| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 13.12.2011 |
BDP GRUBU ADINA ESAT CANAN (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kültür ve Turizm Bakanlığı 2012 yılı bütçesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına görüş ve değerlendirmelerimi sizinle paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, bütçesini görüştüğümüz Bakanlık, aslında ülkemizin hem kültür hem de turizm gibi çok geniş alanında hizmet vermesi gereken bir bakanlıktır ancak bu kadar geniş bir alanda hizmet veren bu Bakanlığa genel bütçeden çok cüzi bir payın aktarılması, bu Bakanlığın bu bütçeyle beklentilere cevap vermeyeceğini açıkça göstermektedir.
Bu durum, Hükûmetin kültüre, sanata ve turizme verdiği önemin açık bir göstergesidir. Bu durum, aslında Hükûmetin bu yaklaşımı, sadece mevcut Hükûmete mahsus olmayıp geçmiş bütün hükûmetlerin bütçelerinde de aynı durum görülmektedir. Medeniyetin beşiği sayılan Anadolu'nun zengin kültürlerine yönelik bu yaklaşımın bir sorun olarak hâlen devam ettiğini üzülerek belirtmeliyim.
Değerli milletvekilleri, kültür bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bir bütünüdür. Ancak her toplum kendi kültür ve sanatını icra ederken kendi kültürel gerçekliği üzerinden yola çıkar. Ülkemizde ise üzülerek belirtmeliyim ki mevcut durum bu anlamda hiç de iç açıcı değildir. Tek ırk, tek dil, tek din, tek mezhep anlayışına dayanan devletin kültür politikası ülkenin farklı kültürlerini inkâr ettiği için ne yazık ki yanlış olmuştur. Bu kanalla topluma hep yanlış, gerçeğin dışında farklı şeyler anlatılmıştır. Victor Hugo'nun çok güzel bir sözü var: "Hakikatler zincirlenemez. Zincirlenip denize atılsa bile zincirler paslanır, bir gün hakikatler yeryüzüne ve su yüzüne çıkar." der. Onun için, çoğulcu kültür ülkemizin bir sosyal olgusudur, bir gerçeğidir. Bu yüzden, tek dile, tek renge mahkûm edilmiş bir kültür anlayışının artık zamanı geçmiştir. Bu nedenle, yapılacak yasal değişimlerle çoğulcu kültür anlayışının hızla hayata geçirilmesi ülkenin bütünlüğünün güçlendirilmesi için önem arz etmektedir.
Değerli milletvekilleri, dilin yasaklandığı bir ortamda kültürün gelişmesi beklenemez çünkü kültürün temel taşıyıcılarından biri dildir. Dil, kültüre muhtaç olduğu ortamı hazırlar ve besler.
1949 yılında, özel bir kanunla, kültür ve sanatı en geniş toplum kesimlerine yayma amacıyla kurulmuş olan Devlet Tiyatroları da, kendi özgünlüğü içinde dünyada yer edinme çabası güderken, maalesef, ülkemizin gerçekliğinden uzak bir tutumun göstergesi olarak, kültürel çeşitliliğimizi yansıtmamaktadır. Farklı kültürlerin gelişmesi ve yaşayabilmesi için devlet sinemaya ve tiyatroya önem vererek, güzel sanatların bu dallarında farklı kültürlerin gelişmesine imkân sağlamalıdır.
Kültürel çeşitliliğiyle Türkiye coğrafyasında "Türk tiyatrosu" veya "devlet tiyatrosu" gibi tanımların çok kültürcü, çoğulcu bir toplum gerçekliğine gönderme yapmadığı aşikârdır. Zira, toplumsal ve hukuki belirlenimleriyle Türklük vurgusunun dışlayıcı nitelikleri bu alanda da kendisini açıkça göstermektedir. Bu anlamda, tiyatro sahneleri maalesef ülkemizin farklılıkları için perde açmamaktadır. Başta Kürtçe olmak üzere tüm dil, aksan ve lehçeleri yok sayan bu oyunculuk anlayışı artık günümüzde çağ dışı hâle gelmiştir. Gerçek bir kültür taşıyıcıları olan tiyatroyu, baleyi, müziği ve sinemayı yurt düzeyine yaymak, bunlardan herkesin yararlanmasını sağlamak devletin görevidir.
Sayın Başbakan Dünya Tiyatrolar Günü nedeniyle yayınladığı mesajında "Bir toplumun medeniyet tasavvurunu, kültürel kimliğine bakarak, özgürlüğünü ve farklılıklarını yansıttığı sanatla anlamak mümkündür." demişti. Evrensel anlamda tiyatroya dair doğru bir tespit yapan Sayın Başbakana 2008'de yaptığı bu konuşmanın aradan geçen açılım sürecine rağmen pratikte bir karşılığının olmadığını bir kez daha hatırlatmak isterim.
Sanat dalları gerçek bir kültür taşıyıcılarıdır. Tiyatroyu, baleyi, müziği, folkloru yurt düzeyine yaymak, bunlardan herkesin yararlanmasını sağlamak devletin görevidir.
Değerli milletvekilleri, 1940 yılından itibaren asimilasyon politikası gereği olarak on iki binden fazla köyün ismi değiştirilmiştir. Köy isimleriyle yetinilmemiş aynı zamanda şehir, dağ ve nehir gibi coğrafi yerlerin de isimleri Türkçeye çevrilerek değiştirilmiştir. Bu değişikliklerin büyük bir çoğunluğu başta Kürt'ler olmak üzere diğer farklı ırkların yaşadığı bölgelerde yapılmıştır. Aynı şekilde, sürgüne gönderilen halklardan kalan tarihî eserler de ne yazık ki sistemli bir şekilde yıkımların hedefi hâline getirilmiştir. Öte yandan halkların kimlikleri, tarihsel gelişim süreçleri ve kültür, sanat değerleri Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu tarafından bilimsel dayanaktan yoksun bir şeklide çarpıtılarak, ait olduğu etnik yapıyı yok sayarak Türkçe icra edilmiş gibi gösterme yoluna gidilmiştir. Bununla amaçlanan tamamen kültürel asimilasyon politikalarıdır. Devletin bu tekçi politikaları nedeniyle şimdiye kadar hapsedilen tüm farklı kültürler ortaya çıkarılmalı ve gelişimleri de sağlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, diğer bir konu ise turizmdir. Doğu ve Güneydoğu Bölgemizin zengin bir kültür ve turizm potansiyeline sahip olduğu ve bunun değerlendirilmesi durumunda halkımıza ve ülkemizin ekonomisine ciddi katkılar sağlayacağı unutulmamalıdır. Ne yazık ki uzun bir süreden beri bu potansiyelin halktan ve ekonomiden esirgendiği görülmektedir. Bu potansiyelin değerlen-dirilememesinin gerekçesi olarak da güvenli bir ortamın bulunmadığı ileri sürülmektedir, ancak bu gerekçe mazur görülemez. Zira, devletin öncelikli görevi bölgede barışı tesis etmektir. Barışı tesis etmek için hiç adım atmayan bir devletin bu gerekçeye sığınması haklı ve gerçekçi görülemez.
Bu bağlamda, Hakkâri ili zengin bir tarihî varlığı ve turizm potansiyeline sahip bir ilimizdir. Ancak devletin yanlış politikaları ve ihmalleri sonucu birçok tarihî yapı ve alan kendi kaderine terk edilmiş, ilgisizlik ve bakımsızlık nedeniyle her geçen gün daha büyük bir hızla tahrip olmaktadır. Tarihî varlıklarımız, güvenlik politikalarının, iklim koşullarının ve bilinçsiz kullanım sonucunda kendi kaderine terk edilmiştir. Bölgede uygulanan güvenlik politikaları nedeniyle, ilimizin bu zengin kültür alanları ne yazık ki halktan kopartılarak birer güvenlik alanı hâline getirilmiştir. Bunlardan biri olan tarihî Hakkâri Kalesi Millî Savunma Bakanlığına tahsis edilerek hâlen askerlerin kullanımı altında bulunmaktadır.
Yine dört mevsimi bir arada yaşayan Sat Gölü, Berçelan Yaylası ve buna benzer tarihî ve turistik yaylalar da yasak bölge kapsamında bulunduğundan turizme kapatılmıştır.
Bunun yanında Hakkâri'nin tarihî Meydan Medresesi, Şemdinli'nin tarihî Nehri Köyü Sarayı ilgisizlik nedeniyle yine kaderlerine terk edilmiştir. Yüksekova ilçesinde ise 1993 yılında temeli atılan kültür merkezi, aradan on sekiz yıl geçmesine rağmen yapımı hâlen tamamlanmamış ve atıl durumda bırakılmıştır.
Askerler tarafından kullanılan Hakkâri Kalesi bugün sadece çıplak bir kayadan ibaret bırakılmış olsa bile etrafında yaşayan halkın en büyük kültürel miraslarından biridir. O mirası sahiplerinin kullanımına yeniden açmak bir insanlık ve bir uygarlık gereğidir. Hiçbir çağdaş ve demokratik bir hukuk devleti 21'inci yüzyılda bu doğal hakkı vatandaşlarından esirgemez, esirgememelidir.
Bir halkın kültürel ve tarihsel değerlerine el koymak var olan toplumsal gerilimi daha da artırır ve açılan yaraların sürekli kanamasına zemin hazırlar. Yöre halkını geçmişinden, tarihî, kültürel değerlerinden uzaklaştırmakta ısrarlı olmak, birlikte yaşama arzusunu zedeler, devlete olan güveni de sarsar.
Yine, Hakkâri'nin Meydan Medresesi 18'inci ve 19'uncu yüzyılda bölgenin en önemli eğitim kurumu olarak hizmet verirken 1925-1950 yılları arasında cezaevi olarak kullanılmış, 1950 yılından sonra da bina tamamen yıkıma terk edilmiştir.
Sayın Bakandan öncelikle Hakkâri Kalesi'nin restore edilerek yeniden halkın hizmetine sunulmasını bekliyoruz. Meydan Medresesi'nin de Hakkâri kültürel binasını yeni kuşaklara tanıtacak bir müzeye dönüştürülmesini ve Yüksekova ilçemizdeki atıl durumda bulunan kültür merkezi binasının da Yüksekova Belediyesine devredilerek bir an evvel hizmete açılmasının sağlanmasını özellikle Sayın Bakandan rica ediyoruz.
Buna benzer bir diğer konuysa ülkemizde hiç gündemden düşmeyen, ülkemizde ve dünyada bir tabiat harikası olarak görülen Hasankeyf'in bu tarihî varlığının kaybolmaması ve bir tarihî kesintiye uğramaması için Bakanlığın üstüne düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmesini beklemekteyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada sözlerime son verirken, sosyal devlet gereği, ülkemizin gerçekliğine uygun, demokratik bir kültür sanat politikasına ihtiyaç olduğu inancındayız. Bütün kesimlerin kültürel değerlerinin korunup kollanması gerekliliğinin esas alınarak sanatın herkes için üretilmesi ve yurt genelinde toplumun bütün kesimlerinin faydalanabildiği alanlar hâline getirilmesi, farklılıklarımızla övünmemize gerçekçi bir boyut kazandıracaktır.
Bütçenin hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Canan.