GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞBİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ VE HİZMET ALINMASI HAKKINDA KANUN (S.S:417)
Yasama Yılı:3
Birleşim:69
Tarih:21.02.2013

CHP GRUBU ADINA NURETTİN DEMİR (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 417 sıra sayılı Yasa Taslağı'nın ikinci bölümü üzerine grubum adına söz aldım. Sizleri ve yurttaşlarımı saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, öncelikle Muğla'da on yıldır sağlık alanında hemen hemen hiçbir şey yapılmadığını belirtmek istiyorum. Özellikle, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesinin temelini bir türlü atamadık. Ben orada dekanken, bir önceki rektör Şener Oktik Hocamızla birlikte oraya kadar gelen parayla -maalesef iktidarın engellemesi sonucunda- temelini atamadığımız hastane kuruluşunun, bugüne kadar da maalesef temeli atılamadı.

Sadece, Muğla Üniversite Hastanesi değil Ortaca Hastanesi de yıllardır yılan hikâyesine dönüştü. Milas, Bodrum ona keza Datça Devlet Hastanesi başladı, küçücük hastanenin bile, yeni duyduğumuza göre, maalesef inşaatı durmuş durumda. Şanlıurfa'da on yılı geçkin üniversite hastanesi hâlâ bitirilemedi. Demek ki bu yasayı getirmekteki en büyük amacınız, en büyük düşünceniz, biz bu sağlık işini beceremiyoruz, sağlık işini halledemiyoruz, en iyisi biz bunu pazarlayalım düşüncesiyle bu yasayı getirdiniz. Sadece bu örnek değil, bugün yine İzmir gazetelerinde Bozyaka Eğitim Araştırma ve Hastanesinde, elektrikler kesildikten sonra jeneratörlerin çalışmadığı, kalp krizi geçirenlere, acil servisteki hastalara ve ameliyathanelerdeki hastalara telefonların ışıklarıyla aydınlatılarak müdahale edildiğini öğreniyoruz. Demek ki siz bu işi anladınız, "Biz bu işi yapamıyoruz, en iyisi böyle bir pazarlama piyasası getirelim ve bu işten kurtulalım." diyorsunuz.

Bu yasa, özellikle sağlık alanında felaketlere yol açacak bir yasadır. Uygulanan ülkelerden yola çıkarak görevi ve vicdanı insandan, toplumdan yana olan herkes demelidir ki kamu-özel ortaklığı sağlığa zararlıdır, sağlık çalışanına da, sağlık hizmeti alacak olana da zararlıdır.

Bu yasanın özeti şudur: Cumhuriyetin kazanımlarını on yıldır sata sata bitiremeyen AKP, köprü ve otoyolların özelleştirilmesinden sonra, şimdi de hastaneleri satıyor, halkın sağlığını satıyor. Bu tasarı, sağlıkta bir vurgundur, hastaneleri AKP'ye yakın firmalara peşkeş çekmekten başka bir niyet taşımamaktadır.

TTB'nin de açıklamalarına göre, şu anda Türkiye'de eksik olan hastane ya da hasta yatağı değildir; eksik olan, sağlıkta kalitedir ve hastanın sorunlarının çözülmesidir, hastanın acısını dindirmek değildir.

Tasarıya göre, şehir hastaneleri için Sağlık Bakanlığı arsayı bulacak, projeyi hazırlayacak, yatırımcıya sunacak. Hastane yerleşkelerinde de sağlık tesisleri ve ticaret merkezleri birlikte olacak yani AVM'lerle hastane ameliyathaneleri bir arada olacak.

Bu tasarı ile imar planları yerel yönetimlerden alınıyor. Böylece, ihtiyaçların yerelde belirlenmesi ve koordinasyonu engelleniyor yani "Siz yiyemezsiniz kardeşim, biz bunu en iyi şekilde yeriz." demek istiyorsunuz. Rant kokuyor, rant.

Peki, Sağlık Bakanlığı bu arsaları neye göre belirleyecek? İşte bu sorunun cevabı AKP Hükûmetinin yeni rant kapılarını işaret ediyor çünkü sağlık hizmeti bir hak olarak değil, sermayenin yatırım yapacağı bir alan olarak görülüyor. Sağlık piyasalaştırılıyor, ticarileştiriliyor. Bu alandaki maliyetleri de düşürmek için sağlık çalışanı köleleştiriliyor, mesai saatleri uzatılıyor, çalışan ücretleri düşürülüyor. Hani bunun neresinde sosyal devlet? Daha az sayıda doktor ve sağlık çalışanıyla daha çok hastaya bakmak zorunda kalıyoruz.

Sayın milletvekilleri, yeni Sağlık Bakanının da itiraf ettiği gibi, sağlıkta dönüşüm politikalarının tükendiğinin en önemli kanıtı, bir hastanın üç günde 4 doktor dolaşmak zorunda kalmasıdır. Yeterli ve kaliteli sağlık hizmeti verilemiyor, sağlıkta şiddet ve memnuniyetsizlik artıyor. İstediği hizmeti alamayan hastanın tepkisi, başta doktor olmak üzere, sağlık çalışanına yöneliyor.

Tabii ki, özellikle Başbakan ve bakanlar "Hekim, hastanın cebinden elini çeksin.", "Paracı doktor." gibi söylemlerle toplumu, sağlık çalışanına karşı dolduruyor, provoke ediyor sanki bu bozuk sağlık sisteminin tek suçlusu AKP değilmiş gibi.

Peki, bu yasayla birlikte başka neler olacak? Neler mi olacak? Yeni sağlık kampüsünün yapılmasıyla tasfiye edilecek hastanelerdeki sağlıkçıların sosyal ve ekonomik hakları gasbedilecek, sağlık kampüsünün yapımı ve işletimini alacak şirketlere devletin ödeyeceği kira ve hizmet bedelleri döner sermayeden karşılanacak.

Sağlık emekçilerinin, emekleri karşılığında döner sermayeden aldıkları paylardan kesinti yapılması kaygısı vardır. Uzun yıllar bütün hizmetlerin yönetimi özel firmalara verilecek olan hastanelerdeki sağlık emekçileri bu şirketlerin işçisi gibi çalıştırılacak yani taşeronlaştırılacak.

Sayın Bakan, binayla, avluyla, AVM'yle kaliteli sağlık hizmeti verilir mi? 

AKP iktidarı sağlığı ticarileştirme derdindeyken tutuklu ve mahkûmlar hastalandıklarında yeterli sağlık hizmetini alamadıkları için hapishanede ölüyorlar ya da sakat kalıyorlar. Ergenekon ve Balyoz davaları süresince Kuddisi Okkır, Kaşif Kozinoğlu, Türkan Saylan, Engin Aydın yaşamlarını kaybetti; Erol Manisalı, Fatih Hilmioğlu, Ferit İlsever, Hayati Özcan gibi pek çok tutuklu ağır hastadır.

Ölümcül hasta tutukluları niçin tutuklu yargılamakta ısrar ediyorsunuz? Mahkûmiyet alanlara bu hak tanınırken tutuklulara neden tanınmıyor? Bu, ayrıcalık değil mi?

CHP Cezaevi İnceleme ve İzleme Komisyonu olarak milletvekili arkadaşlarım Veli Ağbaba ve Özgür Özel ile birlikte 50'ye yakın cezaevini ziyaret ettik, hasta mahkûmların içler acısı hâllerini gördük; âdeta ölüme terk edildiklerini gördük. Cezaevlerinde hastalar doktora ulaşamıyor. Ellerinde kelepçeyle muayene olup sağlık hakları ayaklar altına alınıyor. Ucube olan üçlü protokolün hukuken ve tıp etiği açısından hiçbir karşılığı yoktur. Bu protokol sadece bir işkence protokolüdür. Uluslararası kuruluşlar ve devletler tarafından kabul edilen İstanbul Protokolü kader kurbanlarının sağlık sorunlarının giderilmesi için ivedilikle uygulanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, biz burada kanun çıkarmaya çalışarak boşuna uğraşıyoruz. Neden mi? Biliyorsunuz, arka arkaya yargı paketleri çıkarıldı. Burada öncelikli amaç haksız ve keyfî tutuklamaları önlemekti ama öyle olmadı. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun gerek tutuklamalarla ilgili 101'inci maddesi ve gerekse adli kontrol ile ilgili 109'uncu maddesi hükümlerinde yapılan değişiklikler özellikle belirli davalarda maddelerde yok sayıldı. CMK'nın tanık dinlemeyle ilgili 178'inci maddesi 18 Şubat Pazartesi günü Silivri'deki mahkemede göz göre göre Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına meydan okunarak yok sayıldı. Yani, mahkeme "Meclis ve Hükûmet ne çıkarırsa çıkarsın ben bildiğimi okurum." demeye getirdi. Değerli arkadaşlar, bu yasada olduğu gibi biz burada boşuna kanun çıkarıyoruz. Çıkarılan kanunlar uygulanmıyor ya da güçlülerin daha güçlü olması için çıkarılıyor. Mecliste çıkarılan kanunlar yok sayılıyorsa biz burada boşuna zaman kaybediyoruz.

Hükûmete, Adalet Bakanına, HSYK'ya soruyorum: Savcının görevini ihmal etme ayrıcalığı var mı bu ülkede? CMK 101'inci madde 28 Şubat davasında geçerli değil mi? Tekrar soruyorum: Adalet nerede? Hukuk nerede? Adil yargılanma ruhuna el-Fatiha mı diyeceğiz? Bizim buradan çıkaracağımız bu kanun gibi çıkardığımız, kanunlar adaleti sağlamıyorsa, zulüm ve insafsızlığı önlemiyorsa bu Meclisin varlık nedeni ciddi ölçüde tahrip olmuş demektir çünkü devletin temeli adalettir.

Saygı ve sevgilerimle daha adaletli günler diliyorum. İyi akşamlar. (CHP sıralarından alkışlar)