| Konu: | TOPLU İŞ İLİŞKİLERİ KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 03.10.2012 |
MHP GRUBU ADINA ALİ ÖZ (Mersin) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı'nın birinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Yeni yasama yılının da başlamasıyla beraber, bu yasama yılının Parlamentomuza ve yüce Türk milletine hayırlara vesile olmasını dilerken yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Ülkemizde çalışma yaşamını doğrudan ilgilendiren Toplu İş İlişkileri Kanunu Tasarısı, Avrupa Birliği normlarına uygun çağdaş çalışma yaşamını tesis etmek gerekçesiyle gündeme getirilmiştir. Ancak, genel gerekçesinde bahsedilen özgür ve demokratik bir örgütlenme ve toplu pazarlık hakkını kurmayı hedefleyen bu yasa tasarısı, hedeflerin oldukça uzağındadır. Söz konusu bu yasa, ILO sözleşmelerinin çok gerisinde, çalışma yaşamına yenilik getirmekten uzak, hatta bazı hak ve özgürlükleri kısıtlayan düzenlemeler içermektedir.
Çalışma Bakanlığının yayınladığı son istatistiklere göre, 2009 Temmuz, Türkiye'de sendikalı üye sayısı 3 milyon 232 bin 679'dur. Oysa Bakanlığın yine son istatistiklerine göre, toplu iş sözleşmeleri iki yılda bir yapıldığı için 2008 ve 2009 yılları toplamında toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçi sayısı sadece 767 bin 582 kişidir ki bu, kayıtlardaki sendika üye sayısının dörtte 1'inden bile azdır. Bakanlık kayıtlarına göre, Türkiye'de sigortalı çalışan emekçilerin yüzde 59,88'i sendikalıdır. Sigortalı emekçilerden de, toplu iş sözleşmesinden yararlananların oranı ise, sadece yüzde 14,2'dir.
TÜİK'in Ocak 2012'de açıkladığı ücretli ve yevmiyeli çalışan emekçilerin toplu iş sözleşmesinden yararlanma oranı ise yüzde 5 olarak hesaplanmaktadır. Yani, yaklaşık otuz yıldır oynanan oyun, yüzde 5'ler civarındaki sendikal örgütlenme oranını yüzde 60'lar civarında gösterecek kadar büyüktür.
Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti, daha önce birçok kez olduğu gibi, yanlış işleyen bir yapıyı düzeltme iddiasıyla Sendikalar Yasası'na da el atmıştır. 12 Eylül darbe ürünü olan sendika yasaları, her yönüyle antidemokratik bir içeriğe sahiptir. Bu nedenle, sendika yasalarının antidemokratik olduğu gerekçesiyle değiştirmeye niyetlenilmesi karşı çıkılacak bir girişim değildir, her türlü takdire şayandır. İşte bu durumu son derece iyi değerlendiren AKP, fazlaca bir tepkiyle karşılaşmadan "Toplu İş İlişkileri" adını verdiği yasayı Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirmiştir.
Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı'nda yer alan birçok düzenleme, 2008 yılından bu yana çeşitli adlar altında hazırlanan tasarı veya taslaklarla gündeme gelmiştir. Birçok sendikayı toplu iş sözleşmesinin tarafı olmaktan mahrum bırakan bu düzenleme, sendikal hak ve özgürlüklerle, toplu sözleşme ve toplu pazarlık hakkına bütünüyle aykırıdır. Sendikal örgütlenme hakkının kısıtlanması, "sendika" kavramının değiştirilmesi, tek iş kolunda örgütlenme kısıtı ve iş kolları sorunu yanında sendikalara dış denetim getirilmesi, yeminli mali müşavir denetimi, iş kolu barajı ve grev yasaklarının genişletilmesi önemli sorunlardır.
Yeni yasa ile, sendikaların yaratılması engellenecek ve sendikal özgürlük hakkı kısıtlanmış olacaktır. ESK'ya üye olmayan sendikalara ciddi haksızlık yapılmıştır. Baraj konusunda da net rakam olmayıp Bakanlar Kurulunun yetkili kılınması, Bakanlığı da sıkıntıya sokmaktadır. Bu durum, siyasi otoritenin, Demokles'in kılıcını sendikaların üzerinde tepesinde tutması demektir. Sendikalar otuz yıldır bu uygulamalarla ve yeni değişikliklerle maalesef özgürlüğe kavuşamayacaktır. Sendikaların daha da güçlenmesi amaçlanmış olmakla beraber, bu uygulamalarla Bakanlar Kuruluna yetki verilmesi, bağımsız sendikaların uğradığı bir haksızlıktır.
Değerli milletvekilleri, bu yasada "çerçeve sözleşme" kavramı net değildir. İlk soru, çerçeve sözleşmenin toplu iş sözleşmesi olup olmadığıdır.
İkinci soru, çerçeve sözleşme yapılırken grev yapılıp yapılmayacağıdır.
Kuruluş, sendika ve konfederasyonu kapsamakta, ayrıca konfederasyonlara "üst kuruluş" denilmektedir. Yani, konfederasyon, hem kuruluş hem de üst kuruluştur. Kavramın yetersizliği nedeniyle tasarının birçok maddesinde "sendika, konfederasyon ve sendika şubesi" ifadeleri kaçınılmaz bir şekilde kullanılmıştır.
"İşveren vekili" tanımı yetersiz kalmıştır.
Yönetici olarak, kuruluşun ve şubenin yönetim kurulu başkan ve üyelerinin tanımlanması, denetleme ve disiplin kurulu başkan ve üyelerinin yönetici kapsamı dışında bırakılması yanlış olmuştur.
Bu yasayla, toplu görüşmeden bile daha geride bir düzenleme getirilmek istenmektedir. On hizmet kolunda yetkisiz olsanız dahi, matematiksel olarak en çok üyeye sahip konfederasyon olabiliyorsunuz. Bu durumda tasarı, toplu sözleşme masasında söz hakkı vermemektedir. Bununla birlikte, hizmet kolunda yetkili bir tek sendikası olmayan bir konfederasyon da en çok üyeye sahip konfederasyon olabilmekte ve hizmet kolları, emekliler, sendika üyeleri ve sendikaya üye olmayan kamu görevlilerinin tamamı hakkında karar alabilmektedir. Hâl böyleyken, toplu sözleşmelerde alınan kararlara itiraz hakkı, Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurma durumu dahi olmayacaktır. Dünyanın hiçbir yerinde, yetkili olduğu hâlde karar alma sürecinde söz hakkı olmayan bir sendika anlayışı yoktur, varsa da bunun "toplu sözleşme" olarak adlandırılması mümkün değildir.
ILO Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi, sendikaların kendi üyeleri adına toplu sözleşme yapabilmesinin gerekliliği üzerinde durmaktadır. Ayrıca, ILO'nun 98 Sayılı Sözleşmesi, hiçbir sendika işçilerin salt çoğunluğunu temsil etmediğinde, Hükûmetin tüm sendikaların üyeleri adına müzakere edebileceği bir toplu sözleşme sistemini kurması gerektiğini belirtmiştir. Şu anda Türkiye'de hiçbir memur konfederasyonu, kamu görevlilerinin salt çoğunluğunu temsil etmemektedir. Dolayısıyla, yetkili konfederasyonların ortak pazarlık yapabilecekleri bir sistem kurulmak zorundadır ancak yasayla, bir konfederasyon dışındaki konfederasyonlara, alınan kararlara itiraz yetkisi dahi verilmemiştir.
Bununla birlikte, örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmamış, Kamu Görevlileri Hakem Kurulunun yapısı tek taraflı olarak belirlenmiştir. Kurulun başkanlığı için ise Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay Başkanları ve daire başkanları arasından Hükûmetin keyfine göre atayacağı bir kişi düşünülmüştür. Böyle bir Kuruldan sağlıklı karar çıkmasının imkânı yoktur. Bu tasarının özü de ruhu da yasakçı ve yandaşçı anlayışın ürünüdür. Bu hâliyle tasarı, yüzlerce mahkeme kararına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargılama sonuçlarına, Avrupa Sosyal Şartı'na aykırıdır. Böyle bir kanun tasarısının ILO'nun hiçbir sözleşmesine ve sendikacılığın hiçbir temel ilkesine uygun olmadığı da açıkça görülmektedir.
Değerli milletvekilleri, iş kolları sayısında yapılan oynamalar, iş kolu sayısının, iddia edildiği gibi, ILO ve Avrupa Birliği normlarına uymadığını açıkça göstermektedir. "Kurucuların, sendikaların kurulduğu iş kolunda çalışıyor olması" koşulu ile "Türkçe okuryazar olması" koşullarının kaldırılması yerinde olmamıştır. Zira, sendikanın, organlarında görev alacaklarda da aynı koşullar aranmaktadır. Çalışmadığı iş kolunda sendika kuranların, o iş kolunun özellikleri ve sorunları hakkında yeterli bilgi ve deneyim sahibi olamayacakları açıktır. Ayrıca, Türkçe okuryazar olmayan bir sendikacının nasıl bir iletişim kuracağı da bir başka sorudur. Bu uygulama, ülkemizin dil birliğine yönelen bir saldırı olacaktır.
Birçok konu, sendikaların tüzük ve genel kurul kararlarına bırakılırken; sendika yönetim, denetim ve disiplin kurullarının belirlenmesi demokratik bir yaklaşım olmaktan uzaktır. Sendika yöneticilerinin aynı zamanda milletvekili ve belediye başkanı olmalarının niçin yasaklandığı anlaşılır değildir. Avrupa Birliği ülkelerinin bir çoğunda iki görev birlikte yapılabilmektedir.
Üyeliğin, e-devlet kapısı üzerinden yapılması ve üyelikten çekilmenin bu şekilde uygulanması ve olası sorunları, görülmemiş bir hazırlık olup işleyişin bir tüzüğe bırakılmış olması, her şeyin bakanlık kontrolünde tutulmak istendiğine işarettir. Üyelik aidatının tahsiline ilişkin usul ve esasların Bakanlıkça çıkarılacak bir yönetmeliğe bırakılması, Bakanlığın otoritesini ve sendikalar üzerindeki siyasi baskıyı sürdürmesinin aracı olacaktır.
İşçi kuruluşu yöneticisinin, iş yeri sendika temsilcisinin ve sendikal özgürlüğün güvencesiyle ilgili yapılan düzenlemeler, üzerinde çalışılan taslağın gerisine götürülmüş, sendikal hak ve özgürlüklerin kullanımı konusunda ne yazık ki ülkemizin önü, bir kez daha, açılamamıştır.
Sendika ve konfederasyonların faaliyetleri kural olarak tüzüklere ve genel kurul kararlarına bırakılırken, bu maddenin yedinci fıkrasında yapılan düzenlemeyle bu faaliyetlerde kısıtlama getirilmiş, sendikaların kuracakları eğitim, sağlık, kültür, sanat ve spor tesislerini ilgili bakanlıklara devretme zorunluluğu düzenlenmiştir.
Sendikaların kendilerini denetlemeleri dışındaki denetlemeler ILO normlarına aykırıdır. Yeminli mali müşavir denetiminin iki yılda bir zorunlu hâle getirilmesi açık bir ihlaldir.
Bu tasarı bir tek ilkeyle örtüşmektedir, o da Adalet ve Kalkınma Partisinin sendikacılık ve yandaşlık ilkeleridir.
Sendikal hak ve özgürlüklerin kullanımını sınırlayan üçlü baraj sistemini, özellikle de iş kolu barajını koruyan, sendikal güvenceleri sağlamayan, grev yasaklarını Avrupa Birliği uygulamalarının çok ötesinde geniş bir biçimde sürdüren, toplu sözleşme hakkını tüm işçilerin kullanabileceği bir hak olarak tanımayan, yetki uyuşmazlıklarına çözüm getirmeyen bu tasarının bir reform olarak sunulması gerçeklerle asla bağdaşmamaktadır.
Bu tasarıyla iş barışı sağlanamayacak, işverenlerin ve siyasi otoritenin lehine yapılan bir düzenleme olacağı inancıyla, yeni yasakçı bir anlayış hâkim olacaktır. Sendikalar üzerinde özgürlükçü ve katılımcı anlayıştan uzak olacağı düşüncesiyle doğru bulmadığımızı ifade ediyor, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öz.