GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:42
Tarih:16.12.2012

BDP GRUBU ADINA NAZMİ GÜR (Van) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Dışişleri Bakanlığı 2013 yılı bütçesi üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Orta Doğu'da taşlar yerinden oynadı, cin şişeden çıktı ve kazanlar kuruldu, fokur fokur kaynıyor. Türkiye de işte bu ateş çemberinin içinde kendine yol aramaya, yol bulmaya çalışıyor. Fakat burada Türkiye'nin yaptığı çok ciddi, önemli, tarihî bir hata var: Fokur fokur kaynayan, içinde olduğu kazana bir de alttan ateşi destekliyor, ateşi besliyor, âdeta harlandırıyor. Allah sonunu hayır getirsin.

Değerli arkadaşlar, dış politikamızı, AKP'nin dış politikasını özetle şöyle dile getirebiliriz: Bir taraftan, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve arkasından ABD ve Batılıların olduğu bir cenah, bir kol, bir eksen. Bunun, Türkiye'nin aktif, tırnak içinde, politikasını da gözetirsek ciddi bir Sünni eksen olduğunu hemen görürsünüz. Diğer taraftan da İran, Irak, Suriye var. Bunların da arkasında özellikle Çin ve Rusya'yı da sayarsak buradaki Şii ekseni de rahatlıkla görebilirsiniz. İşte buradaki tehlike, Sünni ve Şii çatışmasının yani bir mezhep çatışmasının Orta Doğu'da varlığını büyük bir ölçüde hissettirmesidir.

Bir taraftan Suriye sınırına NATO eliyle Patriotlar yerleştirilirken, diğer yandan Malatya'ya radar üsleri kuruyoruz. İran'daki kimi resmî yetkililerin verilerine göre bu üçüncü bir dünya savaşının da yolunu açabilir ama Hükûmetimiz sağ olsun, rahatlıkla, bunları Türkiye'nin güvenliği için koyduğunu söylüyor. Ama tabii ki buna ne biz ne Türkiye kamuoyu ne de dünya kamuoyu inanmamaktadır.

Değerli arkadaşlar, genel olarak ifade etmek gerekirse, AKP Hükûmeti, içinde derin çelişkiler barındıran ve ilkelerden ziyade pragmatizmi esas alan bir dış politikayı esas almaktadır. Bir yandan Arakan'a milyonlarca dolarlık yardım yapılıyor, diğer yandan yüz binlerce insanın ölümünden sorumlu diktatör Sudan yönetimi ile askerî anlaşmalar imzalanıyor. Bir yandan Suriye'ye "Halkın taleplerine ses ver." denilerek Esad'a savaş açılıyor, diğer yandan Suriye'deki Kürtler halkın bir parçası değilmiş gibi davranılıyor.

Hepimizin kabul ettiği üzere Türkiye kritik bir süreçten geçmeye devam ediyor, özellikle Orta Doğu bağlamında. Bir nevi Sırat Köprüsü'nden geçiyor. Aslında sadece Türkiye değil, tüm Orta Doğu bu köprünün üzerindedir. Sırat Köprüsü metaforunu şunun için kullanıyoruz değerli arkadaşlar: Önceden hesap verebilmenin, gelecekte aynı hataları yapmamanın önüne geçilebileceği umudunu taşıyoruz hâlâ. BDP olarak bu umudu hep koruduk. Geçen yıl da, bundan önceki senelerde de Hükümeti hayalperest politikalardan, maceraperest politikalardan uzak tutmaya, halkların özgürlüğünü ve barışını esas alan bir siyaset izlemeye hep davet etmiştik. Ama ne yazık ki değerli arkadaşlar, Türkiye, Suriye'deki iç savaşın başlıca taraflarından biri olmuştur.

İç savaş sürüyor. Her ne kadar Esad rejimi baskıcı politikalarıyla Suriye'deki Baas rejimini ayakta tutmaya çalışsa da yerine yapay bir şekilde ikame edilmeye çalışılan siyasal anlayışın da Esad rejiminin gerici anlayışından daha umut verici olmadığı son derece açıktır. Bu gerçeklere rağmen Türkiye, aynı gerici anlayışa sahip birtakım silahlı grupları kendi hassasiyetlerine ve önceliklerine göre yönlendirerek Suriye'deki istikrarsızlığın artışına, dökülen kanın artmasına zemin hazırlamıştır. Kürtçe adı "Serekaniye" olan ve Arapça "Resulayn" olarak bilinen ve Ceylânpınar'ın hemen karşısındaki yerleşim bölgesine Türkiye sınırından silahlı grupların zor kullanarak müdahale etmeleri bunun en gerçekçi ve en aktüel örneklerinden birisidir değerli arkadaşlar.

Özellikle Kent Meclisi Başkanı Abid Xelil'in de aralarında olduğu birçok sivil Arap ve Kürt'ün ölümüne sebep olan bu çeteciler maalesef Türkiye topraklarını kullanarak Suriye'ye girmeye devam ediyor ve çatışmalar bugün itibarıyla orada, Resulayn'da devam ediyor.

Değerli arkadaşlar, ancak ne yazık ki son aylarda Türk dış politikasının karar vericileri Suriye konusunda bir Kürt-Arap çatışması çıkarmaya çalışıyor. Suriye'de yaşayan Arapları da Kürtleri de kendi çıkarlarına uyacak şekilde bir çizgiye çekmek gibi sömürgeci bir zihniyetle karşı karşıya kalıyoruz maalesef. Arapların Sünni olanını, Kürtlerin de biat edenini makul gören bir Türk dış politikasının en başta Türkiye'yi vuracağı son derece açıktır. Türkiye'de yaşayan milyonlarca Kürt ve milyonlarca Alevi varken arı kovanına çomak sokmak gibi, Suriye'yi hayalperest ve vizyondan yoksun politikalarla karıştırmak gerçekçi bir politika değildir.

Değerli arkadaşlar, eğer bir vizyondan bahsetmek gerekirse Orta Doğu'nun medeniyet tarihini temel alarak bir analiz yapmak gerekir. Suriye'yi, Irak'ı ya da İran'ı değerlendirirken binlerce yıllık Orta Doğu tarihini yani medeniyet tarihini göz önünde bulundurmanın daha yararlı olacağı kanısındayız. Salt etnik temelde, salt ekonomik çıkarlar temelinde ya da salt mezhepsel temelde bir Orta Doğu çözümlemesi yapmak yanlışlara yol açar, imkânsızı başarmak anlamına gelir.

Değerli arkadaşlar, AKP Hükûmetinin kullandığı müdahaleci söyleme bakıldığında, Neo-Osmanlıcı ya da Sünni ekseni merkeze alan politikaların ne kadar temelsiz olduğu da kolayca görülür.

Bu agresif söylemin komşularla olan ilişkilerin de gerilmesine sebep olduğu açıktır. Suriye ile zaten dolaylı bir savaş hâli söz konusudur. Irak'ın tüm bileşenleriyle sorunları giderek artıyor. İran'la ilişkiler, Suriye'deki yanlış politikalar ciddi zarar gördü ve görmeye devam ediyor. Ermenistan ile ilişkiler düzelir gibi olacaksa da yine eski hâline dönmüş durumda.

Bölgede etkinliğini artıran Rusya ile ilişkilerde de Suriye ve enerji nakil hatları ekseninde gerilimli olduğu görülmektedir.

Kıbrıs'la çözümsüzlük hâli ise devam ediyor. Yunanistan'la ilişkiler bu bağlamda istikrarsızlığını sürdürüyor.

Başbakan Erdoğan diyor ki: "Ecdadımızın at sırtında gittiği her yere biz de gideriz, her yerle biz de ilgileniriz." Bu yeni dış politikanın âdeta yeni hedefi olmuştur. Eğer herkes ecdadına dönüp, nerelere kadar at sırtında gittiğine bakıp ona göre vizyon geliştirecekse üçüncü dünya savaşının çıkması kaçınılmaz olacaktır. Başbakan Erdoğan ve AKP Hükûmeti bu    Neo-Osmanlıcı söylemi terk etmelidir. Anadolu halklarının barış içinde bir arada yaşamasının imkânlarını sağlayacak bir söylemi kullanmalıdır. Orta Doğu'da barışın yolu halkların birliğinden geçer.

Padişahlık, halifelik döneminin saltanat devri de bitti. İttihat Terakki maceraperestliğinin de artık devri bitmiştir. 1923'ten günümüze kadar resmen kapalı kutu olan dış politikanın da artık geçerliliği kalmamıştır. Günümüzde her sözün, her politik adımın bir karşılığı vardır. Bu sorumlulukla hareket edilerek bir dış politika vizyonuna ihtiyacımız vardır.

Türkiye dış politikasının yumuşak karnının Kürtlerin olduğunu herkes açıkça biliyor. Kürtlerin herhangi bir bölgede sahip olacağı statü ne yazık ki Türkiye karar vericileri tarafından bir tehdit olarak algılanmaktadır. Her ne kadar anti Kürt politikaları söylemde "PKK ile mücadele" olarak perdelenmeye çalışılsa da ne Irak Kürdistan'ındaki kazanımlar ne de Suriye'deki Kürtler birliği engellenememiştir. Kazanımları sekteye uğratılmaya çalışılsa da artık Kürtler birbirlerine karşı mücadele etmeyeceklerdir. Bunun sözünü vermişlerdir. Bunun yanlışlığını da hep birlikte görmüşlerdir.

Burada Kürtlerin eski Kürt olmadığını açıkça görmek mümkündür. Artık Kürtler 19'uncu yüzyılın, 20'nci yüzyılın Kürtleri değildir. Karşınızda 21'inci yüzyılın Kürtleri vardır ve 21'inci yüzyıl Kürtlerin yüzyılı olacaktır.  Kürtler kaçınılmaz olarak özgürlüklerini elde edeceklerdir.

Kürtler devlet statüsüne sahip olmasa da Orta Doğu'da bir bütün olarak anahtar aktörlerin başında gelmektedir. Yani Orta Doğu'nun anahtarı olarak Kürtlerle gerçek anlamda kurulacak birlik herkese kazandırır. Dışişleri Bakanımız da bunun farkında olacak ki Suriye'deki Kürtlerin birliğini hâlen ortadan kaldırmanın derdine düşmüştür. PYD'siz bir Kürt oluşumunun arayışını sürdürmeye devam etmektedir.

Suriye Kürtlerini biraz sosyolojik ve politik bağlamda tanımaya çalışırsanız anlayacaksınız ki PYD ve temsil ettiği siyasal çizgi Suriye'deki Kürt muhalefetlerinin temel gücüdür. Suriye Kürtlerinin büyük çoğunluğunun sonuna kadar desteklediği bir partidir PYD. Bu gerçeği görmezden gelerek diğer partileri PYD'ye karşı kışkırtmaya çalışmak ya da bir şekilde izole edilmesini sağlamak boşa kürek çekmektir.

Şimdi, PYD'yi siyaset sahnesinden çektiğinizde edilgen ve aktör niteliğini kaybetmiş bir Kürt muhalefeti kalacak geriye. Böyle bir durumu hiçbir Kürt partisi kabul etmeyecektir. Suriye'deki 16 Kürt partisinin oluşturduğu Kürt Yüksek Konseyi tüm Kürtleri temsil etmektedir. İnanıyoruz ki Suriye Kürtleri gelecekteki demokratik Suriye'de barışın ve istikrarın en önemli aktörü olacaklardır.

Değerli arkadaşlar, meşru olmayan yöntemlerle, halkın iradesinin dışında gerçekleştirilen müdahalelerle bir yere varılmayacağı açıktır. Dahası, AKP'li siyasetçilerin Esed'e yönelik "Halkın taleplerine ses ver, onların isteklerini kabul et." gibi ifadeleri, söylemleri gerçeği yansıtmamaktadır, ciddi bir çelişkiyi ortaya koymaktadır.

Açıkça, samimiyetsiz ve ilkesiz bir tutumla karşı karşıyayız. Bu nedenle, AKP Hükûmetini bu yanlış politikayı terk etmeye ve Suriyeli Kürtlerin büyük destek verdiği PYD'yi hedef alan yaklaşımlardan vazgeçmeye davet ediyoruz.

Suriye ile ilgili olarak daha söylenecek çok şey var ancak zamanımız kısıtlı. Bu nedenle, AKP Hükûmetine kısaca şu çağrıyı yapmak istiyorum: Adil olmazsanız, ayrımcılık yaparsanız söyleyecek sözünüz kalmayacaktır. Barışın dilini konuşmazsanız, savaş sizi de vurur. Halkların taleplerini esas almazsanız tarih kitaplarında sadece bir parantezden öteye gidemezsiniz. Dürüst olmazsanız dostunuz da olmaz. Bugün yüzünüze gülenler yarın sizi Esed'in konumuna sokarlar. İç barışı sağlama dışında her söyleyeceğiniz sözünüz havada kalacaktır.

Değerli arkadaşlar, Filistin halkının özgürlüğü için gösterilen çaba kadar Kürtlerin özgürlük mücadelesi de anlaşılmalıdır. Kendi vatanında ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören halklardan bahsediyoruz burada. Sosyalist Enternasyonalin Cape Town'da deklare ettiği gibi Kürt sorunu artık Filistin sorunu gibi çok taraflıdır, çok uluslararası bir sorun hâline dönüşmüştür.

Değerli arkadaşlar, Kürt sorunu giderek uluslararasılaşan bir sorun hâline gelmiştir. Dolayısıyla Hükûmet, Irak ve Suriye'deki gelişmeleri dikkate alarak 20 milyondan fazla Kürt'ü barındıran topraklarında barışı kalıcı hâle getirecek şekilde Kürt sorununu da çözmelidir. İç sorunlarını çözmüş bir Türkiye'nin dünyadaki konumunun daha üst sıralarda ve saygın olacağı açıktır.

Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkiler son yıllarda durağan bir konuma geldi. Bu durağanlığı bazı AKP'li yetkililer AB'nin iç dinamiklerine ya da ekonomik nedenlere dayandırmaktadır.

Avrupa Birliği müzakere süreci yerli yerinde duruyor. Mekanizmaları her hâlükârda işlese bile, daha iyi bir birlik için sorunların nasıl aşılacağı yönünde yıpratıcı da olsa tecrübe artırıcı tartışmalar yaşanıyor. Bazı siyasetçiler bunu bir zayıflık gibi görebilir, ancak buna benzer krizler demokratik ülkelerde daha büyük ekonomik ve siyasal sıçramaların da imkânını artırmıştır. Bu nedenle, Türkiye Avrupa Birliği sürecinden asla kopmamalıdır.

Değerli arkadaşlar, kısaca da Kıbrıs sorununa değinmek istiyorum. Kıbrıs sorunu Avrupa Birliğine katılım sürecinin bir diğer önemli engelleyici sorunlarından biridir ve bu sorun çözümsüz olarak hâlâ karşımızda durmaktadır. Başbakan tarafından Kıbrıslılara "besleme" denilecek kadar onur kırıcı bir yaklaşım geliştirerek mi adalete ve barışa ve Kıbrıs'ta çözüme ulaşacağız? Bu, Kıbrıslılara karşı büyük bir haksızlık ve hakarettir, âdeta saygısızlıktır. Kıbrıs konusunda BDP'nin tavrı nettir ve bu parti programımızda da net bir şekilde yer almaktadır. Ada halkının iradesini esas alan bağımsız ve birleşik bir Kıbrıs yani hem adadaki Rumların hem de Türk halkının ortak iradesini esas alan bir yaklaşım ancak Kıbrıs'ta sorunların çözümünün önünü açabilir.

Daha önce bütçe konuşmalarımızda da söz ettik değerli arkadaşlar,

AKP Hükûmetinin bu konuda atacağı, çözüm konusunda atacağı her adımda, hem Avrupa Birliği sürecinde hem de komşularla olan sorunlar konusunda biz destekleyici bir tavır sergileyeceğiz.

Değerli arkadaşlar, diğer yandan da Filistin-İsrail konusundaki ilişkilere kısaca değinmek istiyorum. Biz parti olarak özellikle Filistin'in Birleşmiş Milletlerde gözlemci devlet statüsüne kavuşmasını büyük bir sevinçle karşıladık ve Filistin halkına ve bu konuda çaba gösteren herkese teşekkür ediyoruz ve saygıyla karşıladığımıza, onları kutladığımıza değinmek istiyoruz. Ancak Orta Doğu'da özellikle 2 büyük halk olan, devletsiz halk olan Kürtlerin ve Filistinlilerin özgürlüklerinin kalıcı bir biçimde -istikrarın ve barışın- sağlanması için her 2 halkın da özgürlüğe kavuşması gerekmektedir. Filistin halkının özgür, demokratik bir devlete sahip olması aynı zamanda İsrail halkının da, İsrail devletinin de güvenliğini sağlayacaktır. İsrail'in 1967 sınırlarına çekilerek, Birleşmiş Milletler kararlarının tamamına saygı göstererek Filistin halkının bağımsız devlet hakkını tanıması gerekiyor.

Bir taraftan değerli arkadaşlar, Sudan'da Darfur bölgesinde yaşanan katliamların baş sorumlusu El Beşir ile ilişkileri geliştireceğiz, bir taraftan da bölgede biz saygın bir ülke olacağız; bu konuda bu çifte standardı Türkiye'nin terk etmesi gerekiyor. Demokratik bir ülke olarak Türkiye dış politikada da bu yapıcı tavrını, demokratikliğini, demokratik ilkeler etrafında göstermek zorundadır.

Hepinize sevgiler ve saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.