| Konu: | YARGI HİZMETLERİNİN ETKİNLEŞTİRİLMESİ AMACIYLA BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI VE BASIN YAYIN YOLUYLA İŞLENEN SUÇLARA İLİŞKİN DAVA VE CEZALARIN ERTELENMESİ HAKKINDA KANUN TASARI VE TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 129 |
| Tarih: | 01.07.2012 |
MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; sabah saat dört buçuk. Hepinize iyi sabahlar diliyorum, saygılar sunuyorum.
ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) - İyi uykular dileyin Hocam.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Yok, uykular dilemiyorum. Uyuyan uyuyabilir tabii ki.
"Adalet mülkün temelidir" diyor. Bütün mahkemelerde yazıyor: "Adalet mülkün temelidir." Evet, mülk, devlettir, ülkedir, yani ülkenin devamı ve ülkenin mevcudiyeti adaletle sağlanır ve tabii ki içinde yaşayan halkın birbiriyle dayanışması ve barış içerisinde bulunması da adaletle mümkündür. Adalet, iktidarla veya muhalefetle değişiklik göstermez. Adalet, her alanda herkes tarafından geçerlidir. Hatta devletler tarafından bile, farklı devletler olsa bile, hukuk değişse bile adalet değişmez çünkü adalet gerçekten hem insanlığı hem de hukuku içerisinde bulundurur. Adil olmayan hukuk sistemleri devletleri ayakta tutamaz. Dikkat ederseniz, en büyük imparatorluklar, hem hukuka saygılı olan hem de adil olan devletlerdir, tıpkı Roma İmparatorluğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu gibi. Nitekim Osmanlı İmparatorluğuna baktığınız zaman -belki dikkatinizi çekmemiştir- Topkapı Sarayı içerisindeki en yüksek kule Kasrı Adl olarak tanınan Divanıhümayun'un toplandığı adalet kulesidir ve Osmanlı Devleti'nin buradaki insanlara verdiği mesaj "Adalet her şeyin üstündedir."
Değerli milletvekilleri, geçmişten örnekler aldığımız zaman geleceğe daha sıhhatli bakma imkânımız vardır. Yıldırım Bayezid kadıların rüşvet aldığını ve suistimalde bulunduğunu öğrenince bütün kadıları Yenişehir'de bir konağa toplatmış ve yakılması emrini vermiş. Bunu Cihânnümâ'da Neşrî anlatıyor. Fakat Sadrazam Halil Paşa kadıların yanması hâlinde hukuksuz kalacak, hukuk adamı olmayan bir devletin ayakta kalamayacağını Padişaha söyleyerek Bizans'a gitmenin, hiç olmazsa ehlikitaptan, İncil'e de mensup olsa, oradan keşişler getirerek hukukun devamının sağlanmasının iznini istemiş. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid demiş ki: "Bir Müslüman ülkede Hristiyan hukuku geçerli olur mu?" "Peki, niçin bunlar suistimalde bulundular, bunu araştıralım." demişler. Yapılan araştırmada, çok az ücret verildiği için kadıların suistimalde bulundukları tespit edilmiş ve ona uygun olarak da onların ücretleri artırılmış.
Yine, Yıldırım Bayezid döneminin en önemli olaylarından bir tanesi de ilme ve kadılara, hukukçulara verilen önemdir. Hepinizin bildiği, Bursa'daki Ulu Cami'yi yaptırmış Yıldırım Bayezid. Ulu Cami'yi bitirdikten sonra açılışına gitmişler. O dönemin hem âlimi hem de en önemli Bursa Kadısı olan Emir Sultan var. Emir Sultan'la birlikte caminin açılışını yapmışlar. Padişah gururla "Lala, nasıl buldun camimi?" demiş Kadıya. Yıldırım Bayezid o sıralarda içki içermiş. O da şöyle söylemiş: "Hünkârım, çok güzel, muhteşem yapılmış ama eksiği vardır." "Nedir eksiği?" demiş. Onun üzerine Emir Sultan "Padişahım, dört köşesinde dört meyhane eksiktir." demiş. Demiş ki Yıldırım Bayezid: "Cami yanında meyhane mi olur?"
NEVZAT PAKDİL (Kahramanmaraş) - Hocam, tarihî kaynakları var mı bunun?
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Neşrî'de yazar, açın, okuyabilirsiniz evet, sayfasını da veririm.
Onun üzerine Yıldırım demiş ki: "Cami köşesinde meyhane mi olur?" Onun üzerine, Emir Sultan demiş ki: "Hiç olmazsa, Padişahım, bu vesileyle camiye gelirsiniz." Onun üzerine, Yıldırım Bayezid, başını önüne eğmiş, yüzü kızarmış ve ondan sonra içkiyi terk etmiş.
Fatih Sultan Mehmet dönemine geldiğinizde de buna benzer birtakım olaylar görürsünüz. Fatih Cami'sinin yapımında usta olarak çalışan 2 Ermeni'nin Fatih Cami'sinden birtakım hırsızlık yaptığı haberini almış ve Fatih Sultan Mehmet her iki kişinin de ellerini kestirtmiş. Onun üzerine, kişiler suçsuz olduklarını beyan ederek mahkemeye çıkmışlar, kadının huzuruna çıkmışlar. Kadı, Fatih Sultan Mehmet'i "Murat oğlu Mehmet" diye çağırmış ve kadının huzuruna Fatih çıktıktan sonra dava görülmüş, Fatih'in haksız olduğu anlaşılmış ve bunun üzerine kısasa kısas hükmü vermiş. Padişah, bildiğiniz gibi, Fatih Sultan Mehmet İstanbul'un fatihi ve büyük bir hükümdar ama kadının onun elini kesme cezası vermesi kısasa kısas olarak, birdenbire hem Ermeniler tarafından -o 2 Ermeni usta tarafından- hem de diğer devlet adamları tarafından büyük bir taaccüple karşılanmış. Bunun üzerine araya giren aracılar, Ermenileri ikna etmişler, diyet ödenmek kaydıyla Fatih'in ellerinin kesilmesinden vazgeçilmiş. Diyet olarak da "Ermenilerin çocuklarına ömürlerinin sonuna kadar bakmak, eğitmek, okutmak ve onların bütün ihtiyaçlarını gidermek" şeklinde olmuş.
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Aynı bugünkü gibi, aynen öyle?
OKTAY VURAL (İzmir) - Şimdi, biz onların çocuklarına bakmak zorundayız.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Şimdi, aynı değişik hükümdarlar döneminde bunlar devam etmiş.
Değerli milletvekilleri, bakın, ayrıca, yine enteresan, yine tarih kitaplarında yazan bir hikâye anlatacağım ama bunların her biri nasıl adaletle hükmedildiğini ve o devletin bu sebeple 624 yıl ayakta kaldığının birer örnekleridir.
Diyarbakır Vilayeti'nin Mardin Sancağı'nda -200 numaralı Tapu Tahrir Defteri, numarasını da vereyim, sayfasını şu an hatırımda tutamıyorum- İslam hukukuna göre gayrimüslimlerin Müslümanlara göre ticaret alanında farklılıkları vardır. Müslümanlar içki satışı, naklî ve üretimi yapamazlar. Ama gayrimüslimlerin hem içki yapma hem de satma hakları vardır İslam hukukuna göre ve "rüsumu hamr" denir buna. Şimdi, buradaki gayrimüslimler Osmanlı idaresine girdikten sonra, geçmiş dönemde burada çok yüksek miktarda vergi verdiklerini ve bu vergiye mukabil üzüm şıralarının ellerinden alındığını ortaya koyuyor ve devlete başvuruyorlar. Bunlar "Biz, at ve katır yüküne 34'er akçe, merkep yüküne 22 akçe vergi verelim." diye Osmanlı Devleti'ne başvuruyorlar. Osmanlı Devleti'nin verdiği cevap şöyle: "Bu size açık zulümdür. Diğer Osmanlı ülkelerinde olduğu gibi, siz, at ve katır yüküne 17 akçe, merkep yüküne 12 akçe vergi vereceksiniz." Bakın, halkın talebinin çok yüksek olmasına rağmen, diğer Osmanlı ülkelerindeki duruma uygun olarak bir vergi verilmiştir. Dolayısıyla, buradaki değerlendirmeyi şu şekilde yapabiliriz:
Değerli milletvekilleri, bir ülkeyi ayakta tutmak istiyorsanız ve uzun ömürlü hâle getirmek istiyorsanız, muhakkak ki sadece hukukla yönetmeyeceksiniz devleti, devleti adaletle yöneteceksiniz. Adaletli olmayan hukuk hukuk değildir. Dolayısıyla, hem hukuku adil hâle getireceksiniz hem de onu uygulayanları iyi yetiştireceksiniz, liyakat sahibi yapacaksınız. Çünkü sadece kanun olarak çıkarılan oradaki hükümler yeterli gelmez. Bir kadı, bir hukukçu, aynı zamanda vicdanına da dayanarak bu kararı vermek zorundadır. Çünkü vicdan dediğimiz, sadece insanlarda bulunur. İyiye veya kötüye kullanmak da yetişmeye bağlıdır. Dolayısıyla, adil bir devlet ayakta kalır, toplum içerisinde barış sağlanır, huzur sağlanır ve Osmanlı Devleti'nde olduğu gibi Roma İmparatorluğu'nda olduğu gibi yüzyıllarca ayakta kalır ve altın oranı yakalar.
Tabii ki bu çerçeve içerisinde şunu söyleyeyim: Osmanlı Devleti'nde idari yapıda da kadılık kazanın karşılığıdır yani her kazada bir kadılık, bir mahkeme vardır. Dolayısıyla, Osmanlı devlet idari sistemi Osmanlı hukuk sistemiyle eş değerdir.
Sürem sona erdi.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.