| Konu: | TOPLUMSAL OLAYLARDA KULLANILAN GAZ BOMBASININ İNSAN SAĞLIĞINA ETKİLERİNİN ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 22 |
| Tarih: | 23.11.2011 |
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Cezaevinde olmak, cezaevinde ölme anlamına gelmemeli. Bu anlamda cezaevindeki sorunları ben detayına girmeden başlıklar şeklinde sayarsam, sorunlar:
Bir: Silivri Cezaevi yapıldı ancak yapılan şartnameye uygun bir vaziyette yapılmadığı için eksik bir vaziyette teslim alınmıştır. Bu anlamda yetkililer Kamu İhale Kanunu'nu ihlal etmişlerdir, bu anlamda suç işlemişlerdir. Neden? Çünkü -Silivri Cezaeviyle ilgili- şu anda bazı odalara kırk sefer tamirci gelmesine rağmen yağmur yağdığında odalar su almakta, pencerelerden sürekli rüzgâr gelmekte ve bu anlamda hakikaten devletin buradaki alacakları peşkeş çekilmiş olmakta.Yani bu anlamda gerçekten bir mağduriyet söz konusu.
İkinci bir hadise, sıcak su yeteri kadar kullanılmamakta tüm cezaevlerinde, bireysel anlamda bir cezaevine ait olan bir husus değil.
Cezaevlerinde demirbaş olarak sayılan bazı malzemeler var. Bu demirbaş olarak sayılan malzemelerden tutuklu ve mahkûmlar ücretli olarak yararlandırılmakta. Yani cezaevleri idaresi ticarethaneye dönüşmüş durumda.
Nedir? Cezaevlerinde aynı zamanda su parası, elektrik parası tahsil edilmekte. Devlet dışarıda elektrik parasını, su parasını tahsil edemez iken cezaevinde bulunan mahkûm ve tutuklularla ilgili böyle, hukuka aykırı işlemler yapmakta.
Burada sağlık sorunları var. Değerli bir önceki Hatip arkadaşımız sağlık sorunlarına değindi, yeteri kadar olduğunu söyledi.
Değerli arkadaşlar, aile hekimliği uygulamasında her 2.500 ve 3 bin kişiye bir doktor düşmesi gerekirken ve o doktordan da yirmi dört saat vatandaşın yararlanması gerekirken cezaevlerinde bulunan tutuklu ve mahkûm sayısıyla orantısız bir vaziyette doktor bulunmakta. Bu bir insan hakkı ihlalidir.
Tutukluların sevkiyle ilgili, sevk sırasında gidiş ve gelişlerle ilgili kötü muameleler, haberleşme hakkının kısıtlanması, disiplin cezaları var, daha önemlisi, zararlı yayın yapması nedeniyle radyolar cezaevine alınmamakta. Bu hakikaten temel bir insan hakkı ihlali. Bir kişinin tutuklu olması veya mahkûm olması, diğer haklarından mahrum edilmesinin gerekçesi ve dayanağı olmaması gerekir. Bu aynı zamanda bizim imzalamış olduğumuz Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin 10'uncu maddesine de aykırılık teşkil etmekte.
Burada, Türkiye'deki genel tabloya baktığımız zaman değerli arkadaşlar, Türkiye bir yarı açık cezaevine dönüşmüş durumda. Nisan 2001 verilerine göre tutuklu sayısı 124.077, bu kişilerden bazıları hasta oldukları ve gerekli sağlık hizmetini alamadıkları için hapiste ölüyor.
Son yıllarda şöyle bir moda oldu: Cezaevi sayısının artmasıyla siyasal iktidar övünmekte. Arkadaşlar, cezaevi sayısının artması bir ayıptır. Neden ayıptır? Türkiye'de ülkenin iyi idare edilmediğinin bir göstergesidir. Eğer bir ülkede fabrika sayısı azalıyor ise, bunun tersine sürekli cezaevi sayısı artıyor ise, tutuklu sayısı artıyor ise, fabrikalarda çalışan insanların sayısı azalıyor ise burada bir hastalık söz konusu, yani kötü bir yönetim, kötü bir idare söz konusu. Eğer bir ülkede sürekli cezaevi sayısı artıyorsa, adaletli bir yönetim yok demektir, düzenli bir yönetim yok demektir. Bu anlamda bu hastalığı iyi teşhis etmek lazım değerli arkadaşlar. 2005 ile 2011 arasında altı yılda cezaevi nüfusu 2 katından fazla artmış ama çalışanların sayısı tam tersine azalmış durumda. Adalet Bakanlığının 2011 verilerine göre 2005'te 55 bin olan tutuklu nüfusu 2011'de 124.074e çıkmış, ancak bu 12 Eylül döneminde dahi görülmemiş olan bir artıştır değerli arkadaşlar. Bugünkü verilere göre toplam cezaevi sayısı 384 ancak Türkiye'de her cezaevinde bulunan kişi kadar, o kadar fabrika sayısı yok arkadaşlar. Fabrikalar kapanıyor, cezaevi sayıları artıyor; burada bir ters orantı söz konusu. Son açıklamalara göre, Adalet Bakanlığının kapasitede 2014 hedefi, cezaevi kapasitesini 114 binden 140 bin kişiye çıkarmak yani demek ki Adalet Bakanlığının hesaplamaları, şu anda hâlen 114 binken, 2014'e kadar 30 bin kişinin cezaevine konulması hedefleniyor. Korkunç ve kötü bir örnek. Yani Adalet Bakanlığının hedefinde, suç ve suçluyla mücadele edip, suç ve suçluyla mücadele kapsamında cezaevine girebilecek olanların sayısını azaltmakla mücadele etmek olması gerekir iken, tam tersine, ne kadar daha fazla insanı cezaevine gönderibiliriz, tutuklayabilirizin hesapları yapılmakta; bu, utanç verici bir hadise. Önümüzdeki üç yıl içinde binlerce insanı tutuklamayı hedefledikleri, resmen, Adalet Bakanlığının kendi İnternet sitesinde yayınlanmış durumda değerli arkadaşlar.
En son, tabii, bu, cezaevindeki insan haklarının ihlaliyle ilgili Silivri Cezaevindeki ölüm, Kaşif Kozinoğlu'nun ölümüyle ilgili. Değerli arkadaşlar, burada açıkça bir insan hakkı ihlali söz konusu. Neden? Kişi rahatsız olduktan sonra? Orada yeteri kadar ekipman yok, doktor yok. Eğer cezaevinde doktor olmuş olsaydı belki o insan kurtarılabilir idi ve daha ötesi var. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 87'nci maddesinde deniliyor ki: Bu şekildeki şüpheli ölümlerde en azından ileride tartışılmaya mahal vermeyecek bir şekilde bağımsız hekimler tarafından veya ailenin temin edebileceği bağımsız hekimlerin de otopside bulunması gerekir. Aileye bu imkân verilmedi. Apar topar otopsi yapıldı. En azından İstanbul Adli Tıp Enstitüsünde veya Adana, Eskişehir adli tıp enstitülerinde de bağımsız adli tıp enstitülerinde de bu otopsi yapılabilirdi, hiç olmazsa bu otopsiden çıkan rapor tartışılmamış olurdu kamuoyu önünde. Neden diyeceksiniz, İstanbul'daki Adli Tıp'taki morgda bu tartışılsın? Çünkü İstanbul Adli Tıp'la ilgili bugüne kadar siyasi nedenlerden dolayı atanan, ismi şaibeli olan insanlar var. Yani bu anlamda, bu şaibeyi gerçekten örtmeye yetmez değerli arkadaşlar.
Tutuklu kişi özgür bir insanın tüm sağlık haklarına sahip yani tutuklanan kişinin diğer, tutuklu olmayan kişilerin sahip olduğu haklardan vazgeçmesi anlamını taşımamak lazım. Bu anlamda, insanlar hasta oldukları ve gerekli sağlık hizmetini alamadıkları için hapishanelerde ölüyor. Yetkili birimlere cezanın cezaevinde olmak olduğunun, cezaevinde ölmenin ise kabul edilemez bir insan hakkı ihlali olduğunun hatırlatılması gerekiyor. Bu anlamda, gerçekten, cezaevindeki koşullar kabul edilemez bir durumda. Bununla ilgili, 2010'da cezaevinde 413 kişi öldü, 162 hastalık sonucu ölüm, intihar iddiası 38, normal ölüm ise 213 kişi. Şimdi, burada cezaevinde bulunanlarla ilgili üçlü bir protokol var, yapılmış durumda. Bu üçlü protokol hukuka aykırı. Neden hukuka aykırı? Çünkü tutuklu ve hükümlünün muayene olduğu sırada mutlak surette orada bir jandarmanın bulunması gerekiyor, bu da mahremiyet ilkesine aykırı ve ayrıca, cezaevinde bulunan tutuklu ve mahkûmların en doğal hakkı olan hasta hakkı uyarınca doktorunu seçebilmesi ve sağlık hizmetini alabilmesi için doktora her an için ulaşabilmesi lazım. Saat beşten sonra, değerli arkadaşlar, cezaevlerinde doktor bulamazsınız. Yani bu anlamda, kişi "Ben saat beşten sonra hasta olmayacağım, rahatsız olmayacağım." diye bunun hiçbir garantisini veremez, hiç kimse veremez.
Sorunlardan bir tanesi de değerli arkadaşlar, cezaevlerinde kalorifer tamiratlarının çoğu kış aylarında yapılır. Yani yaz aylarında bu tamiratlar niçin yapılmaz? Kış aylarında cezaevlerinde tamirat yapıldığı zaman da kaloriferler yanmaz ve bu anlamda cezaevlerinde bulunan tutuklu ve mahkûmlar, gerçekten büyük rahatsızlıklar kendilerinde meydana gelmiş durumda.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MAHMUT TANAL (Devamla) - Bu aynı zamanda bir insanlık hakkı.
Hepinize teşekkürler, saygılar. (CHP sıralarından alkışlar)