GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: AB İLE TAM ÜYELİK SÜRECİNDE YAŞANILAN SORUNLARIN TESPİTİ HAKKINDA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN GENEL KURULUN BİLGİSİNE SUNULMAK ÜZERE BEKLEYEN DİĞER ÖNERGELERİN ÖNÜNE ALINARAK, 24/11/2011 PERŞEMBE GÜNKÜ BİRLEŞİMDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE GÖRÜŞMELERİNİN AYNI BİRLEŞİMDE YAPILMASINA İLİŞKİN CHP GRUBU ÖNERİSİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:23
Tarih:24.11.2011

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından Avrupa Birliğiyle tam üyelik sürecinde yaşanılan sorunların tespiti hakkında verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin lehinde konuşmak üzere grubum adına söz almış bulunuyorum.

Öncelikle, sözlerime başlamadan evvel, benim için, grubum için, yapılan tüm bu çalışmaların boş bir çalışma olduğunu göstermek açısından Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Barroso'nun 2007'de sarf ettiği bir cümleyle konuşmama başlamak istiyorum. Barroso diyor ki: "Kararımız onları içeri almak değildi zaten ama sadece onlarla görüşüyoruz. Bundan sonra yapılacak çalışmaların ne anlam ifade ettiğini de sizlerin takdirine bırakıyorum."

Türkiye, Avrupa Topluluğunun kuruluşundan iki yıl sonra, 31 Temmuz 1959'da ortaklık başvurusunda bulundu. 12 Eylül 1963'te Avrupa Ekonomik Topluluğu-Türkiye arasında bir ortaklık ilişkisi kuran Ankara Anlaşması imzalandı. Avrupa gümrük birliğine ilişkin kuralları içeren Katma Protokol'ün 1970'te imzalanıp 1973'te yürürlüğe girmesiyle ekonomimizin Avrupa Topluluğu ve sonraki versiyonları arasındaki ekonomik ilişkileri düzenlemeye, gümrükler tedricen indirilmeye veya kaldırılmaya başlandı. Türkiye, 1987'de Avrupa Topluluğu ve bağlı kurumlarına tam üye olmak üzere başvuru yaptı ancak Avrupa Topluluğunun kendi iç pazarını tamamlama sürecinden yani 1992'den önce yeni bir üyeyi kabul edemeyeceğini ve Türkiye'nin siyasi, ekonomik ve sosyal alanda daha gelişmesine ihtiyaç duyulduğunu duyurdu. 1997'de Lüksemburg zirve toplantısında ikinci kez reddedildi Türkiye'nin başvurusu ve ancak Aralık 1999'da Helsinki zirvesinde tam üye adayı ilan edildi. 2002 Kopenhag zirvesinde ise Türkiye'nin Kopenhag Siyasi Kriterleri'ni yerine getirmesi koşuluyla müzakerelerin gecikmeden başlatılacağı bildirildi. Nihayet 2004 Brüksel Zirvesinde Türkiye ile katılım müzakerelerine 3 Ekim 2005'te başlanması kararı alındı. Ancak bu kararın alınması karşılığında dayatılan, daha önce hiçbir aday ülkenin katılım müzakerelerinde söz konusu edilmeyen koşullar görünebilir bir gelecekte Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğinin hayal olmaktan öteye geçemeyeceğini de ortaya koydu.

Şöyle ki: Açık uçluluk ve hazmetme kapasitesi koşulu. Müzakereler açık uçlu olacaktı yani bütün şartlar yerine getirilse bile AB sürecin sonunda Türkiye'yi üyeliğe kabul etmeyebilirdi. Referandum engeli vardı. Fransa ve Avusturya Türkiye'nin AB üyeliğini ülkelerinde referanduma götüreceklerini ilan etmişlerdi. Teknik görüşmeler başarıyla sonuçlansa ve AB organları üyeliğimizi onaylasa bile bu ülkelerdeki referandumda çıkması neredeyse kesin olan "Hayır" kararı üyeliğimizi engelleyebilecekti.

Bir de Türkiye'ye uygulanan serbest dolaşım rezervi var. Türkiye üyeliğe kabul edilse bile vatandaşların AB içinde dolaşımına uzun vadeli sınırlamalar getirilebilecekti. Oysa Birliğe üye olmayan Sırbistan, Makedonya ve Karadağ vatandaşlarına dahi 2009 yılında Avrupa Birliğinin yirmi yedi ülkesinde vizesiz dolaşım hakkı tanındı. Bir de Türkiye'nin önüne Kıbrıs yükümlülükleri konuldu. Türkiye için millî bir mesele, aynı zamanda bir ulusal güvenlik ve çıkar sorunu olan Kıbrıs sorunu ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda önemli bir dönemece yaklaştığımız anlaşılmaktadır.

Kıbrıs konusunun Türkiye gündeminden, kamuoyunun bilgisinden bilinçli bir şekilde uzaklaştırılması ve Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin politikalarındaki belirsizlikler, Kıbrıs'taki müzakere süreciyle varılmak istenen nokta ve Türkiye-Avrupa Birliği müzakerelerindeki Kıbrıs şartları açısından hassasiyet yaratmaktadır.

1999 Helsinki Zirvesi'nde tam üye adayı ilan edilmişken, 3 Ekim 2005'te tam üyelik için müzakerelere başlanmışken geldiğimiz noktayı size kısaca anlatmak istiyorum. Türkiye'nin üyeliği söz konusu olunca üyelik müzakerelerinin sadece teknik bir olay değil, siyasi ve stratejik bir olay olduğunu görüyoruz. 3 Ekim 2005'te müzakerelerin açılmasından bu yana yaşanan ilerlemeler, dondurulan başlıklar ve getirilen yeni şartlar, siyasi ve stratejik bir olay olduğunu açıkça vurguluyor. Keza 80 bin sayfadan oluşan Avrupa Birliği yasalarını 35 başlık altında görüşüp uyarlamaya sıra geldiğinde, bütün başlıklar kapatılmadan hiçbir başlık kapatılmış sayılmayacak olması koşulu mevcuttur. 35 başlıktan 33 tarama faslında durum nedir?

2011 İlerleme Raporu'ndan okuyorum size: "Türkiye ile katılım müzakereleri devam etmiştir. Hazırlık niteliğindeki analitik evrede, münferit fasıllarda müzakerelere başlamak için gerekli hazır olma düzeyi tarama raporlarına dayanarak değerlendirilmiştir. Toplam 33 tarama raporundan 9'u Konsey'de görüşülmekte ve biri hâlâ Komisyon tarafından Konsey'e sunulmayı beklemektedir. Bugüne kadar, on üç fasıl müzakereye açılmış olup bunlardan biri (Bilim ve Araştırma Faslı) geçici olarak kapatılmıştır."

Yani AB ile 3 Ekim 2005'te başlatılan ucu açık müzakerelerde altı yıl içinde gelinen son nokta: Müzakere edilen başlık sayısı on iki, Kıbrıs sorunu nedeniyle açılmayan başlık sayısı sekiz, Fransa ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin açılmasını veto ettiği başlık sayısı dokuz, Türkiye hazır olmadığı için açılamayan başlık sayısı üç. 33 başlıktan sadece bir tanesi açılıp kapatılabilmiştir ancak tüm bu başlıklar açılıp kapatılmadan hiçbir başlık kapatılmış sayılmayacağı için bu bir başlığın kapatılmış olmasının da ayrıca bir önemi bulunmamaktadır.

Şu anda izlediğimiz yöntem bizi üyeliğe yaklaştırmak yerine uzaklaştırmaktadır. Edilgen konumumuzdan kurtulup farklı inisiyatifler kullanmaya başlamalıyız. Hükûmetler artık "gibi" politikası yerine yeni bir Avrupa Birliği yol haritası ve Avrupa Birliği ötesi bir Türkiye vizyonu sergilemek zorundadır. Türkiye'nin süratle stratejik bir karar alıp Avrupa Birliği'ne hızlandırılmış bir süreç ve kesin kabul tarihi teklif etmesi, icabında aramızdaki tüm sorunların görüşülüp stratejik bir çerçeve takviminin çizileceği bir konferans toplanmasını önermesi, bu gibi teklifler kabul edilmediği takdirde bugüne kadar kazanılmış tüm haklarımız saklı kalmak kaydıyla süreci dondurması, Avrupa Birliğiyle Avrupa Birliği düzeninin organik uzantıları olan NATO, AGİK ve benzeri kurumlar ve tüm Avrupa Birliği ülkeleriyle olan ilişkilerini yeni bir sisteme oturtması gerekmektedir. Olumlu bir gelişme sağlanamadığı takdirde diplomasinin içerik ve üslubunda ince ayarlar yaparak Avrupa Birliğine bütünlük içindeki bir blok gibi yaklaşmak yerine ülkeleri kümeleyip triaj sistemine geçebiliriz.

Özetle, karşımıza yirmi yedi ülkeyi bir blok olarak almak yerine ilişkilerimizin nitelik ve niceliğini ülke bazında farklılaştırmak, dosta dostça düşmana da düşmanca davranmak gerektiğini düşünüyoruz.

Mevcut tempoyla bloke edilen fasıllar açılsa bile müzakerelerin tamamlanması 2020 yılını geçebilir. Üyeliğimizin Avrupa Birliği'nin 2014-2020 dönemi bütçesine alınması mümkün gözükmüyor. Bu, en az on beş yıl daha müzakere demektir. Bu, uzun bir dönem daha Avrupa Birliği'nin kararlarına katılamamak ama onların normlarına uymak, yardımlardan yararlanamamak ve Avrupa Birliği yükümlülüklerinin getirdiği masraf ve maliyetlere katlanmak, olası diğer fırsatlardan feragat etmek ve en kötüsü dışlayıcı söylemlerine sabretmek anlamına gelir. "Sonuç önemli değil, süreç yararlı." tezi geçerliliğini yitirmiştir. Dört temel bilinmez geleceğimizi etkileyecektir: Kalan sürenin uzunluğu, yaşanılan sürecin niteliği, sürecin sonunda elde edilecek netice ve o noktada Avrupa Birliğinin durumu.

Uzun ve eziyetli bir süreçten sonra reddedilmek Türkiye'yi iki açıdan derin şekilde yaralar: Biri, ulusal gururumuza olan etkisi, diğeri de üyelik ümidiyle geçirdiğimiz uzun süre içinde kaçırdığımız fırsatların Türkiye'ye ödeteceği ağır bedel.

Süreç üyelikle sonuçlansa bile, uzun bir süre sonunda katılacağımız Avrupa Birliğinin bizim için değeri bugünkü Avrupa Birliğinden daha az olacaktır. Zira, dünya dengeleri Avrupa Birliğinin aleyhine, başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin lehine değişiyor artık. Üyelerin sayısı arttıkça Avrupa Birliğinin yeni üyelere ayırabileceği destek azalıyor. Zaman geçtikçe Avrupa Birliğinin pusulası şaşıyor. Yirmi yedi ülkeye çıkmasına rağmen, Avrupa Birliğinin itici gücü ve temel kararları veren çekirdeği hâlâ Almanya ve Fransa. Ancak sonucu belirleyici bu iki büyük üye ülke Türkiye aleyhtarlıklarını deklare etmekle kalmamış, parti, devlet ve Avrupa Birliği belgelerine geçirmişlerdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LÜTFÜ TÜRKKAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli üyeler; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun verdiği önerge üzerine sizlere hitap ettim. Sabrınız için teşekkür ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)