| Konu: | TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE LİBYA HÜKÜMETİ ARASINDA ASKERİ EĞİTİM İŞ BİRLİĞİ MUTABAKAT MUHTIRASININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 22.11.2012 |
CHP GRUBU ADINA AYTUĞ ATICI (Mersin) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Hükûmeti Arasında Askerî Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış buluyorum.
"Harp zorunlu ve hayati olmalı ama milletin hayatı tehlikeye düşmedikçe harp bir cinayettir." sözüne gerçekten inanan tüm milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bu mutabakat muhtırası 4 Nisan 2012 tarihinde Ankara'da imzalandı. Askerî alanda hemen her konuda eğitim ve öğrenime ilişkin iş birliğinin geliştirilmesinin amaçlandığını bu anlaşmadan görüyoruz. Ayrıca bu anlaşmada en çok dikkatimi çeken noktalardan bir tanesi, barışı koruma ve barışı destekleme konusudur. Yani, siz Hükûmet olarak Libya ile barışı koruma ve barışı destekleme konusunda bir anlaşma yapmış bulunuyorsunuz. Bir yandan onların askerlerini eğiteceksiniz, bir yandan da bu eğitimin amacının barış olduğunu iddia ediyorsunuz. Çok güzel kelimeler seçmişsiniz, her zaman olduğu gibi, dıştan çok güzel görünen ama içini okudukça insanın içini yakan kelimeleri, tıpkı "barışta" olduğu gibi, buraya da yazmışsınız ancak "barış", sayenizde kirlendi ve anlamını yitirdi yani anlayacağınız "Âyînesi iştir kişinin, anlaşmaya bakılmaz." Yani sizin ne söylediğiniz, ne anlaştığınız, anlaşmaya neleri yazdığınızın hiçbir önemi yok aslında. Esas burada önemli olan, sizin ne iş yaptığınızdır. Ne demek mi istiyorum?
Bakın, barışı nasıl kirlettiniz Libya'da: Herkesin malumu, herkesin dilinde olan konu, artık on yaşındaki çocuklar bile bunu, bu öyküyü anlatıp arkanızdan gülüyorlar, teneke çalıyorlar, diyorlar ki: "Gittiler, Kaddafi'den Barış Ödülü'nü aldılar, NATO oraya yönelince `Ne işi var, hadi oradan.' dediler, ondan sonra da Libya'nın bombalanmasına destek verdiler." Bunu herkes söylüyor; bu, artık, kimsenin yadırgadığı, sizin de itiraz ettiğiniz bir şey değil zaten. İşte, barışı bu şekilde kirlettiniz.
Daha da yetmedi, kalktınız, diktatör de olsa Kaddafi'nin linç edilmesini alkışladınız. İşte, sizin barış anlayışınız bu. İşte, siz barışı bu şekilde kirlettiniz ve şimdi kalkmışsınız, bana, barışı korumaktan bahsediyorsunuz. Ben de burada halkımıza soruyorum: İkiyüzlülüğün tarifi nedir?
Değerli arkadaşlar, kişiler ikiyüzlü olabilirler, bu onların sorunudur ancak yönetici, ülkesi ve halkı adına iş yaparken asla ikiyüzlü olamaz. Eğer bir şekilde ikiyüzlülük yapmışsa da tarih bunu asla affetmez, halk nezdinde de bedeli oldukça ağırdır. Yani sizin anlayacağınız, bu anlaşma sonrasında eğiteceğiniz Libya askerlerini her an dönüp arkadan vurabileceğiniz hissi herkeste çok kuvvetli, tıpkı daha önce Kaddafi'yi vurduğunuz gibi. "Askerleri eğitiyoruz." diyorsunuz; arkasından gidip bunları vurursanız hiç kimse şaşırmayacak. Ancak dikkatli olmanız gerekir, çünkü bizim askerimizin eğiteceği Libya askeri, sizin arkadan vurmanıza hazırlıklı olmayı öğrenmiş olacaktır. Bir dahaki sefere işiniz daha da zor olacaktır.
Şimdi, bu tasarı kanunlaşınca Türkiye Cumhuriyeti'nin AKP'li Başbakanı veya Dışişleri Bakanı, bir yandan Libya askerini eğitecek ve diyecek ki: "Ben bununla övünüyorum. Benim ülkem başka ülkelerin askerlerini eğitiyor." Ama diğer yandan da, emperyal güçlerin güdümünde aynı Libya'ya müdahale edecek, bunu da buraya yazıyorum. Bunun da şaşırtıcı olmadığını hepiniz biliyorsunuz.
Şimdi, bu anlaşmanın en can alıcı noktasının, bu anlaşmanın içerisine "barışı koruma" ve "barışı destekleme" gibi iki kelime grubunun eklendiği olduğunu söylemiştim. Bunun hiç inandırıcı olmadığını sizlere bir örnekle açıklayayım. Bakın, yine AKP Hükûmeti, çok geç değil, daha beş ay önce, sadece beş ay önce bir tasarının altına imza attı. Kimle? Yine Libya'yla. Bu sefer yaptığınız anlaşma polislerle ilgili bir anlaşmaydı ve bu anlaşmayı yine AKP'nin milletvekilleriyle Dışişleri Komisyonunda kabul ettiniz. Sonra Genel Kurula getirdiniz ve 29 Haziran 2012 tarihinde 6341 sayılı Kanun olarak kabul ettiniz. O zaman Libya'da geçici hükûmet vardı, anlaşmanın yapıldığı tarihte ve bu yaptığınız anlaşmanın -daha sonra Kanun olan bu anlaşmanın- adı: Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Geçiş Hükûmeti Arasında Libya Ulusal Polisinin -dikkatinizi çekiyorum, "Libya Ulusal Polisinin"- Eğitimine ve Kapasite Geliştirmesine İlişkin İşbirliği Konulu Mutabakat Muhtırası. Ne kadar kulağa hoş geliyor değil mi? Türkiye Cumhuriyeti gidecek, efendim Libya'nın polisini eğitecek veya şu anda konuştuğumuz anlaşma gibi, Türkiye Cumhuriyeti devleti kardeş bildiğimiz Libya'nın askerini eğitecek. Yani bugün konuştuğumuz bu asker eğitiminin polis versiyonunu da beş ay önce kanunlaştırıp yayınladınız. Bu anlaşmada -Komisyonda da söylediğiniz gibi- halka doğruları söylemediniz, açıkça gizli kapaklı işler yaptınız, açıkça. Gerçekleri halktan bilerek ve isteyerek gizlediniz, nasıl yaptığınızı anlatacağım.
Şimdi anlaşmanın adını tekrar okumayacağım ama çok net hatırlayacağınız gibi, polisin eğitimi, güçlendirilmesi. Anlaşmanın detaylarına baktığınızda, o hani onlarca sayfa eklerin içerisine baktığınızda, aslında, AKP Hükûmetinin, sadece Libya polisini değil, Libya'daki milis güçlerini de gizlice, herkesten gizleyerek bu anlaşmanın içine koyduğunu hep birlikte gördük. Dedik ki: "Ya, acaba, olabilir, insan hatası yani bu gözden mi kaçtı" ve bu konuyu Dışişleri Komisyonunda gündeme getirdik. Dedik ki: "Arkadaşlar, elinizi vicdanınıza koyun, siz burada sadece polis eğitmiyorsunuz. Bakın, anlaşmanın ekinde üç tane sütun var. Birinde `polis', birinde `komiser', `polis amirleri', birinde de `milis güçleri' yazıyor. Bakın, siz, milis güçlerini eğitiyorsunuz." İçinizden bazı arkadaşlarımızın kafası karıştı, tartışıldı ve bir arkadaşımız kalktı dedi ki: "Efendim, bu `milis güçleri' aslında `polis' demektir." diye kafadan bir şey salladı. Bilmiyordu ama zevahiri kurtarmak adına böyle bir şey yaptı.
Kalktık, Türk Dil Kurumuna baktık. Türk Dil Kurumu diyor ki "milis" tanımı için? Barışı savunan AKP'li milletvekili arkadaşlarım, barışı korumaya heveslenen arkadaşlarım, bakın, Hükûmetiniz ne yapıyor? "Milis"i tanımlıyorum, Türk Dil Kurumuna göre: "Savaş sırasında -barış değil- orduya yardımcı olarak toplanan silahlı halk gücü." Eğer buna inanmazsanız kendi Bakanınızın -Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanının- bütçe görüşmeleri sırasında Komisyon üyelerine hediye ettiği TÜBA tarafından yayımlanan "Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü"ne bakalım, "milis"i nasıl tanımlamış. Diyor ki: "Gerektiğinde kısa sürede savaşa sürülebilen -"kısa sürede barış tesis eden" değil- sınırlı askerî eğitim görmüş yurttaş..." Hadi bakalım? Siz, yaptığınız anlaşmayla sadece Libya'nın askerini, polisini değil, milisini yani savaşa hazır yurttaşlarını da eğitme kararı aldınız; hayırlı uğurlu olsun! Nerede sizin barışı koruma, barışı destekleme projeniz? İnanın, her zaman olduğu gibi "barış" derken bile savaş naraları atıyorsunuz. "Barış"derken bile ağzınızdan savaş çıkıyor. İşte bunun için barışı kirlettiniz değerli arkadaşlar, tıpkı Suriye'de yaptığınız gibi.
Şimdi size bir soru sormak istiyorum. Bir düşünün, siz bu milisleri yetiştirdiniz, yetiştirmeye başladınız; bu milisler -soruyorum- acaba Libya'dan gelip Suriye'de savaşıyor mu? Bana bir Allah kulu çıksın, bir babayiğit çıksın "Kesinlikle savaşmıyor." desin ve bana ispat etsin. Ben de burada bütün halkın önünde herkesten özür dileyeyim. Bakın, Libya askeri, Libya polisi düzenli silahlı güçlerdir, düzenlidir bunlar, ancak siyasi iradenin emriyle gider, Suriye'de savaşabilir, Irak'ta olduğu gibi. Ancak, sorumluluk siyasi iradenindir. Yani Libya kalkıp sizin eğittiğiniz askeri, polisi Suriye'de kullanırsa bunun sorumluluğu Libya Hükûmetinindir, ancak milis güçlerinin nerede savaşacağı belli olmaz. Bu durumda, bu insanlar kalkıp Suriye'de savaşırsa sorumluluk siyasi iradenin değil, onları yetiştiren sizlerindir. Nitekim, Libya'da yetiştirilmiş milislerin, diğer radikal İslami militanların mahiyetinde Suriye'de savaştığı tüm dünyanın dile getirdiği bir gerçek olarak her yerde yer bulmuştur.
Değerli arkadaşlar, dış politikamızda telafisi mümkün olmayan işler yapıyorsunuz. Tedavisi çok zor olan yaralar açıyorsunuz. Artık, bu saatten sonra bizim, Suriye'yle Libya'yla Orta Doğu'yla dost olmamız çok zor. Sizinle imkânsız, imkânsız. Bir yandan siz, barış için çalışıyorum diyeceksiniz, diğer yandan Suriye'de kan akmasına neden olacaksınız. "Esad, insanları öldürüyor." diye sokaklara çıkıp bağıracaksınız, kendi sınırlarımızı korumayarak Türk menşeli silahların Suriye'ye girmesine seyirci olacaksınız. Var mı böyle bir şey? Kısacası, elinizi tıpkı barışta olduğu gibi neye attıysanız maalesef yüzünüze, gözünüze bulaştırdınız.
Ben böyle olmasını istemezdim. Bakın, muhalefet milletvekilleri, iktidarın tökezlemesini ister. Muhalefet milletvekilleri, iktidarın oylarının düşmesini çok ister. Bir an önce, yarın, hükûmetten sizi indirmek isteriz. Bu, normaldir ancak bu şekilde hatalar yaparak, bizim bile telafi edemeyeceğimiz sorunlar çıkararak ülkemizi bu hâle getirmenize inanın çok üzülüyoruz, gerçekten çok üzülüyoruz. Bu kadar beceriksizlik ancak AKP'de olur. Bakın, beceriksizliğiniz nasıl tescillendi? Suriye'nin barış süreci nereye kaydırıldı? Katar'a, Doha'ya. Yetmedi, İran sahip çıktı, Tahran da yani hiç kimsenin artık Türkiye'ye güveni kalmadı. Sizler taraf ola ola, "barış, barış" diye kan akıta akıta artık Suriye sürecinin burada sonuçlanması, çözümlenmesi imkânsız hâle geldi. Daha dün, dün daha dün, Mısır'da, Amerika Birleşik Devletleri'nin Dışişleri Bakanı Clinton, Mısır'ın bölge liderliğini kutladı. Bakın, daha yeni, daha çok taze, sıcağı sıcağına bir haber: Mısır'ın bölge liderliğini gitti, ABD Dışişleri Bakanı kutladı. Nasıl, hoşunuza gitti mi arkadaşlar? Lider olmaya çalışan, "Orta Doğu'nun sahibi ben olacağım." diyen Dışişleri Bakanının bu kürsüden konuşurken -kayıtlara bakın- "Yeni Orta Doğu'nun sahibi ben olacağım." diyen bir Dışişleri Bakanının düştüğü duruma bakın, kullanılmış ve bir kenara itilmiş gibi. Çok üzülüyorum, gerçekten çok üzülüyorum ama siz bunu hak ettiniz, siz bunu maalesef hak ettiniz. Benim ülkemin yüzünü kara çıkardınız. Bunu hak ettiniz. Zaten siz kullanılmak istememiş miydiniz? Zaten siz istemiştiniz kullanılmayı. Siz demediniz mi: "Deliğe süpürmeyin, kullanın." İşte kullandılar, hayırlı uğurlu olsun. Eğer biz Başbakanı tanıyor isek, liderliği Mısır'a kaptırdığı için -en azından sözde bile olsa- saldırganlaşacak, yine gürleyecek, yine bağırıp çağıracak ama bir türlü gürledikten sonra yağamayacak maalesef.
İnsanca yaşamaktan ümidini kesen Başbakan "Adam gibi ölürüz." demeye başladı, "Adam gibi ölürüz." Allah herkese adam gibi ölmeyi nasip etsin, bu önemli bir şey ancak başbakanlar adam gibi ölmekten bahsetmezler, adam gibi yaşamaktan bahsederler. Önce adam gibi yaşarlar, kendi ülkelerinin vatandaşlarını da adam gibi yaşatırlar, ondan sonra adam gibi ölürler zaten.
Nasıl adam gibi yaşanır?
MUHYETTİN AKSAK (Erzurum) - Kendinize bakın, kendinize!
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Ben size ayna tutayım Sayın Milletvekili, oradan çok sesiniz duyulmuyor.
"Kendinize bakın." derken, bakın örnek vereyim: Örneğin, Mavi Marmara'da öldürülen yurttaşlarımız için İsrail'e efelenirken, onları korumak için, İsrail'i korumak için Malatya Kürecik'e radar sistemi kurmazlar adam gibi yaşayanlar. Adam gibi yaşayan insanlar, İsrailliler Filistinli kardeşlerimizi katlederken sadece beyanat vermezler, Davos'ta değil burada "one minute" derler, yiğitse, adam gibi yaşıyorsa. Adam gibi yaşıyorsa, İsrail Filistin'e saldırırken Kürecik'i askıya alır adam gibi yaşayanlar. Güney Kıbrıs Rum yönetimi petrol ararken "Arayamazlar, yaptırmayız." deyip de ondan sonra da seyredip onların karşısında kahve içmezler. Adam gibi yaşamak böyle değildir ya da babam bana yanlış öğretti. Babam bana "Bu şekilde adam gibi yaşanmaz." dedi.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Baban sana çok yanlış öğretmiş zaten.
OKTAY VURAL (İzmir) - Onlar bir nutuktu ya.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Senin aklın ermez böyle şeylere.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Adam gibi yaşayanlar, uçaklarımız düşürülürken sadece seyretmezler. Örneğin, adam gibi yaşayanlar Suriye halkının?
RECEP ÖZEL (Isparta) - Gidip hatıra fotoğrafı çektirmezler adam gibi olanlar.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Anlamadım?
RECEP ÖZEL (Isparta) - Hatıra fotoğrafı çektirmezler.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Adam gibi olanlar, "Suriye halkının yanındayız." deyip, ne idüğü belli olmayan muhaliflerle resim çektirmezler Sayın Milletvekili.
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Ne olduğu belli olan adamla çeker.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Ne olduğu bile belli olmayan, birbiriyle bile kavga eden muhaliflerle oturup da onları desteklemezler. Adam olmak başka bir şey.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Sizden mi öğreneceğiz ya?
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Vallahi, eğer bizden adam olmayı öğrenirseniz ne mutlu size.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Allah Allah!
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Öğrenemezseniz, artık bizim de yapacak bir şeyimiz yok.(CHP sıralarından alkışlar)
RECEP ÖZEL (Isparta) - İktidar olurdunuz adam olsaydınız ya.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Ha, çok güzel. Seni duymamışlardır, "Adam olsaydınız iktidar olurdunuz." diyor arkadaşımız. Keşke iktidar olmakla adam olunsaydı, keşke iktidar ol?
RECEP ÖZEL (Isparta) - Millet adamları iyi takdir ediyor.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - İşte örneğini görüyoruz, iktidar oldunuz ama adam olamadınız.(CHP sıralarından alkışlar)
AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) - Niye bağırıyorsun ki?
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Adam gibi yaşayamadınız, adam gibi ölemezsiniz.
AKİF ÇAĞATAY KILIÇ (Samsun) - Bırak ya!
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Adamları iyi bilir millet.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Adam olanlar kendi sınırlarımızı NATO'ya emanet etmezler. NATO dedim de aklıma geldi, niye Patriot füzesi istediniz adamlar? Neden, ne için? Kimi koruyacaksınız? Ben buradan iddia ediyorum: Siz bu Patriot füzelerini ya İsrail'i korumak için aldınız ya da İran eğer Malatya Kürecik'i vurursa diye korkarak aldınız.
Şimdi, adam gibi olmanın ne demek olduğunu, umarım nasıl yaşandığını bir miktar anlatabilmişizdir. Ha, bu iş anlatmakla da olmaz, bu iş yaşamakla olur; "Âyînesi iştir kişinin, lafa bakılmaz." O yüzden sizleri, bizleri izlemeye davet ediyorum. Bakın arkadaşlar, bugün Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü ve sizin imzaladığınız bu anlaşmada, sizin imzaladığınız polislerle ilgili olan bu anlaşmada ne diyor biliyor musunuz? "Sadece erkek polisleri eğiteceğiz." diyor, açın bakın. Hadi askeri anladık, kadın asker yoktur. "Sadece erkek polis eğiteceğiz." diyorsunuz siz ve Libya Hükûmeti. Neden?
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Arz-talep meselesi bu. Onlar onu talep etmiş, o doğrultuda?
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Orada kadın polis olsa ne yapabilir?
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Evet, aynen senin dediğin gibi olmakla beraber, kazın ayağı öyle değil Sayın Milletvekili.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hayret bir şey!
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Bunun iki tane nedeni var. Bir, her zaman olduğu gibi, kadını dışlayıcı, ayrımcı zihniyetiniz ve bugün bu anlaşmayı burada konuşmaktan gerçekten utanıyorum.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Onlar bayanı eğitmek istedi de biz mi reddetmişiz?
AYTUĞ ATICI (Devamla) - İki, kadın polislerin, kadın milislerin Suriye'ye gidip savaşmayacağını biliyorsunuz.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Niye Suriye'ye bu kadar takıldın ya?
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Oraya "Sadece erkek polisleri eğiteceğim." diye yazmanızın nedeni bu.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Libya'yı konuşuyoruz, Suriye'yle ne alakası var?
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Ya beni dinlemediniz ya da kafanız karışık.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hayır, siz Suriye'ye kilitlenmişsiniz.
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Bir kelimeyle bir daha söyleyeyim: Bana deyin ki?
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Suriye'ye kilitlenmişsiniz, Libya'yı konuşuyoruz?
AYTUĞ ATICI (Devamla) - Bana "Libya'da yetiştirdiğim Suriye'ye gitmiyor." deyin, elinizi öpeyim.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.