| Konu: | KOCAELİ MİLLETVEKİLİ HURŞİT GÜNEŞ VE 113 MİLLETVEKİLİNİN, İZLEMEKTE OLDUĞU DIŞ POLİTİKANIN TEHLİKELİ VE GERÇEKLERDEN UZAK OLDUĞU, ULUSAL ÇIKARLARLA BAĞDAŞMADIĞI VE YASAMA ORGANI İLE HALKTAN GİZLENDİĞİ İDDİASIYLA DIŞİŞLERİ BAKANI AHMET DAVUTOĞLU HAKKINDA GENSORU AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGENİN ÖN GÖRÜŞMELERİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 8 |
| Tarih: | 12.10.2012 |
CHP GRUBU ADINA HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Anayasa'nın 98 ve 99'uncu maddeleri ve İç Tüzük'ün 106'ncı maddesi gereğince Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu hakkında verilen gensoru hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi de saygıyla selamlıyorum.
Biliyorum, bugün cuma, Meclis Televizyonu kapalı. Dolayısıyla, halkımız bizi doğrudan ve naklen izleyemeyecek.
ADNAN YILMAZ (Erzurum) - İzliyorlar.
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Naklen izleyemeyecek.
Gensoruyu da bir cuma akşamı böylesi bir saatte getirdiniz fakat bir şey daha söyleyeyim: Tezkereyi de bir kapalı oturumda getirdiniz, tezkerede de vatandaşlarımız içeride ne konuşulduğunu naklen izleyemedi. Yani bu Suriye politikası bir muamma biçimde, halka ne kadar yansıtılırsa o kadar öğrenilir bir hâle geldi. Demek ki Suriye'de halktan gizlememiz gereken bazı temel gerçekler var.
Değerli arkadaşlar, 25 Ağustosta bir panelde konuşmacı olarak Hatay'daydım. Hatay'a gittim, Hataylı yurttaşlar bana dediler ki: "Burada çok büyük bir gerginlik var." Hatay'da vatandaşlara sorduk, dedik ki: "Nedir sıkıntınız?", dediler ki: "Burada, `sığınmacı' adı altında kol gezen birtakım askerî üniformalı kişiler var ve bunlar kamplarda yaşıyor, giriyor, çıkıyor. Biz bundan çok rahatsızız." Ne yaparsınız? Milletvekilisiniz, beraberimizdeki milletvekili arkadaşlarla beraber dedik ki: "Gidelim, şu sığınma kamplarına bakalım neye benziyormuş bunlar?" Valiyi aradık, yetkilileri aradık, Cumhuriyet Halk Partisi genel merkezi aracılığıyla AFAD'ı, acil durum ve afet işleriyle ilgili daireyi aradık, Ankara'dan resmî bir yazıyla izin istedik, izin çıktı, Yayladağı ve Apaydın'la ilgili istemiştik, izin çıktı. Ben yolda giderken Apaydın'ı tercih ettim. Beraberimdeki heyetle beraber Apaydın'a gideceğiz fakat daha önce "Hocam, çok memnun oluruz, gidin, orada çocuklarla, kadınlarla görüşün, kampların yerini, durumu görün." diyen AFAD Başkanı birdenbire yolda "Aman Hocam" dedi "Apaydın'a gidemezsiniz. Cıs! Orası yasaklı yer, oradan içeri asla?" Nasıl olur, dedim; ben milletvekiliyim, beraberimde milletvekilleri var. İzin verdiniz, resmî yazıyla müracaat ettik. "Hayır, asla giremezsiniz. Apaydın'ın kapısından sizi çevirirler." dediler. Biz, Apaydın'a gittik ama kapıdan dönerken bir basın toplantısı yaptık, içeri giremediğimizi halka açıkladık.
Şimdi, değerli arkadaşlar, milletvekilisiniz, Türkiye Cumhuriyeti toprakları içinde bir yere giremiyorsunuz. Yabancı bir yer değil, Türkiye'nin. Sayın Hurşit Güneş -yani ben- ve Sayın Süleyman Çelebi -burada oturuyor- içeri alınmadık. Neden alınmadık? Yani şimdi bunu Meclis Başkanının merak etmesi gerekir değil mi? Sayın Cemil Çiçek "Benim iki milletvekilim niye içeri alınmadı?" diye sorması gerekir. Meclis Başkanı tutuklu vekiller konusunda biçare, anladığım kadarıyla bu konuda da biçare ama sürekli bu biçare hâlde giderseniz sonunda Davutoğlu gibi olursunuz "ne çare" onu da söyleyeyim.
Değerli arkadaşlar, bu kamp daha sonra Meclis İnsan Hakları Komisyonuna açıldı. Meclis İnsan Hakları Komisyonu giderken Cumhuriyet Halk Partililer katılmadılar. Dedik ki: "Siz orayı temizleyeceksiniz ve daha sonra gidip o kampı göreceksiniz ve temiz de bir rapor çıkaracaksınız." Ve gerçekten de öyle oldu. Meclis İnsan Hakları Komisyonu gitti, evvelsi gün katıldığım gibi, "tertemizdir" diye bir rapor çıkarttı. Ben o Komisyona, açıklamanın yani raporun açıklaması günü gittim. Sayın Ayhan Sefer Üstün de oradaydı, açıklayan da oradaydı fakat duyduğum şey karşısında hayrete düştüm. Ben zannediyordum ki o kampta Özgür Suriye Ordusu Komutanı Riyad El Esad artık gitmiştir. Hayır, oradaymış ve görüşmüşler. Sormuş? Ayhan Sefer Üstün sormamış, MHP İstanbul Milletvekili Atila Kaya sormuş. "Sen Özgür Suriye Ordusu Komutanı mısın?" demiş. Tercüman, kaşlarıyla "Hayır de!" demiş. "Yahu senin kaşların niye böyle kalkıyor?" demiş. "Benim tikim var." demişler. "Değiştirtelim sizi, bu tercüman değişsin."demişler. Tercüman değişmiş. Ben, hayretler içinde kalınca "Orada mıydı?" dedim. "Sizin o çok sık bahsettiğiniz Malik El Kürdi de oradaydı." dedi. Bu, tam bir kepazelik! Tam bir kepazelik!
Şimdi, ısrarla soruyorum: Eğer o kamp diğer kamplardan farksız olsaydı bizi niye sokmadığınızı açıklayamazdınız değil mi? Şimdi, tekrarla soruyorum: O kampa niye biz, Sayın Süleyman Çelebi ve ben alınmadık ve beraberindeki heyet alınmadık ve İnsan Hakları Komisyonu alındı? Bunu açıklamak gerekiyor. Ne fark vardı? Bizimle ilgili bir farklılık mı vardı?
Şimdi Sayın Bakan ve yetkililer diyor ki: "E, canım, bu kampa biz Suriye'nin resmî ordusundan kaçan resmî subayları koyduk." "Oradan ayrıldılar, onları koyduk." diyor. Ya, dünya alem biliyor ki Özgür Suriye Ordusunun ana omurgası zaten Esad'ın ordusundan kaçanlardan veya tepki duyanlardan oluşuyor. Tabii, katılan diğer El Kaide elemanları ve diğer elemanlar var, kuşkusuz ama ana omurga bunlardan oluşuyor. Kim kimi aldatıyor?
Bu kamp sınıra 3 kilometre arkadaşlar, gümrüğe ise 8 kilometre. Bu kampın dışında, şu resmini gördüğünüz Abu Hüseyin Niami, ben ve Süleyman Çelebi'yi kıtır kıtır doğrayacağını naklen televizyonlara söyledi. Ben Cemil Çiçek yerinde olsaydım "Benim milletvekillerimi hangi Suriye kıtır kıtır doğruyormuş!" diye bir soruşturma açardım, sorardım. Dışişleri Bakanının yerinde olsaydım, İçişleri Bakanının yerinde olsaydım sorardım.
AHMET İHSAN KALKAVAN (Samsun) - Mesleği kasap mıymış onun?
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Eğer bu Parlamentoda 550 milletvekilinden birisinin başına böyle bir şey gelseydi, bütün Cumhuriyet Halk Partili yetkililer bunun hesabını sorardı. (CHP sıralarından alkışlar)
ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) - Amma densizlik yahu!
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Şimdi, bir karışıklık var anladığım kadarıyla. Anlaşılan bu "Baas'çı" lafı öylesine bir yerleşmiş ki, biz Cumhuriyet Halk Partilileri Baas'çı diye, o silah verdikleri Suriyeli muhaliflere "Gidin, bu Baasçıları kıtır kıtır doğrayın." dedikleri için bizi de kıtır kıtır doğratacaklardı. Esef duyuyorum.
Değerli milletvekilleri, Apaydın'ın neler olduğunu dünya âlem aylarca yazdı. Şimdi, Sayın Bakan bir akademisyen. Burada diplomatlar da oturuyor, hepsinin yabancı dili var. Türkiye'den örnek vermeyeceğim.
Bakınız, 24 Şubat 2012, Almanya'nın saygın gazetesi Der Spiegel Apaydın'dan bahsediyor.
28 Şubat 2012, The National, Riyad El Esad'ın Apaydın'da olduğunu yazıyor.
23 Mayıs 2012 The Independent yine Apaydın'dan bahsediyor.
21 Haziran 2012, Amerika'nın saygın gazetesi New York Times Türk cemseleri ile CIA ajanlarının sınıra tanksavar tesliminde bulunduklarını yazıyor.
22 Haziran 2012, The Guardian'ın muhabiri İdlib'den John Densky bildiriyor, diyor ki: "Ben şahidim, ay başında, evet ay başında 50 kutu tüfek Reyhanlı'dan teslim edildi Müslüman Kardeşlere." Bunları dünya âlem yazıyor.
2 Temmuz 2012'de The New York Times tekrardan Apaydın'ın komuta merkezi olduğunu yazıyor. Özgür Suriye Ordusunun resmî web sitesinde merkez olarak Hatay yazıyor.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Allah Allah! Öyle bir şey olur mu ya?
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Daria Aslamova isimli Komsomolska Pravda muhabiri, Fatma kod adıyla "Özgür Suriye Ordusu mensubuyum." diyor, içeri giriyor, Malik El Kürdi'yle mülakat yapıyor, Hurşit Güneş ve Süleyman Çelebi giremiyor. Hâle bakın.
15 Ağustos 2012, Le Monde yeniden Apaydın'dan bahsediyor. Yahu bu Apaydın'ı dünya alem biliyor, Türkiye bilmiyor, böyle bir şey olur mu?
Değerli arkadaşlar, samimiyetle bir şey soracağım: Apaydın patlamadan önce, Apaydın'ın ne olduğunu biliyor muydunuz? Bu, ileri demokrasi dediğimiz düzende yani vesayetlerin kalktığı bu demokraside, Apaydın'ın ne olduğunu Türk basını yazabiliyor muydu? Parlamentoya gelip yetkililer size Apaydın konusunda bilgi verdiler mi? Hayır.
EMİN HALUK AYHAN (Denizli)- Başka konuda da bilgi verilmedi.
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Şimdi, Sayın Bakan Apaydın'ın ne olduğunu bilmiyor olabilir, hakikaten bilmiyor olabilir, bilgisi olmayabilir. O zaman gaflet içinde, gereğini yapsın. Yok eğer Sayın Bakan Apaydın'da ne olduğunu biliyor ve size açıklamıyorsa o zaman da bir başka yanlışla karşı karşıyayız demektir.
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Onlar biliyorlar.
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Her iki hâlde de, biraz önce Sayın Korutürk'ün söylediği gibi, köprüden son çıkış için bir çıkış fırsatı vardır, onu değerlendirmek gerekir.
Değerli arkadaşlar, dün size, 550 milletvekiline de birer disket dağıttım. O diskette, Riyad El Esad'la, Apaydın kampında 20 dakika süren bir söyleşi var. Söyleşinin bir kısmı İstanbul'da devam ediyor, yetkililerle görüşmeye gitmiş. Sadece o görüntü yok, başka görüntüler de var. Bakın, o filmden bir görüntü: Riyad El Esad Apaydın'da, arkasında Türk Bayrağı ve Irak Bayrağı, o kampın içinde.
MUSA ÇAM (İzmir) - Bakana da göster Sayın Güneş, Bakana da göster.
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Bakın, telefonla -o konuşmada, o filmde gözüküyor- Halep'te bir çatışmayı koordine ediyor.
NAMIK HAVUTÇA (Balıkesir) - Bakana göster, Bakana.
MUSA ÇAM (İzmir) - Onun gözleri görmez, görmez.
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Riyad, El Esad, arkasında Türk polisinin koruması altında, Türkiye'de.
ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) - Riyad Esad mı, Esed mi?
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Arkadaşlar, çok net söyleyeyim, Apaydın karanlık bir yerdir ama ne yazık ki bizim dış politikamızın yüz karası olmuştur. Apaydın'ı dünya âlem yazdı: "Özgür Suriye Ordusunun komuta merkezidir." Ortaya çıkınca ne yaptınız? "Efendim, 1995 tarihli bir yönetmelik var, başka bir ülkeden çıkan subaylar bizim ülkemizde barınabilir." dediniz. Doğru mu? Bu geçerli mi? Ya, bu çok ayıp bir şey, tam bir zırva. Çünkü o 1995 tarihli yönetmelik, bugünkü koşullarla hiçbir alakası yok. Türkiye'nin sığınmacı mevzuatı -biliyorsunuz- sıkıntılı bir mevzuat, biz doğudan gelenleri kabul etmiyoruz. Asker olanı kabul etmemiz için ancak bizim dışında durduğumuz iki ülkenin çatışma hâlinde olması gerekir. Sonradan bunu deyince, dediniz ki: "Efendim, Suriye ile İsrail çatışma hâlinde, onun için Suriye mensuplarını kabul ediyoruz, Suriye askerlerini." Daha beter zırva bir durum.
Şimdi, Anayasa'nın 92'nci maddesi açık arkadaşlar. Anayasa'nın 92'nci maddesi diyor ki: Başka bir ülkenin askerini ülkemize sokmanız için bu büyük yüce Meclisten izin almanız gerekiyor. Aldınız mı? Hayır, almadınız. Peki, nasıl kabul ettiniz? Eğer kabul ettiyseniz, işte Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının söylediği "Yüce Divanlık" dediği suç budur. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü siz, izin almadan, yabancı askerleri getirdiniz, Türkiye'de Apaydın Kampı'na soktunuz.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Kürecik için aldılar mı? Kürecik için de almadılar.
HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Şimdi, ne o düzmece İnsan Hakları Komisyonu raporu ne de sizin bu uydurmaca yönetmelikler sizi bu anayasal suçtan kurtarmayacak.
Şimdi, değerli milletvekilleri, Hükûmet diyor ki: "Biz Esad'ı çok ikaz ettik, demokrasi yolunda adımlar at dedik, dinlemedi." Onun üzerine ne yaptınız? Muhalifleri silahlandırdınız, El-Kaide'yi destekleyen Katar ile Selefileri destekleyen Suudi Arabistan'la beraber o silahların sevkine göz yumdunuz. Ya, ne zannediyorsunuz? Demokrasi gelecek diye mi yapılıyor bu? Yani Katar'la Suudi Arabistan keser döner sap döner günün birisinde bize de demokrasi gelir diye mi Özgür Suriye Ordusunu silahlandırıyor? Bunun mantıklı bir tarafı var mı?
Değerli arkadaşlar, cumhuriyet tarihinde ilk defa bir hükûmet bir komşusunun iç işini veya onunla ilişkisini başka bir ülkenin telkinleriyle yani ulusal güvenliğiyle ilgili değil, ulusal çıkarlarına göre değil, ona göre tasarlıyor.
Bakın, önceki gün Joe Biden bir açık oturumda ne dedi biliyor musunuz? Suriye ile Türkiye? "Biz bir eldivenle el gibiyiz." dedi. El herhâlde Amerika Birleşik Devletleri, eldiven de Türkiye. Eldiven kirlenecek, el temiz kalacak, var mı öyle şey? Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir hükûmet başka bir ülkenin iç işine karışıyor, cumhuriyet tarihinde ilk defa bir hükûmet başka bir ülkenin içini karıştırıyor ve cumhuriyet tarihinde ilk defa bir hükûmet başka ülkelerin medyasında o ülkenin içine, o ülkeye doğru silah sevk etmekle ilgili eleştiriliyor. Türk Ceza Kanunu'nun net 304 ve 306'ncı maddeleri: "Başka bir devleti savaşa teşvik veya yabancı devlet aleyhine silah toplama, asker toplama?"
Değerli milletvekilleri, biz bunları söylediğimizde bize "Baas'çı mısın?" diyorlar. Ya, şimdi, bu açıkçası laubalilik; ya, bunu ciddiyetle bağdaştırmanız mümkün değil.
Baas rejimi -geçenlerde Korutürk de söyledi- Arap milliyetçiliği demek ama onun ötesinde bir şey daha var Baas milliyetçiliğiyle, Baas'la ilgili. Mesela üniversiteler orada baskı altındadır, medya yandaştır, kimse aleyhe bir şey söyleyemez, aleyhte olan milletvekilleri varsa içeri tıkılır, dışarı çıkarılmaz. Yani orada büyük bir zulüm ve baskı vardır. Yani bana öyle geliyor ki Suriye uzun süredir bir büyük Silivri.
Şimdi, en büyük Baas'çı bana kalırsa Davutoğlu çıktı. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü Türkiye'de hiç kimse "Baas rejiminden bir başkası yeniden gelsin, devlet başkanı olsun." demedi ama Sayın Davutoğlu dedi. Gerçi onun bir farkı var; yani o da Baas'çı, hem de baba Esad'dan beri Baas'çı, büyük bir zulüm uygulayan Baas'çı ama onun bir farkı var. Birazdan gelsin, kendisi söylesin, onun, Esad'la Faruk El Şara'nın ne farkı var, gelsin bu kürsüde söylesin.
Türk dış politikası laik temellere göre yapılır. (CHP sıralarından alkışlar) Laiklik, sadece bir ülkenin devletinin yönetimine dinin ya da mezhebin karışmaması değildir, aynı zamanda dış politikaya da karışmamasıdır. Bir Dışişleri Bakanı, asla ve asla başka bir ülkenin içindeki mezhep saikiyle konuşmaz. Ben, bundan büyük bir üzünç duydum açıkçası. Aleviler ve Sünniler, biz kardeşiz, aynı ağacın dallarıyız. Niye birbirlerine vurdurtalım onları Suriye'de?
Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi olarak 14 Ağustosta sizi toplantıya çağırdık, elinizin tersiyle reddettiniz. Ulusumuza karşı bir sorumluluğumuzu, halka karşı bir sorumluluğumuzu yerine getirmeye çalışıyoruz. Sizi doğru yöne sevk etmeye çalışıyoruz. Bir büyük bataklıktan Hükûmeti kurtarmaya çalışıyoruz. Kimi ülkeler size "Yahu, ileride burası sizin için büyük bir imkân olabilir." diyebilirler, sakın kanmayın. Eğer bu vaziyette giderse Suriye, sonunda Irak gibi parçalanacak ve Türkiye için büyük bir dezavantaj, istikrarsızlık unsuru hâline gelecek. Buradan derhâl çıkmak gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, Apaydın, Suriye politikasının çıbanbaşıdır, yanlışın göstergesidir. Sonunda ne oldu? Masum ve sivil yurttaşlarımızın başına bomba düşmeye başladı.
Değerli milletvekilleri, bunun üzerine ne yaptı Hükûmet? NATO'yu devreye sokmak istedi, değil mi? NATO'yu devreye sokarken ne diye soktu? İhtiyacım var sana diye. Yahu, biz, büyük bir ülkeyiz. Hani lider ülkeydik, Orta Doğu'da NATO'ya ihtiyacımız olmayacaktı? İki mermiyle mi biz gidip NATO'yu rica edeceğiz. Nihayetinde Suriye?
Peki, gittik NATO'ya. Ne dedik? Anlaşmanın 5'inci maddesi için çağırmadık, 4'üncü maddesi için çağırdık, "Saldırı var." diyemedik, "Tehdit var." dedik. Rapora ne yazdılar, bildirgeye? "Tehlike" yazdılar. NATO'da bile onu beceremedik.
Şimdi, ben, Sayın Davutoğlu'ndan rica edeceğim. Gelsin, burada söylesin, rica ediyorum. Irak'la ilişkilerimizin, Haşimi'nin buraya gelmesi ve alkışlanması sonrası daha da düzeldiğini açıklasın. Radarı Malatya'ya koymamızdan sonra İran'la ilişkimizin daha da bir güven kazandığını gelsin, anlatsın. Bütün bunları gelsin, anlatsın Sayın Davutoğlu.
"Zihninizin ruhunuzla buluşabileceği bir ortamda, aralıksız tefekkür ve muhasebe yapmak istediğinizi" belirtiyorsunuz. Size göre, 19'uncu yüzyıl ideolojisi olan ulusçuluk, tarihten gelen organik yapıları dağıtarak suni karşıtlıklarla hepimizi ayrıştırıyor. Bu fikrinizi bir daha muhasebeye sokun. Çünkü siz böyle düşünüp ülkemizin komşularıyla sorunlarını sıfır düzeyine çekeceğim derken onu savaşın eşiğine getirirseniz, o koltukta oturamaz, bu ulusu yurt dışında temsil edemezsiniz.(CHP sıralarından alkışlar) Eğer bu Meclis gereğini yapmazsa siz de onurunuzla yapın.
Değerli milletvekilleri, ben bir iktisat profesörüyüm. 1994 ve 1995 yılında bir iktisat profesörü ekonominin dümeni başındayken Türkiye'yi bir mali krize soktuğu için büyük üzüntü duymuştum çünkü ben bir profesörüm. Şimdi de dış politikanın dümeninin başında bir profesör, bir uluslararası ilişkiler profesörü var. Şimdi o, Türkiye'yi bir dış politika, bir diplomatik riske, uçuruma sürükledi, yine aynı üzüntü ve mahcubiyet içindeyim. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, İdlip'te, Halep'te, Şam'da, Humus'ta çatışmaların sonunda ölen gerek Esad'ın uçaklarıyla ölen masumlar gerekse bu çatışmacıların, cihat yapıyorum diyen çatışmacıların nidalarıyla öldürülen masum yavrular eğer buna biz son vermezsek bizi hayır dualarıyla anmayacaktır.
Hepinize saygılar sunuyorum (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.