| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 11.12.2012 |
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum, iyi akşamlar diliyorum.
Vakıflar Genel Müdürlüğümüz, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğümüz, Radyo Televizyon Üst Kurulumuz, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumumuz, Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk Kültür Merkezi, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuyla ilgili bütçeler, Genel Kurulun izlediği gibi, bütün siyasi partilerimiz, onların konuşmacıları tarafından değerlendirildi. Ben de hem konuşulan konular üzerinde hem de kurumlarımızı tekrar tanıtıcı birkaç söz söylemeyi uygun gördüm. Umarım elli dakikayı doldurmayacağım gecenin bu saatinde çünkü, esasen, kurumlarımızla ilgili çok fazla eleştiri yapılmadı. Aslında Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülen konuları bazı arkadaşlarımız tekrar gündeme getirdiler. Belki orada verdiğimiz cevapları tekrar edeceğim ki soru faslında tekrar sorulmasın diye.
Değerli arkadaşlarım, öncelikle kurumlarımızın faaliyetlerini takdir eden, teşvik eden, yönlendiren arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Eleştirisi olan arkadaşlarımıza da bize yön verici olduğu için, ayrıca o eleştirilerine cevap verme hakkımı saklı tutarak, tekrar konuşmalarından dolayı teşekkür ediyorum.
Öncelikle Vakıflar Genel Müdürlüğünden başlamak isterim. Bu konuda eleştirilerde bulunan kadın milletvekilimiz şu anda yok. Biraz önce iPad'den, bir web sitesinde, kendisinin sürekli ismimden bahsederek bana baktığını, benim de "Genel Kurula hitap edin." demem karşısında onun söylediği sözleri içeren bir kayıt gördüm. Dolayısıyla bir yanlış anlamaya mahal vermemek için onu zikretmek istiyorum. Bir defa, İç Tüzük'ümüz gereğince Genel Kurula hitap edilir. "Sayın Bakan" denebilir, isim de belki söylenebilir ama her cümlenin başında "Sayın Bakan Bülent Arınç" diyerek bana dönmeye gerek yok. Ben mahcup bir insanım. Zarif bir hanımefendinin ikide bir dönüp bana bakmasından, doğrusu, sıkılabilirim. Yoksa yani dönüp her defasında bakabilir, benim için bir eksiklik değil.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Bu söz yakışıyor mu size?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ama Genel Kurul adabı içerisinde konuşma yapan bir milletvekilinin, şahsiyetten ziyade Genel Kurula hitap edecek cümleler kullanması lazım.
İkincisi, şu dikkatimi çekti -herhâlde zabıtları okuduğunda kendisi de fark edecektir- bir sözü benim için çok önemli, Sayın Nazlıaka diyor ki: "Vakıflar kapalı kutu, hiçbir şeyden haberimiz yok." Doğrusu, ben buna hiç katılmam çünkü Meclis Başkanlığım döneminden de arkadaşlar bilirler, soru sormasını İç Tüzük kurallarına göre uygun yapan arkadaşlarımızın her sorusuna cevap vermek benim için bir görevdir. 2009 1 Mayısta Başbakan Yardımcısı oldum. 2009'un kayıtlarına, 2010, 2011, 2012, bugüne kadar her yıl 400 civarında sözlü ve yazılı soru önergesi olmuş ve bunların şu anda işlemde olan 6 tanesi hariç hepsine cevap vermişim. İnat ettim, baktım, "Vakıfların kapalı kutu olduğundan bahseden Sayın Nazlıaka acaba bana Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili olarak kaç tane soru sormuş ve ben kaç tane meseleyi gizli tutmuşum?" diye. İnanın, bana hitaben, Vakıflar Genel Müdürlüğünden herhangi bir olayı soru önergesiyle gündeme getirmemiş. Dört yıldır görevdeyim, dört yıldır vakıflarla ilgili bana hiçbir sorusu olmamış. Milletvekillerinin denetim görevi, soru, sözlü soru, yazılı soru, gensoru, bunlarla geliyor ama Sayın Nazlıaka'nın bana hitaben, Başbakan Yardımcısı sıfatımla dört yıldır doğrudan bağlı olan bir kurum hakkında hiçbir soru sormaması ama bugün de "Vakıflar kapalı kutu." demesi, doğrusu benim hak ettiğim bir konu değil. 4 tane sorusu var, Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sormuş; oradan bana havale edilmiş, ben onu cevaplandırmışım ama sordukları sorular burada konuştuklarıyla doğrudan ilgili değil.
TUFAN KÖSE (Çorum) - Ciddi cevap vermiyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - "Acaba Sayın Nazlıaka bana hangi konuda doğrudan bir soru önergesi vermiş?" diye baktım. Sayın Tufan Bey, ona da baktım, "Acaba bu hanımefendi beni Başbakan Yardımcısı sıfatıyla hangi konuda denetlemiş, buldum. TRT'yle ilgili 1 tane soru önergesi var. Hanımefendi orada bana şunu soruyor: "Tosun Paşa filmini izledim, neden dört dakika eksik?" (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türk sinemasının son yıllardaki şaheserlerinden "Tosun Paşa" filmini izlerken dikkat etmiş ve tespit etmiş ki bu filmde bir eksiklik var Sayın Çam. Ben de bu soru önergesine cevap vermişim: "O sırada acil bir son dakika haberiyle film dört dakikalık bir kesintiye uğramış." Ne yapalım, bu da bizim kusurumuz TRT adına.
Değerli dostlar, vakıflar konusu önemlidir. Bütün arkadaşlarımız vakıfların mahiyetini arz ettiler. Özellikle Milliyetçi Hareket Partisinden konuşan arkadaşımız dinî anlamda, inancımız anlamında vakıfların ne içerdiğini çok güzel söyledi. Bir kısmına katılmıyorum ama bizim tarihimiz aynı zamanda vakıf kültürüyle yoğrulmuştur ve medeniyetimizin bir ismi de vakıf medeniyetidir.
2000 yılındaki benim konuşmamı aslında Plan Bütçe Komisyonunda Aydın Ayaydın dile getirdi, kendisine o sözlerimin arkasında olduğumu söyledim. Bu kere aynı konuyu Sayın Nazlıaka da gündeme getirdi. Önemli bir konudur, o açıdan eleştirmiyorum ama benim Sayın Aydın Ayaydın'a Plan Bütçe Komisyonunda verdiğim cevaptan sonra kendisi bizzat geldiler, teşekkür ettiler, bu konuda mutabık olduğumuzu da ifade ettiler. Dolayısıyla, ben tutanaklara geçmiş bütün sözlerimin arkasındayım.
Bugün Vakıfbank'ta, Vakıflar Genel Müdürlüğünün temsil ettiği hisse karşılığında bir hissedarlığımız var. Bu hissedarlığımız karşılığında Vakıflar Bankasından biz karşılığını temettü olarak alamıyoruz, öz sermayeye ekleniyor bankanın mali yapısı, durumu itibarıyla. Ben de Vakıflar Genel Müdürlüğünden sorumlu olan bir bakan olarak şunu söylüyorum: Ben genel bütçeden pay almıyorum. Benim bütçem özel bütçe, yani gelirim ne kadarsa giderim de o kadar. Ben on senede 3.700 tane vakıf eserini restore edip onarmışsam bunu kendi kaynaklarımla yapmışım ama benim Vakıflar Bankasındaki hissemin karşılığı bana para olarak gelirse bütçemin içerisine koyacağım ve onu da yine vakıflarla ilgili konularda sarf edeceğim. Bu konuda oturduk, uzun uzun çalıştık, henüz bir sonuca varmış değiliz ancak "Şöyle bir formül üzerinde durulabilir." denildi. Bu henüz konuşma, tartışma safhasındadır. Yani yüzde 58'e yakın olan hissemizin karşılığı hazine tarafından satın alınsa, bunun karşılığı kâğıt olarak veya bir başka şekilde, yine Vakıflar Genel Müdürlüğünün kontrol edeceği bir hisse olarak kârından istifade etsek, bugün bize gelmeyen temettü payı -eğer böyle olursa- yıllık 250 milyon civarında bize bir gelir getirecek. Doğrudur, yanlıştır, bu bir çalışma noktasıdır. Dolayısıyla, biz Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün bu konudaki katkısını daha da çoğaltabilmek için bir arayış içindeyiz. Sizlerin de böyle bir teklifi, bir düşüncesi olursa, sizi temin ederim, bu konuda da bir çalışma yapabiliriz ama gerçek şudur: Bizim Vakıflar Bankasındaki hissemizin karşılığını nakit olarak alamıyoruz, nema olarak alamıyoruz, temettü olarak alamıyoruz. Bir defa 17 milyon almışız, bir defa 7 milyon almışız, bunlar, affedersiniz, bizim için bir öğle yemeği parası gibi. Ben özel bütçeme daha çok katkı sağlamalıyım ki elimdeki hisselerin karşılığında bununla çok hizmet edebileyim. Ben şahsen bunu düşünüyorum çünkü bize vakıfların yüklediği sorumluluk, mesela akar cinsiden vakıflarda "Bunun bir geliri olmalı ve o gelirden de daha çok vakıf hizmet yapabilmeli." anlayışıdır. Ben daha çok gelir elde edersem, daha çok hizmet edeceğim. Daha çok fakire, yoksula, daha çok öğrenciye, bursa, daha çok yurtlara, daha çok vakıfların bugün yapmış olduğu hizmetlere daha çok vakit ayırabileceğim.
Değerli dostlar, Vakıflar Genel Müdürlüğü konusunda bugüne kadar pek çok bütçede -bu bütçede de oldu- arkadaşlarımız takdirlerini ifade ettiler yani "İyi çalışıyorsunuz. Şunlar şunlar da yapılıyor, bazılarının açılışlarını görüyoruz ama şunlara da dikkat edin." dediler. Ben, yine, genel kanaatin Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün çalışmaları konusunda, daha çok takdir ve teşvik ifade eden düşüncelerin olduğunu biliyorum çünkü vakıflar hepimizin. Eğer biz iyi hizmet edemiyorsak, bu sorumluluğumuz olur. Yanlış yaparsak bunun sorumluluğu bize ait olur ama işleyen, yürütülen faydalı çalışmalar varsa bunları da takdir edin. Marifet iltifata tabidir. Pek çoğunuz bize zaman zaman "Benim seçim bölgemde şöyle bir yer var, şurayla da ilgilenin, buranın da restorasyonu yapılsın, burası da tahsis edilsin." diye talepleriniz oluyor. Biz bunları karşılamaya çalışıyoruz. Bu bizim için bir mevzuat konusudur, yoksa vakıf eseri restore edildikten sonra onun kullanılış amacı çok önemlidir, boş tutamayız. Koruma, kullanma yöntemi, özellikle tarihî eserlerde, kültür ve tarih varlıklarında çok önemlidir. İçinde insan olmayan yapılar süratle çökerler. Her sene restorasyon yapsanız ayakta tutmanız mümkün olmaz. Dolayısıyla "Ayağa kaldıralım, insanlığın ortak malı hâline gelsin ve insanlar bundan daha çok istifade etsinler." diye düşünebiliriz.
Şu anda 42 bin mazbut vakfın, 281 mülhak vakfın, 4.568 yeni vakfın, 165 cemaat vakfının iş ve işlemleriyle denetimini -eksiğimizle yanlışımızla- biz yapıyoruz. Bunun yanında, kültür ve tarih varlığı olarak, vakıf varlığı olarak kayıtlı bulunan han, hamam, medrese, cami, külliye, imaret bütün bunların da restorasyonlarını ve korumalarını elimizden gelen imkânlarla yürütüyoruz.
Sayın Nazlıaka'nın, Vakıflar Kanunu'nun 11'inci maddesinde bir değişiklikten bahseden bir cümlesi de olmuştu. Değerli dostlar, Vakıflar Kanunu'nun 10 ve 11'inci maddelerinde, vakıf yöneticilerinin görevden alınabilme şartları sayılmış. Bunların içerisinde 11'inci maddede de idari para cezası verilmesi hâlinde de 2 defa olursa görevden alınabileceklerinin, asliye hukuk mahkemesine dava açılması suretiyle yapılması öngörülmüş. Bunun ağırlığı söz konusudur. Pek çok vakıf, birtakım ihmaller sebebiyle "Biz şunu veremedik, 2 defa da idari para cezası verdik ama görevden alınıyoruz..." Bütün bu yakınmalar karşısında bir kanun değişikliği düşünülmektedir. Bu kanun değişikliği yapıldığı takdirde idari para cezaları tahsil edilecek ancak görevden alınmaları konusu daha ağır hükümlere bağlanmış olacaktır.
Genel Müdürlüğümüzün Rehberlik ve Teftiş Başkanlığının, 1/1/2003 -yani Hükûmetimiz dönemini alarak söylüyorum bu yılında- 23/11/2012 tarihleri arasında 829 denetim, 141 inceleme yaptığı ve bunların sonuçları da elimizdeki belgelerden anlaşılmaktadır. Yalnız burada Sayın Nazlıaka veya bir başka arkadaşımız, sanıyorum bir başka arkadaşımızdı, "Sosyal yardımlaşma, dayanışma vakıfları ne oluyor?" diye sordular. Sosyal yardımlaşma, dayanışma vakıfları Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızın uhdesindedir. Evet, vakıf olarak denetimlerini biz yapıyoruz ama sadece vakıfların denetimini biz yapıyoruz. Bildiğiniz gibi, projeler karşılığında yapılan işlere bu vakıflardan katkı sağlanıyor. Ancak bunların tamamının hangi bakanlıklarla ilgili olduğunu belki soru önergeleriyle takip ederseniz daha kolay olur çünkü bazen Tarım Bakanlığına göre, bazen Sanayi ve Ticaret Bakanlığına göre, bazen bir başka bakanlığımızın uhdesindeki görevlere göre, yapılan projeler aynı zamanda sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarımız tarafından da takip edilmektedir. Doğrudan bize bağlı olmadığı için ve sadece denetimlerini rutin bir şekilde yaptığımız için arkadaşımızın sorusuna detaylı bir cevap verme imkânım olmadı.
Değerli dostlar, Sayın Mustafa Erdem ilahiyatçı bir arkadaşımız, profesörümüz, bir bilim adamı. Konuşmasını da ilgiyle takip ettim ancak hem onun hem de zaman zaman Plan Bütçede veya bir başka yerde konuşan Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarımın üzerinde çok durdukları bir konu var, bu konu bence yanlış. Eğer bu konuyu bir parti politikası olarak da benimsiyorlarsa -burada grupları adına konuştukları için söylüyorum- ileride iktidara gelme cehdiyle, azmiyle, ümidiyle bugün muhalefet partisi konumunda olan bir partinin hem Türkiye'de hem de dış dünyadaki algısının olumsuz olacağını düşünüyorum, şu sebeple: Sayın Erdem, şu yeni açılan kiliseler, ayinler, Rusya'dan getirilen çanlar, bütün bunları sayıyor ve vakıflara, azınlık vakıflarına gayrimenkullerinin iadesini de içerisine koyuyor ve "Azınlık vakıf mallarının iadesi züldür." gibi bir hüküm kullanıyor. Züldür yani "Bunu yapan zillet içindedir, bunu yapan zelildir." anlamında. Bir ilahiyatçı "züldür" kelimesinin anlamını herhâlde hepimizden çok daha iyi bilir. Bunu kesinlikle reddediyorum ve bu sözü kendilerine iade ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Bu şeref de size yeter Sayın Bakan!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bizim yaptığımız, hem kanunlarımız çerçevesinde hem uluslararası hukuk normları içerisinde hem de Vakıflar Kanunu'muzun hükümlerine uygun olarak yaptığımız işlemlerdir. Biz, Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak geçmişten bugüne birlikte yaşadığımız ve birlikte yaşamanın en güzel örneklerini verdiğimiz bir medeniyetten geliyoruz. Eğer sizin düşünceniz hâkim olsaydı, bugün Mardin'i göz ardı etmemiz lazımdı, Hatay'a inanmamamız lazımdı, Gaziantep'i, Kayseri'yi haritadan silmemiz lazımdı. Unutmayın ki Türkiye'de cami duvarıyla kilisenin ve havranın birbirine bitişik olduğu illerimiz var. Bu topraklarda Ermeniler yaşadı, Rumlar yaşadı, Museviler yaşadı; şu anda Süryaniler var, Keldaniler var, Maruniler var. Ben bunlarla 10 defa toplanmış bir insanım. 41 tane farklı etnik grup ve farklı inanç gruplarının Türkiye'de geçmişten bu yana yaşadığını biliyoruz. Bu, bizim için bir zenginliktir. Bu, Türkiye'nin tarihinde birlikte yaşamanın bugün bütün dünyaya örnek göstereceği çok güzel bir hadisedir.
Azınlık vakıflarına mallarını iade etmek hukukumuzun gereğidir. Yeni Vakıflar Kanunu 2008'de çıktı. Bu kanunun pek çok maddeleri için Cumhuriyet Halk Partisi de Milliyetçi Hareket Partisi de Anayasa Mahkemesine gitti. Anayasa Mahkemesi bunların hepsini reddetti. Bir tane kabul ettiği madde var, teftiş kurulu başkanının atanma usulü ama esas noktalarda Anayasa'ya aykırılık tespit etmedi.
"Azınlık vakıfları" dediğiniz şeyler cemaat vakıflarıdır. 30'lardan önce de 40'lardan önce de 20'lerden önce de Türkiye'de cemaat vakıfları vardır. Yeni kanunumuz bunların sayısını tespit etti, 165 olarak belirledi ve sonunda bu vakıfların bir temsilcisi olarak da bugün "Laki Vingas" ismiyle bir Rum yurttaşımız Vakıflar Meclisinde onların temsilcisi olarak bulunuyor.
Geçmişten bu yana bütün süreci takip ettiğimizde, o cemaat vakıflarının da, Türkiye'de -Osmanlı Dönemi olsun, daha sonraki dönemlerde olsun- hukuka uygun olarak kurulduklarını, içlerinde hastane, okul, başka gelir getiren pek çok gayrimenkuller edindiklerini biliyoruz. Bir zamanlar bunlar? Anayasa Mahkemesi kararları da pek çoğu hakkında var, başka kararlar da var ama idari kararlarda hazineye intikal etmiş olduklarını da biliyoruz. Biz AK PARTİ Hükûmeti olarak hak neredeyse onu vermek? Buna inandık ve bundan doğru bir yola girdik. Hakları mıdır? Haklarıdır. Kimin hakkıdır? Cemaat vakıflarının. Ne kadarı? Ellerindeki belge, bilgilerle kendilerine ait olduklarını ispatladıklarında verdikleri beyannamelerde mülkiyet olarak onların olduğu tescil edilen şeyleri vermeye başladık.
Ama bugüne kadar 1.500 tane müracaat olmuş. Şu anda -hatırımda yanlış kalmadıysa- 118 civarında gayrimenkulleri kendilerine iade ettik. 28 Ağustosta da süre bitti.
Bizim için önemli olan, Türkiye'de yaşayan ve bizim kanunlarımıza göre hak sahibi olanlara haklarını vermektir. Bu bir zül değil, hukukun gereğidir, insanlığın gereğidir. Biz bunu yapmakla iftihar ediyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, yine değerli arkadaşımız yetimhaneden bahsettiler. Yetimhane, Büyükada'daki Rum Yetimhanesi Sultan Beyazıt Vakfı'ndan mukataalı olup? Bir bilgiyi de ifade ettiler; doğru ama arkası başka türlü. Evet, Büyükada Rum Yetimhanesi Sultan Beyazıt Vakfından mukataalıdır ama Osmanlının son döneminde Rum tebaalı bir azınlık tarafından satın alınmıştır. 1902 yılında Yani oğlu Kont Mavcora Bozdari Vakfına intikal etmiştir. Sonradan bizim elimize geçti ve biz, bununla ilgili olarak Patrikhanenin ve diğer kurumların pek çok açtığı davalardan birisine muhatap olduk. Sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bunun sahibine iadesi veya bedelinin ödenmesi gibi bir karar verdi. Oturduk, düşündük ve kendilerine iade ettik. Rum Yetimhanesi yani Patrikhaneye bağlı olan Büyükada'daki Rum Yetimhanesi hemen hemen bir buçuk yıldan bu yana onların mülkiyetine geçti. Bu da ayıplanacak bir şey değil. Hak, haklının en mukaddes malıdır. Biz buna inanıyoruz ve bunun, hukukun gereği olarak yapıyoruz.
Değerli dostlar, bakınız, Ermeniler bu topraklarda yaşadı, Rumlar da yaşadı. Benim eski seçim bölgem Manisa'nın pek çok köyünde "Rum köyü" olarak bilinen yerler de var, başka yerlerde de var. Bunlardan sıkılmamak, utanmamak lazım. Bir hatıramı anlatayım size; Sayın Hamzaçebi de tam karşımda oturuyor: Gazeteci Hrant Dink alçakça öldürüldü. Buna gönülden inanan bir insanım. Meclis Başkanıydım; Bakırköy Kaymakamını yanıma aldım, evlerine taziyeye gittim. Sayın Hamzaçebi de eşiyle birlikte oradaydı. Sonra vedalaştık. Benim orada hissettiğim şu oldu: Eşine baktım, annesine baktım, kızına baktım, gelinine baktım, herhangi bir Anadolu evinden farklı değildi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yıllardır bu topraklarda yaşayan insanların, yıllardır etnik kökeni ne olursa olsun bizimle bütünleşmiş olan insanların evinde Anadolu evinin kokusunu aldım.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Onun öldürülmesine sebep olanları ombudsman yaptınız!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Dolayısıyla?
Bir şey mi söylediniz?
BÜLENT TURAN (İstanbul) - O sürekli söyler.
VELİ AĞBABA (Malatya) - Onun öldürülmesine sebep olanları ombudsman yaptınız!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yani bunun karşılığı söylenecek bir şey mi bu sizin söylediğiniz?
Değerli arkadaşlar özür diliyorum, beyefendinin sözlerini?
Değerli arkadaşlar, müsaade ederseniz sözümü bu noktada tamamlamak istiyorum ama MHP'nin şu konuya dikkat etmesini tavsiye ederim: İktidara gelecek veya gelmesi mümkün, düşünülen, onun için çalışılan bir parti, yarın iktidara geldiğinde?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Hepsini geri alacağız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Hepsini geri alacaksın. Tamam, bunun zabıtlara geçmesini istiyorum.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - İktidara geldiğimizde hepsini geri alacağız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - MHP'nin bir milletvekili MHP sıralarından diyor ki?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Hepsini geri alacağız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - "Verdiğiniz gayrimenkullerin hepsini geri alacağız." tutanak kâtipleri, unutmayın.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Evet Sayın Bakan, aynen öyle.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Cemaat vakıflarının hepsini kapatacak mısınız?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Biz biliriz o zaman hangi cemaati kapatacağımızı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yok, yok, devam edin, cesaretiniz kırılmasın.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Bakan, hangi cemaati kapatacağımızı biliriz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Hepsini kapatacaksınız.
Peki, Türkiye'de azınlıkların yaşamasına imkân ve fırsat?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Ben gayrimenkullerinden bahsediyorum Sayın Bakan, dolaştırmayın lafı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Tamam, her gayrimenkulün bir sahibi var.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Lozan'a aykırıdır o.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yani gayrimenkulleri tarla, bahçe olarak mı düşünüyorsun? Bırakın, suçüstü yakalandınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Lozan'a aykırıdır o verdiğiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Eğer iktidara gelmeyi düşünüyorsanız bir parti olarak, bu sözleriniz, sizin, hem Türkiye'de hem de yurt dışında hangi zihniyete sahip olduğunuzu gösterir.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Seçim meydanlarında da anlatacağız, onların verdiklerini biz geri alacağız diyeceğiz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Çok iyi olur, çok iyi olur, aman bunu ihmal etmeyin. Ama önce bir Genel Başkanınıza danışın yani parti kararı hâline getirin. Ben sadece tutanakta sizin isimlerinizin, sözlerinizin bulunmasını istiyorum.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Evet efendim, tutanakta bulunsun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Mustafa Erdem de zannediyorum aynı kanaattedir, sözlerine bakarak söylüyorum.
Değerli arkadaşlar, öyle batıp kaçmak yok, topu taca atmak yok.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Biz taca atmıyoruz, direkt söylüyoruz Sayın Bakan, geri alacağız.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bu söyledikleriniz, bizi zül addeden işler yaptırıyorsa bu zilleti kabul etmiyoruz, asıl bu düşünce zillettir, ben bunu teşhir etmek istiyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Verenler zül yapmışlardır.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Lozan'a da aykırıdır bu verdiğiniz gayrimenkuller.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bırakın, bırakın. Konuşuyorsunuz, zapta geçiyor. O yüzden herkes söylediği sözün kıymetini bilmeli, nereye varacağını düşünmeli, yaptığı işin doğru mu, yanlış mı olduğunu da herkes okumalı ve görmeli. Atıp tutmanın, bizi zilletle suçlamanın bir faturası olmalı.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Bakanım, hakaret ediyorsunuz. Atıp tutmak değil, laf söylüyorum Sayın Bakanım, hakaret ediyorsunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, vakıflar konusunda?.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Saygıyla hitap ediyorum, siz hakaret ediyorsunuz. Öyle mi Sayın Bakanım?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Anlıyorum sizleri, anlıyorum, anlıyorum değerli arkadaşlarım.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Sayın Başkan, dinleyemiyoruz, lütfen müdahale eder misiniz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, vakıflarımız görevini yapıyor, yapmaya da devam edecek. Gelirlerini arttıracağız, inşallah çok daha büyük hizmetler yapacağız. Bütün Anadolu'nun her köşesini en güzel hizmetlerle süsleyeceğiz.
BDP'den konuşan arkadaşımızın bu sözlerini sizin sözlerinizle biz nereye koyacağız? Yani biz bu ülkede yaşayan insanların yurt dışına gidenlerini bile "Vatanınıza dönün, toprağınıza dönün." diye teşvik ettikçe sizin bu konuşmalarınızı duyan insanlar neye karar verecekler? Böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar?
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Anadolu milletler topluluğu mu kuruyorsunuz Sayın Bakan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Vakıfların alnı açıktır, başı diktir. Hamdolsun görevini Anayasa ve mevzuat içerisinde de yapıyor.
Sayın Özcan Yeniçeri'nin her zamanki hareketli ve insanı rahatlatan konuşmasını dinledim yani hepimiz büyük bir hayranlık içerisinde? Tarih şuuru ve bilinci içerisinde bir konuşma yaptı. Sadece, bir tarihçi ve profesör olduğu için, yine bir tarihçi ve profesörden bana iletilen bir notu okuyayım da bu gecenin bir bereketi olsun. Çünkü diyor ki: "Bir Türk efsanesi olan Ergenekon bir terör örgütünün adı gibi gösterilmektedir." Ergenekon'un Türk efsanesi olduğunu şahsen hepimiz düşünür ve böyle zannederdik. Oysa bir tarihçi profesör diyor ki: "Örgüte bu adı kendisi vermiş, o ayrı ama Ergenekon bir Türk efsanesi değildir." Hocam, ne olur tepki göstermeyin de inceleyin bunu. "Doğru telaffuzu `Ergine kun' olup Moğolca `yalçın kaya' anlamına gelir." Aman ya Rabbi! "Moğol dönemini yani 1227'den sonrasını kayda geçiren Farsça kaynaklarda geçer. İranlı tabip tarihçi Reşidüddin'in `Cami'üt-Tevarih',`Genel Tarih' adlı eserinde geçiyor, ölümü 1318 miladi. Bundan da Hive Hanı Ebulgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk'ünde de geçer." Vallahi ben bunun yalancısıyım yani Ergenekon'a bir Türk efsanesi deyip bu yorumlarınıza devam ederken bir de bunun bir Moğol efsanesi olduğunu araştırırsanız çok daha iyi olacak hocam.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Hangi tarihçi söylemiş?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Çok daha iyi olacak.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Hangi tarihçi, ona bir bakalım.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ah, aman, inşallah?
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Biz onu öyle kabul etmişiz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ha, kabul ettiniz.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - O bizim müktesebatımız olmuş.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Hangi tarihçi, onu sordum Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Söyledim.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Yani deminki yazıyı yazan hangi tarihçi?
MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Size notu gönderen tarihçi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bu önemli bir tarihçi sizin gibi, yani kurum başkanlığı yapanlardan birisi.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - İsmi ne?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Kim, kim efendim, kim? Var mı öyle bir tarihçi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yahu, adamın adını söyleyeyim de dövesiniz mi kardeşim?
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Bana söylediğinizi siz yapıyorsunuz, atıp tutuyorsunuz orada.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Size gerçekten bahsediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Atıp tutuyorsunuz Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yahu, sen burada yazılı olana bak, Allah Allah...
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Sayın Bakan, adını verin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bırak hocam ya, on sene bu kurumun başında bulundun. Bu doğru mu, yanlış mı onu söyleyeceksin, bırak Allah aşkına!
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - İsim verin. Sayın Bakan, isim verin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bırak! Hikâye anlatmayacağız bundan sonra, bunların üzerinde konuşacağız.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Atıp tutuyorsunuz o zaman siz de.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Türk efsanesi mi, Moğol efsanesi mi? Sadece onu soruyorum. (MHP sıralarından gürültüler)
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - 100 kişi başka şey yazıyor, 1 kişi başka şey yazıyor.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - İsim verin Sayın Bakan.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Kim yazdı, niye söylemiyorsunuz?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakınız Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu üzerinde Sayın Gürkut Acar'ın konuşmasını, Ali Haydar Öner Bey'in konuşmalarını hep dinledim. Bunlar Plan ve Bütçe Komisyonunda da kuruldu.
Bakınız "Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna ait hesaplar İş Bankasından neden alındı?" diyor Sayın Gürkut Acar. O da mı gitti?
Onu söylemiştim, 7 Mayıs 2012 tarih ve 28258 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan Kamu Haznedarlığı Genel Tebliği'ne göre kapsam dâhilinde olan Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu Tebliğin 5'inci maddesine göre tüm paralarını kamu bankalarında tutmakla yükümlüdür. Bu yükümlülük gereği İş Bankasında yer alan Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna ait hesaplar Halk Bankası ve Vakıfbank'a aktarılmıştır yüzde 8,75 faizle. En çok faizi veren iki bankaya aktarılmıştır ama sıkıntınız "Neden İş Bankasına değil de bu iki bankaya?" Onun cevabı da kamu bankaları olması sebebiyle. Kamu Haznedarlığı Genel Tebliği'nin gösterdiği şey yerine getirilmiştir, yerine getirmeyen idareciler hakkında da cezai takibat var.
"Atatürk'ün hiç ismi geçmiyor." buyurmuşsunuz Sayın Acar. 664 sayılı Kanun Hükmünde "Kararname'yi arkadaşlara, tek tek altını çizerek, tekrar kontrol ettirdim, bu kararnamede 41 defa Atatürk'ün adı geçmektedir, insafsızlık yapmayalım.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Ali Haydar Öner de, aslında, yine, Plan ve Bütçe Komisyonunda söylediği ama tekrarında fayda gördüğü sorularını soruyor. Ben de "Ettekrarü vel ahsen, velevkâne yüzseksen." diye bir söz var, söyleyeyim. "Atatürk Uluslararası Barış Ödülü neden verilmemektedir?" Suçu biz değiliz, 2000'den bu yana verilmiyor. Neden? Çünkü, bizim kanun hükmünde kararnamemizden önce, hem 83'teki kanun hem de sonraki kanun hükmünde kararnamenin pek çok maddesi iptal edildi. O maddeler iptal edildiği için de biz kanun hükmünde kararnameyle bu kurumları yeniden düzenledik. Bakınız, ne oldu? Atatürk Yüksek Kurumunun bu oluşumunu düzenleyen 5'inci maddesi iptal edilmesi sebebiyle, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü Kurulu oluşturulamadığı için yani kanundaki boşluk sebebiyle 2000 yılından beri ödül verilemedi. Kararname çıktığı için şimdi Atatürk Uluslararası Barış Ödülü Yönetmeliği Resmî Gazete'de yayınlanmak üzeredir. Bizzat imzamla gönderildi, bugünlerde bu ödülün usul ve esaslarını düzenleyen bir yönetmeliği hep beraber göreceğiz.
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Mursi'ye verirsiniz, Mursi'ye!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - "10-15 Eylül 2007 tarihleri arasında toplanan bir bilimsel çalışmanın neden kitapları basılmadı?" diye sormuştu. Bakınız, onlar da basılmış; Dil Bilimi, Dil Bilgisi, Dil Eğitimi; Çevre, Kentleşme Sorunları; Kültürel Değişim, Gelişim, Hareketlilik vesaire. 2008 yılında şundan şu kadarcık, 2009 yılında şu kadarcık, 2011 yılında da 11 cilt yayınlanmış, şu anda da 7 cilt basıma hazır hâle getirilmiştir. Basıldığı zaman Sayın Ali Haydar Öner'e de arkadaşlarımıza da birer takım takdim edeceğiz.
Bir soruyu ısrarla soruyor, hâlbuki kendisi çok iyi bir araştırmacı parlamenter, valilik yeteneklerinin yanında. Mesela, "Şurada bir toplantı yapıldı, eskiden şu kadar kalabalık katılırdı ama bu sefer az katıldı, buna rağmen de 2 misli fatura ödendi." Allah'tan korkalım, bunu araştırmak o kadar kolay ki, toplantının yapıldığı yer, otel, şu karşımızda. Bir Başbakan Yardımcısının sözüne inanmıyorsanız, kurumun verdiği kayıtlara inanmıyorsanız, yanınıza birkaç şahit alır, şu karşıdaki otele gider, otel kayıtlarından, fatura karşılığı ne kadar ödendiğini ortaya koyarsınız.
Ama, ben tekrar okuyayım: 7'nci Uluslararası Türk Dil Kurultayı için yurt içi ve yurt dışından olmak üzere, toplam 736 katılımcı başvuruda bulunmuş. Kurultay bilim kurulu tarafından değerlendirilen bu bildirilerden 206'sı kabul edilmiştir. Kurultaya yurt içinden 126 bilim adamı, yurt dışından ise 80 bilim adamı katılmıştır. Kurultay, birçok etkinlik, kongre ve sempozyumun yapıldığı Bilkent Otel ve Kongre Merkezi'nde gerçekleştirilmiştir. Kongre dört gün sürmüştür. Farklı ülkelerden gelen bilim insanlarımıza ülkemizi ve kültürümüzü tanıtmak amacıyla önemli tarih ve kültür varlıklarının bulunduğu Kapadokya'ya da bir günlük gezi düzenlenmiştir. Bu kurultayın devam ettiği süre boyunca Ankara Bilkent Otel ve Kongre Merkezi'nde 200 kişi konaklamıştır. Katılımcılardan 200 kişi için konaklama ücreti, 90 kişi içinse yol ücreti ödenmiştir. Kontrolü otel kayıtları aracılığıyla yapılabilir. Sayın Öner, lütfederseniz, inşallah, çok memnun olacağım.
Değerli arkadaşlar, söz vermiştim elli dakikayı tam kullanmayacağım diye ama bu kadar canlı sorular olunca?
Sayın Gürkut Acar, yine "Türk Tarih Kurumu asıl vazifesi olan Atatürk'ü, Atatürkçülüğü anlatsın. Esas bu vazifesini yapsın. Bunları, görevlerini yerine getirsin." Bunlar güzel şeyler. Söylediğim gibi, kanun hükmünde kararnamenin, kurumların teşkilatını düzenleyen, amacını düzenleyen yapısına baktığımızda bunu fazlasıyla gerçekleştirdiğini zaten görüyoruz.
"İş Bankası hileyle ele geçirilmek isteniyor." deniyor. Bu neredendir, hangi haberdendir, neden böyle bir kanaate varılmıştır, gazetelerin ekonomi sayfalarındaki dedikodulardan mı yola çıkılmaktadır? Doğrusu bunu düşünemiyorum ama İş Bankasını sadece CHP'yle özdeş hâle getirmek bence doğru değil. Unutmayalım ki -tarihen sabittir- İş Bankasının kuruluş sermayesinde Hint Müslümanlarının da büyük payı vardır. 750 bin sterlin göndermişlerdir. Bunun 500 bin sterlini Moskova'dan silah alımı için ödenmiş, Ali Fuat Cebesoy vasıtasıyla kullanılmıştır. 250 bin sterliniyle de Celal Bayar'a verilmiş ve bankanın kuruluşu gerçekleştirilmiş. Böylesine önemli bir bankamızın yıllardan beri de çok kârlı, verimli bir şekilde çalıştığını biliyoruz ama buradan Atatürk'ün vasiyetiyle Dil Kurumuna ve Tarih Kurumuna tahsis edilen kısım, unutmayın ki ancak mahkeme kararıyla alınabilmiştir. Mahkeme kararı sebebiyle yedi senede biriken paralar alınmış ve her sene de alınmaya devam edilmektedir.
AK PARTİ'nin çekirdek kadrosunun tümünü laiklik ve Atatürk düşmanı olarak nitelendiriyorsunuz; bu sizde bir saplantı hâlinde. Plan ve Bütçe Komisyonunda da bu tür konuşmalar yaptığınız zaman size şunu söylemiştim: "Siz Antalya milletvekilisiniz. Antalya'nın Gündoğmuş'unda, Antalya'nın Serik'inde, Korkuteli'nde, yörük köylerinde, kasabalarında bu konuşmanızı yaparak mı seçildiniz, yoksa özel nedenlerle mi milletvekili oldunuz?" diye şimdi bu soruyu tekrar size soruyorum aynı konularda saplantı içinde olduğunuzdan dolayı.
Değerli arkadaşlarım, "Danışma Kurulu niye toplanamadı?" Toplanıyor. Bütün bunları da söyledim.
"Türk Dil Kurumu edilgen bir yapıda, bütçesi çok az. Türk Dil Kurumu sözlüklerinde ayrımcılık kokan ifadeler var." Bu da değerli hemşehrim, Manisa Milletvekili Sakine Öz'e ait.
Sakine Öz Hanımefendi, ayrımcılık yapmadığımızı ben söyleyeyim ama geçende sizin ağzınızdan çıkan bir sözün kesinkes ayrımcılık olduğunu düşünüyorum. Bundan dolayı sizi eleştirmek istiyorum. Sözlerinizi tekrar bir kontrol edip yola devam etseniz iyi olur. Siz diyorsunuz ki: "Aleviler AK PARTİ'ye oy vermez." Olabilir, doğrudur ama Alevileri AK PARTİ'ye oy vermeyecek bir grup olarak ayrımcılık yaparsanız, birisinin de canı sıkılır, size "Sünniler de CHP'ye oy vermez." diyebilir. Birincisi ne kadar yanlışsa ikincisi de o kadar yanlıştır. Kendinize gelin! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Alevi kardeşlerimizin oyları üzerinde ipotek mi koyuyorsunuz!
KAMER GENÇ (Tunceli) - Sen de aynı seviyeye düştün.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Onların oylarına sahip çıkmak adına böyle bir yanlışlığı nasıl yapabilirsiniz! Kendi partinizden bir sorumlu insanın "Hanımefendi, bu nasıl sözdür? Kendinize gelin." demesi gerekirken, hâlâ bu söze karşı, bir CHP yetkilisinin "Sen neyi temsil ediyorsun? Bu sözü nasıl konuşuyorsun? Türkiye'de vatandaşların oylarının hangi partiye gideceği konusunda sen nasıl bir ayrımcılık yapabilirsin?" dediğini ben şahsen duymadım. Dolayısıyla iyi ki burada konuştunuz, bunu söylemeye fırsat buldum. Sayın Öz, ayrımcılık yapmayın. Aleviler hangi partiye oy vereceğini senden de iyi bilir?
KAMER GENÇ (Tunceli) - Sen ayrımcılık yapma, en büyük ayrımcı sensin Bülent.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - ?ben de çok iyi tahmin edebiliyorum ama bu ülkeyi bölmenin, bu ülkenin siyasi rantı üzerinde belli bir inanca ayrıcalık yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Toskay ve bazı arkadaşlarımız da RTÜK'le ilgili olarak birtakım şeyler söylediler. RTÜK bir üst kurul, düzenleyici ve denetleyici kurul. Yaptıkları var, yapamadıkları var. Bizi Radyo Televizyon Üst Kurulu olarak yayın ilkelerimiz bağlıyor. 8'inci maddede pek çok sayılmış madde var. Bunlar yani bu yayınlar, radyo ve televizyon yayıncılığı şuna şuna aykırı olamaz diyor. Radyo Televizyon Kurulu, hem kendi hattından hem kendi uzmanları marifetiyle hem de şikâyetler üzerine bunları takip ediyor, raporlar tanzim ediyor ve bu raporlar gereğince de kanunun kendisine verdiği müeyyideleri kullanıyor. Dolayısıyla, Sayın Başbakanın "Muhteşem Yüzyıl şöyledir." demesi, ta fragmanları dönerken benim "şöyledir" demem bir tarafa, bu konuda bence tek yetkili olan Radyo Televizyon Üst Kuruludur. Dolayısıyla, Radyo Televizyon Üst Kurulunun kendi yayın ilkeleri doğrultusunda -ki, kanun çıkalı daha iki sene olmadı- ve bu madde üzerinde çok büyük tartışma da olmadı. CHP, Anayasa Mahkemesine gitti "müstehcenlik" kelimesi sebebiyle, Anayasa Mahkemesi reddetti. Hiçbir maddeyi de iptal etmedi. Radyo Televizyon Üst Kurulunun kanunu şu anda yürürlükte. Bu kanunda yayın ilkelerinde yasaklanan, doğru olmadığı söylenen ne varsa ona göre Radyo Televizyon Üst Kurulu gerekeni yapacak.
İzdivaç programları Sayın Turgay Develi'ye göre "rezalet", benim için de öyle çünkü bu konuda da zaman zaman konuşanlardan bir tanesiyim. Öncelikle kadın haklarına karşı, kadının kendisine karşı, aşağılatıcı, küçültücü bir şey bu. Yan yana getiriyorsunuz, birbirlerine laf söyletiyorsunuz, "beğendim", "beğenmedim" oluyor. Bunlar çok yanlış şeyler. Geçende de bir programda umulmadık bir şey oldu, herkesin ağzı açık kaldı. Olabilir. Demirel öyle diyordu: "Taş da düşebülü, ayı da çıkabülü." diye Kastamonu şivesiyle bir şey söylerdi. Adam Hollanda'dan katılıyor, "Kime talipsin?" diye sordular; hiç akla gelmeyen bir şey söyledi. Bu iş böyledir arkadaşlar. Bu programları?
HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Seyrediyorsunuz galiba.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Efendim?
Tabii. Web sitesine girdiğin zaman en son habere bakın, -bir de reklam yapmış olayım, RTÜK sakın bir şey yapma- en son habere girerseniz, bugün Sayın Nazlıaka'yla biz nasıl tatlı bir tartışmayı yaptık, anında koymuşlar; Hollanda'dan katılıp da kimi beğendiğini söyleyen adamın da orada yeri var. Ben de bunları takip ediyorum çünkü en son haberin Türkiye'de ne olduğunu bilmek gibi bir görevim var, yoksa meraklısı değilim. Ama Radyo Televizyon Üst Kurulunun bu konuda neler yaptığını ben size söyleyeyim. İzdivaç programlarına nasıl izin veriliyor? Arkadaşlar, şöyle bir yanlış anlama var: Biz, yayınlar başlamadan önce hiçbir hakka sahip değiliz. O zaman zaten sansürcülük olurdu. O zaman siz hepiniz ayağa kalkar, "Sansürcülük var, daha yayınlanmadı, daha ne olduğunu bile bilmiyoruz." derdiniz. Yayınlanıyor, biz ondan sonra Radyo Televizyon Üst Kurulunu göreve davet ediyoruz. Bakınız, bu izdivaç programından dolayı çok meşhur bir televizyon kanalına bir uyarı, 650 bin lira idari para cezası; yine bir başkasına bir uyarı, 536 bin lira idari para cezası; birkaç tanesine uyarı; birkaç tanesine 200 bin küsur civarında bir idari para cezası verilmiş; bunlarla ilgili olarak 1.875 bildirim yapılmış, şikâyetlerin yüzde 3'ünü de bu oluşturmaktaymış. Onu da bir teknik bilgi olarak sizlere sunmak istiyorum.
Kanal 24'le ilgili, Sayın Develi'nin?
KAMER GENÇ (Tunceli) - Meclis'e soy ismi Arınç olan kimse almadın mı? Cevap versene? TRT'yle ilgili sana bir soru vermiştim, diyorum ki: Ankara Belediyesinden TRT'ye adam alındı mı? Niye soruma cevap vermiyorsun Bülent?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yahu sen kendi seçim bölgende bile yuhalanmış adamsın, bana soru mu soruyorsun sen? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Otur yerine Allah aşkına. Sen kimsin be! Hadi oradan, utanmaz adam!
Sayın Turgay Develi'nin Kanal 24'le ilgili bir sorusu var.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Ondan sonra da çıkıp burada dürüst şeyler söylüyormuş gibi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Başkanım?
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, lütfen müdahale eder misiniz?
BAŞKAN - Sayın Genç, tamam.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Tunceli'de konuşamıyorsun buraya mı geliyorsun akşamın bu saatinde? Hadi oradan!
KAMER GENÇ (Tunceli) - Hadi sen oradan!
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Nerede, fenerin nerede bu akşam?
BAŞKAN - Sayın Genç, lütfen dinleyelim.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Develi, bekliyorsunuz değil mi cevabı?
TURGUT DİBEK (Kırklareli) - Elli dakikayı kullanmayacaktınız Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Efendim?
TURGUT DİBEK (Kırklareli) - Elli dakikayı kullanmayacaktınız, on dakika kaldı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bitireyim mi? Sıkıldınız?
KAMER GENÇ (Tunceli) - Ya, sen burada tiyatro mu oynuyorsun?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ama sözümü kesiyor.
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Biz dinliyoruz efendim, lütfen.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Peki.
Kanal 24, uydu yayın lisansı çok il kablolu yayın lisansı olan, karasal ortamda ulusal yayın tipinde başvurusu olan, bu başvuruya istinaden 38 yerleşim yerinde yayın hakkı olan bir kuruluştur. İzinsiz yayınlarla ilgili, kuruluş hakkında da Radyo Televizyon Üst Kurulu tarafından suç duyurusunda bulunulmuş olup hukuki süreç devam etmektedir. Yani bazı yerlerde yayın hakkı var, bazı yerlerde yayın hakkı olmadan yapmış, sizin ifade ettiğiniz gibi, orayla ilgili olarak Radyo Televizyon Üst Kurulu da bir suç duyurusunda bulunmuş.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Borcunu söyleyin.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Adil Kurt arkadaşımız?
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Bir de Kanal 24'ün borcunu söyleyin, borç sıralamasını sayın.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Borcuyla ilgili bir rakam yok.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Yok değil mi?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yok.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Bir dahakine, öğrenirseniz söylersiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Adil Kurt arkadaşımız "TRT Kürtçe korsan yayın yapıyor." demişsiniz. Anlayamadım doğrusu, niye Kürtçe korsan yayın yapsın? 2008 yılında çıkan kanunda hepimiz biliyoruz ki Türkçe dışında başka dillerde de yayın yapma konusu gündeme geldi ve bu kanun, 5767 sayılı Kanun'la Türkçe dışında farklı dil ve lehçelerde yayın yapma mümkün oldu. Bugün biz sadece Kürtçe yayın yapmıyoruz ki Arapça da yayın yapıyoruz, aynı zamanda Özbekçe, Kazakça, Türkmence, Azerice, Özbekçe, Kırgızca, Boşnakça, Arnavutça, 8 dilde de yayın yapıyoruz.
MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Bir de Meclisi yayınlayabilseniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yani kanuna "Kürtçe yayın yapar." diye mi yazmalıydık? Bundan dolayı mı korsan yayın yaptığımızı söylüyorsunuz? Herhâlde dillerin hepsini buraya yazacak hâlimiz yok. "Türkçeden farklı dillerde yayın yapılır."ın yasal altyapısı da 2001 yılında yapılan anayasa değişikliğinden sonra oldu. Yani bütün bunları bir gelişme olarak görmemiz lazım.
Değerli arkadaşlarım, Adil Kurt arkadaşımız Çağdaş Kaplan isimli bir gazeteciden bahsetti. Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığım konuşmayı tekrar getirttim. Ben burada çok isim vermişim ama "Çağdaş Kaplan" diye bir isim vermemişim. Sadece "Erol Zavar" var ki, sizin tarif ettiğiniz suça uyuyor. Bir müteahhidin silahla tehdit edilerek kaçırılıp örgüt evine götürülmesi? Acaba, isim yanlışlığı mı yaptınız? Ben bunu "Erol Zavar" olarak okumuşum ama diğer kişi hakkında nasıl bir iddianame var, nasıl bir dava var, onu doğrusu bilmiyorum. Ama genel olarak bazı arkadaşlarımız sordular, isterseniz bir iki dakikayla da basın mensubu veya gazeteci olarak cezaevinde bulunduğu ifade edilen kişilerle ilgili kanaatimi ifade edeyim:
Geçtiğimiz günlerde, Uluslararası Basın Enstitüsünün yurt dışındaki temsilcileriyle, Türkiye'deki komite üyeleri de geldiler, onlarla da bu konuyu konuştuk. Onlarla konuştuğumuzda da ifade ettim, benim verdiğim bilgiler; bir, basın yayınla ilgili olan bir Başbakan Yardımcısı olarak bildiklerimdir. İkincisi de, Adalet Bakanlığının kayıtlarıdır. Aslında Adalet Bakanlığı kayıtları da CPJ raporu dikkate alınarak hazırlanmıştır. Yani Gazetecileri Koruma Komitesi'nin "Türkiye'de pek çok gazeteci basın özgürlüğü olmadığı için cezaevindedir." açıklamasına karşı hazırlanmış bir açıklamadır. Bunun temelinde, geçtiğimiz yıl yapılan açıklamada "
Bir, gazetecilik bir meslektir, basın kartı olmasına da gerek yoktur. Bir gazetede yazan, faaliyetini gazetecilik faaliyeti olarak yürüten insanlara gazeteci denebilir. Bütün bunların bir kanun çerçevesinde ne yaptığının, ne yapmayacağının irdelenmesi konusunda uluslararası sözleşmelere bakmamız lazım. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne baktığımız zaman genelde ifade ve basın özgürlüğünün hangi şartlarda tahdit edilebileceği öngörülmüş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında da bunlar tek tek anlatılmıştır. Dolayısıyla, Türkiye'de, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu başta olmak üzere bu kanun ve bazı idari para cezası getiren kanunlarda düzenlemeler var ama Basın Kanunu içerisinde, Radyo Televizyon Üst Kurulu içerisinde şahsi hürriyeti bağlayıcı hiçbir ceza yok. Bir gazeteci adi suç işleyebilir, yani herkesin işleyebileceği suçlar; trafikte kaza yapar, adam öldürür, cinayet işleyebilir, soygun yapabilir, gasp yapabilir, bunu her meslek yapabilir. Bunların karşılaştığı cezalar Türk Ceza Kanunu'nda zaten sayılmıştır. Bunun dışında, Türk Ceza Kanunu'nda, adli soruşturmayı ihmal gibi, soruşturmanın gizliliğini ihlal gibi suçlamalar vardır. Orada da şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalar var. Ama Türkiye gerçeğinde ve ölçek olarak Türkiye'ye baktığımızda, terörle mücadele edilen bir ülkede şu kadar yıldan beri Terörle Mücadele Kanunu da var; Terörle Mücadele Kanunu'nun da gazetecileri, basın mesleğinde çalışanları sınırlayan hükümleri var. Bugün, bu 100 tane deyin, 100 birim olarak kabul edin. Onlara da söylediğim için tekrar söylüyorum: Cumhuriyet gazetesinde ve Milliyet gazetesinde yaptığım konuşma hemen hemen doğru biçimde yansıtıldı, onlara da dayanıyorum. Bir, adi suçlar sebebiyle -herkes işleyebilir, onları zaten konuşmuyoruz- Türk Ceza Kanunu'ndan dolayı verilen cezalarda üçüncü yargı paketinde çıkarılan bir hükümle belli süreye kadar olanlar belli süreyle ertelendiler ama bunun dışında Terörle Mücadele Kanunu'nun 6, 7 ve diğer maddelerinde gazeteci de olsa terör örgütü propagandası yapmak, örgüt üyesi olarak faaliyetlere katılmak, örgüt üyesi olmamakla birlikte şunu şunu yapmak gibi suçlamalar da var -mevcut yazılı hukuku söylüyorum- bunlara aykırı hareket edildiği bir iddiayla ortaya çıkarsa bundan dolayı da ceza veriliyor. Doğrudur, yanlıştır. Ben vermiyorum. Herhangi bir dava konusunda Hükûmet olarak, Bakanlık olarak "Şunun hakkında şunu yapın." diye bir suç duyurusunda da bulunmuyoruz. Yapan yargıdır. Suçun işlendiğini haber aldığında her savcı, her kolluk kuvveti adli yargı olarak görevini yapar.
Dolayısıyla, siz bu şikâyetleri yaparken bence çok dürüst olarak şunu söylemeliyiz: "Terörle Mücadele Kanunu tamamen kaldırılsın, bu Kanun hiçbir şekilde uygulanmasın. İster propaganda yapsın ister örgüt üyesi olarak çalışsın, bunlara hiçbir ceza verilmesin." deniyorsa? Ben demiyorum, böyle bir şeyi teklif de etmiyorum. Ben Terörle Mücadele Kanunu'nun özellikle propagandaya yönelik suçlamalarının unsurlarını daha muayyen hâle getirmek suretiyle evrilebileceğini söylüyorum ama "Terörle Mücadele Kanunu tamamen kalksın, isteyen istediğini yapsın ama ceza almasın." diyemiyorum. BDP, zannediyorum ki bundan yanadır, Terörle Mücadele Kanunu tamamen kalksın. Bu konuda ayrılıyoruz. Bilmiyorum, CHP bu konuda tamamen kalkması taraftarı mıdır? Ben Sayın Oktay Ekşi'yle bu konuyu konuştuğumda "Hayır ama şu maddeler üzerinde bizim de teklifimiz var." demişti, onlar dikkate alınabilir. Yoksa Terörle Mücadele Kanunu kaldıkça, kaldırılmasını da istemedikten sonra "Şu kadar cezaevinde şu kadar gazeteci var." diye konuşursanız netice alamayız.
Ben, insanların isimlerinin deşifre edilmesini doğrusu uygun görmüyorum ama burada isimleriyle birlikte üzerlerine atılı suçlardan mahkûmiyet giymiş pek çok insan var. Dolayısıyla, Türkiye gerçeğinde dışarıdaki birtakım kurumlar, Türkiye'ye yönelik olarak ne söylerse söylesinler biz kendi gerçeğimizle baş başayız. Dolayısıyla, Terörle Mücadele Kanunu'nun daha çağdaş, daha demokratik, ceza adaleti bakımından ne hâle gelmesi konusunda teklifleriniz varsa açığız. "Tamamen kaldırılsın." Derseniz, bunun "Tamamen kaldırılmasın." şeklinde bir karşıtı vardır. Türkiye gerçeklerine uymayabilir; onu da söylüyorum. Elli üç saniyem kaldı.
Değerli arkadaşlar, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğümüzü hiçbir şey yapmıyormuş gibi suçlamak ve yetersiz bulmak doğru değil.
TURGAY DEVELİ (Adana) - Sayın Bakan, benim söylediğim bir konu vardı.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Efendim?
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Sayın Bakan, bak arkadaşın sorusuna cevap vermemişsiniz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Duyamıyorum, affedersiniz. Sürem bitiyor ama?
Siz ne diyorsunuz?
TURGAY DEVELİ (Adana) - Sayın Bakan?
AYŞE NUR BAHÇEKAPILI (İstanbul) - Sayın Başkan?
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü?
TURGAY DEVELİ (Adana) - Sayın Bakan? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Bir dakika efendim, böyle bir?
Soru-cevap kısmına geçeceğiz, orada sorun lütfen.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Soru-cevap kısmı var daha, orada sorarsanız. Daha yirmi dakika soru-cevap hakkım var. Aylin Hanım da cevap vermek için bekliyor. Ben de çok mutlu oldum kendisini gördüğüm için.
Değerli dostlar, bütçelerimizin hayırlı olmasını temenni ediyorum. Sizlere çok teşekkür ediyorum. Benim de söyleyecek çok şeyim var.
Bir başka vesilede görüşmek üzere hepinize iyi akşamlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)