hizmetlerinde tasarruf, etkinlik ve verimi arttırmak amacıyla Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık tesisleri ve üniversitelere ait birimlerin birlikte kullanımı uygulamaya konulmuştur." denilmektedir. Sağlık hizmetlerinin temel amacı, tasarruf değil sağlığı korumak, sağlık korunamadığında hastalığı erken teşhis edip tedavi etmek ve tedaviyle sağlığına kavuşamayanlara rehabilitasyon hizmeti vermektir. Kısacası, sağlık hizmetlerinde asıl amaç, zamanında, yerinde, sürekli ve nitelikli hizmet sunmaktır. İşte bu çerçevede yapılan düzenlemelerle meydana gelen aksaklıkların giderilmesini de içeren bu kanun tasarısının 1'inci maddesindeki sezaryendeki tıbbi zorunluluk konusuna, madde 4'teki yükseköğretim kurumlarındaki uzman tabipler için yapılan iyileştirmeye ve madde 17'de bakanlık hukukçularının vekâletname ibrasına gerek kalmaksızın çalışanların vekili sıfatı taşımalarına olumlu bakıyoruz.
Ancak, sağlık hizmetlerinde tasarrufu öncelikleyen ve ticari bir anlayışla yürütülen sağlık hizmetinde toplumun geneli ve özellikle dezavantajlı gruplar ihmal edilebilir, risk grupları artar ve vatandaşımızın koruyucu sağlık çalışmaları başta olmak üzere gerekli hizmetlerden yeterince yararlanamaz. İşte o zaman istenmeyen gebelikler artar. Artık sağlık hizmetlerinde amaç, maalesef, daha çok gelir getiren işler yapmak, daha çok hasta bakmak ve daha çok tetkik yapmak. Hatta, hekimler daha fazla tetkik yaptırarak kuruluşa ve kendilerine daha çok gelir sağlamaları yönünde yöneticiler tarafından performans, prim gibi yöntemlerle teşvik edilmektedir. Kaldı ki arttığı ifade edilen poliklinik sayılarının çoğu reçete tekrarından ibarettir. Artan tetkiklerin çoğunun normal sonuçlar verdiği de bilinen bir gerçektir. Bu durum, bu artışın yapay olduğu izlenimini vermektedir. Türkiye'nin çok fazla hastaneye gereksinimi varmış gibi gösterilerek ülkenin mevcut olanaklarını en akılcı, verimli ve rasyonel biçimde değerlendirme yolu yerine, toplumun çoğunluğunun erişiminden uzak, "sağlık kampüsleri" adı altında milyar dolarlık kampüsler inşa edilmesinin dayanağı oluşturulmaktadır. Oysa sağlık kampüsleri gerekliliği ve doğruluğu tartışmalı, sorgulanması gereken bir durumdur.
Ayrıca, daha akılcı olan, hastanelerden çok ayaktan tanı ve tedavi kuruluşlarının desteklenmesidir. Her gün kamu hastanelerine başvuran 1 milyon civarında vatandaşımızın, 700 bin civarındaki sağlık çalışanını ve ülkemizde yaşayan 74 milyon insanımızı direkt olarak etkileyen 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle sağlık sistemimizde köklü bir anlayış değişikliği ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet döneminin toplumcu anlayışa ve koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik veren sağlık politikası terk edilmiştir.
Bu kararnameyle iptal edilen kadroların yerine ihdas edilecek yeni kadroların tespitinde hangi objektif kriterlerin esas alınacağı, araştırmacı kadrosuna atanacak olan ilgili personel, il sağlık müdür yardımcısı, şube müdürü, hastane müdürü ve hastane müdür yardımcısı maaş ve döner sermayeye ek ödemelerinde meydana gelecek ortalama 500-1.500 TL maddi hak kaybının nasıl telafi edileceği ve bu durumların yeni bir kadrolaşma süreci oluşturacağı konularında endişelerimiz bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, TÜİK verilerine göre toplum sağlık harcamalarında kamunun payı yüzde 67,8, özel sektör payı yüzde 32,2 ve cepten sağlık harcamaları yüzde 21,8'dir. Sağlık tesislerine yıllık başvuru sayıları 1994'te 1,7; 2002'de 3,0 iken, 2011'de 7,7'dir. 2002'de muayene sayısı 184 milyon iken 2011'de 492 milyona yükselmiştir. Sadece 2011'de yıllık diş hekimi muayene sayısı 7 milyon olmuştur.
Bu rakamlar bizi şu sonuçlara götürmektedir: Sağlık hizmet sunumunda devletin payı azaldıkça veya özel sektörün payı arttıkça kişi başı sağlık harcamaları artmakta ve devletin sağlığı finanse etmesi zorlaşmaktadır. Bu durumda vatandaşın katkı payı vermesi kaçınılmaz hâle gelmektedir. Sonuçta, başvuru sayısı arttıkça daha rasyonel sağlık politikalarına ihtiyaç artmakta, rasyonel ilaç kullanım ve koruyucu hekimlik hizmetleri daha fazla önem kazanmaktadır. Bu nedenle, devlet sağlık hizmeti sunmaya devam etmelidir. Bu aynı zamanda sosyal devlet olmanın da gereğidir. Hastane birlikleri ve akabinde gelecek olan hastane özelleştirmeleri çözüm değildir ve kesinlikle yapılmamalıdır. Aksi takdirde, vatandaşın sağlık harcamalarına iştirak payı daha da artacak ve parası olmayan ne yaparsa yapsın noktasına gelecektir. Bu konudaki endişelerimizi defalarca dile getirmemize rağmen İktidarın duyarsızlığını üzülerek görmekteyiz.
Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın bir diğer bileşeni ise hasta haklarına ilişkin düzenlemelerdir. Hastaların sağlık hizmeti alımı esnasında karşılaştıkları sorunları çözme amacıyla oluşturulan hasta hakları birimleri ve Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi adı altında hizmete giren 184 hattı, hasta ve hasta yakınları tarafından etkin ve yaygın bir biçimde kullanılan bir şikâyet iletme ve müdahale platformuna dönüşmüştür. Yaşanan bu süreçlerin anlamı, geçmişte görece özerk olan hekimlerin, günümüzde daha fazla bürokratik ve piyasa denetimine tabi olarak mesleklerini sürdürecek olmasıdır çünkü sağlık bürokrasisi ve siyasi iktidar, kamu hizmetlerini hem mali hem de politik açıdan rantabl hâle getirmek için sağlık alanını köklü bir biçimde yeniden yapılandırmıştır.
Hekimlere göre sağlık çalışanları arasında uyumu bozan en temel nedenler arasında, sağlık birimlerinde çalışanların görev ve tanımlarının yapılmamış olması, çalışanlar arasında farklı istihdam ve ücretlendirme durumunun bulunması, geçici görevlerin varlığı ve döner sermayenin eşitsiz dağılımı olması önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenle, ekip bilincini yaratmak için, tüm sağlık çalışanları aynı istihdam statüsüne kavuşturulmalı, çalışanlara ödenen ücretler ekip bilincini yok etmeyecek biçimde olmalı, aynı meslek kategorilerinde ücret eşitsizliği yaratılmamalı ve geçici görevler sonlandırmalıdır.
Değerli milletvekillerim, genelinde sağlık çalışanlarının, özelinde hekimlerin en önemli talebi "çalışan hakkı" kavramına "hasta hakkı" kavramı oranında değer verilmesidir. Sürdürülen sağlık sisteminde müşteri memnuniyetinin bir ölçüt olarak yer almasına karşılık gerek sağlık birimlerinin gerekse bir bütün olarak sağlık sisteminin değerlendirilmesinde "çalışan hakkı" ve "çalışan memnuniyeti" kavramlarına yer verilmemesi büyük bir eksikliktir. Bu eksikliğin ivedilikle tamamlanması ve sağlık birimlerinin ve sağlık sisteminde söz konusu kavramların sürekli takibi ve değerlendirmesi gereklidir.
Görüşmekte olduğumuz bu tasarıda, özellikle sağlık alanında sağlık çalışanlarının uğramış olduğu şiddete karşı alınmış olan hukuki destek bizce anlamlıdır, geç kalmış bir uygulamadır ama daha da yaygınlaştırılması Milliyetçi Hareket Partisi olarak talebimizdir. Bugün Genel Kurulda görüşmekte olduğumuz tasarı da haklı endişelerimizi bir kez daha ortaya çıkarmıştır.
Tasarının 4'üncü maddesiyle birlikte 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 25'inci maddesinin 1'inci fıkrasının ikinci cümlesinin yürürlükten kaldırılması öngörülmektedir. Bu değişiklikle birlikte il sağlık müdürlerinin valilerin sağlık müşavirliğinden çıkarılması, aynı zamanda Sağlık Bakanlığının il temsilcisi konumundan da çıkarıldığı görülmektedir. İllerde valilerin sağlık müşavirinin kim olacağı ve Bakanlığın ildeki temsilcisinin kim olacağı konusunda bir boşluk bulunmaktadır.
Tasarının 7'nci maddesi uyarınca, 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin geçici 4'üncü maddesi uyarınca araştırmacı kadrosuna resen atanan personelin eski görevlerini hâlen yürütmeleri kaydıyla ek ödemelerinin altı ay süreyle eski kadroları üzerinden verilmesi öngörülmektedir. Ancak söz konusu düzenlemeyle il sağlık müdür yardımcısı, şube müdürü, müdür ve müdür yardımcısı kadrolarından araştırmacı kadrosuna atanan personellerin mali hak kayıplarının kesin olarak çözülmemesi, hak kayıplarının devam etmesi söz konusudur.
Tasarının 11'inci maddesiyle, adres kayıt sistemine göre nüfusu 750 binin altında olan illerde eğitim ve araştırma hizmetlerinin Sağlık Bakanlığı veya üniversite sağlık uygulama ve araştırma merkezlerinden yalnızca birisi tarafından verilebileceği öngörülmektedir. Bu suretle, Bakanlık ve üniversite arasında bir tercih yapılması öngörülmekte, tercih edilmeyen hizmet biriminin atıl konuma düşmesi ya da kapatılması söz konusu olabileceği endişesini taşıyoruz.
Tasarının 13'üncü maddesiyle, aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarına yataklı tedavi kurumları, seyyar hastaneler, ağız ve diş sağlığı merkezleri ve 112 acil sağlık hizmetleri sunulan birimlerde nöbet görevinin verilebileceği öngörülmektedir. Ancak, aile hekimliği uygulamasıyla amaçlanan hizmet gereklerine aykırı bir düzenleme neticesinde aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarından hizmet alan vatandaşların alacakları hizmetlerde aksaklıkların yaşanmasına sebep olacaktır. Buna bir örnek verecek olursak, "Akşamleyin 112'de, acilde nöbet tutan bir arkadaşın sabahleyin tekrar sizin aile sağlık merkezinde çalışan bir hekim olduğunu düşünürseniz, hastalanmış olan bir çocuğunuzu içiniz rahat bir şekilde ona götürebilecek misiniz?" sorusunu sormak lazım. Öbür taraftan, aile sağlık merkezinde sadece poliklinik hizmeti üreten, acil vakalardan belli bir zaman uzaklaşmış olan birisinin, bir ambulans içerisinde bir akut miyokart enfarktüsüne müdahalede yapabileceği bir eksiklik nedeniyle, sizin de bir yakınınızın olabileceği düşüncesiyle, ona nasıl bir müdahale yapacağı konusunda bir tereddüt taşımamız gerekmektedir.
Sağlık teşkilatında görevli hizmetli personeller yıllardır sahipsiz kalmışlardır, her konuda çok mağdur edilmişlerdir. Toplu sözleşme masasında itfaiyecilerin sınavsız genel idari hizmetlere geçiş hakkı tanındı ama sağlıktaki hizmetliler mağdur olmuşlardır. Ayrıca, hizmetlilerin veri hazırlama kontrol işletmenliğine geçiş için sekiz ay önce görevde yükselme eğitimi verilmesine rağmen, sınav yapılamamıştır. Hizmetli personellerin sınavsız geçişi veya yeniden hizmetlerin görev tanımının yapılmasıyla ilgili torba yasaya ilaveler yapılması düşünülüyordu ancak maalesef o da gerçekleşmedi.
Bu tasarının geçici 3'üncü maddesinde "Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla ebelik diplomasına sahip olduğu hâlde en az üç yıldan beri yataklı tedavi kurumlarında fiilen hemşirelik görevi yaptığını resmî belgeyle belgelendiren ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde talepte bulunanlar hemşirelik yetkisiyle görevlerine devam eder." denilmektedir.
Hemşirelik Kanunu'nda 2007 yılında değişiklik yapılmıştır. Geçici maddenin ikinci ve dördüncü fıkralarında "Bir defaya mahsus olmak üzere ebelik diplomasına sahip olduğu hâlde bu kanunun yayımı tarihinde en az üç yıldan beri yataklı tedavi kurumlarında fiilen hemşirelik görevi yaptığını resmî belgeyle belgelendiren ve bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde talepte bulunanlar, hemşirelik yetkisiyle görevlerine devam ederler." hükmü getirilmiştir. Buna göre, başvuruda bulunan ebeler hemşirelik görev yetki ve sorumluluklarını üstlenmişlerdir ancak ebe kadrosunda çalışmaktadırlar.
Türkiye'de hemşire unvanının kime verileceği 6283 numaralı Hemşirelik Kanunu'nda açıkça belirtilmektedir. Eğer bu ebe hemşirelerden normal hemşire statüsüne geçilmesi, Avrupa Birliği uyum müzakereleri neticesinde götürmüş olduğumuz ve eksiği tamamlama adına yapılan uygulama ise buna belki bir noktada cevaz verilebilir. Ancak şunu unutmamak lazımdır ki ebelerin ve hemşirelerin almış olduğu eğitimler birbirinden tamamen farklıdır.
8/3/2010 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Hemşirelik Yönetmeliği'nde de hemşirenin tanımı açıkça yapılmıştır. Hemşirelik mesleği, sağlık meslekleri içinde, herhangi birisinin eksikliği hâlinde o meslek grubunun yedeği konumunda bir meslek değildir. Bağımsız ve yarı bağımsız rolleriyle, kanunu, yönetmeliği ve etik ilke ve sorumluluklarıyla başlı başına bir meslektir. Dolayısıyla, ebelik ve hemşireliği aynı meslekmiş gibi algılamak ve birbirlerinin yerini doldurmasını beklemek yanlış bir anlayıştır.
"Türkiye'de hemşire açığı var." denilerek yabancı hemşire çalıştırılmak istenmesine, "Çok hemşire açığımız var." denilerek "Sağlık meslek liselerinden çocuk yaşta hemşire mezun edelim." denilmesine rağmen, 15 bin hemşirenin aile sağlığı elemanı olarak aile hekimlerinin yanında istihdam edilmesi, yaklaşık 10 bin hemşirenin diş klinik yardımcısı olarak sertifikalandırılarak, kamuya ait diş kliniklerinde, diş hekimlerine alet edevat vermek için istihdamı, ayrıca hemşirelerin, hemşirelik görevi, yetki ve sorumluluklarının dışında radyoloji, istatistik, sekreterlik, hasta kabul memuru, nöbetçi müdür, eczane, sarf depo, kan merkezi, kanser kayıt, büro memuru, personel servisi memuru ve buna benzer alanlarda çalıştırılmaları da akıl alır gibi değildir.
Yine, görüşmüş olduğumuz tasarıda, özellikle tütün ve tütün ürünleri ve nargileyle ilgili bir madde bulunmaktadır. Bu madde, özellikle on sekiz yaşının altındaki çocuklara, gençlerimize, içerisinde tütün ihtiva edip etmediğini bilmediğimiz nargile içmelerini yasaklamış olması nedeniyle, yine görüşmüş olduğumuz tasarıda anlamlı bir maddedir.
Değerli milletvekilleri, sonsuz çeşitlilikteki sağlık sorunlarını sınırlı kaynaklarla çözümleyebilmek için eldeki olanakların en akılcı ve verimli biçimde kullanılması gereği tartışmasız kabul görmektedir. İzlenecek yol, önce sorunların saptanması, öncelik sıralamasına koyulması ve ardından, en verimli yollarla çözülmeye çalışılmasıdır.
Çağdaş halk sağlığı anlayışının günümüzdeki içeriği son derece geniştir. Bu anlayışın başlıca önemli noktası sosyal eşitliktir. Sağlık hizmetleri doğuştan kazanılmış bir insan hakkıdır. Bu hizmetler sadece onları satın alabilecek kişilere ya da satın alabilecekleri kadar değil, toplumdaki herkese ve en uzak yerleşim yerlerinde oturanlara da sosyal adalet anlayışı içerisinde götürülmelidir.
Gelecek nesillere bırakacağımız temiz bir çevre ve sağlıklı bir toplum arzusuyla hepinizi saygıyla selamlıyor, yasanın ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.