| Konu: | 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ?NE İLİŞKİN |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 23 |
| Tarih: | 24.11.2011 |
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Bugün, 24 Kasım Öğretmenler Günü. Atatürk'ün Başöğretmen oluşunun 83'üncü yıl dönümünü kutluyoruz. Ben, buradan, sizler vasıtasıyla ve sizlere yönelik olarak da tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü'nü kutluyorum ve daha nice Öğretmenler Günü'nde mutlulukla, huzurla ve bugünkü yaşadığımız acıları yaşamadan ulaşmayı temenni ediyorum.
Çok değerli milletvekilleri, gerçekten bu yıl Öğretmenler Günü'ne biraz buruk bir yapıyla girdik. Hakikaten, Van'da kaybettiğimiz öğretmenlerimiz bizim içimizde derin bir acı bıraktı. Ben, tekrar Van'daki kaybettiğimiz öğretmenlere, onlara görev şehidi diyoruz, görev şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum, yaralı olanlara şifa diliyorum ve ailelerine sabır temenni ediyorum.
Çok değerli arkadaşlar, hayatını kaybeden öğretmenlerimizle ilgili olarak şu ana kadar Millî Eğitim Vakfının yaptığı yardımların ötesinde, Hükûmetimiz de, biliyorsunuz, yaptığı ve yapmakta olduğu birtakım hukuki düzenlemelerle, onların sosyal güvenlik ve bundan sonraki ihtiyaçlarıyla ilgili tedbirleri almış bulunuyor. Yaralı öğretmenlerimizle ilgili olarak da her türlü tedavi hizmetini sunuyor ve onların bundan sonra sağlığa kavuşması için elimizden gelen neyse yapmaya çalışıyoruz.
Daha da önemlisi, yaralı öğretmenlerimizle ilgili, onların bana talebi vardı, enkazdan, sadece enkazdan yaralı olarak kurtulan öğretmenlerimizi de, yine kendi illeriyle veya istedikleri yerde görevlendirerek onların tekrar depremsendromu yaşamamaları için gerekli tedbirleri almış bulunuyoruz.
Çok değerli arkadaşlar, gerçekten Van depremi bizim üzerimizde büyük bir etki bıraktı eğitim camiası olarak. Normalde biz bu etkiden kurtulmak hem de Van'da hayatın normale dönmesini sağlamak için bir an önce de eğitime başlamayı arzu ediyoruz. Hakikaten bugüne kadarki yaptığımız tespitlerde, size birinci depremden sonra bilgi vermiştim, bugün tazelemek ve ikinci depremden sonraki durum hakkında ayrıntısıyla bilgi sunmak ve ne yapmak istediğimizi anlatmak da istiyorum.
İkinci deprem maalesef birinci depremden daha yıkıcı oldu bizim için. Bu depremde aşağı yukarı 44'e yakın okulumuzun artık kullanılamaz hâle geldiğini gördük, ağır hasarlılar. İlk depremde bu sayı 20'di. Ama her şeye rağmen bizim Van'da 1.018 okulumuz bulunuyor ve bu 1.018 okuldan sadece 44 tanesini kullanamayacak gözüküyoruz. Diğerleri içinse mühendislerin yaptığı teknik incelemeler ve hasar tespitiyle ilgili durumlar tespit edildi ancak orada artçıların devam ediyor olması ve ayrıca binaların daha ayrıntılı bir şekilde analizlerinin yapılarak daha sağlam bir karar verebilmek maksadıyla teknolojiye dayalı bir hasar tespiti yapma gibi bir çalışma da yürütüyoruz. Dolayısıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesinin sahip olduğu deprem analizleri yapabilecek teknolojiyle birlikte yeniden Van'da bir gözlem daha yapacağız ve binalarımızı tek tek kontrol edeceğiz. Bunu da 5 Aralığa kadar tamamlamayı planlıyoruz.
Onun ötesinde, şu ana kadar aşağı yukarı onar derslik olmak üzere 2 tane prefabrik okulumuz hazırlandı, yaklaşık 80'e yakın da ayrıca çadır derslikler, kışlık çadırların derslikleri hazırlanmış vaziyette. Öğrencilerimizin önemli bir kısmı ilgili en yakın okullara naklini yapacak ve taşımalı sistemle eğitimlerini götürecek şekilde tanzim edildiler ama daha da önemlisi eğer Van'dan dışarıya göç eden ister misafir olarak gitmek isteyen veya kalıcı olarak göç etmek isteyen vatandaşlarımız, aileler ve onların çocuklarıyla ilgili de tedbirleri aldık. Şayet imtihanla öğrenci alan okullara taşınacaklarsa, şartları taşıyorlarsa, kayıtlarını yapmak suretiyle, şartlarını taşımıyorlarsa misafir öğrenci olarak kayıtlarını yapmak suretiyle nakillerini yapıyoruz. Ayrıca, özellikle sekizinci ve on ikinci sınıftaki çocuklarımızın istemeleri hâlinde yine istedikleri illerde pansiyonlara yerleştirilerek eğitimlerine başlamalarıyla ilgili tedbirleri de aldık. Bu gönüllü bir şekilde yürütülüyor. İsteyen aileler ve çocuklarını götürüyoruz çünkü biliyorsunuz sekizinci sınıf ve on ikinci sınıf üniversiteye hazırlık ve SBS sınavları için çok önem arz eden sınıflar, onlar için ayrıca özel tedbirler aldık.
Çok değerli arkadaşlar, biz Van'da kaybettiğimiz öğretmenlerimizin hatırasını da yaşatacağız, onları hiçbir zaman unutmayacağız çünkü onlar müstesna bir güç olarak, müstesna bir hizmet sunarken hayatlarını kaybetmiş oldular. Bizim onları unutmamız mümkün değil. Bu vesileyle arkadaşların sıklıkla dile getirdiği birtakım talepleri veya unutulmamalarıyla ilgili teklifleri biz göz önünde bulunduruyoruz ve değerlendiriyoruz.
Öncelikle şunu söylemeliyim: Bugüne kadar görev başında hayatını kaybetmiş, Van depremine kadar -onu kastediyorum- hayatını kaybetmiş -görev başında- veya şehit olmuş öğretmenlerimiz varsa onların ismini zaten biz okullarda yaşatıyor idik. Ayrıca Van depreminde hayatını kaybeden öğretmenlerimizin isimlerini de kendi illerindeki okullarda yaşatmaya devam edeceğiz. Bunu daha önceden kamuoyuyla paylaşmıştım, burada tekrar vurguluyorum ama daha da önemlisi çok güzel bir karar olarak Millî Piyango İdaresi öğretmenlerimizin isimlerini kendi okullarına vermeye karar verdi.
Biliyorsunuz Millî Piyango İdaresi şimdiye kadar kendi reklam bütçesinden Millî Eğitim Bakanlığına okullar yapıp hediye etmekteydi. Bugüne kadar 1 anaokulu, 1 ilköğretim okulu, 41 tane de ortaöğretim okulu olmak üzere yaklaşık 43 tane okul ve 15-16 civarında da pansiyonu bize yapıp teslim etmişti. Millî Piyango İdaresi bir karar verdi. Bu karar doğrultusunda "Millî Piyango" ismi taşıyan okulların isimlerini Van'da hayatını kaybetmiş öğretmenlerimizin isimleriyle değiştirecekler. Ben burada sizlerin huzurunda Millî Piyango İdaresine ve Maliye Bakanımıza bu konudaki hassasiyetleri ve katkıları için teşekkür ediyorum.
Çok değerli arkadaşlar, tabii, öğretmenlerimizin içinde bulunduğu durumu analiz ettiğimizde üzerinde konuşabileceğimiz pek çok sorundan bahsetmemiz mümkün. Bu sorunların her birisini tek tek konuşmak, her birisine dair çözümler getirmek de zaman içerisinde diğer sorunların daha büyümesine sebebiyet verebiliyor. O yüzden, biz, öğretmene verdiğimiz değer ve öğretmenlik mesleğine verdiğimiz önem sebebiyle, öğretmenlikle ilgili meseleleri tek tek ele almak, onlara ayrı ayrı çözümler üretmek yerine, bir bütünlük içerisinde ele almayı ve o doğrultuda bir strateji geliştirmeyi öngördük. O yüzden, Millî Eğitim Bakanlığı tarihinde ilk defa öğretmene odaklanmış bir çalıştay hazırlandı. "Ulusal Öğretmen Stratejisi Çalıştayı" ismini verdiğimiz bu çalıştayı geçtiğimiz hafta biz Antalya'da topladık. Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuyla ilgili, geçmişinde öğretim üyeliği veya öğretmenlik olan milletvekillerimizin daveti yanında, ayrıca, sendika temsilcilerini, üniversite öğretim üyelerini, konuyla ilgili uzmanları, sivil toplum örgütlerini, köşe yazarlarını, aklınıza kim geliyorsa, hatta Atama Bekleyen Öğretmenler Platformunun temsilcilerini, yani bu konuda taraf olarak görebileceğimiz ne kadar kesim varsa bunların tamamının temsilcilerini davet ettik ve iki buçuk, üç günlük bir çalıştay tertip ettik. Bu çalıştay süresince ana hatlarıyla dört ana bölümde konularımızı tartıştık.
Onlardan bir tanesi, eğitim fakültesine gidecek yahut da öğretmen olmak isteyen öğrencilerimizin eğitim fakültelerine gitme süreci ve eğitim fakültelerindeki eğitim süreciyle alakalı alandı. Öğretmenlerin yetiştirilmesiyle ilgili sorunlar bütün ayrıntısıyla tartışıldı ve bu tartışmalarda daha etkin ve verimli hâle getirebileceğimiz eğitim sistemi üzerinde fikirler tespit edildi.
İkinci boyutu: "Öğretmenlerimizin yetişme sürecinde staj yapmalarının acaba usta-çırak ilişkisi içerisinde daha etkin hâle getirilmesi mümkün mü, değil mi?" sorusuna cevap aranmaya çalışıldı.
İkinci ana konu, ana hatlarıyla, öğretmenin seçimi, yerleştirilmesi ve oryantasyon eğitimi ile ilgili konulardı. Bugün, sizlerin bildiği gibi sadece KPSS sınavına dayalı olarak öğretmenlerimiz seçilmekte ve atamaları yapılmakta. Bunun yetersizliği üzerine vurgu yapıldıktan sonra öğretmenlerin nasıl seçilmesi gerektiği, onların Bakanlıkta nasıl yerleştirilecekleri ve istihdam edilecekleriyle alakalı hususlar ayrı bir tartışma mevzusu oldu ve nihayet yine öğretmenlerimizin çalışma hayatları boyunca mesleki gelişimlerinin sağlanması, çalışma şartlarının iyileştirilmesi ve daha etkin hâle getirilmesi gibi konular ayrı bir tartışma mevzusu oldu.
Son olarak da öğretmenlerin kariyer mesleği, ders vermeleri ve yetişmeleriyle alakalı hususlar üzerinde çok geniş kapsamlı tartışmalar yapıldı. Bu çalışmalardan sonra biz ulusal bir öğretmen stratejisi geliştirmeyi ve bu strateji üzerinde de tedbirlerimizi almayı varsayıyoruz. Bu açıdan bakıldığında az önce milletvekili arkadaşlarımızın gündeme getirdiği öğretmenlikle ilgili meselelerin tamamına dair çok kapsamlı ve çok ayrıntılı bir çözüm stratejisini ortaya koyacağız. Tabii, vaktiyle bununla ilgili belki başka tedbirler alınmış olabilir ama sizler de biliyorsunuz ki dünya sürekli değişmekte ve gelişmekte, yeni teknolojiler ortaya çıkmakta ve yeni yöntemler, yeni öğretme teknikleri ortaya çıkmakta. Bütün bunlarsa uygulamakta olduğumuz mevcut stratejileri değişmeye zorluyor. Bizim yaptığımız bu çalışma dünyadaki değişme ve gelişmeleri de göz önüne alarak millî eğitim sisteminin daha etkin ve verimli hâle getirilmesiyle ilgili, öğretmenin rolünü yeniden tanımlamaya yönelik bir çaba olarak ortaya çıktı.
Tabii, bu süreçte şunu söylemek lazım: Hakikaten öğretmenlerimizle alakalı önümüzde bekleyen bir sorun var, hemen hemen sıklıkla dile getirilen bir mevzu, atama bekleyen öğretmenler meselesi. Bununla ilgili bir fotoğraf size çizmek istiyorum. Daha önceden gündeme gelmesi sebebiyle burada bilgi vermiştim, hem de bilgilerimizi yeniden tazeleyelim diye, son olarak bütçe hazırlıkları sebebiyle 2011-2012 öğretmen kayıtlarını da gözden geçirerek o bilgileri de yeniden tazelemek istiyorum.
İçinde bulunduğumuz durum şu, arkadaşlar: Millî Eğitim Bakanlığı olarak bahsediyorum, tüm Türkiye'deki öğretmenler olarak bahsetmiyorum; Millî Eğitim Bakanlığının bu yıl itibarıyla kadrolu 662 bin öğretmeni bulunuyor, 662 bin kadrolu öğretmenimiz var, 60 bin civarında da ücretli öğretmenimiz bulunuyor. Toplam 722 bin civarında öğretmenle bugün eğitimimizi aksatmadan sürdürmek için çaba sarf ediyoruz. Dışarıda ise eğitim fakültelerinden mezun olmuş, fen edebiyat fakültelerinden mezun olmuş ve öğretmen olma vasfını kazanmış aşağı yukarı 264 bin öğretmen bulunmakta. Şimdi bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum, şu anda bizim ücretle istihdam ettiğimiz sadece 60 bin öğretmen bulunuyor ama dışarıda öğretmen olmak üzere kadro bekleyen yahut da Millî Eğitim Bakanlığından öğretmen olmak için talepte bulunan öğrenci sayımız 264 bin. Bu 264 bin rakamının üzerine iki şeyi daha ilave etmek istiyorum: Onlardan bir tanesi, sadece eğitim fakültelerinden her yıl yaklaşık olarak 44 bine yakın öğrencimizin mezun olduğudur. Yani mesela 2011 yılında 44 binden biraz daha fazla öğrencimiz öğretmen olabilmek için eğitim fakültelerini tamamlamışlardır. Fen edebiyat fakülteleri, fen fakülteleri, edebiyat fakülteleri, ilahiyat fakülteleri, spor ve eğitimle ilgili diğer bölümlerden mezun olan öğrencilerle birlikte baktığınızda, yıllık olarak, öğretmen olabilecek 73 bin insanımız mezun olmaktadır. Hâlbuki Millî Eğitim Bakanlığının bugün toplam ihtiyaç duyduğu kadrolu öğretmen sayısı 40 bin civarında, 60 bin ücretli öğretmene tekabül eden kadrolu öğretmen sayısıdır bu rakam. Millî Eğitim Bakanlığının hedeflerini esas aldığımızda, yani anaokulu, okul öncesi eğitimde eğitim hedefinin okullaşma oranı itibarıyla yüzde 100 olduğunu, ilköğretimde yüzde 100 olduğunu, ortaöğretimde de yüzde 90'ın üzerine çıkmayı hedeflediğimizi göz önünde bulundurursak o zaman bizim öğretmen ihtiyacımız 126 bin civarına çıkmaktadır. Yani bugün bizim yaklaşık 130 bin, hadi bilemediniz, biraz daha rahat çalışacağımızı varsayınız, 150 bin civarında öğretmene -maksimum- ihtiyacımız bulunmakta. Şu anda bile dışarıda kadro bekleyen, atama bekleyen öğretmen sayısının 264 bin olduğunu hesap edecek olursak bu problemin sistemik bir problem olduğunu ve bu problemin çözülmesiyle alakalı olarak da bizim çok daha bütüncül bir perspektif geliştirmemiz gerektiğini ortaya koyuyor. Bu yüzden, eğitim fakültelerinin bölümlerinin kontenjanlarının gözden geçirilmesi, öğretmen ihtiyacı veya öğretmen yetiştirilmesiyle ilgili düzenlemelerin yeniden gözden geçirilmesiyle ilgili kapsamlı bir çalışmaya da ihtiyacımız vardı. Belki Öğretmen Çalıştayı ile ilgili bizim temel gerekçelerimizden birisi de bu olmuştu. O açıdan bu meseleye biz çok daha köklü ve sistemik bir çözüm getirmek için çaba sarf ediyoruz.
Tabii yine belki bu meseleyle alakalı üzerinde duracağım başka bir husus da 2002 yılından bugüne kadar aşağı yukarı 320 bin civarında öğretmenimizin eğitim camiamıza, eğitim ailemize katılmış olduğunu ifade etmektir. 320 bin civarında öğretmen aldık bugüne kadar biz. Dolayısıyla, hele hele son iki yılda yani 2010 ve 2009 yıllarında ise her yıl yaklaşık olarak 40 bin civarında öğretmeni ailemize dâhil ettik. Bu açıdan bakıldığında, son yıllarda oldukça yoğun bir şekilde öğretmen almaya devam ediyoruz. Tabii bu, aynı zamanda öğretmenlerimizin göreve başlamalarıyla birlikte fırsat eşitliğini artıracak bir sonuç da doğuracak. Bu açıdan eğitimin kalitesine çok olumlu etki yapacak diye varsayıyoruz.
Tabii burada şunu hatırlatma ihtiyacını da hissediyorum: Aslında biz eğitim sorunlarından bahsediyorsak sadece öğretmen meselesi üzerinde durarak eğitim problemlerimizi çözemeyeceğimizi de fark etmeliyiz. Öğretmenlerimizin ne kadar fedakârca çalıştıklarını biliyoruz. Öğretmenlik mesleğinin ne kadar bizim toplumumuz içerisinde yüce bir yerde durduğunun, nasıl bir saygınlık taşıyan konumda olduğunun farkındayız. Ama sadece öğretmene bakarak, sadece öğretmen sorununa odaklanarak biz eğitim sisteminin sorunlarını konuşamayız. Şimdi, az önce arkadaşlar, birazcık da duygusal bir perspektifle çocuğundan veya ailesinden ayrı kalan öğretmenlerin atamalarıyla alakalı hususları dile getirdiler. Ben şimdi tüm Türkiye'ye buradan, öncelikle sizlere olmak üzere, bir soru sormak istiyorum. Mesela çocuklarınızın her yıl bir öğretmen değiştirmesini veya her yıl yeni bir öğretmenle yüz yüze gelmesini ister misiniz? Bu soru eğitim sisteminin kalitesi ve çocuklarımızın pedagojik yapısı açısından çok önemli bir sorudur ve bu soruyu lütfen öğretmenlerin ayrı kaldıkları zaman dilimini hesap ederek konuşanlar göz önünde bulundursunlar.
Başka bir soru: Çocuklarınızın eğitime başladıktan sonra, mesela bir 1'inci sınıf çocuğunun sınıf öğretmeni, ilk defa okula başlamış, belki bir aylık, bir buçuk aylık alıştırma sürecinden sonra o öğretmenin o sınıftan alınıp başka bir sınıfa veya başka bir ile gönderilmesini ister misiniz?
Yine, o sınıfa yeni bir öğretmenin geleceği kadar, beş günlük, on günlük, on beş günlük, belki bir aylık bir sürenin eğitim açısından kaybedilmesini kim arzu eder!
Ayrıca, eğitim başladığı hâlde öğretmeni alıp başka bir yere gönderdiğimizde o sınıfa ücretli öğretmen statüsünde bazı PKK yanlısı insanların girmesini arzu eder misiniz?
Öyleyse, eğitim sistemi ve öğretmen meselesiyle ilgili konuları gündeme getirirken hep beraber dikkatli olmalı ve öğretmenlerimizin sorunlarına hep birlikte ortak çözüm için el birliği yapmalıyız. Birbirimizden farklı stratejiler ortaya koyduğumuzda aslında sorun çözülemiyorsa sadece öğretmenlerimizin duygularını kullanmış veya istismar etmiş olabiliriz. Bu açıdan bakıldığında, ben sizlerden destek istiyorum bu anlamda.
Çok değerli arkadaşlar, bir başka hususun üzerinde durmak istiyorum. Hakikaten eğitimin kalitesini artırmak istiyorsak, onun en önemli temel taşının öğretmen olduğunu burada herkes ifade etti. Sugötürmez bir gerçek olarak öğretmen, eğitim kalitesinin en belirleyici ögesidir. O yüzden, öğretmenin kendi mesleki gelişimi kadar öğretmenin sınıfında olması, öğrencilerini sahiplenmesi ve öğrencilerine eğitimi vermesi, onlara rehberlik etmesi de önemlidir. O yüzden, öğretmenlerimizin pek çoğunun değişik alanlarda öğretmenlik kazandıktan sonra değişik alanlarda görevlendirme talep ettiklerini görüyoruz. Size şunu söylemeliyim: Bugün Millî Eğitim Bakanlığında 70 bine yakın öğretmen kendi kadrosunda görev yapmıyorsa, o zaman sürekli olarak görevlendirmeyle ilgili yapılacak taleplerin eğitimin niteliğini bozma konusunda ne kadar etkili olduğunu tahmin etmeyi size bırakıyorum ben.
Bu açıdan bakıldığında, öğretmen sınıfında olmalı, öğretmen öğrencisinin karşısında olmalı ve öğretmen öğrencisi için kendi sevgisini ve kendi emeğini, alın terini ortaya koymalı kanaatindeyim ben. O yüzden, öyleyse, bizim topyekûn odaklanacağımız alan belki öğrenci, belki öğretmen, belki veli ayrı ayrı olabilir ama bir bütünlük içerisinde eğitimin kalitesi olacaksa hepsine birlikte bakmalıyız diyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (Devamla) - Ben bu vesileyle hepinize teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)