GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MERA KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN (S.S: 242)
Yasama Yılı:3
Birleşim:71
Tarih:27.02.2013

MHP GRUBU ADINA ADNAN ŞEFİK ÇİRKİN (Hatay) - Teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygı, sevgi, hürmetle selamlıyorum efendim.

Şimdi, Mera Kanunu'nda değişiklik yapılmasına dair getirilen 242 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nda, belki de bizi izleyen milletimiz, "mera" deyince      -akla gelen- hayvancıların, hayvancılıkla uğraşan çiftçimizin dertlerine, sorunlarına çare getirmek üzere bir kanun teklifini tartıştığımızı zannedecek.

Bu değişiklikte amaç, meraların, vasfını kaybetmiş olan meraların ıslahı gibi bir şekilde formüle edilse de gerçekte meraların özel kullanıma açıldığı ve büyük şirketlerin kullanımına uygun hâle getirilebileceği noktasında daha farklı bir amaç da taşımakta. Yani devletin görevi, zaten zor durumda olan hayvancımızın bu sıkıntılarını, başta kaba yem ihtiyacını karşılamak üzere önemli bir kaynak olan meraların ıslahı noktasında kanunlarla belirlenmiş, Anayasa'yla belirlenmiştir. Burada, güçlü Hükûmetimiz, Türkiye Cumhuriyeti devletinin büyüyen ekonomisi, anlaşılan, bu meraların ıslahında başarılı olamamakta ve bu meraların ıslahına gücü yetmemektedir. Yetmemektedir ki bunu özelleştirmek yoluyla da ıslah etmiştir.

Şimdi, başta akla şu gelebilir, bizi izleyenler bu noktada yanılmasın: Ortada vasfını kaybetmiş bir mera var, oradan faydalanmak isteyen vatandaşlarımızın faydasına sunmak adına bu meraların ıslahının özelleştirilmesi. Böyle bir şey yok. Yani bu meralar kiralanıyor. Bu, meraların ıslahının değil, kullanımının özelleştirilmesini gerçekleştirecek olan bir yasa tasarısı. Yani kiralamadan bahsediliyor. Burada ne diyor: "Kiralanacak alanda hayvancılık için gerekli bakım ve barınma ihtiyacını karşılayacak zorunlu hayvancılık tesisleri kurulabilir." Değerli arkadaşlar, bu şu demek: Meraların büyük hayvancılık tesislerine dönüşmesi, kısacası bu. Şimdi, o zaman hangi anlayışla bu yasanın hayvancılıkla uğraşan çiftçimizin faydasına, onların kullanımına, onların iştigal ettikleri meslekle ilgili sıkıntılarının giderilmesine yönelik olduğunu iddia edebiliriz? Burada gayet açık.

Yasada bir kişiye ne kadar mera kiralanacağı belli değil. Burada çiftçinin hakkını korumada ciddi eksiklikler var, bu konuyla ilgili konulmuş tek bir satır yok. Yani, hangi köye aitse o mera, önce o köyün, o köylünün, orada hayvancılıkla uğraşan kişilerin bu alanda bu merayı öncelikli olarak alabilmesine yönelik tek bir madde yok. Yani, bu iş ihaleye çıkarsa, meseleye büyük şirketler girerse, araya büyük şirketler girerse oradaki köylümüzün, Ardahan'daki, Kars'taki, Hatay'daki, Diyarbakır'daki, Aydın'daki Kayseri'deki, Sivas'taki köylümüzün bu şirketlerle nasıl rekabet edeceğine dair burada tek bir madde yok. Onların hakkını, hukukunu gözetebilecek ve rekabette eşitliği sağlayabilecek, onlara öncelik tanıyacak burada tek bir madde yok. Eğer varsa, bizim bilmediğimiz bir şeyler varsa, umarım Sayın Tarım Bakanımız biraz sonra gelir, bunu bize anlatır.

Yalnız, öncelikle şunu ifade etmek istiyoruz ki kimse millete, kimse bu Meclise, bu yasa tasarısının hayvancıların meselelerini, sorunlarını çözmek üzere getirilmiş bir yasa tasarısı olduğunu iddia etmesin ya da kimse bize bunu yutturmasın.

Değerli arkadaşlar, hayvancılık zaten bitmiş durumda. Yani gerek kaba yem itibarıyla gerek saman itibarıyla gerek hayvan itibarıyla artık Türkiye dışarıya muhtaç bir ülkedir. Yapılan hayvan ithalatı ve bunun rakamları ortadadır, hayvancının durumu ortadadır. Hayvancının, içine düştüğü içler acısı hâlden kurtuluşu noktasında en ufak bir ümidi dahi yoktur. Yani, defalarca söyledik: Başta Şırnak, Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis ve Hatay'da hayvancıların, Suriye'yle olan münasebetlerin gelmiş olduğu hâl dolayısıyla çok büyük sıkıntıları vardır. Sınırlar her şeyin cennetine dönüştüğü gibi, kaçakçılığın, hayvan kaçakçılığının da cennetine dönüşmüş durumdadır. Çiftçi, malına aylarca bakıyor, danasını yetiştiriyor, altı ay, bir sene buna masraf ediyor, pazara indirdiği zaman kaçak hayvanla yüzleşiyor ve zarar etmek pahasına da malını tüccara devredip arkasını dönüp gidiyor,  bir daha da hayvancılığa girmiyor.

Türkiye'de hayvan sayısı azalıyor. Rakamlara bakıldığında, çok hafif bir oranda artış görülse de bunun kaçak hayvanların -tüm sınırlarımızdan- İran, Irak, Suriye sınırlarımızdan gelen kaçak hayvanların birdenbire âdeta millîleştirilmesinden yani küpelenmesinden doğan bir artış olduğu artık herkes tarafından bilinen bir gerçek. Bu artışlarla Türkiye'deki hayvan sayısının çok az oranda arttığı iddia ediliyorsa da gerçekte bu sayılar son derece vahim bir şekilde giderek düşüyor çünkü hayvancı, hayvanından para kazanamıyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de Türkiye'nin yüz ölçümünün yüzde 16,8'i meradır. Türkiye'de önemli oranda bir nüfus, geçimini hayvancılıktan sağlamaktadır yani orman köylümüzden tutun, ovadaki insanımız, en kötü şartlarda 2 tane, 3 tane, 5 tane ineğini evine almakta ve buradan sair gelirlerinin durumu ne olursa olsun bunu bir garanti olarak kabul etmekte, âdeta bunu bir sigorta olarak kabul etmekte, en azından, bundan hayati ihtiyaçlarını temin ederek geçimini sağlamaktadır ama bugün itibarıyla artık sağlamaya çalışmaktadır çünkü et fiyatları, süt fiyatları, kaba yem fiyatları, hayvancılıktaki girdiler artık bu çiftçinin dayanacak gücünü oldukça azaltmaktadır, dayanma gücünü eksiltmektedir ve hayvancılık çiftçisini can çekişir hâle getirmektedir.

Şimdi, hâl buyken hayvancılarımızın kaba yem ihtiyacını başta karşılamada çok önemli bir unsur olan meraların, hangi akla hizmetle birilerine âdeta peşkeş çekilmesine veyahut birilerinin gelip işgal etmesine, büyük firmaların, büyük şirketlerin, tröstlerin gelip bunların yerine hayvancılık yapmasına ve hayvancılığın, hayvancıların, Anadolu çiftçisinin netice itibarıyla geriye gitmesine, eldeki kısıtlı imkânlarının da yavaş yavaş elinden alınmasına, biz, hangi akılla ve hangi mantıkla "evet" diyebileceğiz? Bunun mümkünatı yok. Milliyetçi Hareket Partisi de böyle bir yaklaşıma kesinlikle ortak olmaz, hayvancıların elindeki son imkânlarının da, tarafınızdan, elinden alınmasına müsaade etmez. En azından, Milliyetçi Hareket Partisi, bu Mecliste, bu yasaya koyduğu muhalefet şerhiyle de tavrını ortaya koymuş ve bu yasanın karşısındadır.

Değerli arkadaşlar, siz Hükûmet olarak her meselede böyle inat ediyorsunuz. Yani 2/B'de sizlere bunu anlattık, anlatmaya çalıştık. Bir komisyon üyesi olarak, Parlamentoda milletvekillerimiz, diğer muhalefet milletvekilleri 2/B yasası tartışmaya açıldığı günden beri sizleri birçok konuda ikaz etti; inat ettiniz siz. Bu, böyle olmaz. Bunun orman köylüsüne hiçbir faydası olmayacağı gibi, aynı zamanda da büyük sıkıntılara sebebiyet getirecek bir yasa olduğunu bu kürsüden ben ve birçok arkadaşım defalarca izah etti, dinlemediniz. Yani rahmetli -Allah rahmet eylesin- Osman Bölükbaşı'nın bir lafı var: "Politikacıyı bitiren, kuru inattır." der. Siz hâlâ bunda inat ediyorsunuz ve bugün geldiğiniz noktada, aynen, bizim dediklerimizi teyit edercesine, 2/B yasasında, gerçek manada orman köylüsüne hitap etmese de değişiklikleri yapmaya başladınız ama dün o yasaya da öyle bir madde eklediniz ki 2/B yasası da kirlendi. 2/B yasasının, hiç, ruhuyla, orman köylüsüyle alakası olmayacak şekilde kamu-özel ortaklığının kapısı açıldı, önü açıldı ve orada da bir rant kokusu aldı başını yürüdü, gitti.

Öyle bir yasa yapma tekniğiniz ve anlayışınız var ki getirdiğiniz yasa daha yoldayken, biz daha komisyondayken değişiklik önergesini önümüze getirdiniz. Acaba bu yasalar arabada mı yapılıyor? Acaba bu yasalar dolmuşta mı yapılıyor? Bu kadar bürokrat ne işe yarar? Yani Orman Komisyonunda olan, iktidarıyla, muhalefetiyle tertemiz niyetli Komisyon üyelerinin iyi niyetini lekelemeye bu Hükûmetin ne hakkı var? İşte, bu yasada da getirdiğiniz anlayış, hayvancılık çiftçisinin menfaatleriyle, sorunlarıyla uzaktan yakından ilgili olmadığı gibi, bu sorunları daha da depreştirecek, daha da büyütecek bir anlayışa sahip.

Hükûmetler, devleti idare etmek adına elbette ki milletten yetki alır. Siz de yüzde 50'yle bu yetkiyi aldınız ama muhalefet de hükûmetleri, hükûmetlerin yanlışlarını denetlemek için vardır. Muhalefet de zaman zaman yanlışları söyler. Elbette ki hükûmet kendi istediğini, kendi dediğini yapar çünkü sorumluluk onundur, doğrusunu onun bilmesi gerekir. Fakat bu yasaların neresi eğridir, neresi doğrudur, bunu da uygulandıktan sonra milletin vicdanına bırakacağız. Belki bu, 2/B yasasında olduğu gibi anında duvara toslatmayacak sizi yani gariban çiftçimiz bu meraların elinden teker teker teker gidip büyük şirketlerin, tröstlerin eline geçtiğini ancak zaman içinde fark edecek ama o zaman da iş işten geçmiş olacak. Bugün Anadolu'daki orman köylüsü nasıl ayaktaysa yarın birçok bakımdan mağdur ettiğiniz bu hayvancı da umarız, inşallah ayağa kalkacak ve bunun siyasi karşılığını verecek.

Yine Tarım Bakanlığının çiftçiliğin birçok alanındaki uygulamaları, çiftçimizin farklı alanlarda iştigal edenlerini de esasen mağdur ediyor.

Değerli arkadaşlar, buğdayda, ayçiçeğinde, pamukta, mısırda TÜİK verileriyle olduğu söylenen bir dönüm başı ödeme desteği usulü, ortada konuşuluyor ki içler acısı ve yürekler acısı yani bir çiftçinin ne kadar üretebileceğine karar veren kurum TÜİK.

Gerçi, Sayın Bakan, Tarım Komisyonundaki yaptığımız görüşmede bundan geri adım atılabileceği noktasında bir söz verdi -şimdi de huzurda-       benden sonra umarım bu kürsüde, bu sözünün arkasında olduğunu da ifade eder. "525 kilo pamuk üretebilirsiniz." diyor TÜİK, anlar mı bu işten? Hayır. O zaman tarım müdürlükleri ne işe yarar ve TÜİK bu rakamı neye göre tespit ediyor? Yani, bugünkü şartlarda -pamuk ziraatın aynı zamanda da motoru olduğu ifadesiyle ondan bahsediyorum- çiftçi 600-650 kilo pamuk alırken siz buna "fazla üretme" mi diyorsunuz ya da birilerinin yaptığı hırsızlığı, namuslu, dürüst çiftçinin üzerinden mi çıkarmak mı istiyorsunuz? Bu, kabul edilemez. Bu noktada, Tarım Bakanlığının gerekli tedbirleri alacağını ümit ediyoruz.

Zaten, zor durumda olan, kredi imkânları daralan çiftçi bir de bu manada darbe yememeli. Yani -bugün Tarım Bakanımız da hazır buradayken ifade ediyorum- Ziraat Bankası artık Ziraat Bankası olmaktan çıkmakta yani çifçimiz ile Ziraat Bankasının, çiftçiyi ticari bir müşteri olma, görme anlayışından dolayı arasındaki uçurum giderek artıyor. Tarım Bakanlığı bir işe yarar herhâlde. Yani, bu meselelerle oturup uğraşmak, bizim ya da Sanayi Bakanlığının işi değil. Tarım Bakanlığının bu noktada acil tedbirler alması gerekiyor. Çiftçi, tüccar değildir ama Sanayi Bakanlığı da Enerji Bakanlığı da çiftçiyi herhâlde tüccar sanıyor ki ya da memur sanıyor ki aylık elektrik ödeme planı getiriyor. Bu anlayıştan kurtulun, bir an evvel kurtulun yoksa Türk çiftçisi gidiyor, Türk çiftçisi tamamen çamura çöktükten sonra, tüccar olmadığı için, bir yılda, altı ayda, üç yılda, beş yılda kalkınamaz yani aldığı sattığı bir maldan bir anda kazanıp bütün zararını çıkaramaz. Beş sene sürerse bunun batması, on beş sene de ayağa kalkması sürer. Lütfen, bu anlayışı terk edin. Yani, hiçbir şeyi iyi yapmadığınızı ifade etmiyoruz. Mesela, Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürlüklerinde çok güzel çalışmalar olduğunu duyuyoruz. Her ne kadar Tarım Bakanımız bu kürsüden "Biz saman ithal etmiyoruz, ithal ettiğimiz samanın kökü 800 ton." dediyse geçenlerde bir görüşmede, Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürlüğü binlerce ton saman ithal ediyor. Kötü de etmiyor, iyi ediyor, hiç olmazsa fiyatı biraz dengeliyor.

Her zaman sorun söylediğimizi ifade ediyorsunuz, çözüm üretmediğimizi ifade ediyorsunuz. İşte buradan, hazır Sayın Tarım Bakanımız da buradayken ifade edeyim: Tarım kredi kooperatifini bankalaştırın, tarım kredi kooperatiflerine ya bir banka alın ya da banka olmasının şartlarının önünü açın ve çiftçiyle buluşturun. Ben inanıyorum ki tarım kredi kooperatifleri, çiftçiyle ve çiftçilikle ilgisi artık kalmayan Ziraat Bankasından çok daha vicdanlı bir şekilde çiftçiye hizmet edebilecektir.

Değerli arkadaşlar, inatla murat olmaz. Her şeyde inat ettiğimiz gibi, birçok siyasi meselede de inat ediyoruz ve Türkiye'nin önü tıkanıyor. Bugün, İmralı sürecinde de inat ediyoruz. İmralı sürecinde de hiç kimsenin dediklerini kale almadan, hiçbir hassasiyeti değerlendirmeden, kanın durması adına, kanın durması meselesini dolgu malzemesi yapmak suretiyle, birçok hassasiyetin dile getirilmesinin önünü de keserek bu süreçte de inat ediyorsunuz. Bu süreçte de duvara toslayacaksınız. Bu süreçte sadece siz duvara toslamayacaksınız, Türk milleti, Türkiye Cumhuriyeti devleti toslayacak. Birçok değer ayaklar altına alınıyor, milliyetçilik ayaklar altına alınıyor.

Yani "milliyetçiliğin ayaklar altına alınması" derken aklımıza 31 Ekim 1997'deki Millî Güvenlik Siyaset Belgesi geliyor. 28 Şubat sürecinin eseridir bu Millî Güvenlik Siyaset Belgesi ve burada, Türk milliyetçiliğinin ırkçılığa dönüştüğü ve Türkiye Cumhuriyeti devleti için bir tehdit unsuru olduğu ifade ediliyor. Ülkücü mafyanın da o belgede bundan faydalandığı ve onun da Türkiye Cumhuriyeti devleti için bir tehdit unsuru olduğu ifade ediliyor. Bu Millî Güvenlik Siyaset Belgesi, gerçekte Türkiye'nin millî güvenliğine en ağır darbeyi vuran bir zihniyetin ürünüdür, manevi değerlerine en ağır darbeyi vuran bir zihniyetin ürünüdür yani 28 Şubatın ürünüdür.

Bugün, milliyetçiliği, Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alan zihniyetin de -biz öyle zannediyoruz ki- 28 Şubat zihniyetinden zerre kadar farkı yoktur. Ancak, Milliyetçi Hareket Partisi, ağır duruşuyla, 28 Şubat sürecindeki milliyetçiliğe yönelik bu ağır iftiraları ve ahlaksız değerlendirmeleri Türk milletiyle beraber nasıl ayaklar altına aldıysa, bugün de içinde yaşadığımız dar günlerde, milliyetçiliğe yapılan bu hakaretleri ve saldırıları inşallah ayaklar altına alacaktır, temennimiz, ümidimiz budur. Kolumuz kırık değildir, kanadımız kırık değildir, demokratik mücadelemizi elbette ki sonuna kadar vereceğiz ancak, devletin, milletin tüm unsurlarıyla teslim alındığına inandığımız ve bunun söz konusu olduğu an, mücadelemizin her alanda meşru kabul edilmesini ve meşru kabul ettiğimiz hiçbir mücadeleden de çekinmeyeceğimizi ve hiçbir bedeli de ödemekten kaçınmayacağımızı da burada ifade etmek isterim.

Hepinize saygılar, sevgiler sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)