| Konu: | YARGILAMA SÜRELERİNİN UZUNLUĞU İLE MAHKEME KARARLARININ GEÇ VEYA KISMEN İCRA EDİLMESİ YA DA İCRA EDİLMEMESİ NEDENİYLE TAZMİNAT ÖDENMESİNE DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 31 |
| Tarih: | 29.11.2012 |
BDP GRUP ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 342 sıra sayılı Yargılama Sürelerinin Uzunluğu ile Mahkeme Kararlarının Geç veya Kısmen İcra Edilmesi ya da İcra Edilmemesi Nedeniyle Tazminat Ödenmesine Dair Kanun Tasarısı üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde yargılamaların uzun sürdüğü herkes tarafından kabul edilmektedir. Ayrıca, tutuklama da bir tedbir olmaktan çıkmış, âdeta infaza dönüşmüştür. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 109'uncu maddesi gereğince adli kontrol tedbirleri uygulanıp tahliye etme imkânı varken maalesef mahkemelerimiz adli kontrol sistemini uygulamayarak uzun tutukluluk durumlarının ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir.
Tutuklananlar için uzun bir yargılama sürecinin başladığı, bu açıdan tutuklamanın bir tedbirden çok ceza hâlini aldığı, tutuklanmayanların ise kurtulduklarını düşündükleri bir gerçektir. Toplumun algısı da bu yöndedir.
Ülkemizdeki yargılamalar, yapılan soruşturma ve kovuşturmalar sonucunda en kısa sürede gerçeğe ve adalete ulaşılmasını amaçlayan şekilde değil, tahliye talepleri ve tutukluluğun ortadan kaldırılmasına yönelik olarak devam etmektedir.
Günümüzde tutuklama tedbirinin, yargısız infaz, şüpheliyi toplumdan uzaklaştırma veya kamuoyu oluşturmak amacıyla uygulandığı izlenimi doğmaktadır ki tüm bunların tutuklama tedbirinin uygulanma amacıyla ilgisi bulunmamaktadır. Uzun süren ve makul sürede tamamlanmayan yargılamalar, Türk hukukunun en önemli sorunudur. Bu sorunu çözme noktasında gerekli çaba harcanmamaktadır. Böylece, tutuklama tedbiri yönünden de makul süreye uyulmadığı görülmektedir. Bunun üzerine her ne kadar hukuka aykırılığı tespit edip tazminata hükmetse de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruların uzun yıllar sonuçlandırılamaması olumsuzluğu da eklendiğinde, hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırı şekilde verilen yargı kararlarının devam ettiği görülmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin geç verilen kararları ciddiye alınmamakta, sadece tazminat olarak değerlendirilmekte, devlet tarafından ödenen bu tazminatların sorumlusuna rücu mekanizması işletilemediğinden, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile varılmak istenen hedefe ulaşılamamaktadır.
Ülkemizdeki özellikle özel yetkili mahkemelerdeki uzun süreli tutuklama kararları münferit olmaktan çıkmış, basmakalıp gerekçelerle verilen kararlarla sistematik bir hâle dönüştürülmüştür. Sistematik hâle dönüşen, makul süreyi aşan tutuklama kararları nedeniyle, başta milletvekillerimiz olmak üzere, belediye başkanı, il encümeni, siyasetçi, aydın, gazeteci, sivil binlerce yurttaşımız cezaevlerinde çürütülmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2009 yılından bu yana, uzun süreli ve haksız tutukluluklar nedeniyle ülkemiz hakkında 440'ı aşan kez karar vermiş ve ülkemizi mahkûm etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında uzun ve haksız tutuklulukların peşin cezaya dönüştüğü ve bu durumun ağır insan hakkı ihlali oluşturduğu açıkça vurgulanmıştır. Tasarı, makul süreyi aşan haksız tutuklulukları kapsamamaktadır.
Avrupa Komisyonunun Türkiye'nin Avrupa Birliği 2012 İlerleme Raporu'nda ülkemizdeki uzun yargılamalarla ilgili endişelerin devam ettiği belirlenmiş ve savunma hakkı, yargılama öncesi tutukluluk sürelerinin uzunluğu ve fazlasıyla uzun ve çok kapsamlı iddianameler bakımından endişeler devam etmiş olup, bu durum, söz konusu yargılamaların hukuka uygunluğunun kamuoyu tarafından kayda değer ölçüde sorgulanmasına yol açmıştır.
Türkiye'de demokratik kurumların düzgün işleyişine ve hukukun üstünlüğüne duyulan güvenin güçlendirilmesi bakımından bir fırsat teşkil eden bu davalar, yargı süreçlerinin geniş kapsamlı ve söz konusu süreçlerle ilgili eksikliklerine yönelik ciddi endişeler yüzünden gölgede kalmıştır. Ayrıca, söz konusu davalar, Türk siyasetinde kutuplaşmaya yol açma eğilimindedirler. Bu davalarda "Savunma hakkının güvence altına alınması ve şeffaflığın sağlanması amacıyla yargı süreçlerinin hızlandırılması gerekmektedir. Soruşturmalar hızla genişleme eğilimindedir. Yargı yalnızca polis tarafından toplanan veya gizli tanıklar tarafından sağlanan kanıtları kabul etmektedir." ifadeleri kullanılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin yargı sistemindeki -az önce bahsettiğim- yapısal sorunlarından dolayı gerek uzun tutukluluk süreleri gerekse de makul sürelerde sonuçlanamayan davalardan zarar gören yurttaşlarımızın uğradıkları haksızlıkları gidermek için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde dava açtıkları, bu davaların çok ciddi bir sayıya ulaştığı bilinen bir gerçektir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verilerine göre, geçen yıl sonu itibarıyla, Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önünde toplam başvuru sayısı 15.940 olup bunlardan yaklaşık 2.500'ü uzun yargılama iddiasını içermektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu davaların birçoğunu kabul etmiş ve davalar büyük ölçüde Türkiye aleyhine sonuçlanmış, mağdurlara tazminat ödenmiştir. Devlet, yüklü miktarda mahkeme masrafı ve avukatlık ücreti ödemesiyle karşı karşıya kalmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu davalardan dolayı yoğun bir iş yükü altında kalmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmet, önümüzde duran yasa tasarısıyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde bu davaların oluşturduğu olumsuz sicilden tazminat ve yargılama giderlerinden kurtulmak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu yolla kendi iş yükünü hafifletmek istemektedir. Dolayısıyla, bu tasarı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti arasında bir paslaşma tasarısıdır.
Tasarının 2'nci maddesinin (2)'nci fıkrasında "Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer ihlal alanları bakımından da bu kanun hükümleri uygulanabilir." şeklinde düzenleme, Bakanlar Kuruluna, yargıyı ilgilendiren bir alanda kapsamı ve sınırları belli olmayan bir yetki verilmesi mahiyetindedir. Bu yetkinin hangi amaçlarla kullanılacağı açık olmadığı gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye'den beklentilerinin oldukça dışına taşılmaktadır. Verilen yetkilerin kapsam ve sınırlarının açıkça kanunla belirlenmesi hukuk devletinin ve hukuki güvenlik ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur. Bakanlar Kuruluna verilen yetki, hukuk devletinin temel ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
Tasarının 4'üncü maddesinde, kanun kapsamında yapılacak müracaatlar hakkında karar vermek üzere, Adalet Bakanlığının bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından 4 kişi ile, Maliye Bakanı tarafından Maliye Bakanlığı personeli arasından atanacak 1 kişiden oluşan toplam 5 kişilik bir komisyon kurulacağı, komisyon başkanının üyeler arasından Adalet Bakanı tarafından seçileceği ifade edilmiştir.
Ancak bu düzenleme ilke olarak doğru bir düzenleme değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, getirilecek düzenlemenin etkin ve adil bir düzenleme olması gerektiğini ilke olarak belirlemiştir. Bu anlamda karar verecek makamın adil yargılamaya uygun karar verecek bağımsız bir organ olması zorunludur. Ancak tasarıda öngörülen kurul, bağımsız bir kurul olmadığı gibi adil yargılanmayı sağlayacak nitelikte yetkin bir kurul da değildir, direkt yürütmeye bağlı Adalet Bakanı ve Maliye Bakanı tarafından atanacak kişilerden oluşmaktadır.
Tasarının 7'nci maddesinde, komisyon kararlarına karşı Ankara bölge idare mahkemesine itiraz edilebileceği belirtilerek, itiraz mercisi olarak Ankara bölge idare mahkemesi öngörülmüştür. İtiraz üzerine verilen kararların kesin olacağı ifade edilmiştir. Ancak, bölge idare mahkemesi, itiraz mercisi niteliği itibarıyla uygun değildir çünkü tazminata hükmedebilmek için bazı şartlar söz konusudur. Bu nedenle süreç, kapsamlı bir bilgi ihtiyacı doğurmaktadır. Uygun olan, itiraz mercisi olan Yargıtay ve Danıştayda özel olarak oluşturulacak kurullara görev verilmesidir.
Tasarı, yargı sistemindeki yapısal sorunları temelden çözme, mağdur olan insanların mağduriyetlerinin önüne geçip bir an önce haklarına kavuşmalarını sağlayacak adaleti tesis ettirme amacından uzaktır.
"KCK davası" adı altında düşünceleri ve siyasi eylemlerinden dolayı binlerce kişiyi haksız şekilde tutuklayan, adil yargılanma koşullarını sağlamayan Hükûmetin bu tür palyatif çözümlerle soruna yaklaşması, mağduriyetleri önlemek bir yana, yeni mağduriyetlerin de yolunu açacaktır.
Sorunun çözümü için, öncelikle düşünceyi ifade etme ve örgütlenme hakkının suç olmaktan çıkarılması; bunun için de, Ceza Muhakemesi Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu gibi birçok yasada kapsamlı değişikliklere ihtiyaç vardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği kararlar Türk hukuk sistemi açısından yol gösterici mahiyettedir. Yargımızı yönlendirici, rehberlik edici bir işleve sahiptir. Tasarının kanunlaşması hâlinde, Türkiye'deki uzun tutukluluk sürelerine karşı iç hukuk yollarını tükettikten sonra son çareyi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmakta bulan vatandaşların bu imkânı ellerinden alınmış olacaktır. Bu durum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yeni başvuru hakkının engellenmesi, adaletin tesisi açısından ciddi bir eksikliğe yol açacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği kararların önemini görmezden gelmek, sorunu bir tazminat meselesiymiş gibi ele alarak kurulacak komisyonlarla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruların önünü kesmek, geçmişte yapılan benzer uygulamaları hatırlatmaktadır. Zira, bildiğiniz gibi 5233 sayılı Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun öncesi süreç de bu şekilde gelişmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'ye bir imkân tanıyarak zararları kendisi karşılayıp mağduriyetleri önlemesi için bir süre vermişti. İşte, sorun da tam bu noktada başlamış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin devreden çıkmasıyla hukuksuzluklar, yeni mağduriyetler ortaya çıkmıştır. Kurulan komisyonlar, aradan geçen sekiz yıllık süreye rağmen, güvenlik görevlilerince evi yakılan, hayvanları telef edilen, başka yerlere göç etmek zorunda bırakılan mağdurların uğradıkları haksızlıkları giderememiştir. Mağdurlardan bir kısmına zararlarını karşılamaktan uzak, komik miktarlarda tazminatlar ödendiği gibi, geçen uzun süreye rağmen hâla tazminat alamayanlar vardır.
Türkiye Sosyal Etüdler Vakfının Van ilimizi esas alarak yaptığı araştırmaya göre, 16 Temmuz 2010 yılı itibarıyla 33.795 başvurunun 30.090'ı sonuçlandırılmış; karara bağlanan başvurulardan 13.524'ü reddedilmiş, 16.566'sına da tazminat ödenmesi kararlaştırılmıştır. Yani neredeyse her 2 başvurudan 1'i reddedilmiş, kabul edilenlerin büyük çoğunluğu için ödenen tazminat da doğan zararı karşılayacak düzeyde olmamıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; anlaşılacağı gibi bu geçici bir çözümdür ve sorunları ötelemektir. Oysa yapılması gereken geçici çözümlerle önümüzdeki yıllarda sorunu daha da büyütecek, ülkemiz aleyhinde başvuru ve ihlal kararlarının çoğaltılmasına yol açacak yöntemleri benimsemek değildir. Büyük bir sorumlulukla hukuk devletine ulaşma konusundaki eksikliklerimizi görmek ve gidermek zorundayız. İç hukukumuzdaki yargı süreçlerini, ceza, adalet mekanizmalarındaki sorunları içtenlikle ortaya koymalıyız; masumiyet karinesini, cezalandırmaya dönüşen uzun tutukluluk hâlini vicdani, hukuki ve evrensel hukuk standartları çerçevesinde tartışmasız hâle getirmeliyiz.
Tekrar, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Dora.