GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BDP GRUBU ÖNERİSİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:107
Tarih:21.05.2013

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Bugün 21 Mayıs; 1864'te, tarihte Çerkez sürgünü ve soykırımı olarak bilinen acı günlerden birisi. Her yıl dönümünde Türkiye'de ve sürgün edildikleri birçok ülkede, Ürdün'den Suriye'ye, Mısır'a, Filistin'e, Lübnan'a, Balkanlara kadar dağılan Çerkez halkı, gittiği her yerde bugün bir belgiyle ortaya çıkıyor: intikam değil, adalet. Ve tarihle bir yüzleşmenin, gerçekliğin altını çizmek istiyorum. Acılarını paylaşıyoruz, ölenleri saygıyla anıyoruz. Ve burada verdiğimiz araştırma önergesi, Çerkezcenin UNESCO'nun Kaybolmakta Olan Diller Atlas'ında risk altında olan diller grubunda yer alması nedeniyledir. Milyonların katliamdan geçirildiği, birçok ülkeye dağılan, Türkiye'de de özellikle Samsun, Düzce, Kayseri, Tokat, Çorum, Kahramanmaraş, Sakarya, Balıkesir ve metropol kentlerimizde birçok alanda birlikte yaşayan Çerkez halkının aslında bir atasözüyle başlamak istiyorum, Çerkezler "Dilsiz ulus ölüdür." derler, "Dili olmayanların ulusu da olmaz." derler. İnsanlar arasında iletişim, anlaşma araçlarından en önemlisi ise dildir. Bu gerçeklik ışığında baktığımız zaman, özellikle Türkiye'de yaşayan Çerkezler, dillerine ve kültürlerine sahip çıkmak, koruyup geliştirmek için ana dilinde eğitim taleplerini sık sık gündeme getirmektedirler. Ana dilde eğitim, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde, Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde, Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Paktı'nda, UNESCO Sözleşmesi'nde, Ulusal Azınlıkların Korunması Hakkında Çerçeve Sözleşmesi'nde ve buna benzer birçok uluslararası metinde vurgulanan temel bir haktır.

Bugün Çerkezce ve Çerkez halklarının kullandığı diller gibi, maalesef, cumhuriyetin ilanından, 1924 yılından sonra Kürtçe, Gürcüce, Hemşince, Lazca, Pontusça, Süryanice, Abazaca, Ermenice, Rumca, Arapça, Çeçence, Acemce, Mıhallemice, Pomakça gibi çok diller, zenginlikler, kültürler, kimlikler ülkemizde, maalesef, asimilasyon cenderesinden geçirilerek, üniversitelerde okutulmayarak çoğu yok edilme noktasına getirildi. Bu süreç içinde halkların, kendilerini yaşatabilmesi için, var olabilmeleri için, kültürlerine ve geçmişlerine sahip olabilmeleri için, yaşatabilmeleri için en önce dil ve dil eğitimine sahip çıkmalarından daha doğal bir şey yok.

Şöyle bir tanımlama yaparsak: Bugün kendilerinin sayıca 2 milyondan fazla olduğunu ifade eden Çerkez halkı, ana dili Çerkezce olarak Kafkas dilleri arasında çok önemli bir yer teşkil eden dillerinin yaşatılması için taleplerini sivil toplum örgütlerinde, kurdukları derneklerde, federasyonlarda sık sık dile getiriyorlar. Başbakan kendi dönemlerinde inkâr ve asimilasyon politikalarının son bulduğunu söylemişti. O hâlde bu ülkede yaşayan kültürlerin, dillerin, kimliklerin yaşatılması için bu konudaki yasakların da kalkması gerekiyor. Bugün Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerden 113'ünde iki dilli ya da çok dilli eğitim yapılırken bir ülkenin "tek dil" sözünün resmî yöneticileri tarafından sık sık dile getirilmesi ırkçı, ayrımcı, şovenist, asimilasyoncu bir anlayışın sürdürüldüğünün de ifadesidir.

Biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak bu konuda tarihin gerçekliklerine ve Türkiye'nin zenginliğine, kültürel zenginliğine, kimliklerine, onlara saygı duyulmasına ve yaşatılmasına yönelik atılacak her adımın savunucusu olmaya devam edeceğiz çünkü bizim de onlar gibi muhatabı olduğumuz bu asimilasyon, ret, inkâr cenderesinde tek tip yaşatmak isteyenlerin karşısında bir çiçek bahçesindeki gibi farklı çiçeklerden oluşan bir bahçenin zenginliğini haykırmak, bir orkestrada olduğu gibi farklı enstrümanların seslerinin güzelliğini haykırabilmek, bu ülkenin bütün zenginliklerini yaşatabilmek, bilimde, kültürde, her alanda hepimizin borcudur. Elbette ki Abhazin, Abhaz'dan tutun Kabartay, Çeçen, İnguş, Kafkas halklarının yaşadığı zenginlikleri açıp bunu dil bilimcilere bırakırken bir gerçeğe dikkat çekmek istiyoruz. Hakikaten "Türkiye, Kafkaslardaki siyasi gelişmeler ışığında Osetya ve Abhazya'ya niye uzak duruyor?" sorusunu sorma hakkını kendimizde buluyoruz. Neden? Neden? Tanınmıyorlar bile.

Böyle bir gerçeklik karşısında da şunu ifade etmek istiyoruz araştırma önergemizde: Yakın zamanda, Ubıhça dilinin Gönen civarında konuşan 2 vatandaşımızın ölümü sonucu tamamen yok olduğunu da bir gerçek olarak bir gün gazeteler yazmıştı. Bu gerçeklikler ışığında baktığımız zaman, üniversitelerimiz, bilim kültür yuvaları, bir yandan -işte, TİKA deniliyor- yurt dışı Türklerle ilgili, yurt dışı halklarla ilgili bir sürü çalışma yapılırken, bir bakıyoruz, kendi içimizdeki zenginlikleri gözlerimiz görmeyiveriyor. Bahçemizdeki çiçeği göremiyoruz, sesleri duyamıyoruz, renkleri göremiyoruz; onların folklorik birer sembol olarak bazen folklarımızla resmî törenlerde yer alması bize yetiyor anlayışıyla, o halkların gerçek istemlerine, duygularına uzak bir duruş sergiliyoruz. Bakın devletin resmî politikasının Abhazya ve Güney Osetya devletleriyle ilgili yaklaşım tarzına bakın, anlarsınız. Kendi içindeki, kendinden ayırmadığı halklarla ilgili bile ne kadar uzak bir politika izlediğini, ne kadar uzağında olduğunu hepimiz görüyoruz. O zaman, tek dil, tek millet diye diye, tekliye tekliye insanları tornadan geçirip tek tip yetiştirmeye, tek tip etnisiteye sokmaya, tek tip mezhebe sokmaya, tek tip inanca sokmaya, tekleştirmeye yönelik, asimilasyoncu, şovenist yaklaşımlardan uzaklaşan ve kendi gerçekliğiyle yüzleşen bir Türkiye'nin yeni anayasasında bütün halkların haklarının yer alması gerektiğini ve bu konuda bir araştırma açılmasının doğru olacağını düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)