| Konu: | TOPLU İŞ İLİŞKİLERİ KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 11 |
| Tarih: | 18.10.2012 |
CELAL DİNÇER (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 197 sıra sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Tasarısı'nın 72'nci maddesi üzerine verdiğimiz önerge hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu maddede, grev hakkının ve lokavtın kötüye kullanılmasından bahsedeceğim. Ancak bu maddeye gelene kadar, böyle bir hak elimizde kalmadığı için, ortada grev mrev olmadığı için Sayın Bakanım, haklardan bahsetmeden yasaklardan bahsetmeyi bu iktidar çok iyi başardığı için "Şimdi neyi konuşacağız?" diye sormadan edemiyorum. Hangi hak hangi yasağı doğuruyor, doğrusu, çok merak ediyorum.
Bakınız, bu yasadan beklentimiz çok açık. Bu yasanın gerçekten nasıl olması gerektiğini defalarca söyledik. Gerek haftalardır her madde üzerinde verdiğimiz önergelerde yaptığımız konuşmalarda, gerekse geçen yasama dönemindeki komisyon toplantılarında hep söyledik, gene söyleyeceğiz. Türkiye'de sendikal örgütlenmenin ve toplu pazarlık düzeyinin korunması ve geliştirilmesi mümkün olmadan, bu yasada bu anlayış hâkim olmadan yasanın kabul edilmesi düşünülemez.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sendikalar ve toplu sözleşme alanında birinciliklerde üstümüze yoktur. Uluslararası İşçi Sendikası Konfederasyonu'nun her yıl yayınladığı sendikal hak ihlalleri raporunda her yıl en az ilk beşteyiz. 2011'de ise birinciliği aldık, yasaklarda birinciyiz, hak ihlallerinde birinciyiz.
Şimdi, bu üzerinde konuştuğumuz madde diyor ki "Toplum zararı ve millî servetin tahrip edilmesi durumunda grev veya lokavtın durdurulmasına karar verilebilir."
Ancak böylesine belirsiz, böylesine geniş ifadelerle grevin yahut lokavtın durdurulabilmesine imkân tanıyan bu madde, açıkça, özgür toplu pazarlık hakkına bir müdahaledir. Önce kaşıkla hak verip sonra kepçeyle o hakkı geri almayı, afaki cümlelerle işçinin, emekçinin hakkını kısıtlamayı bu iktidar çok iyi biliyor.
Şimdi "Bu maddenin 12 Eylül ile hesaplaşması nerededir?" soruyorum size. Bu, 12 Eylülü savunmak değil midir? Bu madde o gün de aynıydı, bugün de aynı.
Anayasa'da yapılan 2010 değişiklikleri ile Anayasa'nın 54'üncü maddesinin üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırıldığı hâlde, sendikaların kusurlu hareketi sonucunda grevin ortaya çıkması durumunda oluşan maddî zarardan sendikanın sorumlu olduğu yönündeki hüküm, Anayasa'ya aykırı olduğu gibi, 12 Eylül zihniyetinin de sürdürülmesinden başka bir şey değildir.
Önergemizde söylediğimiz gibi, cezaların şahsiliği ilkesi çerçevesinde, kurumların yerine ilgili kişilerin sorumlu tutulmasını talep ediyoruz. Bu maddedeki belirsiz ifadelerle sendikanın elindeki tek güvence olan grev hakkına müdahale toplu pazarlığın özgür olması ilkesine aykırıdır. Dolayısıyla, ILO'nun 87 ve 98 sayılı Sözleşmelerine de aykırıdır.
ILO tarafından kullanılması ve 98 sayılı Sözleşme'ye uygun iki ölçüt olarak, işler bazında devlet otoritesini kullanan devlet memurları ve kelimenin tam anlamıyla, hizmetin kesintiye uğraması hâlinde yaşamı, kişisel güvenliği ve toplumun tamamının veya bir kısmının sağlığını tehlikeye düşürebilecek temel hizmetlerde grevin durdurulabileceğini veya yasaklanabileceğini belirtmektedir.
Şimdi, sizin düzenlediğiniz bu maddedeki soyut ifadelerle grev hakkı kısıtlanıyor. Yani, sizin istemediğiniz ve "millî ekonomi" dediğiniz her iş yeri açıkça bu madde kapsamına girmiş oluyor.
Sizin için "millî ekonomi" dediğiniz nerede başlıyor, nerede bitiyor? "İşçi" deyince, millî ekonomi başlıyor, zarar ziyan başlıyor; yok ama "sermaye" deyince, "patronlar" deyince millî ekonomi başlıyor. Türk Hava Yolları millî ekonomi oluyor, Türk Hava Yollarında çalışanların 305 ailenin ekonomisiyse bu ülkenin sınırları dışında kalıyor. Bu hangi haktır, bu hangi adalettir, bu hangi hukuk sistemidir, bu nasıl bir demokrasi, bu nasıl bir özgürlük?
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Dinçer.