| Konu: | BDP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 47 |
| Tarih: | 02.01.2013 |
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, nefret ve buna bağlı suçlar muhakkak ki bir insanlık suçudur. Nefrete sebep olan davranışlar ve bu davranışa destek olanların da aynı şekilde nefret suçları işleyenlerle eş değer tutulması gerektiğine inanıyorum. Çünkü nefret ve nefret etmenin temelinde nefret edilene karşı bir tahammülsüzlük vardır, bu tahammülsüzlük yatmaktadır ve tahammül edebilme "hoşgörü" anlamına gelir. Hâlbuki hoşgörü bile hoşgörüye sahip olanın belli bir ölçüde tahammülünü yenme anlamındadır ve tamamıyla insanlıkla ve insan sevgisiyle doğrudan alakalı değildir. Onun içerisinde bile, hoşgörünün içerisinde bile bir tahammülsüzlük yatmaktadır. Yani kendi tahammülsüzlüğünü bir yerde köreltmiş insan "hoşgörü sahibi" anlamına gelir.
Değerli milletvekilleri, nefret etme, karşınızdaki kişilere değer vermeme, onlara karşı sevgisizlik gösterme duygusu verir. Bunun sonucu olarak, muhatapları yok etme, asimile etme gibi birtakım uygulamalar ortaya çıkar. Dolayısıyla, kişiler o zaman ellerine silah alırlar, sivil-resmî ayırt etmeksizin insanları öldürmeye başlarlar. Çünkü tahammülsüzlükle birlikte ırkçılık, insanların dinî anlayışına bakış açısında bir nefret duygusu ortaya çıkar ve zaten devletler arasında meydana gelen birçok savaşın temelinde de bu yatar. Bugün, Suriye'de meydana gelen olaylara, iç çatışmaya bakacak olursanız, her iki tarafın karşılıklı olarak birbirinden nefret etmesi vardır. Böyle bir durumda tutar, sivil insanların içinde bulunduğu otobüsleri yakarsınız, sivil halkın yoğun bulunduğu yerlere bomba koyarsınız, dershaneye giden ve hiçbir şeyden haberi olmayan öğrencileri havaya uçurursunuz. Dolayısıyla, bunların bütünü nefrete dayalı suçlar olarak ortaya çıkar. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak ırkı, dini, mezhebi, rengi ne olursa olsun insanlar arasında bir ayrıma ve nefrete yol açacak bir anlayışa şiddetle karşı olduğumuzu özellikle belirtmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkçede bir kelime vardır: "Gönül." Bu kelime, gönül kelimesi dünyanın hiçbir dilinde yoktur. Dünyanın hiçbir dilinde gönül kelimesi yoktur. Gönül alma, gönül kırma gibi birtakım ifadeler hakikaten, tamamen insanidir ve insani değerler içerisinde telakki edilir. Öyle ki, Türkler ta eski tarihlerden itibaren bu durumlara, insana ve insani değerlere önem vermiştir. Bilge Kaan yazıtlarında şunu görürsünüz: "Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldıkta, ikisi arasında kişi oğlu oldu." der. Yani "İnsan yaratıldı." der, "Türkler yaratıldı." demez. Keza, Osman Gazi döneminde yani Şey Edebali Osman Gazi'ye öğüt verirken şöyle der: "Ey oğul, insana değer ver ki, devlet yücelsin." Çünkü her şeyi yücelten insan ve insani değerlerdir. Keza, Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethinden sonra Ayasofya Vakfiyesini hazırlatmıştır, vakfiyenin ilk cümlesi şöyledir: "Kainatın özü insandır, bu vakfım insanlar içindir." Keza, Sultan Abdülhamit döneminde Darülaceze yapılmıştır -ismi Darülaceze- Farsça bir mürekkep kelimedir, yani düşkünler kapısı ve burada, Türkler için değil veya Müslümanlar için değil, Hıristiyanlar için de, Museviler için de, aynı şekilde, düşkün olan her insana kapılar açılmıştır. Keza, bugün Darülacezeye gidecek olursanız, orada hem camiyi hem kiliseyi hem sinagogu birlikte, sırt sırta görebilirsiniz.
Yine, Osmanlı döneminde, her padişah, yeni fethedilen topraklarda adaletnameler yayınlamışlardır. Yani bu hangi anlama gelmektedir, adaletnameler? O bölgedeki insanların tümünün, dinine, ırkına, kültürüne bakılmaksızın padişahın koruması altında olduğu bütün dünyaya ilan edilmiştir. Aslında, tahammülsüzlük, bir şekilde, biraz önce söylediğim gibi, "asimilasyon" dediğimiz insanların bulundukları inançtan, farklı bir ırktan, soydan farklı bir ırka çevrilmesi anlamına gelir. Osmanlı Devleti'ne bakarsanız, Türklere bakarsanız, Balkanlarda herhangi bir asimilasyonun olmadığını görürsünüz. Nitekim, bugünkü Balkan ülkelerinin kendi kültürlerini, dillerini, dinlerini birlikte yaşamaları aslında Osmanlı Devleti'nin bu davranışına, bu yürüttüğü politikaya bağlıdır, yani bir asimilasyona dayanmamasına bağlıdır.
Dolayısıyla, nefrete sebep olan olayların nasıl ortaya çıktığını göz önüne alacak olursak şöyle değerlendirebiliriz: Sırf etnik bir ırkçılık peşinde koşarsanız ve sürekli olarak karşınızdaki insanı aşağılayacak veya karşınızdaki insanların da değerlerine sahip çıkmamak veya onlara değer vermeyecek bir davranış içerisinde bulunursanız, muhakkak ki önünde sonunda karşınızdaki insanlarda size karşı bir tepki doğacaktır. Yani nefreti ortaya çıkaran yine insanların kendisidir.
Şimdi, siz, bir ülkede yaşayacaksınız, o ülkenin içerisinde başka insanlara karşı darpta bulunacaksınız, onların hak ve hukukuna saygı göstermeyeceksiniz ve buna sebep de siz olacaksınız -çünkü söylemlerinizde sürekli bunları dile getireceksiniz- ve ardından da diyeceksiniz ki "Neden olaylar çıkıyor?" Bir toplum içerisinde çıkan olayların müsebbibi muhakkakki o toplumu kışkırtan gruplardır, ikinci bir grup değildir.
Dolayısıyla, bu açıdan baktığınız zaman, şimdi eğer az önce hatibin söylediği gibi Kürt vatandaşlarımızdan bazıları valizlerini, eşyalarını toplayıp o şehri terk ediyorlarsa, o zaman herkesin oturup yeniden düşünmesi lazım. Artık düşünün ki bin yıldır birlikte yaşayan insanların birbirinden nefret etmedikleri bir zaman dilimini düşünün, otuz senedir meydana gelen teröre rağmen birbirini aşağılamayan, birbirine karşı düşmanca davranmayan insanları düşünün ama demek ki sonunda başardınız demektir bunu. Buradaki başarınızı kutlamak gerekiyor o zaman, iki toplumu birbirine düşman etme konusunda.
Şimdi, neden nefret ediyor o zaman insanlar? Benim öğrenciliğim zamanında üniversitede kimin Kürt olduğunu, kimin Türk olduğunu kimse kimseye sormazdı, hiç kimsenin de umurunda değildi açıkçası. O Kürtmüş, bu Türkmüş, bu bilmem başkasıymış, bütün bunların hiçbir tanesini biz yaşamadık üniversitedeyken. Ne zaman okudum? 1967'de üniversiteye girmiştim. Niye o zaman yoktu da bugün var? Bugün, herkes birbirine âdeta düşman hâline geldi. Niçin? Sürekli siz bir şeyin üzerinde duruyorsunuz. Efendim "Kürt, Kürt, Kürt" diyorsanız karşınızda birileri de çıkar "Türk, Türk, Türk" demeye başlar. Artık yapmayın. Şu toplum içerisinde eğer birlik ve beraberliği sağlayacaksanız, o zaman toplumun eksikleri olan her şeyi birlikte değerlendirin ve birlikte ortaya koyun.
Dolayısıyla, nefret suçlarına sebep olabilecek herhangi bir olayın kimlerden kaynaklandığını, neden kaynaklandığını iyi değerlendirip ona göre hareket etmek gerekir. Ama şurasını da söyleyeyim: Nefret, her şeyi nefret olarak da içerisine koyamazsınız. Psikolojisi bozuk olan insanlar da vardır, cinsel birtakım konular sebebiyle küçücük çocuklara tecavüz eden, onları öldüren insanlar nefretin ötesinde bir durum ortaya koyarlar. Bunlar için de aslında kendini koruyamayan bu insanlara karşı Türkiye Büyük Millet Meclisinde kendi üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekir çünkü kendini koruyamayacak insanı korumakla mükellef olan devlettir. Devlet, bu gibi, çocuklara tecavüz eden, onları öldüren insanlara karşı da insanlık adına gereken cezayı vermekle mükelleftir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.