GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 1974 DENİZDE CAN EMNİYETİ ULUSLARARASI SÖZLEŞMESİNE İLİŞKİN 1978 PROTOKOLÜNE KATILMAMIZIN UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:54
Tarih:17.01.2013

CHP GRUBU ADINA ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1974 Denizde Can Emniyeti Uluslararası Sözleşmesine İlişkin 1978 Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerine Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, ülkelerin değişik alanlarda iş birliği yapmaları elbette o alandaki sorunların çözümüne katkı sağlar. Bu nedenle, Denizde Can Emniyeti Uluslararası Sözleşmesi'nin onaylanması da uygun olur bizce. Ancak denizde can güvenliğini sağlarken karada can güvenliğini bizim ihmal etmememiz lazım.

Şimdi, sayın milletvekilleri, hepinizin dikkatine bir konuyu getirmek istiyorum. İki gün önce Sayın Bakana soru olarak sormuştum, Hükûmet sıralarında Sayın Gençlik ve Spor Bakanı vardı, soru tabii ki Sağlık Bakanlığını ilgilendiriyordu ve Sağlık Bakanına konuyu ileteceğini söylemişti. İlettiğini veya iletmediğini bilmiyorum ama sorunun hâlâ çözülmediğini ve hâlâ aynı sorunun devam ettiğini biliyorum.

Şimdi, değerli milletvekilleri, sağlık hizmetleri çok önemli hizmetlerdir, sağlık hizmetleri ihmal edilemez hizmetlerdir. O nedenle, biz sağlık hizmetlerinin önemine inanıyoruz ve sizin de inandığınızı zannediyoruz. Ancak şimdi, Türkiye'nin en büyük hastanelerinden biri olan, bakın dikkatinizi çekiyorum, Türkiye'nin en büyük hastanelerinden biri olan Ankara Numune Hastanesinde şu anda endovasküler cerrahi malzemenin bulunmaması nedeniyle bu hastanede ameliyat yapılmamaktadır, bu alandaki, bununla ilgili cerrahi müdahalelere gidilememektedir, hastalar orada ama malzeme yokluğu nedeniyle bunlara müdahale edilememektedir.

Bizim edindiğimiz bilgilere göre, firmalar verilen fiyatı uygun görmemektedirler, yeterli görmemektedirler. O bizim dışımızda ama biz mutlaka bu malzemelerin temin edilmesini ve müdahaleyi bekleyen hastalarımıza bu müdahalenin en kısa zamanda mutlaka gerçekleştirilmesini istiyoruz. Bunu hepinizin vicdanına bırakıyorum. Bakınız, iki gün önce söyledim, kimse üzerinde durmadı, aynı sorun devam ediyor. Belki aynı sorun pek çok hastanemizde de devam ediyor olabilir ama ben sadece Ankara Numune Hastanesiyle ilgili bilgi aldım çünkü orada hastamız vardı, çünkü başımızdan geçti.

Değerli milletvekilleri, tüm Türkiye'nin bu konuda dikkatli olması lazım. Sağlık hizmetlerini AKP iktidarının nereye getirdiğini ve insanlarımızı ne tür sonuçlarla karşı karşıya bıraktığını dikkatinize sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, biraz evvel sözlerimin başında da söyledim, değişik alanlarda ülkeler iş birliği yapabilirler. Bunlardan birisi de, önemli konulardan birisi de terördür. Biliyorsunuz, terör artık uluslararası bir nitelik kazanmıştır. O nedenle, terörün önlenmesinde ülkelerin iş birliği çok önemlidir. Şimdi, önemli olan da, öncelikle komşularla iş birliği önemlidir yani tüm ülkelerin iş birliği yapması lazım ama öncelikle de komşularla bu konuda iş birliğine gitmek lazım. Ancak, AKP döneminde, maalesef, komşularımızla bu tür iş birliği imkânları ortadan kaldırılmıştır.

Bakınız, Suriye'de şu andaki olaylar başlamadan az önce Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetiyle Suriye Hükûmeti arasında terörün önlenmesine yönelik pek çok anlaşma imzalandı ancak bu anlaşmaların hiçbirisi Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirilmedi, hatta -siz de hatırlarsınız- bir ara getirildi, tekrar geri çekildi çünkü Suriye'yle Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı sorunlar terör alanında, terörle ilgili olarak iş birliği yapma imkânını ortadan kaldırdı. Siz de biliyorsunuz ki dış olaylar da mutlaka iç olayları etkiler, diğer ülkelerle ilişkilerimiz içerideki terör olaylarını da etkilemiştir. Bu zaman zaman basında da yer almıştır.

Şimdi, değerli milletvekilleri, elbette ülkemize sığınan sığınmacıları misafir etmek, elbette onlara insani yardımda bulunmak bizim görevimizdir. Kimse buna bir şey demiyor, biz buna bir şey demiyoruz, hatta "Buna destek ver, bunun öyle olması lazım." diyoruz. Sizin ülkenize sığınmış birileri varsa sizin onlara yardımcı olmanız gerekir. Bu ilk defa olmuyor. Biliyorsunuz, Bulgaristan'da soydaşlarımızın Jivkov'un zulmüne maruz kalmasından sonra oradaki pek çok insan da Türkiye'ye geldi ve onlar Türkiye'nin muhtelif yerlerinde misafir edildiler. Biliyorsunuz Kırklareli'nde Gaziosmanpaşa göçmen misafirhanesi var. Bulgaristan'dan gelenler, Kosova'dan gelenler, Bosna'dan gelenler, bunların hepsi orada misafir edildi ve Türk milleti onlara tüm imkânlarını sundu. Ancak hiçbir ülke başka bir ülkenin iç işlerine karışma durumunda kalmadı yani öyle bir zemin hazırlamadı, öyle bir ortam hazırlamadı. Türkiye Cumhuriyeti o ortamı hazırlamadı; başkaları o ortamı hazırladı, Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti oradan gelen soydaşlarımıza, oradan gelen insanlara yardım elini uzattı. Oysa Suriye öyle değil. Şimdi, basında yer aldı ve bu doğru dürüst yalanlanmadı. Türkiye Suriye'deki muhalif gruplara her tür lojistik desteği sağlıyor mu? Kimse bunu inkâr etmiyor, sağlıyor. Eğitim imkânlarının sağlandığı yolunda ciddi iddialar var. Hatta Türkiye üzerinden Suriye'deki muhalif grupların silahlandırıldığına dair ciddi söylentiler var.

Değerli arkadaşlarım, tüm bunlar bizim Suriye'yle ilişkilerimizi gerdi ve Suriye'yle ilişkiler mutlaka içerideki terör olaylarını da etkiliyordur. Benzer sorun İran'la var, benzer sorun Irak'la var. Biz Irak Merkezî Hükûmetini bıraktık, tüm ilişkileri Bölgesel Yönetimle kuruyoruz. Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin temel prensibi başlangıçta neydi? Başlangıçta temel prensip Merkezî Hükûmetle iş birliğine gitmekti. Yani kısaca, uluslararası ilişkilerde Türkiye Cumhuriyeti'nin millî çıkarlarını düşünmek o sorunların çözümü konusunda çok önemlidir.

Şimdi, ne diyoruz? Efendim, biz demokrasiyi getireceğiz oraya diyoruz. Elbette, Türkiye, komşularında, komşu ülkelerinde, komşularda demokrasinin kâmil anlamda uygulanmasını ister. Biz ülkemizde de istiyoruz aslında, ülkemizde de öyle, demokrasinin tam anlamıyla işlemesini istiyoruz. Ama hiç birimiz söyleyebilir miyiz değerli arkadaşlarım, şimdi, Türkiye'de demokrasinin tüm kurumlarıyla, tüm kurallarıyla uygulandığını bizim söylememiz mümkün mü? Mümkün olsaydı Deniz Feneri yolsuzluğu bu duruma gelmezdi.

Bakınız, şimdi, değerli arkadaşlar, bu sizin vicdanınızı sızlatmıyor mu? Deniz Feneri yolsuzluğuyla ilgili yargılama ancak üç yıl sonra başlayabildi. Soruşturmayı yapan savcılar görevden alındılar, yargılandılar, onlarla ilgili karar verildi, onlar aklandılar ama Deniz Feneri yolsuzluğunu yapanlar veya yaptığı iddia edilenler şimdi daha yeni yargılanıyorlar. Bu, sizin vicdanınızı, değerli milletvekilleri, sızlatmıyor mu? Bu, sizlere bir şey yapılması gerektiğini hiç hatırlatmıyor mu? Peki, soruşturmayı yapan sayın savcılar soruşturuldu, aklandılar. Peki, onlar hakkında, onları görevden alanlar, onları bu tür bir işleme maruz bırakanlar bundan hiçbir sorumluluk duymayacaklar mı? Onlara hiçbir sorumluluk tevcih etmeyecek miyiz? Onları bu işlemlerden sorumlu tutmayacak mıyız?

Bakın, sizin hiç alınmanıza gerek yok. Demin bir sayın milletvekilimiz konuşurken yolsuzluk bahsi geçince alındınız. Deniz Feneriyle ilgili bazı hususları dikkatinize sunmak istiyorum, muhtemelen pek çoğunuz bu konuda haberdarsınız, bilgilisiniz ama gene de söyleme ihtiyacını duyuyorum. Bakınız, Türkiye'de bir derneğin kamu yararına çalışan bir dernek statüsüne getirilebilmesi için, yani öyle sayılabilmesi için Danıştayın olumlu görüşü gerekirdi. Deniz Feneri Derneği kamu yararına çalışmak istediğini, öyle bir statüye geçmek istediğini bildirdi, Danıştay bunu reddetti. 2'nci defa tekrar aynı istemde bulundu, Danıştay tekrar reddetti. Peki, siz ne yaptınız? "Madem Danıştay öyle yaptı?" dediniz, Danıştayın o yetkisini kaldırdınız. Ne yaptınız? Deniz Fenerini kamu yararına çalışan bir dernek statüsüne getirdiniz. Daha sonra ne yaptınız? Deniz Fenerini izin alınmaksızın yani izin almaya gerek olmaksızın tüm Türkiye'de yardım toplayabilir statüsüne getirdiniz. Bu Deniz Feneri, o Deniz Feneri. Siz, bundan kendinizi tümüyle ari kılamazsınız yani tümden bundan kendinizi ayıramazsınız. Olanlar bunlar. Biz bunları söylemeyelim mi şimdi?

Değerli arkadaşlarım, olanlar bunlar ve şuna inanıyorum ki içinizde de pek çok kişinin vicdanı sızlıyor. Ben buna kesinlikle inanıyorum, kesinlikle inanıyorum ama vicdanı sızlaması yetmez, bunu hepimizin dile getirmesi lazım.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, Almanya'da yargılama yapıldı, Almanya'da dava sonuçlandı ve hüküm giydi insanlar ve oradaki yargıç ne dedi? "Asıl sorumlular Türkiye'de." dedi. Onlar yargılandılar, hüküm giydiler, efendim, cezalarını çektiler -zannediyorum bir bölümünün cezaları da sona erdi, öyle tahmin ediyorum- ama biz burada yargılamaya yeni başlıyoruz. Bu bize bir şeyler düşündürmeli, bu vicdanımızı sızlatmalı. Bu bizim paramız değil; bu halkın parası, vatandaşın parası.

Değerli milletvekilleri, şimdi, bu konuyla ilintili bir hususu gene dikkatinize sunmak istiyorum. Şimdi, sizin devri iktidarınızda Kamu İhale Kanunu çıkarıldı. Düşünüyor musunuz veya biliyor musunuz -ki biliyorsunuzdur yüzde 80- Kamu İhale Kanunu'nda kaç defa değişiklik yapıldı? Bakın, Kamu İhale Kanunu'nda 20'ye yakın doğrudan değişiklik yapıldı, dolaylı değişikliklerle, bu, 30'dan fazladır. Peki, bir kanun bu kadar değiştiriliyorsa siz niye çıkarıyorsunuz? Niye bu kadar değiştiriliyor değerli arkadaşlarım? Her olayla ilgili mutlaka Kamu İhale Kanunu'na bir hüküm koyuyorsunuz, neden? Peki, biz bunları dile getirmeyecek miyiz?

Değerli arkadaşlarım, demin, burada, Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle Kirlenme Olaylarına Karşı Hazırlıklı Olma, Müdahale ve İşbirliği Protokolü'ne ilişkin görüşmeler yapıldı, dolayısıyla çevre sorunu da dile getirildi. Ben, Ergene havzasındaki kirlilikle ilgili Sayın Bakana bir soru yönelttim.

Şimdi, Sayın Bakan, gerçek şu: Sizin Hükûmetiniz, ilk kurulduğunda, Ergene havzasındaki kirlilikle ilgili bir Meclis araştırması komisyonu kurdu. Bu Meclis araştırması komisyonuna üye olan arkadaşlarımın bir bölümü de şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yapıyor, onları biliyorum. Bu komisyon geldi, gerekli incelemeleri yaptı ve öğrendiğimize göre raporu da o zaman hazırladı ve Türkiye Büyük Millet Meclisine verdi. Ben o zaman orada görevliydim, o nedenle işin bu safahatını da biliyorum. Ancak, o tarihten bu yana Ergene'de yapılan şey, sadece -ya 2003 yılında ya da 2004 yılında, şu anda yılını tam hatırlamıyorum, 2003 olabilir- Ergene Nehri'nin yatağının birazcık temizlenmesi hususu idi. Onun dışında, orada hiçbir şey yapılmadı. Sayın Bakan diyor ya "İşte, şunu yapıyoruz, bunu yapıyoruz." falan -şimdi tabii, Sayın Bakan değişmiş, Sayın Bozdağ gelmiş- hiçbir şey yapılmadı Sayın Bakan orada, hiçbir şey yapılmadı. Şimdi, Sayın Bakan diyor ki: "Efendim, yerel yönetimlerin de sorumluluğu var." E, olabilir. Yani yerel yönetimlerin sorumluluğu var diye Hükûmet oradaki kirliliğe el atmayacak mı? Birincisi bu.

İkincisi: Sorun öyle de değildir aslında. Orada yerel yönetimlerin belki kısmi bir sorumluluğu olabilir ama asıl sorumlu oradaki düzensiz sanayileşme politikasıdır. Bunu oradakiler de bilir, devletin ilgili birimlerindeki görevliler de bilir.

Şimdi, Ergene Nehri Kırklareli sınırları içerisinde doğuyor, berrak bir su ama denize gittiği vakit dünyanın en kirli sularından biri oluyor. Biliyor musunuz, şimdi Ergene Nehri'nin suları tarımsal sulamada kullanılmıyor. Ne yapıyorlar? Çok zorunlu hâllerde Kırklareli Barajı'ndan oraya su veriyorlar, suyu seyreltiyorlar ve o şekilde ancak, çeltik veya diğer ürünler sulanabiliyor. Ergene havzası bu duruma geldi. Ergene havzasındaki su rezervi, GAP bölgesindeki su rezervinin yarısıdır, bakınız, yarısıdır. Eskiden 10 metrede, 15 metrede su çıkıyorken şimdi 100-150 metrede çıkıyor. Yer altı suyu kirlenmiştir. Yer üstü suyunu kısa zamanda temizleyebilirsiniz ama yer altı suyunu öyle kısa zamanda temizleyemezsiniz. Onun için "Şunu yaptık, bunu yaptık. Efendim, şu yapılıyor. İşte, eylem planı düzenledik." falan, bu tür şeylerden vazgeçilmeli. Tüm Türkiye'de bununla ilgili -sadece Ergene'de değil, -Türkiye'de ne yapılması gerekiyorsa bir an önce eyleme geçilmelidir. Siz on seneyi aşkın iktidardasınız. Daha bundan sonra "Efendim, şunu yapacağız, bunu yapacağız." deme hakkınız, lüksünüz yok. Böyle bir lüksünüz yok. Siz on senedir Türkiye'yi yönetiyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, Gaziantep'te -demin gene bir soru vesilesiyle gündeme geldi- Gaziantep çiftçisi, şu anda, Sayın Bakan, çoğu yerde sulu tarım yapamıyor. Neden yapamıyor biliyor musunuz? Enerji fiyatları yüksek de ondan yapamıyor. Enerji fiyatları yüksekliği nedeniyle yapamıyor. Sulama yapabilen de icrayla karşı karşıya geliyor. Niye? Enerji parasını ödeyemediği için. O nedenle, bu soruna bir an önce çözüm bulmamız gerekiyor. Bir taraftan "Köylüyü kalkındıracağız." diyoruz, bir taraftan da onların üretim yapmasına gerekli imkânları sağlayamıyoruz, gerekli ortamı sağlayamıyoruz. Bu nedenle, Hükûmetin bir an önce çiftçinin sorunlarına eğilmesi lazım.

Bakınız, burada Gaziantep milletvekili arkadaşlarım var, onlar da biliyorlar. Geçen sene, kırmızı kabuklu kuru Antep fıstığı 12 liraydı, bu sene 8 lira. Girdi fiyatları arttı ama ürün fiyatı düşüyor. Aynı şey yaş üzümde de vardı, İslahiye'de 120 kuruşa yaş üzüm satılıyorken bu sene ancak 40-45 kuruşa satılabilir. Niye? Çünkü geçmiş senelerde ihraç edilebiliyordu, Suriye'ye gönderiliyordu veya diğer Arap ülkelerine gönderiliyordu. Bu sene ihraç edemedikleri için üzüm elde kaldı ve 40-45 kuruşa satıldı. Bölge milletvekili arkadaşlarımız da bilirler bunu, bilirler yani bunun saklısı gizlisi yok. O nedenle, çiftçinin bu sorunlarına da bir an önce çözüm bulunmalıdır.

Pamuk, geçen senenin fiyatına satılmamaktadır, tam tersine onun yarı fiyatına gitmektedir ama girdi fiyatları yüzde 30-40 oranında artmıştır. E, bunları elbette biz gündeme getireceğiz sayın milletvekilleri, sizler de dinleyeceksiniz ve çözüm yolunu bulmanın çarelerini arayacaksınız.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin çok önemli sorunları var, Türkiye'nin çok ciddi sorunları var. Bu sorunların herhangi başka bir düşünceye kapılmadan mutlaka ele alınması lazım, kesinlikle ele alınması lazım. Sayın bakanlar soruları yanıtlarken? Elbette, tabii Sayın Bakan kendisine sorulan tüm soruları bilemeyebilir, bunu doğal karşılamak lazım çünkü Sayın Bozdağ Başbakan Yardımcısı, her alanda sorulacak soruları bilmeyebilir ama biz şunu istiyoruz: Sorular ciddiyetle ele alınmalı, şayet o anda cevaplandırılamıyorsa ilgililerine yöneltilmeli ve milletvekillerinin soruları ciddiyetle cevaplandırılmalıdır, bunlara yazılı soru önergeleri de dâhildir.

Demin size arz ettim değerli arkadaşlarım -iki gün önce söyledim- çok acil bir şey yani. Şu anda, Numune Hastanesinde endovasküler cerrahi malzemeleri yok, hastalar ameliyat edilemiyor, iki gündür bunu dile getiriyoruz ama kimse buna yanıt vermiyor değerli arkadaşlarım, kimse buna yanıt vermiyor. Peki, vatandaş ne yapacak? Vatandaş nereye gidecek? Sayın Bakan, lütfen, bu meseleye el atın, kaç gündür dile getiriyoruz, Ankara Numune Hastanesini, ilgilileri arayabilirsiniz. Bu sorunu herkes biliyor ama "Efendim, işte sorun çözülüyor." vesaire, vesaire gibi geçiştirmelerle konu kapatılmaya çalışılıyor.

Değerli milletvekilleri, bu ve ülkemizi ve vatandaşlarımızı ilgilendiren tüm sorunları çözmek için vatandaşlar, millet bizi seçti. Onun için hepimiz, bakınız, hepimiz el birliği yaparak bu sorunları çözelim, bu sorunları çözelim. Sorunları çözmüyorsanız değerli arkadaşlarım, deyin ki: "Biz çözemiyoruz." O zaman "Allah'a ısmarladık." dersiniz, sizin yerinize biz geliriz.

Hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum, sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Serindağ.