GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP'Lİ BELEDİYELERİN ALMAN VAKIFLARINDAN KREDİ ALARAK TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM ETTİKLERİ İDDİASINDA BULUNDUĞU HÂLDE, BUNU İSPATLAMADIĞI VE BÖYLELİKLE ÜSTLENDİĞİ GÖREVİ YERİNE GETİRMEDİĞİ İDDİASIYLA, BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN HAKKINDA ANAYASA'NIN 99'UNCU VE İÇ TÜZÜK'ÜN 106'NCI MADDELERİ UYARINCA BİR GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN 11/4 ESAS NUMARALI GENSORU ÖNERGESİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:24
Tarih:25.11.2011

MHP GRUBU ADINA SADİR DURMAZ (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunca Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan hakkında verilmiş olan gensoru üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Sayın Başkan, sözlerime başlamadan önce, öncelikle televizyon yayınlarının böylesi önemli bir konu hakkında milletimizin aydınlanmasına, bilgi sahibi olmasına fırsat vermeyecek şekilde kesilmesine, televizyon yayınının olmadığı bir güne hem de iki gensorunun birden sıkıştırılmak istenmesine son derece karşı olduğumuzu ve bu tutumu kınadığımızı ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, demin de ifade edildi, Sayın Başbakanın Makedonya dönüşü uçakta gazetecilere yapmış olduğu açıklama ile gündeme gelen ve özetle, ülkemizde faaliyet gösteren Alman vakıflarının CHP'li bazı belediyelerle kredi sözleşmeleri yapıp, kanalizasyon ihaleleri gibi işlerde işin kime verileceğini de işaret etmek suretiyle kanlı terör örgütü PKK'ya kaynak aktardıkları şeklindeki iddiası, elbette çok önemli ve üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir iddiadır. Hele ki bu iddiayı dile getiren kişi Sayın Başbakan olunca konunun önemi bir kat daha artmakta ve eğer doğruysa vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkmaktadır.

Bir gazetecinin Sayın Başbakana hitaben "Türkiye bu konudaki rahatsızlığını Alman Hükûmetine bildirdi mi?" şeklindeki sorusuna da Sayın Başbakan "Biz kendilerini bu konuda uyardık ama nedense vurdumduymaz davranıyorlar." demek suretiyle, itham ve kuşku dolu bir sürece kapı aralamıştır.

Sayın Başbakana buradan "Eğer bu iddialarınız doğru ise -tabii, bu arada Sayın Başbakanın bu gensoruyu ciddiye alıp kendisi hakkında müfteri mi müddei mi olduğunun ortaya çıkacağı böyle bir gensoruda burada olup bu konulara cevap vermesini de elbette tercih ederdik- açıkça suç işledikleri anlaşılan bu belediyeler ve vakıflarla ilgili bir işlem yaptınız mı? Ne gibi tedbirler aldınız? Konuyu kamuoyuyla paylaşmaktaki maksadınız nedir?" diye sormak lazım.

Hem sonra bu vakıflar, değerli milletvekilleri, ülkemizde otuz yıldır faaliyet göstermekteler. Diyanet İşleri Başkanlığından Gazeteciler Cemiyetine, Türkiye Belediyeler Birliğine kadar uzanan bir yelpazede kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları, vakıf ve dernekleri içerisine alan bir iş birliğiyle pek çok projeye finansman desteği sağlamaktadırlar.

Sayın Başbakan bir yandan "vakıf" diyor, bir yandan büyük çaplı kanalizasyon projelerinden bahsediyor. Sayın Başbakanın iddia ettiği vakıfların böylesine büyük çaplı projelere finansman desteği sağlaması mümkün değil. Bu olsa olsa Türkiye'de kırk yıldan fazla bir süredir büyük çaplı projelere finansman sağlayan Alman Yatırım Bankası, kısa adı "KFW" ve kısa adı GTZ olan Alman Yatırım Ajansı olabilir ve bunların zaten işi budur ve bunlar daha çok AKP'li belediyelerle büyük çaplı projeler gerçekleştirmişlerdir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de faaliyet gösteren Alman vakıflarının belli başlıcaları, Konrad Adenauer Vakfının Hristiyan Demokratlara, Heinrich Böll Vakfının Alman Yeşiller Partisine, Friedrich Ebert Vakfının Alman Sosyal Demokratlara ve Friedrich Naumann Vakfının ise liberallere yakın olduğu herkesin malumlarıdır. Alman siyasal sistemine dâhil tüm partilerin sivil görünümlü uzantıları olan Alman vakıfları Almanya'nın dünya çapındaki hâkimiyet mücadelesinin vazgeçilmez araçları olarak çok önemli bir işleve sahiptir. Hülasa, bu vakıfların tamamı siyasal amaçlarla ülkemizde faaliyet göstermekte ve bu faaliyetler için gerekli finansman da Alman Hükûmetince sağlanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, belediyelerimizin, iktidarın ilkesiz ve tutarsız politikalarının sonucunda kaynak ihtiyacı önemli ölçüde artmış ve artan kaynak ihtiyacından dolayı belediyelerin borçlanması zorunlu hâle gelmiştir. Ülkemizde hâlen merkezî idare desteğine fazlasıyla muhtaç bir yerel yönetim yapısı söz konusu olup borçlanma gereksinimi yüksek olan mahallî idarelerin gelir bakımından merkezî idareye bağımlılık oranı yaklaşık yüzde 40'lar seviyesindedir. Mahallî idarelere aktarılan kaynağın yetersizliği, etkin denetim eksikliği nedeniyle mevcut kaynakların verimli kullanılamaması, hızlı kentleşmenin getirdiği yatırım ihtiyacı, eskiyen kent altyapılarının yenilenmesi gibi temel ihtiyaçlar belediyeleri borçlanmaya mecbur bırakmaktadır.

Bilindiği üzere, belediyeler, ihtiyaç duydukları kaynağı dış borçlanma ve iç borçlanma suretiyle temin etmektedirler. Dış borçlanma 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun uyarınca yapılmaktadır. Bu Kanun'a göre dış kaynaklardan finansman temini, gerek hazine garantisine dayansın gerek dayanmasın veya hibe olarak temin edilsin, her hâlükârda Hazine Müsteşarlığının izni ve bilgisi dâhilinde gerçekleştirilmekte, bu borçların kayıt ve kontrolü Hazine Müsteşarlığının uhdesinde bulunmaktadır. Ayrıca, hepinizin bildiği üzere, Türk mahallî idarelerinin yabancı kredi kuruluşlarından kullandığı kaynaklar Türkiye ile kredi sağlayan ülkenin karşılıklı mutabakatına dayanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu durumdan, Sayın Başbakanın açıklamalarından sorumluluğu altındaki kurumların görevlerini gereği gibi yapmadıkları ve Sayın Başbakanın da muhalefet lideri gibi bunu halka şikâyet ettiği sonucu çıkmaktadır. Üstelik "Alman makamlarına söyledik ama vurdumduymaz davranıyorlar." şeklindeki açıklamasına gerek Alman Büyükelçisinin gerekse adı geçen vakıfların yetkililerinin yapmış olduğu ve Sayın Başbakanı yalanlayan açıklamalarına Hükûmetçe henüz bir karşılık verilmemiş olması da maalesef devlet ciddiyetine indirilmiş ağır bir darbe olarak hatırlanacaktır.

Buradan, Sayın Başbakanın çok sevdiği bir ifadeyle, kendisine hatırlatmak isterim ki: Sayın Başbakan, müddei, iddiasını ispatla mükelleftir, aksi takdirde ne olacağını siz daha iyi bilirsiniz.

Değerli milletvekilleri, merkezî idarenin belediyeler üzerindeki denetiminin zayıflatılması için AKP döneminde Anayasa'mıza aykırı olarak yapılan düzenlemelerin, Sayın Başbakanın şikâyet ettiği vakıfların ve onların hamilerinin de ülkemizden en çok talep ettiği hususlar olmasını sadece bir tesadüften ibaret saymak, ancak bir aymazlık olabilir. Sayın Başbakanın yaptığı açıklamalardan belediyeler üzerinde etkin bir denetim yapılmadığı sonucu çıkmaktadır. Oysa, dokuz yıllık iktidarınız döneminde "idareyi yeniden yapılandırıyoruz" diyerek yürürlüğe koyduğunuz 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi Kontrol Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 5302 sayılı İl Özel İdaresi, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunlarında yapmış olduğunuz düzenlemelerle mahallî idareler üzerindeki denetimi bilinçli bir şekilde etkisizleştiren de maalesef sizlersiniz ve bu durum Anayasa Mahkemesi tarafından da tescil edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi 2008/27, 28, 29 ve 30 esas sayılı Kararlarıyla 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 23'üncü maddesinin beşinci fıkrası ile 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun 14'üncü maddesinin beşinci fıkrasını da "idari vesayeti zayıflattığı ve denetimi etkisizleştirdiği" gerekçesiyle Anayasa'ya aykırı bularak, iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesi hem Büyükşehir Belediyesi Kanunu hem Belediye Kanunu'nun belediye meclis kararlarının kesinleşmesine ilişkin hükümlerini iptal ettikten sonra, iptal edilen hükümler nedeniyle doğan yasal boşluğu "kamu düzenini tehdit ve kamu yararını ihlal edici nitelikte" gördüğünden, iptal kararının Resmî Gazete'de yayımlanmasından bir yıl sonra yürürlüğe girmesini uygun görmüştür. Anayasa Mahkemesinin bu iptal kararı, 22 Haziran 2010 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanmış olmasına rağmen, Hükûmetçe, iktidar partisi tarafından bu kararlar doğrultusunda yapılması gereken düzenlemeler henüz yapılmayarak bu konudaki boşluk devam ettirilmektedir. İlgili kanunlardaki hükümler iptal etmiş ve yerine de yenileri getirilmemiş olduğu için şu anda belediye meclis kararları üzerinde hiçbir denetim kalmamış ve belediye meclis kararları üzerinde idari vesayetin uygulanması sıfırlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP iktidarları döneminde bilinçli bir şekilde zaafa uğratılan merkezî idarenin vesayet denetiminin, ileride telafisi imkânsız zararlara ve yıkımlara yol açmaması için çok dikkatli olunması gerektiği kanaatindeyiz.

Değerli milletvekilleri, bu çerçeveden hareketle, Sayın Başbakanın konuşmasından anlaşıldığı kadarıyla, KCK tutuklamalarına dayandırdığı PKK'ya kaynak aktarma iddiasının yanı sıra, sorulması lazım gelen başka sorular da vardır. Örneğin, devletten alınan paylardan kanlı terör örgütüne mali destek sağlanmakta mıdır? Terör örgütüne eleman desteği sağlayan yerel yönetimler var mıdır? Terör örgütünden işçi statülü eleman alınmakta mıdır? Bu sorular çoğaltılabilir ama en önemlisi değerli milletvekilleri, Hükûmet bu belediyeleri gereği gibi denetleyebilmekte midir?

Değerli milletvekilleri, Oslo'da PKK'yla yapılan müzakerelerden rahatsızlık duymayan Sayın Başbakanın, aynı PKK'ya bazı vakıflar üzerinden kaynak aktarılmasından rahatsızlık duyması yaman bir çelişki olarak hafızalara kazınacaktır. PKK'ya yapılan yardımlar gibi millet varlığını yandaşlara peşkeş çeken ihale ve imar yolsuzlukları ve bunun neticesinde yaşanan can kayıpları da aynı şekilde maşerî vicdanı kanatmaktadır.

Değerli milletvekilleri, son günlerde kamuoyunda sıkça tartıştırılan vicdani ret konusu da AKP'nin, CHP'nin ve BDP'nin ortaklaştığı bir konu olması münasebetiyle yine son derece manidardır. Söz konusu vakıfların faaliyetlerinin mercek altına alınıp ayrıntılı olarak denetlenmesinin gerektiği ve bu konuda öteden beri yapılmış olan değerlendirme ve tartışmalardan ve Sayın Başbakanın talihsiz açıklamalarından sonra daha da önem kazanmıştır. Kaldı ki bu tür vakıfların sahip oldukları -azınlık vakıflarının da aynı şekilde- mali kapasiteleri ile ülkemizde sivil toplumun önemli bir kesimini rahatlıkla etki ve nüfuz alanlarına aldıkları gün gibi aşikârken partimizin çok haklı ve yerinde uyarılarını dikkate almayarak Vakıflar Yasası'nda değişiklik yapıp vakıfların denetimini iç denetimle sınırlandıran da yine AKP İktidarıdır.

Değerli milletvekilleri, Sayın İçişleri Bakanının Plan ve Bütçe Komisyonunda bir soruya karşılık yapmış olduğu açıklamadan AKP'nin genel denetimi zaafa uğratan düzenlemelerden esas muradının AKP'li belediyeleri denetim dışı bırakmak olduğu anlaşılmaktadır. Sayın Bakan 29 Mart 2009 yerel seçimlerinden bu yana toplam 2.250 belediye hakkında araştırma, ön inceleme ve inceleme onayı verildiğini, bunların 1.052 adedinin AKP'li belediyelere ait olduğunu ve bu oranın da yüzde 47 olduğunu ifade ederek "Bakın, ben en çok AKP'li belediyeler için araştırma yaptırıyorum." demek suretiyle rakamlarla oynamaya çok çabuk alıştığını göstermiştir. Oysa bu rakamların anlamlı olabilmesi için kaç tane araştırmanın ön inceleme veya inceleme safhasında kaldığını da açıklaması gerekirdi. Örneğin, sadece İstanbul'daki iktidar belediyeleri için Valilikçe altı yüze yakın şikâyet hakkında "İşlem yapmaya gerek yoktur." denilerek kaldırıldığında, bu rakamların ne kadar anlamsız olduğu da ortaya çıkacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, Sayın Başbakanın ve Sayın Bakanın da bildiği araştırma, inceleme ve soruşturma izinlerinin iktidar ve muhalefet belediyeleri için vicdan ve ahlak sınırları zorlanarak nasıl verildiğini, parti-devlet bütünleşmesinin nasıl partizan denetim mekanizmalarına dönüştüğünü izah etmek istiyorum.

Farz edelim ki İçişleri Bakanlığına iktidar partisine mensup bir belediye başkanı hakkında bir ihbar veya şikâyet dilekçesi ulaşmış olsun. Önce valiliğine yazılır, gerekirse valilik kaymakamlığa yazar, çoğunlukla ilgili belediyeye de yazılır ve bir araştırmacı görevlendirilir ama bu araştırmacı bazen hakkında şikâyet olan belediye başkanının maiyetindeki bir görevli de olabilir. Sonuç olarak valiliklerden İçişleri Bakanlığına gelen cevaplarda iktidar partisine mensup bir belediye başkanının suçlu olduğunun yazılması mümkün değildir, çok istisnadır. Bu durumda, bakanlık, işleme koymama kararı verir. Bu aşamada ön inceleme başlatılması için şikâyetçinin konuyu idari yargıya taşıması gerekir. Bu da yetmez, müfettişin suçlu bulması hâlinde dahi soruşturma izni verilmeyebilir, Elâzığ Belediyesi, Kayseri, Karaman vesaire daha saymakla bitiremeyeceğimiz örneklerinde olduğu gibi. Şimdi de farz edelim ki muhalefete mensup bir belediye hakkında şikâyet dilekçesi ulaşsın. Doğrudan ön inceleme başlatılabilir, valiliklerinden görüş istenirse derhâl ve rahatlıkla ön inceleme başlatılması önerilir, hele iktidar bu belediye başkanına zarar vermek istiyorsa başta teknik takip gücü olan organize suçlar şubeleri olmak üzere emniyet birimleri müfettişe ve adliyeye servis yapmaya başlar ki kamuoyu vicdanında mahkûmiyet çabuk gerçekleşir ve belediye başkanının suçsuz olduğunun ispatı yıllar alabilir.

Değerli milletvekilleri, anlaşılmıştır ki iktidarlar hak, adalet, dürüstlük ve insan sevgisi gibi Allah korkusu içeren mukaddes değerlerin uzağındaysa en güzide kurumları ve en güzel kanunları dahi şahsi veya belli grup çıkarları için kullanabilmekte, muhalefeti ise acımasızca cendereye sokabilmektedirler.

Değerli milletvekilleri, yaratılan bu baskı ve korku atmosferi nedeniyle şu anda muhalefet belediyelerinde birim amirleri evraklara imza atmamaktadır. Birim amiri olarak, müdür olarak atanmak üzere gönüllü kamu görevlisi bulunamamaktadır. Personel "Dinleyenler tarafından yanlış anlaşılır." diye aralarında telefon görüşmesi yapmamakta ve herkes ortam dinlemesi olduğuna inanmaktadır ve emin olunuz ki bugün bazı muhalefet belediyelerinde personelin yüzde 50'si antidepresan kullanmaktadır. Muhalefet belediyeleri, Hükûmet ve taşra teşkilatları nezdinde üvey evlat muamelesi görmekte, bazı kamu görevlileri bırakın muhalefet belediyelerinin projelerine destek vermeyi, muhalefet belediye başkanlarıyla bir arada görünmekten korkmaktadır, randevu vermemekte ve âdeta, birer iktidar partisi temsilcisi tavrıyla karşılamaktadırlar, hatta, rutin işleri için bile o ilin bakanının onayını dayatmaktadırlar.

Değerli milletvekilleri, bir tarafta gözaltında intihar eden ve ilk duruşmada haklarında tutuksuz yargılanma kararı verilen belediye görevlileri ile gözaltında ifade bile veremeden hayatını kaybeden kamu görevlilerinin varlığı, diğer tarafta üç ay sonra tutuksuz yargılanmalarına karar verilen Deniz Feneri sanıklarının varlığı, yargıya olan güveni temelinden sarsmıştır. Almanya'da bütün yönleriyle aydınlatılan Deniz Feneri, ülkemizde yargıya müdahale edilerek karartılmıştır. Bir yandan savcılık tarafından 26 çuvalla bütün evraklarına el konulduğu hâlde "delilleri karartma" gerekçesiyle gözaltına alınan belediye görevlileri, öte yandan bütün delilleri karartılarak serbest bırakılan Deniz Feneri yöneticileri, vicdanları sızlatmakta ve sabırları zorlamaktadır.

Değerli milletvekilleri, buradan ilgilileri uyarıyorum: Milliyetçi Hareket Partili belediyelerden elinizi çekin ve zulme alet olmayın. Yapılan zulümdür ve bu zulümle abat olunmayacağını en iyi bilmesi lazım gelenler de dün kendilerine zulmedildiğini söyleyerek iktidar olanlardır. Ama görünen o ki dün mazlum olduğunu söyleyenler bugün zalimleşmiş, dün mağdur edildiklerini ileri sürenler bugün başkalarını acımasızca mağdur etmekte bir beis görmemektedirler. Hiç kimse unutmamalıdır ki bu hesaplar er ya da geç sorulacaktır ama her şeyden önemlisi, kadiri mutlak olan Cenabıallah bu zulme rıza göstermeyecektir.

Değerli milletvekilleri, biraz önce sıraladığımız gerekçeler ve Sayın Başbakanın iddialarını ispat edememesi nedeniyle bu gensoruya destek verdiğimizi belirtiyor, bu düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)